OSKAR KOKOSCHKA (1886-1980) - RÜZGÂRIN GELİNİ
1902 yılında, Viyana'da, Beethoven'e adanmış bir sergiyi görmeye giden Rodin, şehrin ünlü parkı Prater'de bir partiye davet edilir. Hava çok güzeldir, zarafetle salınan kadınlar çok güzeldir, bir köşedeki piyanodan gökyüzüne yükselen Schubert ezgileri gönülleri hoş etmektedir. Sergide gördüğü Klimt'in freskini çok beğenen Rodin, sanatçıya şöyle der: "Hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Hem dramatik hem de mutluluk veren freskiniz... Serginiz... Bunlar unutulmaz. Ve bu bahçe, bu hanımlar, bu müzik ve sizi çevreleyen, içinizdeki bu neşeli sadelik... Büyülendim!" Bu sözlerin tercümesi sonrasında Klimt'in Rodin'e tek bir cevabı olur: "Avusturya!" 20.yüzyılın başında Viyana'da durum tıpkı bu anekdottan hissedildiği gibidir. Bir konserden diğerine koşan, festivallerde boy gösteren, sergi salonlarını boş bırakmayan, tüm bu etkinliklerin biraz da olsa hafiflediği zamanlarda şık kafelerde sanat sohbetleri yapan Viyana ahalisi, iki dünya savaşına kadar samimi bir boş vermişlik, canlılık, neşe ve hafiflik içerisindedir. Müzisyenler, ressamlar, heykeltraşlar, yazarlar, şairler, mimarlar ve hâttâ zanaatkârlar en popüler kişilerdir. Kendilerini ayrılıkçı olarak nitelendiren yeni nesil sanatçılar "Secession" oluşumu altında tüm şehri dekoratif anlayışla bezemektedirler. Secession adına Olbrich'in inşa ettiği sergi binasının girişinde yer alan "Her çağ kendi sanatı ve her sanat kendi özgürlüğü içindir" yazısı bir manifesto niteliğindedir. Secession'a ait dekoratif ve erotik unsurlar daha sonra hippi kültüründe de (Afişlerde, kumaşlarda vs.) yer alacaktır. Stefan Zweig'in "Köklü hiçbir değişimin, şiddetin düşünülemeyeceği, güven dolu bir dünya" olarak nitelendirdiği Viyana'da, aslında bu sözlerin tam tersi olayların yaşanacağı savaş yıllarına az bir süre kalmıştır. Yüzyıl başındaki coşku, yaklaşan zorlu günlerin hissedildiği bir bilincin sonucunda mı ortaya çıkmıştır? Yoksa iniş ve çıkışlarla dolu hayat döngüsünün tesadüfi getirisi midir? Bilinmez! Bu hafta yazının hatırı sayılır bir kısmını kaplayacak olan, Rüzgârın Gelini Alma Mahler, ilk gençlik yıllarını işte böyle bir ortamda yaşar. Onun için Viyanalı kadınların en popüleri diyebiliriz. Güzeldir, entelektüeldir, müzikle uğraşmaktadır, henüz 20 yaşındayken 100 kadar lied bestelemiştir. Bir özelliği daha vardır ki o da sanatçı erkekleri sevmesi, onlar tarafından daha da çok sevilmesi, dehasına inandıklarını desteklemesi, enerjisiyle ilham vermesidir. Besteci Mahler, Bauhaus'un kurucusu mimar Gropius ve yazar Werfel ile evlilik yapan Alma'nın aşk hayatında Klimt, Zemlinsky, Kokoschka ve birçok sanatçı yer almıştır. Hepsi Alma'yı çok sevmiş, sanatlarının ilhamını aldıkları tanrıça katına yüceltmiştir. En fırtınalı ilişki Oskar Kokoschka ile yaşanandır. Hayatındaki erkeklerden aşk anlamında çok şey istediği söylenen Alma'nın, ilk evliliğinde kendi benliğinden feragat ettiği görülür. Ünlü besteci ve orkestra şefi Gustav Mahler ile evlendiğinde 21 yaşındadır. Mahler ondan müziği bırakmasını, yalnızca kendisini sevmesini ister. Alma bunu kabul eder. Onun görevi Mahler'in yeteneğini parlatmaktır. Genç yaşına rağmen Alma evin düzeninde başarılıdır, kocasının en büyük desteğidir. Diğer evliliklerinde de aynı şekilde davranacaktır çünkü o sanatsal yeteneğe aşıktır ve bunun ortaya çıkması için elinden ne gelirse yapmayı iş edinmiştir. Kendi yeteneğini geri plana atacak olsa bile... Fakat görünen o ki derinlerde bir yerde bastırılan duygular vardır. Kendine güveni sonsuz ve güçlü bir kadındır, hayranı olan erkekler çevresinde dört dönmektedir, ufak tefek flörtler kaçınılmazdır ancak bir noktada Mahler'in kendine dönüklüğü abartması, flörtlerin şekil değiştirmesine sebep olur. Mahler'in ölümüyle sona erecek olan evliliğinin son yıllarında mimar Walter Gropius ile aşk yaşamaya başlar. Ancak hastalığı sırasında Mahler'i asla yalnız bırakmaz. Gropius ile bir dargın bir barışık süren beraberliği sırasında da Oskar Kokoschka ile fırtınalı bir ilişki yaşayacaktır. Tanışmalarının üzerinden 24 saat bile geçmeden Oskar'dan evlilik teklifi almıştır. Ancak en sonunda kazanan Gropius olur ve Alma'nın eşi olma ayrıcalığı ona düşer. Oskar ile yaşadığı tutkulu, şiddetli bir ilişkidir. Oskar farklıdır. Hiddet dolu, disiplinsiz ve doğuştan muhaliftir. Fakat Alma'ya deliler gibi aşıktır. Alma'yı karşısına alır ve onlarca portresini yapar. Beraber seyahatlere çıkarlar. Henüz fazla sipariş alamadığı zamanlarda Alma onu maddi anlamda da destekler. Sosyal çevresinden kopan Alma'nın tüm hayatı bu tutkulu ressam olmuştur. Zaten Gropius da o sırada cephededir. Zira 1.Dünya Savaşı başlamıştır. Bu durumu bir noktada sorgulamaya başlar. Askere gitmek isteyen Oskar'ı bu konuda cesaretlendirir ve savaşmaya yollar. Hemen ardından Gropius'a yazar. Savaş sırasında hem Gropius'la hem Kokoschska ile mektuplaşmaya devam etmiştir. Dediğim gibi, kazanan en sonunda Gropius olur ve evlenmeleri için birkaç günlüğüne Alma'nın yanına gelir. Bu sırada Kokoschka ağır yaralanmıştır. Öyle ki öldü zannedilip bir kenarda bırakılmıştır ve Viyana'ya öldüğünün haberi gelir. Ancak şanslıdır ki kurtulur. Fiziksel yaralardan daha acısı onu tedavi gördüğü hastanede bulacaktır. Alma'nın evlendiğini öğrenir. Alma'ya haber yollar, yanına gelmesini ister ancak artık bu mümkün değildir. Alma onu kesinlikle hayatından çıkarmıştır. İyileşince tekrar cepheye döner. Yıllarca, farklı ülkelerde olsalar da Alma'ya yazmaya, çiçekler göndermeye, piyeslerinin temsillerine davet etmeye devam eder. Bu çılgın adam ayrılıklarının ilk zamanlarında yaptığı bir hareketle Alma Mahler efsanesine katkıda bulunmuştur. Dresden'de yaşadığı sırada Alma'nın gerçek boyutlardaki bebeğini yaptırır. Kumaş ve tahtadan yapılan bebeği güzelce giydirir ve yanında dolaştırır. Ona "Sessiz Kadın" adını vermiştir. Sessiz Kadın'ın varlığı bir parti gecesinin sabahında kafası ayrı yerde, gövdesi ayrı yerde, her yanı şaraba batmış halde sonlanır. Ancak gerçek Alma ömür boyu Oskar'ın kalbinde yaşamaya devam edecektir. "Bir Ressam, Bir Resim" serisine konuk olan resim, Oskar Kokoschka'nın Alma'ya olan aşkının en şiddetli günlerinde yapmış olduğu "Rüzgârın Gelini". Sevdiği kadına bıkmadan usanmadan evlilik teklifinde bulunan Oskar, bir gün ona şunları yazar: "Alma inan bana. Sen 'O Kadınsın', ben de 'O Sanatçı'. Beni ne kadar güçlü hale getirdiğini ve bu güç süreklilik kazandığı müddetçe değerimin ne olabileceğini görebildim. Sen yararsız kimselere yaşam veriyorsun ve alın yazın olan ben bundan yoksun mu kalacağım?" Alma bu sözlere kayıtsız kalamaz ve bir sanat şaheseri yarattığı zaman onunla evleneceğini söyler. Oskar bunun üzerine Rüzgârın Gelini'ni yapacaktır. Sonuç malûm. Yine hayal kırıklığı.
Bugün İsviçre'de, Basel Sanat Müzesi'nde bulunan tabloda Alma ve Oskar'ı fırtınalı bir denizin ortasında, bir kabuğun içinde, birbirine sarılmış görmekteyiz. Başını erkeğin göğsüne yaslamış olan kadının yüzüne sakinlik hâkim. Erkekte ise endişe sezilmekte. Portreye konu olan kişilerin duygusal hâlini tuvale yansıtmayı tercih eden Kokoschka için tipik bir durum. Zira Oskar'a göre gerçekte de Alma kayıtsız, kendisi endişeler içinde. Serbest ve geniş fırça vuruşlarıyla oluşturan hareket, adeta bir girdap oluşturarak aşıkları çevrelemiş. Girdap izleniminin ve erkeğin ifadesinin yanı sıra baskın olan mavi renk de kasvetin, endişenin, keder ve sıkıntının işareti. Mavi renk aslında yatıştırıcı ve dinlendirici bir etkiye sahip olsa da yoğun şekilde kullanılması ve zaman zaman siyaha yaklaşması tam tersi etki yaratır. Duyguyu renklerle ifadeyi benimseyen Kokoschka için mavinin sert kullanımı bilinçli bir harekettir. Ara ara kendini gösteren sıcak renkler genel kasveti aydınlatmaya yardımcı olmamaktadır.
20.yüzyılın başında gelenekselden koparak ayrılıkçı yolda ilerleyenlerden biri olan Oskar Kokoschka, aslında her kalıptan bağımsız, dışavurumcu bir sanatçı. Eğitimini akademi dışındaki modern bir kurum olan, dekoratif sanatlar ağırlıklı Viyana El Sanatları Okulu'nda tamamladı ve daha sonra burada eğitimci oldu. Sanatta ruhsallığı benimsiyordu ve dekoratif sanatlarda ruhsallığı yansıtacağı figürlere yer yoktu. Farklı atölyelerde resim çalışarak kendini geliştirdi. Çok sayıda portre yaptı. Tuvale aktardığı kişilerin ruh durumlarını ortaya çıkarmayı iş edindi. Kendi deyimiyle, kurallara gömülmüş kişilikleri tıpkı bir konserve açacağı kullanır gibi açığa çıkarıyordu. İfadeyi yansıtmada figürün ellerini de kullandı, bakışlarını ve vücut hareketlerini de. Bir diğer ifade aracı renklerdi. Serbest fırça darbeleriyle çalıştı. Kimi zaman parmaklarıyla boyadı. Karakterinin farklılığını resimlerine de yansıttı. Şiddetli ve kaba resimler yaptı. Viyana'da bir sergi sonrasında, basın onu "Yabanilerin Başı" ve "Delirmiş Gauguin" olarak tanımladı. Ancak farklı arayışlar içinde olan Viyana'da taraftarı da çoktu. 1911 yılında, bir sergide onun resimlerini gören taht varisi Franz Ferdinand "Pislik! Bu adamın kemiklerini birer birer kırmalı" diyerek sergiyi iptal etmek istediğinde, neyse ki anlayışlı imparator Franz Joseph bunu engelledi. Naziler'in de düşmanlığını kazandı Oskar Kokoschka. Sanatı dejenere sayıldı. Nazilerden kaçmak için önce Prag'a gitti. Orada da rahat bırakılmayınca Londra'ya geçti. Daha sonra Çek vatandaşı ve Prag Akademisi'nde profesör oldu. Evlendi. Litografiler, kitap ciltleri, kartpostallar yaparak başladığı sanat hayatına resimlerle, büstlerle, tiyatro oyunlarıyla devam etti. Aşkta, sanatta, savaşta... Hep cesurdu. Savaş karşıtı, baskı karşıtı resimler yaptı. Çok seyahat etti. Yolu Türkiye'den de geçti.
Rüzgârın Gelini evlilik getirmediği gibi, aşkın tamamen zıttı bir durum karşısında ressamın elinden çıktı. Savaşa süvari alayında katılan Oskar, at sahibi olma şartını yerine getirmek için resmini bir eczacıya satmak zorunda kaldı.
Oskar Kokoschka, son mektubunu Alma Mahler'in 70.doğum gününde, Amerika'ya yolladı. Şöyle diyordu büyük aşkına:
"Çağdaş dünyanın adi bir kalıntısı olan, tiksinti veren bayağılık, yerini, tutkudan doğan göz kamaştırıcı bir parlaklığa bıraktığında, seninle ben bir kere daha hayat sahnesinde buluşacağız. Etrafındaki şu aşağılık ve karanlık suratlara bir bak, bir tanesi bile hayatla oynamanın heyecanını yaşamış, ölümden bile haz almış, başına saplanan kurşundan, ciğerine daldırılan namludan keyif almış değildir. Gizemlerini kendisine öğrettiğin aşık dışında hiç kimse."
*Yazı için faydalandığım, Françoise Giroud'nun kaleminden Alma Mahler biyografisi olan "Alma Mahler Veya Sevilme Sanatı'nı" ilgilisine tavsiye ederim.
*Tabloyla aynı ismi taşıyan "Bride Of The Wind" isimli film de konuyla ilgili yerinde bir izleme olacaktır. Ben henüz izlemedim. Ancak, izlenecekler listesinde ilk sıraya almış bulunmaktayım.