25 Nisan 2013 Perşembe

THE FOLLOWİNG... VE ARTAN ŞİDDET SORUNSALI:)


   

    Bugünlerde The Following adlı diziye takıldım. Kevin Bacon ve James Purefoy (Roma'daki Mark Antony ki bayılırdım kendisine) baş rollerde. Psikolojik-gerilim türünde bir dizi. Çok çok beğendim. Her bölüm inanılmaz hızlı akıyor ve bir sonraki bölümde neler olacağını merak ettiğin için arka arkaya seyrediyorsun:) Konu 14 kız öğrenciyi öldürmüş bir seri katil olan Joe Carroll -ki aynı zamanda edebiyat profesörü- ve onu yakalayıp hapse atmayı başarmış FBI ajanı Ryan Hardy arasında geçiyor kısaca. Ama bu kadar değil tabii. Joe yüzünden hayatı kararan ajanımızın dertleri bu korkunç katili hapse tıksa da son bulmamış. Adam hapisteyken kendisini ziyarete gelen hayranlardan, gardiyanlardan vs.'den kendine bir tarikat kurmuş. Bir anlamda müritleri olan tiplere dışarıda yaptırmadığı iş yok. Olaylar ilerlerken bu müritlerin geçmişlerine dönerek nasıl insanlar olduğunu  öğreniyoruz her bölümde. Edgar Allen Poe hayranı olan Joe, cinayetlerini şairin eserlerine göndermeler yaparak işlemiş ve müritleri de aynı yolu takip ediyorlar. Yani her bölümde Poe'dan dizeler, şiirlerinin anlatmak istedikleri gibi edebi göndermeler mevcut. 

    Dizi güzel, etkileyici, ürkütücü, düşündürücü, hızlı, heyecanlı ve zekice yazılmış. Sevdiğim tarzda. Fakat aklıma takılan bir şey var. Biraz fazla etkileyici olur mu acaba? Malum Amerika'da psikopat bol. Bu dizide tarikat kurmuş olan gençler öyle şevkle adam öldürüyorlar ki, bölümler ilerledikçe kanıksıyorsun bu durumu. Altına döşenen müzikler, beklenmeyen hareketler tam da adrenalin arttırıcı türden. Ve ölüm yüceltiliyor. Aynı zamanda öldürmek de... Edgar Allen Poe'nin dizeleriyle yüceltiliyor hem de. Belli bir yaşa gelmiş izleyiciler değil de gençler etkilenebilir diye düşünüyorum. Hepimiz genç olduk ve bu yüzden ergenlikte ne kadar saçma sapan şeylere merak salındığını, ürkütücü ve farklı olanın merak edildiğini biliriz. Manyağı bol Amerika bu tip dizilerle, filmlerle yangına körükle gidiyor bence. Kendi psikopatlarını kendileri yaratıyorlar ve ondan sonra da oturup filmlerini çekiyorlar, romanlarını yazıyorlar. Örneğin bu dizide seri katil hayranlığını çok güzel anlatmışlar. Çünkü bildikleri bir şey. 
    Sinema ve televizyon -özellikle de televizyon- insanoğlunu son derece etkileyen alanlar. Dikkat edilmesi gerekirken ipin ucu kaçmış durumda. İnterneti de hesaba katarsak ve bunların gençlerin hayatını nasıl sarıp sarmaladığını düşünürsek "şiddet niye arttı?" diye sormamıza gerek kalmıyor. Hata kimde? Suçlu kim? Hiç bilmiyorum. Kafam iyice karışmış durumda... 
    Diziye tekrar dönecek olursak... Akıl sağlığı yerinde, belli bir yaşı atlatmış yetişkinlere tavsiye ederim:)

23 Nisan 2013 Salı

ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!


"Hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası egemenliktir."
                                                                                                M.Kemal Atatürk
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun!







18 Nisan 2013 Perşembe

İSTİRİDYE VE İNCİ TANESİ...



    Hikayeye göre Panama'da bir köle, 10 gr. ağırlığında düzgün bir damla şeklinde mükemmel bir inci bulur ve bu inci sayesinde özgürlüğünü kazanır. İspanyollar bu inciye "hacı" ya da "seyyah" anlamına gelen "La Peregrina" derler. La Peregrina, dünyada görüp görülebilecek en güzel inci tanesidir. Tarih boyunca birçok kral ve kraliçenin mücevherlerini süsleyen bu inci ilk olarak 16. yy'da İspanya Kralı II.Phillipe tarafından nişan hediyesi olarak Mary Tudor'a hediye edilir. Mary Tudor... Nam-ı diğer Kanlı Mary... Annesi Catherine'i  boşayıp, metresi Anne Boleyn ile evlenmek uğruna Katolik Kilisesi'ni reddedip protestan olan babası VIII.Henry'den içten içe intikam almak için protestanları öldürten Mary, La Peregrina'nın ilk sahibidir.



    İnci, Mary'nin ölümünden sonra birkaç kez el değiştirir. Herkes tarafından tanınması ise 1969 yılında bir açık arttırmada Richard Burton'ın, karısı Elizabeth Taylor için 37.000 dolara satın almasıyla gerçekleşir. Burton ve Taylor 1964 ve 1975 yıllarında 2 defa evlenerek fırtınalı bir aşk yaşamışlardır. La Peregrina, Burton'ın menekşe gözlü karısına hediye ettiği dillere destan mücevherlerden yalnızca bir tanesidir ama en ünlüsüdür. Taylor'un  ölümünden sonra, meşhur mücevher koleksiyonu, New York'taki Christie's Müzayede Salonu'nda açık arttırmayla satışa sunulur. Tahmin edileceği gibi en iyi fiyata satılan parça La Peregrina olur. Richard Burton'ın 1969 yılında 37 bin dolar ödediği ünlü inci 2011 yılında 11 milyon 800 bin dolara alıcı bulur. Koleksiyonun satışından elde edilen gelir, Elizabeth Taylor'un kurduğu AIDS Vakfı'na bağışlanır. 
   

    Yıllar önce bulunmuş değerli bir incinin romantik yolculuğunun hikayesidir bu. Ve inciler güzeldir. Fakat gerçek olan bir şey vardır ki her inci bir istiridyenin acı çekerek ölmesi sonucu oluşur. Kabuğunun içine tesadüfen giren bir parazitten kurtulmak isteyen midye ya da istiridye, parazitin paniğe kapılarak ileri geri hareket etmesine neden olur. Bu hareketlenme doğaldır ki büyük bir acıya sebebiyet verir. En sonunda parazit yorulur ve durur. Bu sefer istiridye parazitin tahrişinden kurtulmak için sedefle kaplamaya başlar onu. Ta ki ölene dek. Bu yüzden Fransız bilim adamı Raphael Dubois "En güzel bir inci bile minik bir canlının lahdidir" demiştir.   
    Hadi bu doğal bir olay diyelim. Doğanın kanunu... Kültür incisi üretenlere ne demeli? Birileri daha fazla kazansın diye, bazıları takıp takıştırıp güzel ve zengin görünsün diye üretilen kültür incileri, insanoğlunun doğa üzerinde hakimiyet kurma arzusunun küçük bir örneğidir. Kültür incisi üreticileri, iki yıllık istiridyeleri açılmaları için ılık suya bırakırlar. Kabuklar açılınca ince, keskin bir aletle onların cinsel organlarında küçük bir kesik açarlar ve bir çeşit çekirdeği buraya yerleştirirler. Bu operasyon birkaç saniye sürer ama istiridyenin yarası en azından 3 ayda kapanır ve çoğu istiridye ölür. Vejetaryen kuruluşların inci kullanılmamasını tavsiye etmelerinin nedeni tam da budur. İlk kültür incilerini 1905 yılında pek çok deney sonucunda üretmeyi başaran isim Japon Kokichi Mikimoto'dur. Fakat söylenen o ki bu işlem sırasında istiridyelerin böylesi acı çektiğini bilmemektedir. Japonya Toba'da, Mikimoto ve karısının sabırla inci üretmeye çalıştıkları ada bugün "İnci Adası" adıyla turizme açılmıştır. Adada müze, kütüphane, alışveriş merkezi, bahçeler, kafeler, inci kralının bir heykeli ve özel dalış kıyafetleriyle dalarak istiridye toplar gibi gösteri yapan kadınların şovları vardır. 
   

Mikimoto, İnci Adası ve şov amaçlı istiridye toplayanlar
    İşte böyle... İnsanoğlunun bencilliğine dair küçük bir anlatıdır bu. En güzeli biz olalım, en zengini biz olalım diye doğanın dengesiyle nasıl oynadığımızın miniminnacık bir örneğidir. Ve inci takılara mesafeli durmama neden olmaktadır.


Kaynak: Mücevherlerin Gizli Tarihi, Victoria Finlay
                 Pegasus Yayınları



11 Nisan 2013 Perşembe

SIRA GUAJ BOYADA...


    Resim kursum devam ediyor. Sulu boyadan sonra guaj boyaya geçtik. İlk başta guaj boya ile aram iyi değildi ama yavaş yavaş ona da alıştım:) Şu iki resmi yaptım. 

    Bunlar ispinozlarım...



Bu da küçümencik bir oğlan. Bir şeye kızmış:)



    Orjinallerinin daha iyi olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Fotoğraflarını çekerken parlamışlar çünkü. 
   Yüz boyamak zor. Çok iyi olmadı ufaklığın yüzü ama yapa yapa alışacağımı düşünüyorum. Kursta benden başka figür çalışan yok:) Ben sevdiğim için cesaret ediyorum. Denemeden öğrenemeyiz ama değil mi? 
    Bu hafta yağlı boyaya geçeceğiz.  Öğretmenimiz guajlarımı beğendi ve yağlı boyada zorlanmayacağımı, onun daha kolay olduğunu söyledi. Bakalım, göreceğiz. Dün yağlı boya malzemelerimi aldım. Boyalar, fırçalar, keten yağı, terebentin, boya çantası, fırça çantası, palet vs. vs. vs. Açıkçası yağlı boya öğrenmek için sabırsızlanıyorum. 
    Şu aşamada fotoğraftan ve başka sanatçıların resimlerinden çalışıyorum fark edildiği gibi. Amaaaa! Bir gün ben de kompozisyonlar oluşturacağım. İnanıyorum:)



    

4 Nisan 2013 Perşembe

BİTSTRİPS... YENİ EĞLENCEM!


    Bugün Facebook'ta çok keyifli bir uygulama keşfettim:) Kendi avatarını yaratıp, kendi karikatürünü oluşturabiliyorsun. Kendisini tıpatıp yapabilenler ama ben bu kadar becerebildim:) Bugünün şerefine şunu yaptım hemen:))))




 Allahım! Ne olacak benim bu ıvır zıvır işlerle uğraşma halim? Kesinlikle teknolojinin esiri olmuş durumdayım:)





3 Nisan 2013 Çarşamba

BÖCEK YEMEYE HAZIR MIYIZ?:)



    Geçtiğimiz hafta sonu Hürriyet Pazar'da Mehmet Yaşin'in ilginç bir yazısı vardı. Başlık şu: "Sofranızda Böceğe Yer var mı?". Mehmet Yaşin bu konuyu açmış çünkü dünya nüfusu hızla çoğalıyor ve bildiğimiz gıdalarla beslenme hayal olacak gibi. Tarım alanlarının giderek azaldığı ve hayvancılığın gerilediği malum. Dünya genelinde aç gezen insan sayısı gitgide artmakta. Bu yüzden ülkeler olası kıtlığa çare arıyor ve geleceğin yiyecek kaynaklarının başına böcekleri koyuyorlarmış. Bugün zorunluluktan değil, severek böcek tüketen ülkeler yok mu? Var tabii. Güneydoğu Asya ve Afrika'da 2 milyar insan böcek yiyormuş. Yeni Gineliler, Taylandl halkı, Japonlar, Meksikalılar gibi... Hemen yüzünüzü buruşturmayın, dünya üzerinde 1000 böcek çeşidi yenilebilir durumdaymış:) Ünlü danimarkalı şef Rene Redzepi'ye göre çekirge ve pervane böceği larvasının tadı, kuvvetli bir balık sosunu andırırken; arı larvalarıyla yapılan tatlı mayonez çok lezzetliymiş:) Gelecekte gıda olarak böceklerin tercih edilme olasılığı çok normal çünkü araştırmalara göre kuzu eti yüzde 17, balık yüzde 21, sığır eti yüzde 20, tavuk yüzde 23 protein içerirken; bu oran çekirgede yüzde 50-75, örümcekte yüzde 64, karıncada ise yüzde 24'müş. 
    Eee! Hızla çoğalıyoruz. Olacağı bu. Mehmet Yaşin "yakın gelecekte birbirimizi yemek istemiyorsak, böceklerle beslenmeye kendimizi yavaş yavaş alıştıralım" diyor:) 
    Tüm bunlar benim aklıma birkaç yıl önce Tayland'da gördüğümüz kızarmış böcekleri getirdi doğal olarak. Orada insanların nasıl iştahla kızarmış çekirgeleri mideye indirdiklerine şahit oldum. Kağıt külahlara koyup çekirdek gibi yedikleri böcekler işte bunlar:

   

    Kültür farklılıklarını gözününde tuttuğum için çok garipsemedim açıkçası. Hatta gaza getiren olsa belki deneyebilirdim de:) Böcek oluşları değil de çok yağlı oluşları daha fazla iğrendirdi beni. Mehmet Yaşin Tayland'da kızarmış çekirgeyi denemiş.Tadının fındıkla yanık galeta arası bir şey olduğunu söylüyor. İyi değil demek ki:)
    İşte böyle. Geleceğin beslenme tarzı konusunda bunlar öngörülüyor. Onu boş ver de... Acaba böcek yetiştirme çiftliği, fabrikası falan mı kursak? Bak bunu düşünmek lazım:)