16 Mayıs 2023 Salı

BİRKAÇ KELÂM...

     Yazmak hevesiyle oturmamıştım bilgisayar başına fakat blog dostlarımı okuyunca "Bir iki söz de ben edeyim" dedim. Enerjimi arttıranlara selam olsun! 
    Hayat biz insanları bir mutlu eder bir üzer ya? Tam rahatladığını düşünürken "O kadar kolay değil o işler" diye cevap verip küçüklü büyüklü darbelerle yoklar. Sabrımızı sınar. Yine öyle bir zaman diliminden geçtim. 
Ya da "Geçiyorum" mu demeliyim? Mesela daha seçim sonuçlanmadı. Çoğumuz gibi kafamı meşgul eden konulardan biri de bu. Ancak endişeye mahâl yok dostlar! İyiyim. 
    10 gün kadar önce sevimsiz bir rüya gördüm. Anlatmayayım ama bunun haberci rüya olduğunu anladım. 
İster istemez aklımı meşgûl etti. Bir şeye sıkılacağıma, olumsuz bir şey yaşanacağına fakat çaresinin bulunacağına işaret ettiğine karar verdim. Bazen kötü rüya görürsün ama hiçbir anlam ifade etmediğini bilirsin. Bazen de tam tersi o kadar fena bir rüya görmezsin ama onun bir şeye işaret ettiğini hissedersin. Ya da bana mı böyle oluyor? 
Yok yahu! Böyle düşünmekte yalnız değilimdir sanırım. Neyse... Yine lâfı uzattım. Ayrıntı vermek istemediğim için affedin, çok yakın çevremde hakikaten çok sıkıldığım, içimi acıtan bir şey yaşadım, yaşadık. Sağlıkla ilgili olduğunu söyleyebilirim ki bence en önemli konu her zaman budur. Ancak o cenahta işlerin yoluna gireceğini düşünüyorum. Üzerine bir de seçim sıkıntısı vardı malûm. Gerçekten gerim gerim gerildim. Geniş kapsamlı düşünen herkes bunun bir maç gibi kazanmak ya da kaybetmek durumu olmadığını bilir. Toplum içinde yıllardır adım adım tırmanan öfkeden, ikilikten, gayrı medeni tavırlardan, bozulan eğitim sistemi nedeniyle çocuklarımızın gençlerimizin hak ettiklerini alamayışlarından, trafikte, sokakta, bankada, markette, işyerlerinde, metroda, metrobüste herkesin devamlı karşısındakine karşı gardını almış şekilde dolaşmasından, mutsuz suratlardan ve daha bir sürü şeyden bunaldım. Bunalmayanı, vallahi çeşitli sebeplerle takdir ederim. Birkaç sene önce bir tanıdığım "Senin çocuğun özel okula gitti ama" demişti. Ve ben onun karşısında ağzım açık kalakalmıştım. Böyle bir şeyi nasıl söyler, nasıl düşünür diye... Olay bu mudur? Nasıl böyle basite indirgenebilir. Benim çocuğum orta karar bir özel okula gitti. Ve her sene sınavına girip yarı yarıya burs aldı. Yine de kendimizi zorlayarak yaptık bunu. Ve aynı şartları sağlayamayız diye başka çocuk yapmadık. Daha geniş bir ailenin maddi yükünü kaldıramayız, kafamızdaki hayatı yaşamaktan eksik kalırız diye düşündük. Yani genç yaşımıza rağmen iyi ya da kötü kararlar aldık, sorumluluklarına katlandık, artılarını keyifle karşıladık. Ben ara ara çalıştım ama eşim senelerdir gecesini gündüzüne katarak çalıştı, hâlâ çalışıyor. Kendimiz kazandık, kendimiz harcadık. Zor zamanlarımız da oldu görece rahat zamanlarımız da. Tek çocuğumun özel okula gitmesiyle iş bitmiyor. Onu yaparken başka şeyden kıstık. 
Ve inanın o orta karar okula gönderirken bile bir yanım rahatsızdı. Her çocuğun aynı şartlarda eğitim alamadığının bilincindeydim. Biz özel okula gitmedik. Bizim zamanımızda en azından eğitim konusunda daha eşit bir sistem vardı. Normal olan evimizin yakınındaki okula gitmekti. Öğretmene saygı vardı, veliler arasında saçma sapan rekabet yoktu. Günümüzün yozlaşmış sistemi içinde özel okul da kuş kondurmadı, onu da belirteyim. Kötünün iyisi için uğraştık. Tanıdığımın o lâfı beni nasıl etkilemiş ki şu an bunlar geldi aklıma. O gün onu siyaset konuşurken "Niye şikâyet ediyorsun, senin tuzun kuru" anlamında söylemişti. Herkes için olabildiğince iyi şartlar istediğimi anlayamamıştı. Benim tuzum kuru falan değil. Kimine göre daha iyi durumdayız, kiminden fersah fersah gerideyiz. Ben istiyorum ki çalışan, üreten herkes emeğinin gerçek karşılığını alsın, parası pul olmasın. Maddi ve manevi ihtiyaçlarını rahatça karşılasın, huzurlu olsun. Her şeyin gittikçe daha zorlaştığını fark etmemek için daha ne olması gerekiyor bilmiyorum. Ha hükümet değişse her şey bir anda değişecek mi? Tabii ki bugünden yarına sihirli değnek değmiş gibi olmayacak. Ama adım adım rahatlayacağımıza, öfkemizin yavaş yavaş dineceğine yürekten inanıyorum. Zaten şu an tüm olumlu isteklerim yalnızca gençler adına, çocuklar adına. Beni ve ailemi tanıyanlar bilirler. Son model telefonlarımız, bilgisayarlarımız yoktur, heves etmedik hiç; Orhun'un ameliyatlar döneminde arabamızı satmıştık tam yine alalım derken döviz fırladı, beklemedeyiz; ev eşyasında gözüm yoktur,  ufak tefek beğendiğimi alıyorum ama temelde hâlâ 30 yıllık çeyizimdeki eşyaları kullanıyorum vs.vs. Ama kocaman kütüphanem var. Kitaba verilen paraya acımam. Seyahat etmeyi severiz, seyahate acımam. İstediğim her konsere, her oyuna gidemiyorum bu ara. Çok pahalı. Aralarından seçim yapıyorum. Eğitim önemlidir bizim için. 
Son zamanlarda elimize geçen ekstra parayı yine Orhun'un eğitimi için Londra Film Akademisi'ndeki sertifika programına harcadık. Dışarıda yemeyi içmeyi severiz, son zamanlarda azaltmak durumunda kaldık ama olduğunca yapıyoruz yine de. Ben istiyorum ki iyi eğitim görmek isteyen herkes buna ulaşsın. Gençlerimiz eğer istiyorlarsa az ya da çok yurt dışına çıkıp farklı ülkeler görebilsinler. Gitsinler demiyorum ama farklı kültürleri deneyimlemek gerçekten çok önemli. Kitap fuarlarında öğrencilerin ellerinde bir kitabı döndürüp döndürüp, isteyip de alamadığına çok şahit oldum. Bu o kadar üzücü ki. Herkes istediği kitabı alsın, istediği konsere gitsin, istediği oyunu izlesin. Kavga gürültüden ibaret değil bu hayat. Ben son model telefon heveslisi olmayabilirim fakat isteyen buna da rahatlıkla ulaşsın. Ve... Her şey maddiyat değil. Doktorlar dövülmesin, öğretmenler darlanmasın, şu sinir stres ortamı bir rahatlasın. Bunları niye yazdım? Aslında yazıya başlarken aklımda değildi hiçbiri. Döküldüm diyelim. İstiyorum ki -maalesef bizi böldükleri için- bana karşıt tarafta gibi görünen arkadaşlarım "tuzun kuru" demeden önce beni tanısınlar. Ben düşman değilim. Bencil de değilim. Herkes mutluysa mutluyum. Dediğim gibi değişim birden olmayabilir çünkü çok geriye düştük ama adım adım inşa etmek elimizde. 
    Seçim konusunda da asla umutsuzluğa kapılmıyorum. İlk turda bitmeyeceğine emindim. Muhalif seçmene rehavet iyi gelmedi. Gerçekleri görüp, umudu kaybetmeyerek yola devam. Sevgili Buraneros'a da yazdığım gibi eşit şartlarda gidilmedi seçime. O, şehirde bir tarafın mitingi varken ulaşımın nasıl bedava olduğundan, diğer tarafın mitinginde çatır çatır ulaşım parası alındığından bahsetmişti. Bizim vergilerimizle bir tarafın lehine karşılanan şeylerin farkındayız hepimiz. Adaletsizliğin tanımı en basitiyle budur. Tüm bunlara rağmen Kılıçdaroğlu'nun çok iyi oy oranına ulaştığını düşünüyorum. Kavgasız gürültüsüz bir seçim yaşadığımız için de mutluyum. Seçime doğru kimi zaman korktuğumu itiraf etmeliyim. Kavga etmemeyi, çocuklarımız için en iyisini yapmayı başarabiliriz. 
İki hafta sonra bu yazdıklarım elimde patlamaz umarım:) Şaka bir yana her biri benim fikrim, hepsinin arkasındayım. Sosyal medyada "niye tarafını belli ettin, seni takipten çıkıyorum" gibi şeyler dönüyor ya... Buna katılmıyorum. Yetişkin insanlarız. Hepimizin bir fikri var, bir oy hakkı var. Sen de oyunu kullanacaksın,  ben de... Şunu bile olay yapmayalım Allah aşkına. 
    Rüyalardan başlamıştım, rüyalara bağlayacaktım. Araya bir sürü düşünce girdi. Seçim gecesi, uyuyamadım ya, uyuduğum ender zamanda rüyamda rahmetli babamı gördüm. "Sen bu ara çok üzüldün" deyip sarıldı. O kadar gerçekti ki. Rahatladım. Sonrasında inanamadım. Şimdi söylemeyeyim ama kıyafetinin rengi, hissiyat vs. iyi bir şeylerin olacağını düşündürttü. Birkaç senedir arada bir böyle enteresan rüyalar görüyorum ve aslında ben mistik olmak istemiyorum dostlar:) Eskiden olmazdı. Hatta rüya gördüysem de hatırlamazdım. Çok korkarım bir şeyleri hissetmekten. Neyse... Bakacağız. Hep olumluya bağlanan rüyalar görürüm umarım. Yahu aslında ben mantık insanıyım! :)
    Yazıyı bizden bir fotoğrafla bitireyim bari. Pazar günü aynı zamanda anneler günüydü malûm. Kardeşime oy kullandıktan sonra annemi de alıp bize gelmelerini söyledim. 

    Ben onlardan biraz uzak oturuyorum. Oylarını kullanmışlar. Nisan ilk kez oy kullandı. O uzun kağıdı doğru katlayayım diye iki saat kabinden çıkamamış:) Senelerdir gittiğimiz kuaför bana yakın diye önce kuaföre gitmişler, Nisan dahil süslü püslü geldiler. Annem, kardeşim ve yeğenim benden daha bakımlıdır. Üçü doğum günlerinde, özel günlerde süslenirler, dikkatli giyinirler vs. Fotoğrafta yok ama Nisan ilk kez oy kullanacak diye ona göre elbise giymiş:) Ben kara kuzu olarak hep üşengeç, hep kendi halinde. "Ooo! Seçim güzelleri gelmiş" diye karşıladım onları. Kendi kendimize pasta aldık, üfledik. Maksat biraz da seçim heyecanı dağılsın. Her şey herkes için çok güzel olsun!
   



6 Mayıs 2023 Cumartesi

BUGÜNLERDE...

     Londra seyahati hariç bir süredir yazmadım yazmadım da Hıdrellez gecesi oturdum klavyenin başına. O zaman fırsat bu fırsat tüm güzel dileklerinizin gerçek olmasını temenni ediyorum. Son yıllarda "yok öyle yapman lâzım, yok böyle istemen lâzım" diyerek ilgi çekmek isteyenleri, kafa karıştıranları takmayın, gönlünüzce dileyin.

   En son gergin olduğumdan bahsetmiştim. Galiba rahatlamaya başlıyorum. Çok düşündüm, kendimce çok kararlar aldım. Uyguladığımda dışarıdan kimsenin farkına varamayacağı ama benim içsel rahatlamamı sağlayacak kararlar bunlar. Dışsal etkiler de hafifledi. Aman maşallah diyeyim. Ruh sağlığı şart dostlar! 

    Seçim için siz de heyecanlı mısınız? Ben çok heyecanlıyım? Öyle böyle değil. Bazen düşününce resmen kalbimin atışı hızlanmaya başlıyor. Zaten her fırsatta ritmini yükselten hafif sorunlu bir kalbim var. Hayırlısıyla şu iş güzel güzel bitsin de beni zarara sokmasın. 

    Geçen hafta koştura koştura Pera Müzesi'ne gittim. Çünkü "Paula Rego / Hikâyelerin Hikâyesi" adlı serginin 
son günleriydi. Tavsiye yazısı yazamadım zira sergi bitti. Fakat ilgileniyorsanız ve tanımıyorsanız Paulo Rego'yu inceleyin derim. 

    Portekizli sanatçı teknik açıdan başarılı olmak bir yana içerik olarak da şahane işler üretti. Başarılı bir ressam olduğunu bilmesen erken yaşta evlenmiş çoluklu çocuklu bir kadın dersin. Evet bu doğru ama sessiz sakin tabiatına karşıt ürettiği feminist eserler oldukça şaşırtıcı. Bayılıyorum böyle sessiz güç insanlarına. Bağırmadan çağırmadan sorunlara dikkat çekenlere. Londra'daki kısa konaklamamız sırasında British Museum ve Tate Modern arasında kararsız kalıp tercihimi eşimin de ilgi alanına giren British Museum'dan yana kullandığımı söylemiştim. 
Bir sonraki müze durağı Tate Modern olacak. Orada Paula Rego'nun çarpıcı eserlerinden daha fazla sayıda göreceğim. Çok istiyorum.

    Pera dedim... O zaman bir de yeğenim Nisan'ın 18.yaş gününü Pera Palas'ta da kutladığımızdan bahsedeyim. Eski dostlar bilirler. Nisan'ın her doğum günü konseptlidir, hoştur. Geçmiş yıllarda çok anlattım. Annesiyle beraber beni az çalıştırmamışlardır. Bir sene Harry Potter temalı bir partimiz vardı ki efsaneydi:) Günlerce ellerimle snitch'ler mi hazırlamadım, okulun her bölümüne ait materyaller mi kesip biçmedim? Hem yiyecek, hem dekorasyon derken ne fikirler ürettim ne fikirler. Anne-kız seviyorlar böyle şeyleri. "Sen yapabiliyorsun" diye el işleri hep bana paslanırdı da son zamanlarda yavaş yavaş elimi eteğimi çektim:) Karlar Kraliçesi Elsa temalı partide her çocuğa kar tanesi şeklinde kolye yapmıştım mesela. Defalarca kes, birleştir içimin şiştiğini hatırlıyorum da ondan aklıma geldi. Fakat bunlar güzel hatıralar tabii. Çocuklar büyüyor neticede. Arkadaşlarıyla kutlama hariç kardeşim bir de doğum günü hediyesi olarak bu sene Pera Palas'ta konaklamak için yer ayırtmış. Onlar ailecek gittiler kaldılar. Biz de eşimle akşam barına gittik. Nisan vesile oldu biz de bu tarihi, etkileyici otelde güzel vakit geçirdik. Onlar zaten her şeyden memnun kalmışlar. Hangi bölümde bir şeyler yiyip içseler hep sürpriz bir pasta gelmiş. Çalışanlar tarafından güzel dilekler cabası. Biz oradayken bir garson arkadaş Nisan'a "burası sihirlidir, 
ne dilersen olur, ona göre" diyordu:) 

    Narin, romantik yeğenim Nisan benim bir tanemdir. Teyze-yeğen olmanın ötesinde arkadaş gibiyizdir. Şahane sohbetler ederiz. Bu sene üniversite sınavına girecek ve ısrarla MSGSÜ Sanat Tarihi bölümünü istiyor. Benim okulumu, benim bölümümü yani:) Antik mitolojiyi o kadar seviyor ki babası bir gün "teyzen soktu di mi bunları kafana?" demiş:) Bölümü küçük görüyorlardı ama Nisan ısrar edince alıştılar. Bu arada ben kesinlikle bilinçli etki etmedim. Hattâ farklı yeni bölümlerden de bahsediyorum ama o vazgeçmiyor. Kazanırsa okusun. Sanat tarihi aslında bugünün sanatını da kapsayan geniş bir alan. İleride hangi kısmına ağırlık vereceğine karar verir nasıl olsa. 

    Böyle bir takım aksiyonlar haricinde bol bol yürüyorum. Salgın sırasında aldığım kiloları vermeye niyetliyim. Çok değil ama. Çok zayıflayınca yüz sarkıyor, yaşlı gösteriyor. Gıdı hariç aslında tombiş yüzümün ay gibi görüntüsünden memnunum:) Küçük büyük bilumum estetik operasyona, estetik dokunuşa karşıyım. O yüzden ne kadar geç sarkarsa o kadar iyi. Yediklerime de dikkat etmeye çalışıyorum. Beyaz unu ve şekeri minimuma indirdim. Bugün kahvaltıda kendime yulaf, muz, yumurta ve fıstık ezmesiyle krep yaptım. Çok güzel oldu ama fıstık ezmesi az gelmiş. Dur dedim o zaman biraz bal dökeyim. Balı döktüm. Balla peynir sevdiğim için yanında bir de beyaz peynir yedim. Hayır, bunu niye anlatıyorum? Çünkü tam bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu:) Güya bu dikkat eden halim. Halbuki sadece krepleri yiyip kahvemi içsem yeterdi. Ama gerçekten o kadar iyi geldi ki 
gün boyu acıkmadım ve tatlı istemedim. 

    Bugün hava yağmurlu ve rüzgârlı da olsa mayıs ayında yürüyüş çok keyifli. Ağaçlar rengârenk. Herkes biliyor, görüyor, paylaşıyor... Sosyal medyayı açıklı koyulu pembeler, beyazlar bürüdü. Ve her bahar çiçek sevdasına düşen kadınlarda olduğu gibi bana da renkli çiçek alma aşkı geldi. Renk renk çiçekler aldım. Bu sefer riske girmeyip, serada değiştirttim saksıları. Balkon korkuluğuna astım. Yazıyı yazdığım şu anda elimde foto yok ne yazık ki. 
Ama anladınız siz durumu. Pembe karanfillerim açmaya başladı bile.

    Evdeyken ders çalışıyorum. Görsel İletişim Tasarımı açık öğretim sevdası malûm. Güzel bilgiler öğreniyorum. Öğrendikçe Orhun'a "sen bunu biliyor muydun?" diye mesaj atıyorum. Onunla paslaşmayı severiz. 
Ve Şule Gürbüz'ün yeni romanı Kıyamet Emeklisi'ni okuyorum. Romana bayıldım. Okuması kolay değil. 
Şule Gürbüz'ün dilini ağır bulan çok ve hakikaten eski kelimeleri çok kullanıyor. Gel gör ki insanın olumlu olumsuz her türlü derinliğini çok iyi aktarıyor yahu. Ve şiir gibi yazıyor. İlber Ortaylı'nın, Hakan Günday'ın ropörtajlarında en sevdikleri yerli yazar olarak Şule Gürbüz'ü göstermeleri bana referans olmuştu. 
Kambur'la başlamıştım okumaya. Benim de en sevdiklerimden oldu. 

    Efendim, Dijital Kültür dersini çalışırken, malûmunuz tarihi seyir içerisinde farklı coğrafyalarda farklı kültürler oluştuğunu; bugün ise ağ toplumlarında sınırlar olmaksızın kendi fikrimize, zevkimize uyan insanlarla birlikte bir kültür oluşturduğumuzu okudum. Tabiidir ki aklıma burası geldi. Muazzam ilerleyen teknoloji söz konusu olduğunda her ne kadar blog yazarları bir miktar geri kalmış gibi görülse de beraber ürettiğimiz kültüre bayılıyorum. Bu kadar rahat yazmam, anlatmam, yazmadığımda eksik hissetmem hep bu aidiyet duygusundan. Halimden memnunum. Yok efendim uzun yazılar okunmuyormuş? Uzun videolar seyredilmiyormuş? Derste de vardı bunlar. İnsanlar hızlı tüketmek istiyormuş falan filan. E peki Twitter niye karakter sayısını arttırdı o zaman? Instagram'da neden story'lerin süresi uzatıldı. "İnsanlar artık böyle" diyerek dayatılamıyor demek ki bazı şeyler. 
Bir de karşıt düşünenler var. Vallahi yazın. İlgimi çektiyse uzun da olsa okuyorum, izliyorum. Bu zevki sabırsız bir güruhun elimden almasını da istemiyorum. Ben aynen devam yani... 
Ve siz... Buraya kadar okuduyssşajfjvjbjvbj:))) 
Sevgilerimle...