JOHN LAVERY (1856 - 1941) - BANYO SAATİ
Efendim, yaz geldi. Aklım fikrim sahillerde, denizde... Dün, ünlü bir müzayede evinin internet sayfasında John Lavery'nin "Banyo Saati" isimli tablosuna rastladım ve bir süre kendisinden kopamadım. Resim genel havasıyla bana Thomas Mann'in Venedik'te Ölüm'ünü ve dolayısıyla Lido sahillerini hatırlattı. Bir köşede dadısının gözetiminde güneşlenen genç Tadzio'yu ve onun olağanüstü güzelliğini izleyen yazar Aschenbach'ı göreceğimi sandım. Lavery'nin daha önce karşılaşmadığım bir eseriydi, ufak bir inceleme yaptım. Ve bingo! Şahane bir tesadüf! John Lavery bu resimde Lido kıyılarını betimlemişti ve üstelik Venedik'te Ölüm'ün ilk yayınlandığı yıl olan 1912 tarihine aitti. Venedik'in sayfiye adası Lido, aynı tarihlerde bir yazara ve bir ressama ilham olmuştu. Nasıl olmasın? Söz konusu tarihlerde Lido, Avrupalı ve Amerikalı turistlerin gözdesiydi. Masal şehir Venedik'in merkezine oldukça yakın bir dinlenme yeri. Bugün Venedik Film Festivali'nin gerçekleştiği ada.
John Lavery, İrlandalı bir ressam. 1856 Belfast doğumlu. Erken yaşta anne ve babasını kaybedince akrabaları tarafından İskoçya Glasgow'da büyütülmüş. Gençliğinde bir fotoğrafçının yanında çırak olarak çalışmış. Resim eğitimini önce Glasgow'da özel bir eğitim kurumu olan Haldane Akademi'de, ardından Paris Julian Akademi'de almış. Paris'ten sonra tekrar Glasgow'a dönmüş ve Birleşik Krallık Kraliçesi Victoria'nın Glasgow ziyaretini resimlediğinde dikkatleri üzerine çekmiş. Ziyaret töreninde yer alan 253 kişiyi -fotoğraflardan faydalanarak- tek tek betimlemesi, o dönem Glasgow Okulu ressamlarının gerçekçi yaklaşımına uygun bir hareket. John Lavery, bugün de eğitime devam eden Glasgow Sanat Okulu ressamlarının "Glasgow Boys" denen grubu içine dahil edilmiş bir sanatçı. Bu grup, Edinburg merkezli İskoç Sanat Kurumu'na karşı hareketi tercih eden, gerçeğe tutkun ressamlardan oluşmakta. Empresyonizme ve Post-Empresyonizme yorum katan, genişleten; gerçek mekânları, gerçek insanları, gerçek olayları, gerçek doğa görünümlerini yansıtan sanatçılar bunlar. John Lavery, Glasgow Okulu içinde önceleri sadece bu kent ve çevresi betimlenirken dünyaya taşan, bol seyahat eden, farklı ülkeleri de tuvallerine yansıtan 3.dalga ressamları arasında yer almakta. Tam bu noktada "Glasgow erkekleri var da kızları neden yok?" denebilir. Onlar da var efendim. Daha çok tasarım alanında faaller. 19.yy'ın sonunda ekonomik yönden oldukça iyi durumda olan Glasgow'da tasarım, mimari, resim vb. alanlarda yükselişteki Art Nouveau tarzı eserler ürettiler. Takdire şayan bir durumları daha var ki o da İskoçya'da kadınların oy kullanma hakkı kazanması için çaba göstermiş olmaları. Aslında "Glasgow Girls" ismi epeyi ileri bir tarihte, 1968'de, erkek gruplaşmasına bir gönderme olarak İskoç Sanat Konseyi başkanı William Buchanan tarafından kullanılmış. İyi de olmuş.
John Lavery, hayatının önemli bir kısmını Londra'da geçirdi. 1.Dünya Savaşı'nda Birleşik Krallık adına savaş ressamı olarak görev aldı ancak ağır bir araba kazası geçirince geri dönmek zorunda kaldı. Savaştan sonra şövalyelik ünvanıyla ödüllendirildi, Kraliyet Akademisi'ne seçildi. Gerek cephede, gerek cephe gerisinde yaşananları savaş sürdüğü müddetçe tuvallerine aktardı. Önemli bir seri yarattı. Tabii arada gündelik yaşam görüntülerini aktarmayı bırakmadı. Ve portreler... Tüm sanat hayatı boyunca çok sayıda portre yaptı. Defalarca kez resimlediği isim, ikinci eşi Hazel Lavery idi. İrlanda asıllı Amerikalı Hazel, sosyal yönü kuvvetli, İngiltere ve İrlanda arasında mekik dokuyan, her iki ülkede siyaset ve sanat dünyasının en önemli insanlarını çevresinde toplamış çekici bir kadındı. İrlanda'nın bağımsızlık hareketleriyle şekillenen savaş sona ererken, Britanya Hükümeti ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu arasındaki müzakere görüşmeleri için evini açan isimdi. Öyle ki 1922'de İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı olsa da Özgür İrlanda Devleti kurulduğunda, basılacak olan yeni banknotlar üzerinde İrlandalı kadının simgesi olarak Hazel'in yüzü kullanıldı. İrlanda manzarası önünde, İrlanda'ya özgü şalıyla, İrlanda enstrümanı bir arp üzerine kolunu atmış kadın figürünü, yani Hazel'i yine John Lavery resimlemişti.
Hazel, yazının görseli "Banyo Saati"nde de yer almakta. Resmin sağındaki siyah şeritli beyaz şemsiyeyi tutan kadın Hazel'in ta kendisi. Sanatçı o seyahat sırasında aynı plajın 4 ayrı resmini yapmış. Her biri birbirinden güneşli, ışıklı. Empresyonist tarzı anımsatan bir resim olsa da çoğunlukla küçük fırça darbeleri kullanılmadığı belli. Figürün ya da objenin biçimine göre yönelen, uzayan, kısalan, genişleyen boyama tarzı dikkat çekmekte. Çizgiyle belirlenmeyip serbest tuşlarla bütünlüğün yakalandığı ön plandaki figürlerin hareketleri belirgin. Kimi oturuyor, kimi yürüyor, kimi yere uzanmış. Uzaktaki figürler ise perspektif gereği minik birer lekeye dönüşmüş. Resimde üç plan söz konusu. Kumsal, deniz ve gökyüzü... Görünen, yaşanan dünyadan rastgele bir an seçilmiş, olayın bitip bitmediği belli değil. Hazel sıcaktan rahatsız olup ayağa kalkar mı? Soldaki kız çocuğu kumdan kale yapmaya başlar mı? Ortada, ayakta duran figür bir an için duraksamış mı yoksa yürüyor mu? Olayların devamlılık hissi bu resmin açık kompozisyona sahip olduğunu gösteriyor. Durağanlığı düşündüğümüzde kapalı kompozisyonun en çok Rönesans'ta kullanıldığını hâttâ bazen kompozisyonun çerçeve çizimiyle sabitlendiğini söyleyebilirim. Ancak şimdi Rönesans devrinden çok uzaktayız. 1912 yılındayız. Avrupalı ve Amerikalı turistlerin gözdesi Lido'da bir öğle vakti... Hayat devam ediyor. Çok değil, yalnızca iki yıl sonra bir dünya savaşı patlak verecek. Araya düşmanlık girecek. Hayat sonsuz ihtimallerle dolu ucu açık bir roman, yaşananların çerçeve içine kıstırılmadığı açık bir resim. Sanatçılar bunu hatırlamamıza yardımcı olanlar. John Lavery, Lido kıyılarını böyle resmetmiş. Bence aynı yerleri bir de Thomas Mann'in gözünden okumalı ve yazıyı böylece sonlandırmalı. Yazar Venedik'te Ölüm'de şöyle diyor:
"Plaj, denizin kenarında algıların tadını çıkaran bu kaygısız kültür manzarası, onu her zamankinden çok oyalıyor, eğlendiriyordu. Boz renk ve dümdüz deniz, bata çıka yürüyen çocuklar, yüzenler ve kollarını başlarının altına kavuşturmuş, kumların üzerine uzanmış insanlarla çoktan dolmuştu bile. Bazıları kırmızı, mavi boyalı, karinasız sandallarda kürek çekiyor, alabora oldukları zaman gülüşüyorlardı. Platformlarında ufak verandalardaki gibi oturulan tente kabinlerin uzayıp giden dizisi önünde oyun hareketleri, tembelce uzanıp dinlenmeler, ziyaret ve sohbetler, pervasız bir keyifle plajdaki serbestliğin tadını çıkaran çıplaklığın yanı sıra özenli bir sabah şıklığı da göze çarpmaktaydı. Ön tarafta, nemli ve katı kumların üstünde, beyaz bornozlu ya da koyu renkte bol gömlek giymiş tek tük insanlar geziniyordu. Sağda çocukların yaptığı kat kat bir kum şatosunun çevresine, çeşitli milletlerin ufak bayrakları çepeçevre sokulmuştu. Midye, çörek ve meyve satıcıları çömelmiş, mallarını yere sermişlerdi. Solda, diğerlerine ve denize yan veren, plajın sınırını oluşturan kabinlerden birinin önüne bir Rus ailesi yayılmıştı: sakallı, kazma dişli erkekler, pörsük ve uyuşuk kadınlar, bir şövale önüne oturmuş, güçsüz ünlemleriyle denizi resmetmeye çalışan Baltıklı bir matmazel; iyi kalpli ve çirkin iki çocuk; başı örtülü, sevecen, emir kulu yaşlı bir hizmetçi kadın. Hayatın tadını çıkararak orada yaşıyorlar, hoplayıp sıçrayan, söz dinlemez çocuklarına durmadan sesleniyor, az buçuk İtalyancalarıyla şeker aldıkları alaycı ihtiyarla uzun uzun şakalaşıyor, şap şup birbirlerinin yanaklarını öpüyor, oluşturdukları topluluğu seyreden var mı, yok mu aldırış etmiyorlardı.
'Şu halde kalıyorum' diye düşündü Aschenbach. 'Buradan iyi neresini bulacağım?' "
NOT: Henüz okumamış olanlar için, önce Venedik'te Ölüm'ü okumayı, ardından Visconti'nin yönettiği 1971 yapımı Venedik'te Ölüm'ü ve onun ardından filmin başrol oyuncusu hakkındaki 2021 yapımı "Dünyanın En Güzel Oğlanı" belgeselini izlemeyi hararetle tavsiye ederim efendim. Sanatla kalınız... En güzel sahilleri geziniz...:)