Dışarıda öyle pis bir hava var ki... Yağacak mı yağmayacak mı bir türlü karar veremiyor. Biz yağmur beklerken araya dolu bile sıkıştırabilirmiş. Bazen acayip bir esinti oluyor, balkonun kapısı açılıp kapanıyor. Sandalyeyle desteklemek lâzım. "Bu yazdan hiçbir şey anlamadım" diyesim var ama diyemiyorum. Yazın çoğunu hastalıklarla geçirmiş olsak da diyemiyorum. Dilim varmıyor. Hep böyleyim. Mesela çok zor bir sene mi yaşandı? Konuşulduğu zaman "Ama hep kötü değildi ki, şu da olmuştu" diye ekliyorum. Bir insanın acayipliğini mi düşündüm? Aklımdan "Şu huyu iyi ama" diye geçmese olmuyor. Bazen bu özelliğim karşımdakini sinir etmiyor değil. Gazını almış giden kişiyi "Ama şöylesi de var..." diye frenlemek iyi olmayabiliyor:) Vallahi bunları çok iyi bir insan olduğumu belirtmek için söylemiyorum. İyilik değil bu, farklı bir şey. Yaşadığım hiçbir şeye, tanıdığım kimseye kıyamama duygusu... "Zor bir seneydi ama benimdi, benim hayatımdan bir parçaydı" hissi... "Bazen sinirlendiriyor ama o benim hayatımdaki insanlardan biri" düşüncesi... Örneğin ben kendini beğenmeyenleri asla anlayamam, özdeşlik kuramam. Fiziksel güzellik isteğinin ayyuka çıktığı bu dönemde birçok kişinin takır takır estetik müdahalelerde bulunmasına da anlam veremem. Yanlış anlaşılmasın, kınama değil bu. İsteyen istediğini yapar. Anlamlandıramıyorum sadece. Güzel olmadığımı biliyorum, kafama taksam çoktan burnumu, çenemi yaptırmıştım:) Ancak içimde öyle samimi bir "Bu benim. Ve Sezer'i çok seviyorum" duygusu var ki..:)
Gel gör ki bu konularda aksi yönde sıkıntı çekenleri de çok iyi anlıyorum. Ben nasıl ki ilk anda her şeyin içindeki iyi ya da idare edilir yönlere dikkat ediyorsam, bunlar dikkatimi çekiyorsa, önce olumsuz tarafı görenlerin de elinde olmadan böyle davrandığını biliyorum. Sanırım bu konuda biraz şanslıyım. Çocukluğumdan beri böyleyim. Yaşarken zorluklar beni de etkilemiyor değil. O ayrı... İçine içine atan, bu yüzden zona olmuş, epileptik durumlar yaşamış da bir insanım. Hassasiyet üst seviyede ama işte bir noktada, fırtınalar dinince, her şeyi açıkça görebiliyorum ve olması gerekenin olduğu duygusunu da yoğun yaşıyorum, Kesinlikle zorlanmadan, hiçbir yaşadığıma kıyamayıp, bana ait olduklarını hissedip iç rahatlığına geçebiliyorum. Daha doğrusu kötüleyemiyorum. Salt kötü geçen bir zaman dilimini ya da salt kötü bir insanı kastediyor değilim. Pozitifliğiyle, negatifliğiyle harmanlanmış bir yaşanmışlığın önce pozitif tarafını hissediyorum. Negatif yönlerini kötüleyeceğim diye pozitif yönlerin unutulmasına gönlüm razı olmuyor. E insan da zıtlıklarla bezeli bir varlık. Onun da sırf olumsuz yanından bahsetmenin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum anlatabildim mi?
Bregman insanların kötü doğasına dikkat çeken haberlerin, deneylerin bir kısmını yeni baştan incelemeye almış, bol bol araştırma yapmış, araştırmalarının sonuçlarını kaynaklarıyla ortaya koymuş. Benim de sürekli düşündüğüm gibi insan doğasının kötü yanını ön plana seren haberlerin ilgi çektiğini ve medyanın, siyasilerin de bunu çok iyi kullandığını anlatmış. Söz konusu kişilerin olayları olumsuz yönde köpürtmenin, çarpıtmanın kamuoyunu nasıl etkilediğini işlemiş. Bahsedilen olumsuz haberlerin karşısına, olumlu örnekleri koymuş. "Neden bundan da bahsetmiyorsunuz?" diye sorgulamış. Örneğin "Sineklerin Tanrısı" romanını ele alalım. Issız bir adaya düşen birkaç çocuğun nasıl canavara dönüştüğünü anlatan bu kitap kendisinden sonra birçok esere referans olmuştur. Kitabın yazarı William Golding bir öğretmendir ve karısına böyle bir durumda çocukların ne yapabileceklerini düşündüğünü, bu konuda bir kitap yazacağını söylemiştir. Bence bir öğretmen olarak çocuklar hakkında nasıl bu denli karamsar olduğu sorgulanmalıdır. Bregman da sorgulamış. Golding'in şiddete ve depresyona yatkın, alkol sorunu olan bir insan olduğunu söylüyor. Onun çocuklar hakkında çizdiği dünya, insan doğası hakkında sohbetler açıldığında söz ettiğimiz kaynaklardan biri. Çünkü çoğumuz buna inanmaya, çocuk da olsak zor şartlarda canavarlaşacağımıza inanmaya meyilliyiz. Bregman, bunun tam tersinin yaşanabileceğini ispatlayan bir örnek sunuyor okuyucuya ve Peter Warner'ı tanıtıyor. Kaptan Peter'ın hayatındaki diğer ayrıntıları geçelim. Önemli olan onun 1966 yılında, Büyük Okyanus'un ortasındaki bir adada kazazede çocuklara rastlaması. Nuku'alofa'daki bir yatılı okulda okuyan 6 erkek öğrenci, çaldıkları bir balıkçı teknesiyle denize açılırlar. Canları çok sıkılıyordur ve amaçları onları Fiji'ye ya da Yeni Zelanda'ya ulaştıracak bir macera yaşamaktır. Acemi çocuklar denizde kaybolurlar tabii. Kendilerini kimsenin yaşamadığı bir adada bulurlar. En küçüğü 13, en büyüğü 16 yaşındadır. Tam 15 ay bu adada kalırlar. Ve bu süre içinde kendilerine bir düzen kurarlar. Öyle ki derme çatma bir badmigton sahaları bile vardır. İkişerli bir sistem kurarak iş bölümü yapmışlardır. Hiç söndürmedikleri bir ateşleri ve devamlı değişen iki gözcüleri vardır. Kavga edenleri birbirlerinden uzaklaştırmaya karar vermişlerdir. Sakinleşinceye kadar birbirinden ayrılan, birkaç saat yalnız vakit geçiren taraflar, döndüklerinde birbirlerinden özür dilediklerini söylemişlerdir. Neyse ki Kaptan Peter Warner tamamen tesadüf eseri çocukların bulunduğu adadaki ateşi görür ve onları kurtarır. Bu gerçek bir olay. Yazar Rutger Bregman, Peter'ı ve adadaki en küçük çocuk olan Mano'yu bulmuş, görüşmüş. Onlar da zaten bağlarını hiç koparmamışlar. Issız bir adaya düşenlerin Sineklerin Tanrısı ve benzeri eserlerde olduğu gibi karmaşa yaşayacağını düşünmek çoğumuzun yaptığı bir şeydir. Öncelikle insanın içindeki kötü yanın ortaya çıkacağına inanırız. Dolayısıyla kötü haberler ilgimizi çeker. Onları bitmeyen bir merakla dinleriz. İyi haberler ise vasattır, birçoğumuz için haber değeri yaratacak ilginçlikte değildir. Nitekim Mano ve arkadaşlarının haberi de bir süre sonra unutulur gider. Çekilecek olan belgesel rafa kaldırılır. Oysa Sineklerin Tanrısı onlarca filme, diziye, hattâ psikolojik deneylere ilham olmuştur. "Çoğu İnsan İyidir"de böyle daha birçok örnek yer alıyor.
Hatırlar mısınız? Hangi kanalda olduğunu unuttum ama bir ara "İyi Haberler" diye bir haber programı başlamıştı. Sadece iyi haberlerden bahsedilecekti. Ömrü çok kısa olmuştu. Çünkü reyting getirecek bir program değildi. Aslında Bregman'ın bahsetmek istediği sadece "İyi olmak" değil. Yüzde yüz iyi yoktur zaten. Yüzde yüz iyi olmak ve bunu pratiğe dökmek çok ama çok zor. Bregman'ın kitabını okursanız doğamızın iyi yanının da var oluşuna inanmanın önemine, gerektiği zaman sağduyulu davranabilme özelliğimize dikkat çektiğini göreceksiniz. Böylece bizi manipüle edenlere karşı durabileceğiz diyor yazar.
Bregman'ın araştırdığı örneklerden biri de, Kitty Genovese davası. New York'ta bıçaklanarak öldürüldüğü gece, sokak sakinlerinden hiçbirinin bırak yardıma çıkmayı polisi bile aramadığı konusu haftalarca Amerika'yı meşgul etmiş. Görgü tanıklarının evlerinde perde arkasından olayı izlediği anlatılmış. Gazeteler, televizyonlar günlerce bu sokaktan ayrılmamış. Birçok psikolog, araştırmacı bu konuyu irdelemiş. Acaba gerçek bu mu? Onlarca insandan hiçbirinin o gece -hadi yardıma koşmakta tereddüt etse de- polisi dahi aramadığı doğru mu? Ben bir kişinin dahi polisi aramamış olabileceğine, mümkün değil, inanmayanlardanım. Peki siz hangi taraftasınız?