28 Mart 2017 Salı

ANKARA GÜNLÜĞÜ...

    Yaklaşık iki hafta önce küçük bir Ankara seyahati gerçekleştirdik. Amacımız, süresi bitmiş olan Schengen vizelerimizi Estonya Konsolosluğu'ndan yenilemekti. Malum, oğlumuz Tallinn'de öğrenci, Estonya'nın İstanbul'da temsilcisi yok. Aracı kurum kullanmadan kendimiz Konsolos Bey'le görüşelim dedik, bir gece de kalırız değişiklik olur diye düşündük. 
    Küçük seyahatimizin iki güzelliği oldu. İlki, uzun süredir blog dostu olduğumuz Mehmet Bilgehan Bey ve eşi ile tanışmak. Diğeri ise Ankara'da ziyaret etmediğim sanırım tek müze olan Ulucanlar Cezaevi Müzesi'ni görmek.

    Randevumuz Pazartesi günüydü, bir gün öncesinden düştük yola. Ankara'daki ilk saatlerimizde bizimle selamlaşan yağmur, dönüşümüze kadar peşimizi bırakmadı. Bazen öyle yoğunlaşıyordu ki sırf bu yüzden aslında aklımda olan ekstra planları hayata geçiremedik. 

    Pazar günü otelimize yerleşip sırt çantamızı odaya bıraktıktan sonra, resepsiyondan yol bilgilerini aldığımız Ulucanlar Cezaevi Müzesi'ne doğru harekete geçtik. Daha önce gezi amacıyla birkaç kez Ankara'da bulunmuştum. Ancak bu müzeyi ziyaret etme fırsatımız olmamıştı ve fena halde aklımda kalmıştı. 

    1925 yılında inşa edilmiş, 81 yıl boyunca nice acılara ve anılara tanıklık ettikten sonra 2006 yılında müze olarak düzenlenmiş olan Ulucanlar Cezaevi'ni duygulanmadan gezmek imkansız. Genelde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamıyla bildiğimiz bu binada daha pek çok siyasi ve edebi isim özgürlüklerine kavuşacakları günü beklemişler. Ulucanlar, yakın siyasi tarihimizi gözler önüne seren bir belge niteliğinde. 

    

    Kimler kalmamış ki bu duvarlar arasında? Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Bülent Ecevit, Erdal Eren, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Talat Aydemir, Fakir Baykurt, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Arif, Ahmet Say, Muhsin Yazıcıoğlu ve niceleri... 
Kimi zorunlu misafirliğin sonunda özgürlüğe adım atarken, kiminin son durağı olmuş burası. 18 ismin hayatı bugün avluda demir parmaklıklar ardında sergilenen darağacında sonlanmış. Darağacının fotoğrafını çekmek ve burada veya herhangi bir sosyal medya adresinde sergilemek benim düşünceme göre etik bir davranış değil. Önünde gurup halinde poz verenlerle, özçekim yapanlarla aynı duygudaşlıkta buluşmuyoruz ne yazık ki. Aslında çoğu ziyaretçinin fazlasıyla duygulandığını, etkilendiğini gözlemledim. Deniz Gezmiş hakkındaki bilgileri okurken "asıldığında bizim yaşımızdaymış" diyerek empati yapan gençleri gördüm. Ancak "Beni şu ranzanın önünde tespihle çeksene" diyen, darağacını şakada şukada defalarca kez fotoğraflayan, önünde poz veren, gereksiz yorumlarda bulunanlar da bizim insanımızdı. İnanılmaz rahatsız oldum. Tesellim genele oranla çok sayıda olmamalarıydı. Bir de ziyaretçi sayısının fazlalığı şaşırttı beni. O kadar beklemiyordum açıkçası. Türkiye'de bazı müzelerin fazla ziyaretçi toplaması, kiminin ise hak ettiği ilgiyi görmemesi sosyolojik açıdan araştırılmaya değer.

    

    Ulucanlar Cezaevi Müzesi esaslı bir restorasyondan geçmiş, müzecilik ilkelerine göre düzenlenmiş ancak kimi yadırgamasa da kimine gereksiz gelen turistik işlemlere de maruz kalmış. Cezası kesinleşmemiş mahkumların kaldıkları koğuşlardan yükselen "gardiyaaan!" sesleri ve balmumu mahkum heykelleri bana da oldukça gereksiz göründüler. Bunlar olmadan da etkileyiciliği yüksek bir yer burası ve muhakkak görülmesi gereken müzeler arasında yer alıyor. Önemli isimlerin kaldığı nispeten manzaralı Hilton koğuşları, tecrit altında tutulanlara ait hücreler, görüş yapılan bölüm, çamaşırhane, hamam, mahkumların topluca film vs. izlediği derme çatma salon, ilgili gazete kupürleri, yolu buradan geçmiş isimlere ait kişisel eşyalar... Her biri karşısında hüzünlenmemek, düşünmemek, anıları yoklamamak, daha çok öğrenme isteği duymamak elde değil. İlk etapta her ziyaretçi sağ ya da sol görüşüne göre bir güzergah izleyip gezse de, kendine yakın isimlerin hatıraları önünde daha fazla durup daha fazla tepki gösterse de, en sonunda ortak bir huzursuzluk ve hüzünle veda edilen bir müze burası. Ne diyeyim? Nasıl bağlayayım? Dilerim karışıklık, kavga, çıkarcı siyasetçiler, kötülük bizden uzak olsun. 
(Görüş Kısmı)



    Şimdi gelelim Ankara seyahatimizin dostluğa dair kısımlarına. Aynı günün akşamı 
Ne Mutlu Türküm Diyene blogunun sahibi Bilgehan Bey ve eşiyle buluştuk. Çok mutluyum ki blogum sayesinde tanıdığım güzel insanlar var. Kimiyle yüz yüze tanışma fırsatı buldum, kimiyle henüz bu şansı yakalayamadık. Öyle ya da böyle hepsiyle gönlüm bir. Peyami Safa'nın güzel bir lafı vardır: "Birbirine benzer yaşayanlar arasındaki gıyabi dostluk alakasını içimizde taşıyoruz". Biz blog sahipleri aynen bunu yaşıyoruz işte. Çok fazla takip ettiğimiz, okuduğumuz olabilir ancak kendimize yakın olanlarla bir şekilde arkadaşlık seviyesine geçiyoruz. Ankara'da olduğumu öğrenen dostlar arasında "keşke haber verseydin" diyecek olanlar var. Bu sefer sadece Bilgehan Bey'le görüşebildik. İlk kez yüz yüze tanışan iki aile olarak keyifli, muhabbeti bol bir yemek yedik. Sohbeti şahane eşini ayrıca çok sevdim. Eşim de ben de bu güzel insanlara buradan tekrar teşekkür ediyoruz. Aklımda kalan başka dostlarım da oldu tabii. Örneğin Sevgili Tülin Hanım. (Bulut Gölgesi) Sizinle görüşmeyi de çok ama çok isterdim ve inanın zorladım fakat zaman kısıtlılığı ile birlikte hava şartlarının zorluğu, ayrıca az sonra anlatacağım farklı bir görüşme beni engelledi. İnşallah bir daha yolum Ankara'ya düşerse görüşmeyi çok isterim. Gerçi Ankara'dan önce bir bakmışız İstanbul'da veya Tallinn'de görüşmüşüz:) Ne güzel olurdu.
    Estonya, Tallinn derken enteresan bir görüşme daha yaptık. Konsolosluktaki işimiz bitince daha önce sadece Instagram üzerinden yazıştığımız genç bir kızcağız ile buluştuk. Geçen sonbahardan beri iletişimdeyiz. Benim Tallinn fotoğraflarımı görüp, Orhun'un orada okuduğunu anlayınca okulla ilgili, başvuru süreciyle ilgili, ülkeyle ilgili sorular sormuştu. Ara ara sormaya devam ediyordu. Okula başvuru zamanı geldiği için ve eğitim danışmanlığı kullanmayıp kendisi başvuruda bulunacağı için tekrar irtibata geçti. Elimden geldiğince cevapladım sorularını. Ankara işi çıkınca "istersen çıkışa gel, bir kahve içip konuşalım" dedim:) Onunla da tanıştık, deneyimlerimizi paylaştık. Gençlere hep destek, tam destek felsefemdir efendim. 
    En son yağmur altında Kuğulu Park'a hızlıca uğrayıp, kuğulara selam çakıp İstanbul'a doğru dönüşe geçtik.


Hava daha güzel olsaydı daha da verimli geçecek bir Ankara seyahatini böylece tamamladık. Estonya Konsolosluğu küçük bir yer. Konsolos kendisi görüşüyor. Oğlumuz orada okuduğu için daha fazla süreli vize verirler zannettik, Estonca "merhaba" ve "teşekkürler" demeyi de ihmal etmedik ancak 1 yıl alabildik:) 
Geçen sene Almanya bile 1 sene vermişti halbuki. Tam Hollanda krizinin yaşandığı günlerdi.
Belki onun da etkisi vardır. Neyse artık. 
    Son olarak şunu da eklemek istiyorum, Esenboğa, uçuş saati gelene kadar sıkılmadan beklenebilecek havalimanlarımızdan biri. İstanbul gibi kalabalık olmaması, tasarımı, hoş mağazaları ve kafeleri bunda etken. Boeing firmasının hediyesi şöyle bir heykelleri bile var:) Ben havalimanlarını seviyorum galiba...















   

7 Mart 2017 Salı

YEMEK SEPETİ GÖNLÜMÜZÜ ALDI:)

    Zaman zaman dışarıdan yemek siparişi veriyoruz. Bu konuda teknolojinin nimetlerinden faydalanmak için eşimin adına Yemek Sepeti'ne üye olmuştum. 
Verdiğim e-posta adresi benim olduğu için birkaç gün önce bir mesaj aldım. 90 gündür Yemek Sepeti aracılığıyla sipariş vermiyormuşuz ve bizi geri kazanmak için enfes bir video yollamışlar. Tıkladığımız anda gülmeye başladık, acayip eğlendik. 
    Video, yemeksepeti.com'un kurucusu Nevzat Aydın'ın çalışma odası kapısının tıklatılmasıyla başlıyor. Bir ses "Orhan Bey geldi" diyor. Ardından Nevzat Bey Orhan'a seslenerek "Tam 3 aydır sipariş vermemişsin ve ekibim seni kazanmak için hiçbir şey yapmamış" diyerek konuşmaya başlıyor. Bunu değiştirmek, sorumluyu cezalandırmak için ilgili kişilerin yanına gidiyor, hepsini tanıtıp bir miktar fırçalıyor:) Bunların hepsi espri dahilinde ilerliyor tabii. 
    Fotoğraftakilerin hepsi Pazarlama Direktörü, COO, Kullanıcı Deneyimi Direktörü, Satış Direktörü, IT Direktörü, İnsan Kaynakları Direktörü olmak üzere üst düzey çalışanlar. Şahane bir mutevazılıkla katılmışlar olaya. Üstelik oyunculukları da hiç fena değil:) Bayıldım. Çok zekice ve samimi bir PR çalışması olmuş. 
    Müşterinin bir süredir Yemek Sepeti'nden uzak kalmasının sorumlusu olarak ilan edilen kişilerden birini cezalandırmak organizasyonun son parçası. Bir kişiyi seçmen isteniyor senden. O sırada herkes birbirini gösteriyor:) Birine tıklıyorsun, ardından ceza şeklini seçiyorsun. Ben böyle şeylerde yufka yürekli olduğumdan sırf ortaya denk geldiği için Kullanıcı Deneyimi Direktörü'nü seçtim ve yüzüne pasta fırlattırdım:) Burada bir parantez açmak istiyorum. Videonun sonunda kimin ve hangi cezanın en fazla seçildiği hakkında istatistik var. Tahmin ettiğim gibi en fazla oy kadın yöneticiye gitmiş. Bizde her alanda ilk önce harcananlar kadınlardır. Bu durumun oyuna, şakaya yansıması olmuş bu. İş olsun, sosyal alan olsun, hatta tv yarışmaları olsun gerektiğinde ilk önce kadınlar elenir. Ve bunu sadece erkekler yapmaz, kadınlar da gayet acımasızdır bu konuda. Yeri gelmişken kınıyorum.
    Böyle anlatınca o zekice ve şakacı havayı tam veremedim. Ekleyebilirsem videoyu ekleyeceğim. En iyisi oradan izleyin. Galiba seçim de yapabiliyorsunuz.
    Yemek Sepeti ekibini yüzümüzü gülümseten, zeki yaklaşımlarından dolayı kutluyorum. O kadar başarılılar ki kendimi kötü hissettim ve bundan sonra kendilerini ihmal etmemeye karar verdim:)
    VİDEO BURADA