Bu yıl yaz tatili için Dubrovnik'e gitmeye karar verdik. Geçen sene yaptığımız Hırvatistan gezimiz sırasında sadece 3 gece kalmıştık ve aklımız orada kalmıştı açıkçası. Malum, Hırvatistan 2013 yılının Temmuz ayında AB'nin 28.üyesi olacak. Şu anda bize vize uygulamayan Hırvatistan'ın önümüzdeki sene ne yapacağı belli değil. O yüzden vizesiz gezinin tadını çıkaralım dedik bu yıl da.
Herkes Dubrovnik'in güzelliği konusunda hemfikir olsa da, "2 gün yeter orası" için diyenler var. Biz onlardan değiliz. Gündüz merkezdeki veya civardaki plajlardan denize girip, akşam da Eski Şehir'in içerisinde vakit geçirmeyi seviyoruz. Bu yaz 1 hafta kaldık ama yine aklımız ve gönlümüz Eski Şehir'in tarih kokan sokaklarında, pırıl pırıl Adriyatik'te ve sıcakkanlı Hırvat insanında kaldı.
Geçen yıl Hırvatistan ve Saraybosna konusunda ayrıntılı bir yazı yazdığım için (buradan okuyabilirsiniz) bu sefer bol fotoğraflı bir post hazırladım. E buyurun o zaman...
Bernard Shaw "kim ki yeryüzünde cenneti görmek istiyor, Dubrovnik'e gelsin" demiş. O yüzden bizim kaldığımız apartın bulunduğu sokağa Bernard Shaw'ın ismi verilmiş.
Bilindiği gibi Dubrovnik Adriyatik kıyısında yer alıyor. Deniz pırıl pırıl. Dubrovnik'in merkezinden denize girmek isteyenler ya Banje Plajı'nı tercih ediyorlar, ya da Buza Plajı'nı. Banje'nin kumsalı var. Buza ise kayalıklara kurulmuş ilginç bir plaj. Merkezden biraz uzaktaki Lapad, Gruz ve Babin Kuk gibi bölgelerde de plajlar mevcut. Üstelik bu plajlar hem yeme içme açısından, hem de şezlong ve şemsiye kiralama açısından daha ucuz. (Şemsiye ve şezlong kiralamak hiçbir yerde zorunlu değil) Bir de civar adalardan denize girilebilir ki, bunlar Lokrum, Mljet gibi adalar. Biz iki yılda hepsini denedik diyebilirim.
Babin Kuk |
Eski Liman |
Gündüzleri genelde denizde vakit geçirip akşamları Eski Şehir'de (Old Town) alıyorduk soluğu. Old Town, Dubrovnik'in Ortaçağ dokusunun korunduğu, her yıl binlerce turist çeken bölgesi. Geçen yıl aynen şöyle yazmışım Old Town hakkında: " Ortaçağ'dan kalma Eski Şehir'den çok etkilendik. Okuduğum romanlar geldi aklıma. Akşam olup da şehrin merdivenli ara sokaklarında gezerken her an önümüze elinde feneri, sırtında peleriniyle eski zamanlardan birileri fırlayacakmış gibi hissettim. Taş sokaklar, taş evler, taş merdivenler... Kentin dokusunu bozmadan yerleştirilmiş restoranlar, kafeler... Tarihi kıyafetleriyle eski zaman çalgılarını çalan müzisyenler... Bir köşede koca bir piyano. Diğer tarafta içi farklı miktarlarda doldurulmuş şişelerle müzik yapan bir adam... Caz... Blues..."
Temmuz ve Ağustos ayları Dubrovnik için festival zamanı. O yüzden her köşede bir etkinlik var. Geçen sene oğlumun her akşam hayranlıkla dinlediği bir grubun elemanları bizimkini tanıdılar:) Bu sene de adamların başından ayrılmadı. Sohbet, muhabbet... Orhun'a CD hediye ettiler "sen bizim fanımızsın" diyerek:) Hırvatlar sahiden sıcak insanlar. Türk futbolu ve Türk dizileriyle ilgililer. Zannediyorum bütün kış Türk dizisi seyrediyorlar. Bu yıl da Türk olduğumuzu öğrenince başladılar "Aşk-ı Memnu, Fatmagül, Ezel, Beren, Kıvanç" diye saymaya:) Bir de Kenan Doğulu ve Tarkan... Ama en çok Kıvanç'a hayranlar. Ezel fırtınası da hala sürüyor. Televizyonlarda Muhteşem Yüzyıl'ın fragmanları dönüyordu. O da yeni başlayacakmış.
Eski Şehir'in kalbi Luza Meydanı. Meydana giden ana damar ise Stradun denen ana cadde. Bu ikisi hep şenlikli, hep eğlenceli. Herkes gülüyor, dans ediyor... Kalabalık, müzik, kahkaha... Sağında, solunda yüzlerce yıllık binalar... Ne yalan söyleyeyim Türkiye'nin ağır gündeminden uzaklaşıp, o ortamı yaşamak iyi geldi.
Şimdi biraz Stradun'a, Luza ve Gundulic Meydanları'na bir göz atalım.
Sağda Başpapaz Sarayı, sol uçta St.Aziz Vlas Kilisesi, tam karşıda Sponza Sarayı |
Arkadaki bina Sponza Sarayı. Sağda tarihi çan kulesi. |
Aziz Vlas Kilisesi. Merdivenleri çok popüler. |
Sponza Sarayı önünde bir etkinlik. |
Gundulic Meydanı |
Orlando Sütunu (Dubrovnik'in bağımsızlığı için çarpışmış olduğu söyleniyormuş ama işin aslı öyle değilmiş meğer) |
Sur turuna başlayanlar |
Küçük Onofrio Çeşmesi |
Nöbet değişimine giden sembolik askerler |
Festival Zamanı. Ve özgürlük... Tarihleri boyunca çok önem vermişler. Her yerde Libertas yazıyor. |
Hırvatistan Sutopu takımı Londra Olimpiyatları'nda altın madalya kazanmış. Dubrovnik'le de bir ilgisi olsa gerek ki bir akşam kutlama yapıldı. Meydan süslendi, ışıklandırıldı. Sutopu takımının oyuncuları klasik otomobillerle meydana girdiler. Sonrasında şarkılar, türküler... Coştular. İyi oldu, bize de denk geldi:) Türkiye'ye dönünce bir de okuduk ki gazetelerden... Bizim altın madalya kazanan sporcularımız havaalanında az sayıda kişi tarafından karşılanmış:( Yaaa... İşte böyle bizim memleket.
Londra Olimpiyatlarında altın madalya kazanmış olan sutopu takımı |
Sporcuları görebilmek için uygun bölgede konuşlanan Orhun...
Her akşam St.Fransisken Kilisesi'nin önünde numayiş vardı. Kilise binasının duvarındaki şu taşın üzerinde kim daha fazla duracak diye... Bilmemkaç saniyeden fazla duranın dilekleri gerçek oluyormuş. Ama kimse bilmiyordu. Herkes birbirine "ne oluyor burada?" diye sorup, denemeye girişiyordu. Fakat biz Türkler, Gülhan'ın Galaksi Rehberi sayesinde o taşın üzerinde birkaç saniye durabilenin dileklerinin gerçek olacağını biliyoruz:)) Sağ olasın Gülhan'ın Galaksi Rehberi:)
Şansını deneyen bizim oğlan... Pek başarılı olduğu söylenemez:)
Bir gün... Bir akşamüstü... Teleferikle Dubrovnik tepelerine çıktık. Eski Şehir'i bir de yüksekten seyrettik. İyi ki çıkmışız. Manzara şahaneydi.
İşte şununla tırmandık tepelere...
Manzara şöyleydi...
Ve böyle...
Tepede bir de Savaş Müzesi vardı. İç Savaş sırasında savunma yaptıkları binayı müze haline getirmişler. Bosna-Hersek'te, Sırbistan'da ve Hırvatistan'da savaş müzeleri, şehitlikler çok fazla. Her an, her yerde savaş gerçeğiyle yüz yüze bırakıyorlar insanları. Neden acaba hem savaşıyoruz, hem de "işte böyle bombalamıştık, böyle bombalanmıştık, işte bakın bunlar ölmüştü" deme ihtiyacı hissediyoruz? İnsanoğlu çok çok tuhaf...
O güzelim sokaklar 1991-1995 yılları arasındaki savaşta Sırplar tarafından işte böyle bombalanmış.
Dubrovnik'e gidince Eski Şehir'i çevreleyen surlarda gezmeden olmaz. Yavaş yavaş gezersen 2 saat kadar sürüyor fakat bir yandan şehrin içini izleyerek, bir taraftan denize bakıp ve kendini ortaçağ askeri gibi hissedip hayallere dalarak gezmek çok keyifli. (Bu arada sur dedim de aklıma geldi... Game of Thrones'un 2.sezonunun bazı bölümleri bu şehirde çekildi.)
Solda Fransisken Kilisesi, sağda Büyük Onofrio Çeşmesi. |
Biraz da tarihi yapılara ve müzelere göz atalım...
Başpapaz Sarayı. 15.yy
Başpapaz Sarayı |
Başpapaz Sarayı |
Dubrovnik'i bir ara Napolyon işgal etmiş. Uzun bir süre de Habsburglar'ın idaresinde kalmış. Bu eşyalar o dönemlerden.
Başpapaz Sarayı |
Başpapaz Sarayı |
Büyük Onofrio Çeşmesi |
Aziz İgnatius Kilisesi 18.yy |
Dominiken Manastırı.13.yy |
Bu manastırın müzesinde sergilenen 16.-17.yy. takılarında da görüldüğü gibi Dubrovnik'te kalp figürü çok önemli. hediyelik eşyalarda, afişlerde, her yerde kalp figürü göze çarpıyor.
Arkamdaki tabelada Dominiken Manastırı'nı ziyaret etmiş devlet adamlarının imzaları var. Bizden R.Tayyip Erdoğan ve Süleyman Demirel ziyaret etmişler.
St.Fransisken Manastırı. Bu manastırda Avrupa'nın en eski 3.eczanesi var. 1317 tarihli.
Arkada görülen kısım işte o eczane. Fotoğraf çekmek yasak olduğu için ancak bu kadar görüntüleyebildim.
Eczane için gerekli bitkiler keşişler tarafından işte bu bahçede yetiştiriliyormuş.
Sponza Sarayı. Hazine Binası olarak kullanılıyormuş. Bugünlerde hem bir galeri, hem de savaş müzesi olarak kullanılıyor.
Fransisken Manastırı'nın Kilisesi. Petrovic kardeşler imzalı Pieta.
Kentin koruyucusu Aziz Vlas. Sivas'lı bir Ermeni. Kenti koruyor. Bir de insanların boğaz sağlığını. Öyle diyorlar yani. Bu fotoğraf şehrin Pile Kapısı'ndan. Heykelin orjinali Başpapaz Sarayı Müzesi'nde.
Dubrovnik'in tek camisi. Dz Amija. Mescit demek daha doğru aslında. Güney Stradun'da.
Bu da konakladığımız apartın bahçesi. Dairenin sahipleri çok iyi insanlardı. Bol bol sohbet ettik. (Kendileri de yan dairede yaşıyorlardı çünkü.) Oğulları geçen Aralık ayında İstanbul'a gelmiş ve çok memnun kalmış. Bir akşamüstü kek pişirmişler, bize kek ikram ettiler. Bizi uğurlarken hediye verdiler. Önce ben vermiştim ama:) Topkapı Sarayı'ndan aldığım ve hiç kullanmadığım bir bilezik vardı. Evin sahibi hanımı çok sevince ona hediye ettim. Velhasılıkelam çok memnun kaldık. Merkeze yakın, temiz bir daire. Mail adresini isteyen olursa verebilirim.
Bu da bahçemizden görülen gece manzarası... Minceta Kulesi...
Dubrovnik'te ne yenir? Bol bol pizza, makarna ve deniz ürünü. (Hatta döner. Vallahi vardı. Ama yapanlar Türk değildi. Tarihçesinden ve Bursa'dan bahsetmişler ama. Takdir ettim.) Biz farklı olarak bu Meksika lokantasını tavsiye ediyoruz. Mexi Cantina. Çok memnun kaldık. Fajitası mükemmel. Old Town'ın hemen dışında. Turist broşürlerinde reklamları var. Kolayca bulabilirsiniz diye tahmin ediyorum. Facebook'ta da var:)
Ne anlatayım başka? Denizi güzel, tarihi dokusu güzel, insanları güzel, tahminimizce gece hayatı güzel bir şehir... Ayrıca kültürel ve sportif etkinlikleri de bol. İnternette Dubrovnik hakkında fazlasıyla bilgi olduğu için (mesela para birimi, iklimi, yemekleri vs.) ben fotoğraflarla anlatmaya çalışayım dedim. Fakat daha fazla bilgi almak isteyen olursa cevaplayabilirim. Bir yere giderken internetten araştırma yapmak adettendir çünkü ve gereklidir. Fotoğraf çok aslında ve anlatmaya kalkarsan anlatacak şey de çok fazla... Biraz daha görüntü ekleyip şimdilik burada keseyim derim ben...