12 Haziran 2023 Pazartesi

BUGÜNLERDE...

     Bu ay bittiğinde 2023 yılının yarısı geçmiş gitmiş olacak. Çok tuhaf bir ilk yarı değil miydi? Genel anlamda üzücü, stresli... Ara ara güldüren... Böyle deyince EYT'liler aklıma geldi mesela:) Maaşlar bağlanmaya başladı. Benim günler tutmuyor. Tutanlara hayırlı uğurlu olsun. Sağ olsunlar, "Gel bir yerde bir şeyler içelim ilk maaşımla" diyen, ilk anda aklına beni getiren kadın arkadaşlarım var. İyi gün dostu olmak çok önemlidir biliyor musunuz? Bunu şiddetle savunurum. Cenazelere herkes gider, hastanelere giderler. Ah vah ederler. Bu çok kolaydır. İçinde biraz da kendi haline şükretme vardır. Karşındakini yeterli derecede sevmiyorsan içten içe "Bak ne hallerde" diye düşünmek vardır. Üzgünüm ama doğal insan hâli bu. Belki bazı coğrafyalarda daha belirgin olan... Sorumlusu ben değilim. Bunları dillendirince "katı" addedildiğim oluyor bazen. Katı değilim, gerçekçiyim. İnsanın ne olduğunu, ne olabileceğini tahmin edebiliyorum. Daha önce bu mecradaki, aynı isimli kitaba dayanarak yazdığım "Bütün İnsanlar İyidir" başlıklı yazıma gelen yorumlarda herkesi iyi gördüğüm gibi bir izlenim yarattığımı fark etmiştim. Halbûki insanları salt iyi ya da salt kötü olarak görmem. İkisinin karışımı olduğunu düşünürüm. Çevre şartları, sosyolojik ya da fizyolojik faktörler orantıyı belirler. Önemli olanın mümkün olduğunca iyiye odaklanmak olduğunu düşünürüm ve bunu anlatmak istemiştim. Yani dışarıdan iyiye odaklanmak için gayret gösteren sevgi pıtırcığı gibi görünsem de neyin ne olduğunu bilecek kapasitedeyim dostlar! Yine lâfı uzattım. Ne diyordum? 
İyi gün dostu olmak önemlidir. Misal, kayınvalidem ne yazık ki erken sayılacak bir yaşta alzheimer hastası oldu ve birkaç senedir bakımevinde. Zor günler aşıldı, sonuç buraya vardı. Hiç kimseyi tanımıyor, kendini de bilmiyor. Ayrıntıya girmek istemem... Çok zeki ve hayat dolu bilinen bir kadına yakıştırılamayan bir durum. Bazen eşimi arayan yakınları oluyor. Gidip görmek istiyorlar. İsteyen kişiye göre sinirlendiğim durumlar oluyor. Normal zamanda gelip gitmeye üşenmiş kimi akrabaların böyle bir durumda görmek istemesini asla iyi niyetle bağdaştıramıyorum. Bilmem anlatabildim mi? Karşındaki kendini bilmezken gelip iki dakika görmek, kendini rahatlatmak, durumu değerlendirmek, eşe dosta anlatıp ah vah etmek kolay. Tam bizim ülke insanının seveceği işler. İyi zamanda iyi dilekleri için kaldırıyor mu? Normalde içinden gelerek arayıp soruyor musun? Bu bence çok çok daha önemli. İyi günde sevdiklerinin yanında olan, kötü günde de yanındadır zaten. Paralı insanın yanında olup parasını kaybettiği zaman ortadan kaybolanlar örneği verilmesin. Bu değil anlatmak istediğim. Birinin gerçekten iyiliğini istemek, onunla gerçekten iyi vakit geçirmekten söz ediyorum. Yakın akraba çevremde her küçüğümüzün okuma bayramı, piyano resitali, mezuniyet töreni vs. bilumum etkinliğine katılan biri olarak söylüyorum bunları. Kimi yakınımız yarım yamalak geldi gitti ama ben her birinin özel gününe katılmayı, alkışlamayı, takdir etmeyi, anılarında yer almayı görev bildim. Sıkılmadım mı? Sıkıldım:) Okuma bayramı izlemek kolay değildir dostlar:) Ama iyi günlerinde de orada yer almak istedim. Dayım geç evlendi ve çocuklarının biri Orhun'dan 2 yaş büyük, biri 6 yaş küçük. Yani onlar kuzenim gibi değil, çocuklarım gibiler. Dolayısıyla özel günlerinde o kadar yanlarındaydım ki dayımın eşi bir gün bir tek benim törene geldiğimi görünce "İyi gün dostu olmak da çok önemli" demişti. 
Belki de ilk o gün aymıştım olaya. O yüzden ilk maaşlarını benimle kutlamak isteyen dostlarımın olması mutluluk veriyor. Neticede bu aralar yer yer sıkıntılarla, yer yer kutlamalarla geçiyor. Hayat böyle bir şey en nihayetinde. Bana da arada bir geliyor, gidiyor. Hava bile bir açıyor bir kapıyor. Bugün iğrenç sıkıcılıkta mesela. 

    Yahu ben "Şunu okudum, bunu izledim" diyecektim ama yine varoluşsal düşüncelerimi yansıttım. Sıkmadım umarım. Şimdi böyle bir şey var ya? Kısa yaz, çarpıcı gir, sıkma, popüler olandan bahset vs. Pöff! Yazıyı burada keseyim mi, kesmeyeyim mi kararsız kaldım. Fakat hızımı almışken devam edeyim en iyisi. Popüler bir kitaptan bahsedeyim madem. Bu kitabı okudunuz mu? 

    Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan... Ben henüz okumadım. Ama sipariş ettim ve geldi. Çünkü 5.baskısını şu sıralar yapmış olan kitabın tekrar piyasada kalmamasına tahammül edemezdim. Arkadaş bu nasıl iştir? Bir iki ay önce bu kitaba mail adresime gelen Edebiyat Haberleri'nde rastlamıştım. İlgimi çekmişti. Ne zaman ki Beyoğlu'na gittim (Nisan ayıydı) Yapı Kredi Yayınları'na uğrayıp bir bakındım. Kitabı göremedim. Görevli gence "Agota Kristof'un kitapları nerede?" dedim. O da bana "Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan'ı mı arıyorsunuz?" dedi. 
Ben de onun tavrına istinaden "Herkes onu mu soruyor?" dedim. "Evet" dedi. "Tükendi ama mayısta tekrar basılacak" dedi. "Peki, basıldığı zaman bakarım" dedim ve nasıl bir popülarite karşısında olduğumu anladım. 
YKY ziyaretimin üzerine -biraz da konum bilgisi, büyük veri, algoritma olaylarına dayanarak- Twitter'da karşıma devamlı bu kitabı paylaşanlar düşmeye başladı. Herkes "Ben ne okudum ya!" diyordu. Ne okudular acaba? Herkesin sonsuz bir iştahla savunduğu şeylere mesafeli yaklaşan huyuma rağmen kitabı sipariş ettim. Bakalım ben ne okuyacağım? Kendisiyle bir miktar inatlaşma halindeyim. Hala okumadım. O bana bakıyor, ben ona bakıyorum. İçimden "Bakalım dedikleri kadar iyi misin? Beni de etkileyecek misin?" diyorum. Aranızda muhakkak okuyanlar vardır dostlar. Fikrinizi merak ediyorum. 

    Peki bu aralar hangi kitabı okuyorum? İşte bunu: 

    Alain de Botton'u severim. Mimari tarihini de severim. Bu tip kitaplarda genelde olduğu gibi bir miktar tekrara düşsse de iyi gidiyor. Mimarinin insan yaşamını etkileyenlere inananlardanım. O da bundan bahsediyor aslında. Hem işin o yanını sorguluyorum, hem konu edindiği yapıları internete girip inceliyorum. Çünkü kimini tanısam da bir kısmını onunla öğreniyorum. 
    Fotoğraf, yani kitabı okuduğum yer, daha önce de defalarca bahsettiğim Beylikdüzü Yaşam Vadisi'nden. Arka planda görünen mekân "Gençliğimiz Var Sahnesi". Hani Ekrem İmamoğlu'na verilen oyları yok saydıklarında çıkıp konuştuğu, gömleğinin kollarını kıvırdığı, "Yolumuz uzun, gençliğimiz var" dediği sahne. Sahnenin küçük göründüğüne bakmayın. O akşam oradaydım. Sahnenin 360 derece çevresinde metrelerce uzanan muazzam bir kalabalık vardı. Tamam yolumuz uzun da sabırlar tükeniyor be! Şu İmamoğlu gençliğini yitirmeden, yaşlanmadan bir şeyler yapar mı?:) Tamam tamam! Siyasete girmeyeceğim. Ama en son şunu söyleyeyim: Seçimden sonra babaannemi aradığımda (Bursa'da yaşıyor) "İkinci turda da gittim. Fotoğrafımı çektiler" dedi:) Çünkü kendisi 95 yaşını aşmış bir kadın. Yine tam yaş söyleyemiyorum çünkü gerçekten oğlum dahil, kendim dahil devamlı yaşları unutup tekrar tekrar parmak hesabı yapan bir insanım:) Maşallah diyelim, 100'e merdiven dayamış bir kişi yani kendisi. Bizim Nisan "Büyükbabaanneye 100 yaş partisinin organizasyonunu ben yapacağım" diyor. Her neyse... Kadıncağız zor yürüyor ama kalkmış gitmiş sandığa. "Olmadı babaanne" dedim. "Yetmedi". O da çok güzel yorumlar yaptı. Tekrar tekrar maşallah diyeyim, "Babaanne, ben de inşallah senin gibi aklı fikri yerinde bir halde uzun yıllar yaşarım" dedim. "Ama benden başka kimse yok ki sülalede" dedi:) Çok heveslenme demek istedi yani:) Eh! Yine de hem anne tarafında hem baba tarafında kadınlarımızın ortalaması fena değil. Erkekler sizlere ömür:)
    Güncel duruma dair son bir şey söylemeden duramayacağım. Vadi'de yürüyüş yaparken bir grup gencin yanından geçtim. Genç dediysem, 15-17 arası kaykaycı çocuklar... Bir tanesinin diğerine "Şimdi ben dört kadın alma hakkına sahip olacaksam, biri annen, biri halan, biri teyzen..." şeklinde espri yaptığını duydum. Tabii ki garipsedim çünkü bir süre öncesine kadar böylesi esprilerin içine aileler karıştırılmazdı. Şimdi gençlerin o konularda rahat olduğunu görüyorum. Kimse garipsemez umarım ama ilk anda komik de geldi, çaktırmadan gülmeme engel olamadım. Sonrasında tabii ki derin düşüncelere daldım. Çocuklara, gençlere ne verirsek onu alırız. Durum bu, ortam bu. Çocuğa o espriyi yaptıracak ortamı yaratanlar büyükler. Konusu olmasa böyle bir espri akıllarına nereden gelecek? Çok üzüldüm. Hepimiz adına bir kez daha üzüldüm. Fakat şu anda kendi çevremde gençlere örnek olmak adına yapabileceklerimden fazlası gelmez elimden. Belki böyle ufak ufak yakalarız mutluluğu.
    Tamam. Siyasete bir süre ara. Geçen gün sinemaya gideyim dedim. Daliland'i seçtim. Salvador Dali'nin son yıllarına dair, bence "İmza" üzerinden mesajlar veren güzel bir film. Yine yakınlardaki salonlarda gösterilmiyordu. Ben de biraz yol tepip Aqua Florya'ya gittim. Bayılıyorum yalnız başıma sinemaya, sergiye gitmeye. Ama bu sefer fazla yalnızdım. Tek başıma izledim filmi. Çok mantıksız işler dönüyor. Beylikdüzü seyircisini iyi filmlere layık görmeyip yalnızca popüler filmleri oynatıyorlar ancak inanın şu Daliland'i Beylikdüzü'nde Florya'da olduğundan daha fazla seyirci izlerdi. Aslında "Şu sıra sinemaya bütçe ayırabilen" demek zorundayım. Bilet 145 liraydı. Kulaklarıma inanamadım. Hesabımda 20 lira varmış, onu harcadım. 125 lira verdim. Filmleri salonda izlemeyi seviyorum ama böyle böyle dijital platformlara yönlendiriyorlar işte. Neyse... Film çok güzeldi. İyi ki gitmişim. 
O gün hava da çok güzeldi. 2 durak için Küçükçekmece'den Marmaray'a binmek durumunda kaldım ama şöyle güzel bir fotoğraf da çektim. 

    Arka taraf Küçükçekmece Gölü. Gölü dereden ayıran şu ufak köprüyü çok severim. 16.yüzyıla tarihlenir ama Roma dönemine kadar uzanan bir geçmişi vardır. Gençken Avcılar'dan Bakırköy'e trenle çok gittiğimiz için ilk durağımız Küçükçekmece olurdu. Avcılar-Küçükçekmece minibüsleri bu köprüden geçerdi tıngır mıngır. Şimdi pek steril, pek dümdüz. Eski naif halini özlüyorum. Gençlik günlerimi özlediğim gibi... Fotoğrafı çekince hemen eski dostuma eski günlere dair bir mesaj attım. Gülüştük. 
    İşte böyle... Yaz geliyor. Bir süre buralar bir miktar tenhalaşır. Tenhalaşmadan birkaç yazı girsem ne güzel olur. Aklıma çok şey geliyor da üşeniyorum bazen. Geçen ay evlilik yıldönümü hatırına bir Atina gezisi yapmıştık. 
İyisi mi bir dahakine onu anlatayım.