27 Kasım 2019 Çarşamba

BUGÜNLERDE...

    İki gün önce yeni yaşıma girdim. Elveda diyen yaşımın son birkaç gününde farklı bir coğrafyada, Sicilya'daydım. 2 yıla yaklaşan bir süre önce İtalya'dan aldığımız Schengen vizesi için artık bu ülkeye bir ziyarette bulunmamız gerekiyordu. Eşimin bu ziyareti doğum günüme denk getirmesi hoş bir sürpriz oldu. Biraz da uçuş saatlerini dikkate alarak Sicilya Adası'nı ben seçtim. Zaten merak ettiğim bir yerdi. 
Yaz kalabalığından arınmış tarihlerde gezmek güzeldi. Hem belki yaz değildi ama tam bir ilkbahar havası hüküm sürüyordu Akdeniz'in o civarlarında. 
    Bir mahalle ötesi ya da dünyanın uzak bir köşesi... Fark etmez. Gezmek, görmek, tanımak kendimi bildim bileli keyif aldığım, öncelik verdiğim şey oldu. Neredeyse çocukluğumuzdan beri beraber olduğumuz hayat arkadaşımı da tarafıma çektim:) Aslında, daha doğrusu şu olacak sanırım, bunca yıldır hayatı beraber keşfedince, aynı keyiflerde buluşunca, anılar biriktirdikçe bu konuda ortak bir felsefe geliştirebildik. Belki başka maddi ihtiyaçlar dururken bize manevi anlamda çok şey katacak seyahatlere öncelik verdik. En son örnek: Bir süre önce baya iyi sallandığımız depremde duvarlarımızda derin sıva çatlakları oluştu. Panik yok, tehlikeli değiller. Deprem sigortası kapsamında kontrolleri yapıldı. Hepsi dekoratif çatlak ama az buz değiller, epeyi bir masraf çıkaracakları gibi tüm o sıva, badana vs. işleri fiziksel olarak zorlayacak. Erteledik. Bahara kadar erteledik. Onun yerine Sicilya'ya gittik:) İşi gücü ertelemenin bir sebebi de sağlık sorunlarıydı. Yaklaşık bir yıldır iki merdiven dahi çıktığımda nefes nefese kalmamın sebebi yüksek miktarda demir eksikliğiymiş. Kolay kolay doktora gitmem. En son beş sene önce gitmişim, ondan öncesi de bir beş seneye denk geliyor. Fakat en ufak hareketlenmede bile zorlanınca mecbur kaldım. Bunun bir sebebi küçükken kalp romatizması geçirmiş olmammış. Kalp kapakçığı etkilenmiş ama neyse ki fazla değil. Bu noktada boğaz enfeksiyonu geçiren çocuklarınız için dikkatli olmanızı, gerekli tüm tahlilleri yaptırmanızı hatırlatırım. Aile hekimimiz "Anlatamıyorum ailelere" dedi. Yani zaten bir çarpıntı ve ritim bozukluğu sıkıntım var ama son zamanlarda aşırı artmasının en büyük sebebi demir eksikliğiymiş. "Kan nakli yapmamız lazım" dedikleri için önce biraz endişelendim fakat neyse ki ilaç tedavisine karar verdiler. Sonrasında duruma göre bakılacak. E şimdi tüm bunları toplarsak, kış vakti evin altını üstüne getirip nefes nefese sıva-badana işlerine girişmek mi yoksa Sicilya'da Akdeniz güneşinin altında sağlık bulmak mı mantıklı? Sorarım size dostlar! :) 
    Catania ve Taormina'dan oluşan seyahatimizi anlatacağım. Ama şimdilik Facebook'taki paylaşımımla bitiriyorum. Pastanın hikâyesi enteresan. Minik bir girizgâh olsun.
    "Yeni yaşıma girmeye saatler kala çok farklı bir bölgede, Sicilya adasında Catania'daydık. Bir de burada üflemek için bir pasta seçtim. Catania'nın her noktasından Etna yanardağı görünüyor. "A! Ne güzel! Etna'nın pastasını yapmışlar" dedim. Bugün öğrendim ki Etna falan değilmiş bu, Azize Agatha'nın göğsüymüş:) Romalılar kadıncağızı göğüslerini keserek öldürmüşler. Neyse artık. İlk defa bu sene şımarıklık yapıp 3 pasta üfledim. Bir tanesi de böyle olsun:) Hayat böyle bir şey zaten. Bazen gülerek, bazen üzülerek, bazen çok başarılı olarak, bazen hata yaparak, yanılarak, öğrenerek ilerliyoruz. Yaşamın her halini seviyorum. Yeni yaşım hoş geldi! İyi dileklerde bulunan herkese teşekkür ederim."







8 Kasım 2019 Cuma

İÇİMDEKİ ÇOCUK

    Bu sene İstanbul Bienali sergilerine çeşitli sebeplerle -Pera Müzesi'ndeki hariç- katılamadım. Aslında bu hafta sonuna kadar tamamlama fırsatım var fakat benim gibi son günlere bırakanlar yüzünden sergi mekânlarının aşırı kalabalık olacağına eminim. Zannederim bu son 3 günü de değerlendiremeyeceğim. 
    Bienal bu hafta sonu bitiyor. Ancak paralelinde gerçekleşen "İçimdeki Çocuk" sergisinin süresi 
29 Aralık'a kadar uzatıldı. Abdülmecid Efendi Köşkü'ndeki bu sergiyi ziyaret ettim. Hafta içi kalabalık olmayacağını düşündüğüm saatlere denk getirmeye çalıştım ancak yanılmışım, çok kalabalıktı. Bu sene 
ne yazık ki bienale dair söyleyecek pek sözüm yok, isteyip de halâ gidemeyenler için bu hafta sonunun son şans olduğunu hatırlatabilirim yalnızca. İçimdeki Çocuk sergisine dair izlenimlerimi ise ziyaret tarihinin uzatılmasından dolayı aktarabilirim. 
    Nakkaştepe'deki tarihi köşk, son halife Abdülmecid Efendi'nin yazlık konutu. Bugün Koç Topluluğu Spor Kulübü tesisleri içinde yer alıyor. Belli zamanlarda sanatsal faaaliyetlerle ziyarete açılması hoş. Bu sene de tıpkı 2017'de olduğu gibi İstanbul Bienali paralelinde düzenlenen "İçimdeki Çocuk" sergisiyle gündemde. 

    İçimdeki Çocuk, ziyaretçilere Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç koleksiyonundan bir seçki sunuyor. Picasso'dan Ahmet Doğu İpek'e; Antoine de Saint-Exupery'den Taner Ceylan'a yerli-yabancı pek çok sanatçı bu sergide. Tarihi mekânla çağdaş sanatın zıtlıktan doğan uyumu yine etkileyici.

Dean Snyder - Final Freeze

Erwin Wurm - Disobedience

Daphne Wright - Kitchen Table
    
Nancy Fouts - Bird On Arrow

Yaşam Şaşmazer - Shell

Claudio Bravo - Autorretrato

Ronit Baranga - Wild Thing

    Sadece iç mekân değil, köşkün bahçesi de sergileme alanı olarak kullanılmış. 

    Kendime birkaç hatıra almanın dışında çok fazla fotoğraf çekmedim. Önünde yem verirken, poposunda ise artistik halde fotoğraf çektirmek için sıraya girilen zürafayı hiç fotoğraflamadım örneğin. Örnekleri Instagram'da bol bol görebilirsiniz. Bir sergiyi, bir müzeyi gezerken fotoğraf işini abartmam. Önem verdiğim konu eserleri incelemektir, tanımaktır. Üzülerek söylüyorum ki son zamanlarda bilhassa böyle popüler etkinliklere sadece Instagram fotosu çekmek ve orada olduğunun altını çizmek için gidenler çoğaldı. Deliler gibi fotoğraf çekerken gerçekten sergi için gelenlere fiziken ve ruhen öyle engel oluyorlar ki. Ayrıca fotoğrafını çektikleri eseri kim üretmiş ilgilenmiyorlar bile. İnsan merak etmez mi? Sanatçının ismine en azından bir göz atmaz mı? "İçimdeki Çocuk" için şöyle bir kitapçık bastırılmış. 


    Serginin konusuna uygun olarak bir çocuğun elinden çıkmış gibi çizilen primitif çizgiler her bir eseri tanımlıyor. Gezerken bu kitapçığa bakarak karşındaki eserin kime ait olduğunu anlamak bence çok keyifli. Ve aslına bakarsanız beyin jimnastiği için de mükemmel. Fakat ziyaretçiler kitapçıkla birlikte ilerliyorlar mı? Hayır. Kitabı rehber alan bir genç kız gördüm sadece. Neyse. Belki evde bakacaklardır diye düşünerek iyimserliğimi korumak istiyorum. 
    Sergiye ilgi güzel. Özellikle şu günlerde içeriye girebilmek için hafta içi dahi en az 1.5-2 saat kuyrukta beklemek gerekiyor. Ziyaretçiler daimi sanatseverler, Instagram fotoğrafı çekmek için gelenler ve son halifenin köşkünü görmek için gelenler olarak 3'e ayrılıyor. 2 saat kuyrukta beklerken haliyle gözlem yapıyorsun. Bahçedeki küçük dereye yerleştirilen ayak heykelleri için (David Breuer-Weil/Visitors) "Herifin ayağı nasırlı" diyenleri duymak zorunda kalıyorsun mesela. Günümüzde belki geçerliliği tehlikede fakat nerede nasıl davranılması gerektiği konusunda takıntılıyım. Böyle davranışlardan hoşlanmıyorum. Yine de, her şeye rağmen bu tip mekânların, sergilerin, etkinliklerin ücretsiz olarak herkese açık olmasını önemsiyorum. Belki küçük adımlarla da olsa ilerleyeceğiz, sanat bizi iyileştirecek, zevkimizi, fikrimizi inceltecek. Kimimiz eğitimli olsak da kabayız, kimimiz yetişirken imkân bulamadığımızdan bilemiyoruz bazı şeyleri. O gün sıra beklerken, ister istemez arkamdaki iki genç kadının konuşmalarına tanık oldum. Sergi hakkında, bahçedeki eserler, köşk vs. hakkında kendilerince konuştular. Bir tanesi az önce bahsettiğim bahçedeki heykeller için "Yanlış yerleştirilmiş. Çok ışık vuruyor fotoğrafı çekilemiyor" dedi. Bir heykelin yerleştirilmesinde öncelik fotoğraflamadaymış gibi. Zaten devamlı fotoğrafları Instagram'a koyacağından bahsediyordu, hattâ bunun için özel giyinmiş. İçimden la havle çektim. Fakat "Bahçe bakımsız" vb.yorumlarda bulunduktan sonra, bir noktada bu genç kadın, "Yine de Allah razı olsun, ücretsiz yapıyorlar da gezip görebiliyoruz" deyince bende yelkenler suya indi. Hakikaten belli ki kültür-sanat etkinlikleri için bütçe ayırmakta zorlanıyorlardı. Konuşmalarından anlaşılıyordu. Çok sonra kendime kızdım, çaktırmadan sohbet açıp konuşabilirdin, bilgini paylaşabilirdin dedim. Sanat tarihi okuyup, öğretmenlik de yapmış biri olarak, ukalâlık etmeden bunu yapabilirdim. Biliyorsan fakat gerektiğinde paylaşmıyorsan bilmenin ne faydası var? Herkesle konuşulmaz. "Ben bilirim" havasında olup gelecek bilgiye kapalı olanlar var. O yüzden dikkatli olurum. Fakat o genç kadınla sohbet edilebilirdi. 2 saat boyunca kendilerini epeyi tanıdım:) İşte tam bu noktada bir ülkenin varlıklı ailelerinin tavırları devreye giriyor. Koç Ailesi ülkemizde kültür-sanat-eğitim alanında faydalı olan ailelerin en başında geliyor. Toplumun her kesimine ulaşan çalışmaları var. Bünyelerindeki müzeler, galeriler, salonlar, araştırma enstitüleri saymakla bitmez. Festivallere, restorasyonlara sponsorlukları saymakla bitmez. Yurt dışında da bizi şahane temsil ederler. Son haberlerden biri New York Metropolitan Müzesi'nde İslami Eserler bölümündeki iki galeriye sponsor olmaları ve isim vermeleri. Kültürel değerlere yaptıkları katkılarla dünyada ve ülkemizde yaptıklarının karşılığını alıyorlar, takdir ediliyorlar. Sosyal ve ekonomik anlamda yeterli imkânı bulamayan birisi bir gün çıkıp "Allah razı olsun" diyebiliyor. 
    İçimdeki Çocuk sergisinden izlenimlerim bunlar. Aralık sonuna kadar uzatılmış olması, merak edenler açısından güzel. Yalnız ismine bakıp küçücük çocuklarını götürecek olanların tekrar düşünmesini tavsiye ederim. Muhtemelen onları da eğlendirir diyerek çocuklarıyla gelen çoktu. Burada çok küçük çocuklardan bahsediyorum. Belli bir yaşa gelince elbetteki çocuklar da sergilere gidecekler. Ancak 1.5-2 yaşındaki çocukların saatlerce sıra beklemeleri, bu sırada sıkılıp gürültü yapmaları ve sergiden hiçbir şey anlamamaları bana mantıklı gelmiyor. (Bahçe bebek arabası doluydu, öyle söyleyeyim). İçeride şöyle eserler olduğunu ve korkan çocuklarla karşılaştığımı belirteyim de yine siz bilirsiniz:)
   Patricia Piccinini eserlerini severim ama 2 yaşındaki çocuğunuz ne düşünür bilemem. Herkes yaşına uygun faaliyetlerde mi bulunsa acaba? Ya bak yine aklıma +18 yaş sınırı olduğu halde ailesiyle sinemaya giden, hattâ bazen yanında ailesi olmadan içeriye sokulan çocuklar geldi. Neyse. Tuhaf zamanlardayız deyip susuyorum.
    Son söz Abdülmecid Efendi hakkında olsun. 2017 yılındaki sergiyi anlatırken, Abdülmecid Efendi'nin yaptığı, köşkün içini gösteren şu resmi paylaşıp şöyle yazmışım:
   
       
    "İyi eğitim almış bir Osmanlı aydınıdır. Ressamdır ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin destekçisidir. Eserlerinde Batılılaşma dönemindeki Osmanlı soylu yaşantısının izleri görülür. Bir zamanlar sanatsal sohbetlerin yapıldığı yazlık evinde uluslararası bir serginin düzenleniyor oluşu kanımca hoş bir harekettir. Sanat her zaman... Sanat her yerde... Sanat herkes içindir." 




6 Kasım 2019 Çarşamba

iSTANBUL KİTAP FUARI ALIŞVERİŞİM...

    Geçtiğimiz pazartesi günü TÜYAP'a İstanbul Kitap Fuarı'na gittim. Belli ki bu sene fuarın tadı tuzu yok. Günlerden pazartesi olduğunun farkındayım. Yani en tenha olabilecek gün. Fakat daha önceki yıllarda da hafta içi akşamüzeri saatlerinde ziyaret etmişliğim var ve ilk defa bu kadar tenha olduğunu görüyorum. Yayınevlerinde de bir azalma var sanki. Ve imza etkinliklerini incelediyseniz bu sene birçok yazarın fuara gelmeyeceğini görmüşsünüzdür. Bana kalırsa bu sene keyifsizliğin neden ekonomik. Her şey gibi kitaplar da pahalı. Devamlı kitap alan bir okur olarak artışı minimumda tutmaya çalıştıklarının farkındayım fakat ister istemez artan fiyatlarla cebimize giren paranın artışı aynı oranda olmayınca alım gücümüz düştü. Birkaç yıl önce o fuardan poşet poşet kitapla çıkardım. Kuşe kağıda basılı sanat kitapları, Orhun'un çizgi romanları vs. gibi daha lüks alımlar da cabası. Şimdi aynı şeyi yapamıyorum. Çok istiyorum, aklım kalıyor ama abartmadan alış veriş yapıyorum. Çoğu kişinin aynı durumda olduğuna eminim. Eskiden bir de fuarda çok iyi indirimler olurdu. İndirimlilerin içinde şahane kitaplar vardı. Şimdi yok. 10 lira diye ayırdıkları kitapların içinde alacak bir şeyler bulamadım. Sahaf tarafından 10 liraya bir roman aldım ki onlar da geçen sene 5 liraydı. Geçen sene sahaftan 5 liraya çok güzel kitaplar almıştım. Ha şöyle bir durum var tabii, hafta sonu yine 5 liraya inebilir. Fakat bu sefer o zamana kadar seçenek azalıyor. Katılımcı yazar az olsa da umarım önümüzdeki hafta sonu eski şenlikli hava yakalanır. Umarım yayıncı da kazanır, okur da kazanır. Hafta sonu fırsatım olursa belki bir kez daha uğrarım. 

    Bu alışverişimde hangi kitapları aldığıma gelince... Okuyan arkadaşlarla fikir alışverişinde bulunmak iyidir. 
Az sayıda da olsa paylaşmaya değer kitaplarımdan bahsetmek isterim.
      Şule Gürbüz'den sadece Kambur'u okudum. Tüm romanlarını okuma isteği veren bir tat aldım. Kambur'dan sonra sıra Coşkuyla Ölmek'te. Şule Gürbüz sessiz ama güçlü bir edebiyatçı. Favori yazarım Hakan Günday'a hangi yazarın kitaplarını sevdiği sorulduğunda her seferinde Şule Gürbüz'ün ismini verir. İlber Ortaylı son kitabı 
Bir Ömür Nasıl Yaşanır'da Şule Gürbüz için şunları söylüyor: 
    "...Musiki ve felsefede tecrübesi olan birini, Şule Gürbüz'ü anmadan geçemeyeceğim. Gürbüz, bizim muhitimizin sessiz ama çok aranan bir aydınıdır; medyayı da kullanmaz. Kullansa belki çok çekici konuşmalar da yapacaktır. Yazdıkları arasında Zamanın Farkında, Öyle miymiş?, Akıl Yoktur: Ne Yaştadır Ne Başta, Coşkuyla Ölmek, Kambur'u sayabiliriz. Dikkat ettiğiniz zaman renkli ve etkili bir Türkçedir; üslubuyla Hüseyin Rahmi'yi, Ercüment Ekrem'i, Ahmet Rasim'i andırır ama bunun çok ötesine geçmiştir. Adeta o ekolün yazarlarından biridir. Şüphesiz ki dünya görüşü itibariyle de kendi asrını temsil eder. Gözlemleri zengindir; Avrupa'yı içinden, diliyle yaşayarak tanımış; diplomasını almıştır. Şarkın musikisini ve sanatlarını da bilir. Bir yandan da bir çello üstadıdır. Şule Gürbüz; genç nesilde umut veren, yeniliği arayıp ona yaklaşanlardandır". 
    E daha ne olsun? Popüler değil ama kitlesi var. Şule Gürbüz okunur. 


    Amin Maalouf yeni kitap çıkarmış da ben okumaz mıyım? Uygarlıkların Batışı deneme türünde. Günümüz devletlerine dair yazılardan oluşuyor. Fikrine değer verdiğim isimlerin denemelerini zevkle okuyorum, bunu da seveceğime, muhakkak bir şeyler alacağıma eminim. 


        Efendim, tüm romanlarını okumayı hedeflediğim bir yazar daha... Japon asıllı İngiltere vatandaşı, Nobel ödüllü Kazuo Ishiguro. Onun o sakin akan cümlelerini seviyorum. En son okuduğum Günden Kalanlar'da yazar değişen İngiliz toplumunda geleneklerine tutunan bir uşağı anlatıyordu. Bu kitapta değişen dünyaya ayak uydurmaya çalışan kişi ise bir Japon ressam. 


    Bir Türk kadın yazar daha. Buket Uzuner'in seyahat yazılarını çok seviyorum. New York Seyir Defteri'ni okumamıştım. Vakit bu vakitmiş. Balık İzlerinin Sesi ise içinde Romain Gary geçtiği için dikkatimi çekti. Romain Gary ile yeni tanıştım. Ancak henüz bir kitabını okumadım. Fuardan almayı umuyordum fakat bulamadım. Internette araştırdığımda da stokta olmadığını görüyorum. İyice bir bakmam lâzım. Yazarın Emile Ajar ismiyle yazdığı iki kitap ise stokta var. Romain Gary ilginç bir isim. 1914'te Litvanya'da doğar. Önce Polonya'ya göçerler, 14 yaşında annesiyle birlikte Fransa'da bulur kendini. 2.Dünya Savaşı'nda savaş pilotluğu yapar. Savaşın ardından diplomat kimliğiyle görünür. Oyuncu Jean Seberg'le evlenir. Öyküler, romanlar, senaryolar yazar. Başarılıdır. Goncourt Akademisi Edebiyat ödülünü kazanır. Gün gelir eleştirilmeye başlar Gary. Eleştirmenler eskisi gibi yazamadığını söylerler. Gary, bunun üzerine Emile Ajar ismiyle kitaplar çıkarmaya başlar. Emile Ajar eleştirmenler tarafından göklere çıkarılır. Eleştirdikleri kitapların yazarı ile ile övdükleri kitapların yazarı aynı kişidir. Kim olduğu bilinmemesine rağmen Emile Ajar, Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'nü kazanır. Oysaki bu ödülü iki kere aynı kişinin almaması kuralı vardır. Bak sen şu eleştirmenlerin işine! Romain Gary de kendi hayatına kendisi son veren yazarlardan. Emile Ajar'ın kim olduğunu intihar mektubunda açıklayarak eleştirmenlere müthiş bir gol atmıştır. Hayatına dair daha bir çok ayrıntıyı okuduğum bu ilginç yazarı daha kitaplarını okumadan sevdim. Kitaplarını da seveceğimi hissediyorum. Önce kendisini bir de Buket Uzuner'in satırlarından tanıyalım bakalım.


    Beat Kuşağı'ndan William S.Burroughs'u henüz okumadım ama Jack Kerouac'ı bilirim. İkilinin bu kitabı çok ilginç. Arkadaşlarının işlediği bir cinayeti öğrenen, ancak bunu polise bildirmeyen yazarlar bu suçtan dolayı tutuklanırlar. İşte bu kitap bu gerçek olayın hikâyeleştirilmiş hâli. Aynı zamanda Beat  hareketinin ilk ürünü.



    Fotoğrafta başlık net görünmüyor çünkü kitap 1995 basımı. Bayan Kristof Kolomb'un Keşifleri. Sahaftan aldığım. Kitabın arkasında şöyle yazıyor: "Kristof Kolomb'u bilmeyen var mıdır? Ya onun evlendiği kadını, Dona Felipa Moniz e Perestrello'yu? Bayan Kolomb, ünlü bir adamın gölgesinde kalmış olsa da, dünyayı sonsuza kadar değiştiren keşiflerin keskin bir dille yorumlanışı olan bu anlatı, onun da kaleminden çıkmış olabilirdi". 
İlginç değil mi? Gerçek olaylara dayanan bir kurgu roman. 

    Fuardan bir de kendi yazdığı kitapları satan engelli bir arkadaşımızdan Uykudaki Aşk'ı aldım. Kendisine belki daha önce rastlamışsınızdır. Tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan, yüksek ölçüde konuşma ve hareket engelli bir yazar arkadaş. Erdal Yalçın. Geçen sene de kendisinden birkaç kitabını almıştım ve sanırım birkaç sene önce Haydarpaşa Garı'ndaki kitap festivalinde alışveriş yaptığım arkadaş da yine kendisiydi. Bu fuarda numarasını hatırlamadığım salondan sahaf tarafına geçerken olan ara bölümde duruyor. Çoğu insan tarafından görmezden geliniyor. Bunu önümüzdeki günlerde gidecek olanlar belki destek olmak için kitaplarından birini alırlar diye yazıyorum. Üstte saydığım kitaplardan biri gibi değil belki, çok büyük puntolarla yazılmış incecik bir kitap. Fakat engelli arkadaşımızı hayata bağlayacak değerde. Kredi kartıyla ödemek isteyen için yan taraftaki sahaf arkadaşlar yardımcı oluyorlar. 

    Bu seneki İstanbul Kitap Fuarı alışverişimin özeti budur. Ben de keyifle okuyayım , sizler de keyifle okuyun:) Gidecek olanlara iyi alışverişler efendim...




1 Kasım 2019 Cuma

SEZER ESER PERKER / KLİO'NUN ŞARKISI

   
    Bu sıralar blog sayfama dair teknik sorunlarla boğuştum. Link adresini ve blog adını değiştireyim derken bir şeyleri karman çorman ettim. Bundan 10 yıl önce blog açarken çok fazla düşünmeden "Klio'nun Şarkısı" ismini seçmiştim. Sebebi hemen yan tarafta yazıyor. Fakat genelde gözden kaçtığı için bir de burada paylaşayım ki neden Klio'nun Şarkısı dediğim anlaşılsın:
    "Mitolojide yer alan dokuz ilham perisi vardır. Bunlar Zeus'un kızlarıdır. Şarkı söyler, dans eder, müzik aletleri çalar, şiirler okurlar. Böylece ilham verirler insanlara. Bu kızlardan biri Klio'dur. tarih alanı ona ayrılmıştır. İnsanların unutmaması gereken ünlü, şanlı eylemleri dile getirir. Tarih yazıcılarına ilham verir. Blogumun ismini seçerken bu güzel periden ilham aldım ben de. Zaman içerisinde gördüğümü, yaşadığımı, hissettiğimi, unutmak istemediklerimi, paylaşmak istediklerimi yazmak için ilham versin diye bana... Klio şarkısını söylesin... Biz yazalım. Hoş geldiniz... "
    İşte böyle romantik hislerle seçtiğim isim, mitolojik anlamıyla değil de daha çok bir araba markasının modeliyle tanındığı için, sayfamı ziyaret eden kişilerde bazı bazı "Niye bu ismi seçmiş?" düşüncesi uyandırdı. Doğrusu buna takılmadım. Beni yıkan İstanbul B.Ş. Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun, bir önceki yönetimin gereksiz harcamasını gözler önüne sermek için sıra sıra dizdiği Cliolar oldu :)) Şimdi hepimiz doğal olarak Klio'yu duyunca ilk önce o arabaları hatırlıyoruz. O günlerde herkes müsrifliği konuşup siyasi tartışmalara girerken benim aklımdan geçenleri duysaydınız kahkahalar atardınız. Hadi yediniz, harcadınız, savurdunuz, bari bunu başka model arabalarla yapmış olsaydınız da benim sayfamın ismine yazık olmasaydı. Neyse efendim, madem öyle ismi değiştireyim dedim. Hem zaten blog arkadaşlarıma yorum yazdığımda ismim Klio'nun Şarkısı olarak göründüğü için, bilmeyenler -dönüp sayfayı incelemedilerse- kendi adımla hitap edemiyorlardı. Klio'yu tamamen silip atmak istemediğim için Link adresini klionunsarkısı.blogspot.com olarak düzenledim. Sayfa adı da Sezer Eser Perker oldu. Yorumlarda da böyle çıkacaktı. Fakat ben bu değişiklikleri yapınca eski yazılarım açılmamaya başladı. Sayfanın takipçisi olmayıp dışarıdan okuyan birkaç arkadaşımın haberiyle anladım bunu. Ben de girip baktığımda "Bu sayfa kaldırıldı" gibi bir şey yazıyordu. Malûm, her zaman buradaki takipçilerimiz okumuyor yazıları. Google araması yapıldığında bulunup okunan yazılarımız çok fazla. İşte benim durumumda, Google'da yazım çıksa bile tıklayınca açılmıyordu. Müthiş panikledim tabii. Bir ara düzeltmeye çalıştıkça daha da karıştı. En sonunda eski haline döndürmeyi başardığımda "Bu sayfayı görenler bana haber versin lütfen!" diye bir yazı bile yazdım:) Eski link adresine dönünce görünür olmuştum. Fakat şimdi şöyle bir şey var. Sanırım şimdi de değişiklik sırasında girdiğim birkaç yazı açılmıyor. 
Ki bunlar Bali seyahati yazıları. Canggu hakkında yazdığım ikincisinin okunma sayısı o zamandan beri ilerlemedi. Bu normal bir durum değil. Konu hakkında anlattıklarımdan başka bir fikrim de yok. Fakat daha fazla karıştıramayacağım. Eskiye döndürdüm ve bu şekilde kalacak.
    Yorumlarım yine Klio'nun Şarkısı olarak yayınlanıyor. İsmim sayfaların, yani yazılarımın başında yazıyor. Oraya bari ismimi nasıl kondurdum bir fikrim yok. Teknik konular benden bu kadar:) Çevremdeki gençlere sorup karıştırtmak da istemiyorum açıkçası. İsmim soyadım da kafa karıştırıcı ama olsun. Sayfaya ilk kez ulaşan, fotoğrafıma bakmayan biri rahatlıkla "Sezer Bey" diye yorum yapabilir:) Günlük hayatta da karşılaşmadığım bir durum değil. İsmim, ikinci ismim ve soyadım buram buram maskülenlik kokarken insanlara nasıl kızabilirim? :) 
Er = Erkek. Soyadı benim değil bu arada. Eşimin soyadı. Eser de evlenmeden önceki soyadım değil, ikinci ismim. Kendi soyadımı da kullanıyor olsaydım Sezer Eser Gür Perker olacaktım. Evlendiğim tarihte istersen kendi soyadını yazdırma gibi bir durum yoktu. Olsaydı yazdırırdım. Emin değilim ama şimdi sanırım evli olsan da sadece kendi soyadını yazdırabiliyorsun. Fakat bence benim için çok geç. Sezer Eser Perker diye tanındım bir kere :) Hakikaten öyle ama. Eski iş arkadaşlarım, (evlendikten sonra üniversiteye gittiğim için) üniversiteden arkadaşlarım, hocalarım şimdiki resmi adımla tanıyorlar. Kafiyeli ve değişik olduğu için de asla unutulmuyor:) Sosyal medya hesaplarım da bu şekilde düzenlendi. Resmi işlerle uğraşmak da zor. 
    Her şey bir yana, bir aile kız çocuğuna neden Sezer ismini koyar ki? Sonra o yetmiyormuş gibi niye Eser'i ekler? Perker'in tesadüfiliğine hiç girmiyorum. Annem bana hamileyken "Sezer de olabilir aslında, hem kıza hem erkeğe uyar" demiş. İnsan 19 yaşında doğurunca böyle oluyor:) Doğumdan sonra hastanede belgeler için teyzeme "Bebeğin ismini ne yazalım?" demişler. O da "Sezer diyordu sanırım" demiş. Öyle kalmış. Gerçi Sezer olmasa Burcu ya da Pınar da seçenekler arasındaymış ve şu an düşündüm de galiba Sezer daha değişik:) Hadi Sezer koydunuz, Eser nereden çıktı? Onu da babam nüfus kağıdı çıkarırken aniden gelen ilhamla ekletmiş. Okumayı severdi rahmetli ama şiire ilgi duyduğunu hiç hatırlamıyorum. Nereden gelmiş bu kafiye merakı bilmem. Eskiden arkadaşlarımızın hatıra defterlerine "Şair değilim şiir yazayım, ressam değilim resim yapayım, bari şuraya bir imza atayım" yazardık. Babamınki de o hesap:) Benzer iki isimli olmaktan resmi anlamda çok çektim. Ortaokuldaki takdir belgelerimden birinde ismim "Sezer Esergül" yazıyor mesela. Bunu uygun görmüşler. Böyle bir iki örnek daha var. 
    Annem babam ikinci çocukta daha organize tabii. Ona sadece Aslı demişler. Aslı Gür. Kısa ve net. Budur! Erkek olsa Kerem olacakmış:) Anneme bunları söyledikçe nasıl bozuluyor anlatamam. Her şeye bahanesi ve cevabı olan bir insan olmasından mütevellit "E sen de Eser'i kullansaydın" diyor bir de bana. Çocuk aklımla, herkes bana "Sezer" derken "Eser deyin" diyecekmişim demek ki. Üstelik ha Sezer, ha Eser. Çok farklıymış gibi:) Adımı sevmiyor değilim bu arada. Öyle düşünülmüş, kaderim öyle şekillenmiş. Değişiklik istemem. Perker'le saçma bir uyum yakaladım hem :) Ama yine de kız ismi koyaydınız ya! Yaşı ileri insanlarda Sezer isimli kadınlara rastlıyorum ama benim doğduğum dönemden sonra yok. Genç erkeklerde Sezer'e rastlıyorum. Toplumumuz bilinçlenmiş:)
    İşte böyle, blog adresini değiştireyim, ismimi ön plana çıkarayım derken bir şeyleri karıştırdım ve devamında bunlar aklıma geldi. Bakalım bu yazı kaç kişiye ulaşacak? Umarım karmaşa sürmüyordur. 
Ha bu arada! Ben Sezer Eser Perker! Kadınım! :)