JOHN DOS PASSOS (1896 - 1970) - MAĞARA
Bu yazının konuğunu bu kez farklı bir yolla belirledim. Geçtiğimiz günlerde, bu mecrada en sevdiğim blog dostlarımdan, daha doğrusu büyüklerimden biri olan Nurşen öğretmenim ( Leylak Dalı ), doğum günüm için bana iki güzel kitap gönderme inceliğinde bulundu. O kadar tatlı bir şekilde "Lütfen itiraz etme" diyerek aklımdaki kitaplardan seçmemi istedi ki bana yalnızca gönülden gelen bu hediyeyi kabul etme ve keyifle okuma işi kalmıştı. Kütüphanemde özel bir yeri olacak bu kitaplardan biri John Dos Passos'a ait olan Doğu Ekspresi. Bir süredir listemde beklemekteydi. Daha önce Passos'un hiçbir kitabını okumamıştım. Bir başka kitap referans olmuştu ve Doğu Ekspresi'ni aklıma yazmıştım. Yazarın Doğu'ya yaptığı seyahatin rotasında İstanbul da vardı. Kitabın ön sözünü okuduğumda yazarın hayatı ilgimi çekti. Aynı zamanda ressam olduğunu da öğrendim. Evet bilmiyordum. Zaten bu şekilde ün kazanmamıştı. Manhattan Transfer ve A.B.D Üçlemesi adlı kitaplarıyla biliniyordu. Bu eserler Amerikan hayatının başarılı bir panaroması sayılmıştı, çok seviliyorlardı. Ancak Passos'un yazarlık kariyeri de tıpkı resim kariyeri gibi -bu konudaki önemli isimlere göre- çağdaşlarının gerisinde kalmıştı. T.S Eliot, Steinbeck, Joyce gibi çağdaşı yazarlar edebiyat dünyasında ön plana çıkarken, Passos daha çok siyasi fikirleriyle tanınır olmuştu ve bu konuda görüşlerine değer verilen bir isimdi. Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü olarak katılmış ve İtalya'da ambulans şoförlüğü yapmıştı. Bu sırada savaşa karşı tüm tavrı değişti, savaşın yıkıcılığına yoğunlaştı ve düşüncelerini romanlaştırdı. Sol görüşün ateşli destekleyicisiydi. Erken yaşta tanıdığı İspanya'ya bağlılığı, İspanya iç savaşındaki gayretleri hayatının önemli bir kısmını kapladı. Ancak onu bir noktada sol görüşten uzaklaştıran İspanya'da yaşadıkları oldu. Hemingway'le iç savaş hakkında bir belgesel çekimi için İspanya'da bulundukları sırada, yakın arkadaşı solcu aktivist yazar Jose Robles Pazos'un Rus gizli servisi tarafından öldürülmesi farklı düşünmesine yol açtı. Hemingway'le dostluğu da bu sırada bitti. Zamanla sağ görüşe yakınlaştı.
20.yüzyıl gibi aslında beklentinin fazla olduğu, yaklaşırken zihinlerde bambaşka bir dünyayı vaat eden bir zaman diliminde iki büyük savaşı yaşamış faal insanların hayatları ve görüşleri inanılmaz ilgimi çekiyor. Bana kalırsa biz bu yüzyılda fazla ah vah edip dram yaratıyoruz. Bir önceki yüzyıl çok daha kaotik. Modernizm heveslerinin yanı sıra ilerleyen savaşlar ve savaşlardan sonra hep bir toparlanma gayreti. Bu yazıyı bir kadeh şarabın eşliğinde, dışarıda deli bir fırtına varken sığındığım konforlu evimde yazıyorum; küresel salgına rağmen bana sunulanlarla korumaya çalıştığım zihnimle okuyup inceleyerek ve damıtarak yazdıklarımı internet aracılığıyla geniş bir evrene sunuyorum. Bugün olumsuzlukların yanında olumlu durumlar da var. Kısacası iki dünya savaşını yaşamak istemezdim. O zamanın insanının arayış içinde olması, bir ruh halinden diğerine sürüklenmesi günümüz insanına kıyasla bana daha makûl geliyor. Gerçi yüzyılın devamında ne olur bilemem. Ben şu 21 yıl için tespitte bulundum. Dilerim yöneticiler uslu durur.
Şimdi gelelim John Dos Passos'un hayatında en çok ilgilendiğim kısıma... Çok seyahat etmiş. Hem de çocukluğundan itibaren. Portekiz asıllı, Amerika Chicago doğumlu sanatçının babası varlıklı bir avukatmış. Bir başkasıyla evli olduğu için, Virginia'lı soylu annesiyle evlenmeleri ancak John 16 yaşındayken gerçekleşmiş. John çocukluğunda annesiyle birlikte ülke ülke gezmiş. Üniversite seçimi yapmak için bile tüm Avrupa'yı dolaşan şanslı çocuklardan biri o. Hayatının devamında da Meksika'dan Orta Doğu'ya görmediği yer kalmamış. Harvard Üniversitesi'nde okurken sanata eğilimi nedeniyle özel bir öğretmen eşliğinde bu konuda deneyim kazanmak için yine 6 aylık bir Avrupa seyahati ayarlanmış. Daha sonra sanat ve mimarlık okumak için İspanya'ya gitmiş. İspanya sevgisi böylece başlamış. Ambulans şoförlüğü yaptığı ilk dünya savaşı sırasında ve tüm seyahatlerinde devamlı yazmış ve resim yapmış. Sulu boya hızlı kuruduğu için, hızlı çalışmaya elverdiği için çalışmalarını bu teknikle oluşturmuş. Gözlemlerini aktardığı resimleri bir anlamda belgesel nitelik kazanmış. Gezi resimleri dışındakileri de dikkate alırsak, Matisse ve Picasso gibi sanatçılardan etkilendiğini, izlenimci, dışavurumcu, sürreal ve kübist eserler çalıştığını söyleyebiliriz. Önceki yazılarda zaman zaman bahsetmiş olduğum 20.yüzyılın ilk yarısındaki gelenekten kopuş ve yeni ifade arayışlarının oluşturduğu zengin ortamın sanatçısı olarak farklı üretimlerde bulunmuş.
Yazının görseli olan resim, sanatçının meşhur seyahatlerinden birinde gördüğü bir mağaraya ait. Passos, Bahamalar'daki bu ışıl ışıl deniz mağarasından çok etkilenmiş. Ve duygularının yoğunluğuyla oldukça renkli bir resim meydana getirmiş. Mağaranın içindeki kayığı ve iki yolcuyu resmin ortasına, ancak oldukça aşağı kısma yerleştirerek geri kalan alanı geniş tutmuş. Böylece renklerle rahatça oynamanın ve duygularını serbestçe yansıtmanın yöntemini bulmuş. Nesneden bağımsızlaştırılan renklerle, mağaranın sanatçıda yarattığı hislerin dinamik ve renkli dışa vurumuyla bunun ekpresyonist bir resim olduğunu söyleyebiliriz. Mağaranın tepesindeki açıklıktan yansıyan güneş ışığı, turkuaz rengi deniz, beyaz kayık, kayığın motoru, yazlık giysileriyle iki figür bize konu hakkında oldukça yeterli bilgi vermektedir ancak tüm bunların ifade tarzı tamamen sanatçıya özgüdür. Onun dünyası içinde yer almaktayızdır. Passos'un o gün o mağarada hissetmiş olduğu coşkuyu bu resimle anlamış olduğumu düşünüyorum. Ancak Passos mağaranın büyüsünü tam olarak yakalamadığı için hayalkırıklığı duyduğunu söylemiş. Belli ki tutkulu bir karakter. İçinde yaşadığı dünyada hakim kaosa kayıtsız kalamayacak kadar gözlemci ve katılımcı olup, aynı dünyanın insandan bağımsız doğal güzelliklerinin bilincinde ve etkisinde bir insan. Ve yolu İstanbul'dan da geçmiş. Hattâ Trabzon'da da bulunmuş. Doğu Ekspresi'nde İstanbul'u öyle canlı betimlemiş ki kendimi tarihi bir resmin içinde hissettim. Yıl 1921. Anadolu'da kurtuluş mücadelesi verilirken İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerin cirit attığı İstanbul sokakları... Kafası karışık bir seyyah... Bu vesileyle kitabı da tavsiye etmiş olayım. Yeni baskıları olmasa da Manhattan Transfer ve A.B.D Üçlemesi'ni de edinip okumak istiyorum. Passos'un tarzını sevdim. Hayranı olduğum, huyum olmamasına rağmen iki kere izlediğim "Mad Men"deki canım Don Draper karakterinin A.B.D Üçlemesi'ndeki bir karakterden esinlenerek yazıldığı söyleniyor. Biraz inceleyeyim dedim, bu konuda pek bilgi bulamadım ancak dizinin bir sahnesinde üçlemenin bir kitabının yer aldığını öğrendim. Fotoğrafı gördüğümde sahne hemen aklıma geldi. Bir buhran sonucu yollara düşen Don'un rastgele girdiği boş restoranda kadın garson bir kitap okumaktaydı. Don'u görünce kitabı önlüğünün ön cebine yerleştirdi. Sonrasında gelişen olaylar dizide:) Yani dizinin yazarlarının Don Draper'ı yaratırken Passos'tan etkilenmeleri olası görünüyor. İş Bankası tekrar basımını yapsa da A.B.D Üçlemesi'ni okusak.
Daldan dala konduğum bir yazı oldu bu. Konumuz sadece resim değil, aynı zamanda ressamdı. Bir parça dünya halleri, biraz kitaplar, biraz dizi, çokça sanat. Ve en güzeli, dostluk! Doğum günüm için yapılan bir jestin güzel sonucudur bu yazı. Belli ki yeni yaşım çok iyi geçecek!