26 Nisan 2012 Perşembe

MEHMET AKSOY... HEYKEL OBURU...

   
  Mehmet Aksoy'la yapılan nehir söyleşi kitabı HEYKEL OBURU'nu yeni bitirdim. Mehmet Aksoy'a ve heykellerine bayılıyorum. Dolayısıyla kitaba da bayıldım. Sanatçının çocukluğu, öğrenciliği, aşkları, Berlin günleri, sanat hakkında düşünceleri, heykel hakkında düşünceleri, devlet büyüklerimizin(!) heykele bakışı ... ve daha bir sürü şey... hepsi var bu kitapta. Bir solukta okudum. Tavsiye ederim.
    Daha önce bilmeyenler nasıl tanıdılar Mehmet Aksoy'u? Yapımı kendisine ait olan Can Yücel'in mezar taşının saldırıya uğramasıyla tanıdılar. Kars'taki İnsanlık Anıtı'na "ucube" denmesi ve yıkımına karar verilmesiyle tanıdılar. Bir de yıllar önce Melih Gökçek'in "tükürürüm böyle sanatın içine" diyerek sanatçının Periler Ülkesinde isimli heykelini kaldırtması ve ardından ceza alması olayı var :( Var da var... Heykel sanatıyla barışamamış ülkemin, amacı sadece heykel yapmak olan, anlaşılmak olan sanatçısı Mehmet Aksoy... Üzüldüm kitabı okurken. Özellikle de şu bölümü okurken... "Bir heykeltraş için, heykel dikmek, açık havaya, bir şehre heykel dikmek en büyük onurdur aslında." Bu sözleri okurken Kars geldi aklıma... İnsanlık Anıtı geldi aklıma... "Ucube" sözünün yaralıyıcılığı geldi aklıma...

    
    Olsun... Anlayan anlar onu. Heykellerini... Yine kitaptan okudum ki bir hayali var Aksoy'un... Boğazın girişine Boğaz'ın efsanesini yaşatacak bir İo heykeli yapmak... Aynen şöyle diyor: "Boğaz'a girişte, İstanbul'a girerken. Kızkulesi'nin biraz açığında, Sarayburnu'nda mesela... Denizden çıkmış iki ayak üstüne... Olmayacak biliyorum. Ama düşünmek serbest... Düş kurmak serbest..." Evet... Düş kurmak serbest. Umarım bir gün bu hayalini gerçekleştirirsin Heykel Oburu.

   
 Kitabı okuduğum günlerde Mehmet Aksoy'un Tophane-i Amire'deki sergisine de gittik. Yine oğlumla. Vallahi ben aşılamadım:) Benim oğlum gündemi takip eden değişik bir çocuktur. "Ucube" olayına o kadar üzüldü ki o vesileyle tanıdı Mehmet Aksoy'u. Sergisine de bayıldı. Henüz görmemiş olanlara şiddetle tavsiye ediyorum sergiyi.
20 Mayıs'a kadar görülebilir. "50.Yıl Mehmet Aksoy - Zamanın ve Mekanın Suretleri"... Eserlerin bir kısmı Tophane-i Amire Binası'nda, bir kısmı da karşısındaki benim güzelim okulum MSGSÜ-Osman Hamdi Salonu'nda. Üstelik sergi bedava. 
Tam karşısındaki Van-Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi 15 lira iken; Mehmet Aksoy sergisi bedava. Heykelleri doya doya seyredebilirsiniz, dokunabilirsiniz. Dijital değil... Gerçek...


Sergide bunu görebilirsiniz mesela. "EL"


Ya da bunu. "1 MAYIS"
    


İsterseniz bunu. "NAZIM HİKMET"

24 Nisan 2012 Salı

GEÇ KALMIŞ BİR 23 NİSAN YAZISI...

    En son 17 Nisan günü yazmışım. Üzerinden 1 hafta geçmiş. Bu süre içinde internete de girmedim. Dün akşam bakabildim ancak. Birçok blogger arkadaşım 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yazısı yazmış. Hepsini okudum. Hepsi çok güzel... Kimi çocukluk anılarını yazmış, kimi çocuklarının bayram gösterilerinden söz etmiş. Benimki geç kalmış bir bayram yazısı oldu. Amaaaaa... Mazeretim var. Hafta sonu Ankara'daydım:) En azından İstanbullu bir turistin gözüyle başkentin bayram hazırlıklarından bahsedebilirim. 
    Bizim için bayram coşkusu havaalanında farklı ülkelerden gelen küçük çocukları görmemizle başladı. Çantalarını, kostümlerini sürükleye sürükleye taşımaya çalışan bir sürü küçük çocuk :) Ülkemize Çocuk Bayramı'nı kutlamaya gelmişler. Ne kadar güzel... 23 Nisan'ın dünya çocuklarına armağan edilmesi... Ancak bizim Atamız'dan beklenebilecek ne ince bir düşünce... 

23 Nisan için İstanbul'dan Ankara'ya gitmiş minikler
    
Ankara'da olduğumuz süre içerisinde de Anıtkabir'de, eski TBMM'lerde hep çocuklara rastladık. Farklı şehirlerden, farklı okullardan öğrenciler Anıtkabir'i ziyaret ettiler, Atatürk'ün mozolesine çelenkler koydular. Aynı şekilde ilk Millet Meclisi'nde de rastladık çocuklara. Kırmızı-beyaz giyinmiş bir sürü mini mini çocuk... Bayıldım bayıldım :) 
    Anıtkabir, ilk meclis, 2.meclis, Polatlı'daki Sakarya Şehitliği ve Müzesi... Epey bir gezdik. Anıtkabir her hafta sonu olduğu gibi çok kalabalıktı. 23 Nisan günü daha da kalabalıktır eminim. Eski meclislerin kırmızı-beyaz çiçeklerle süslendiğini gördük. Bayrama hazırlık yapılıyordu. Tüm resmi binalarda büyük Türk bayrakları ve Atatürk resimleri asılıydı. Ama TBMM'nin şehri olan Ankara'da caddelerin daha süslü olması gerekirdi gibi geliyor bana. Caddeler bayraklarla, çiçeklerle, pankartlarla, yazılarla süslenmeliydi sanki... 

İlk TBMM çiçeklerle süslenmeye başlamış...
    
Biz pazar akşamı döndük. 23 Nisan günü orada olamadığımız için çok fazla eleştiride bulunmak istemem. Asıl bayram günü nasıl kutlandı Ankara'da bilemiyorum. Meclis'in ve devlet kademesinin resmi törenlerinden bahsetmiyorum. Halkın kutladığı, halkla birlikte gerçekleştirilen törenleri kastediyorum. Televizyon seyretmediğim için görmedim. "Sen de tam gününde dönmüşsün. 1 gün daha kalsaydın bari" diye düşünenler vardır mutlaka şu an:) Bu sefer böyle oldu.Ucundan kıyısından da olsa yakaladık başkentin bayram hazırlıklarını. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun. Sonsuza kadar coşkuyla kutlansın bu çok özel gün...



17 Nisan 2012 Salı

SAÇAKLI BENİ MİMLEMİŞ:)

    Aman efendim Saçaklı kardeşim sayesinde mimlendim:) Arada sırada yazan, arada sırada başka blogları okuyan, kendi kendine sakin sakin takılan bir blogger olduğum geçmiş günlerde(!) bu "mim" olayını görürdüm bazen ve "ne ki bu? ne demek istemiş şimdi?" falan derdim:) Amaaa! Blogger alemine daha fazla takılmaya başlayınca, takipçi sayısı ve takip ettiklerim artınca olayı çözdüm:) Ve ilk kez Saçaklı kardeşim tarafından mimlendim:) "Memlekete ve millete hayırlı olsun" diyerek açılışı yapıyorum.

 

    1- Mesleğin seni memnun ediyor mu?

    Benim mesleğim öncelikle annelik. Bu konuda takıntılıyım. Hem de çocukluğumdan beri. Hatta bu konuda bir şey anlatmak isterim "insan 7'sinde neyse 70'inde de odur" dedirten... Ortaokulda Türkçe öğretmenimiz ödev vermişti. Herhangi meslek gurubundan biriyle röportaj yapacaktık. Ben annemle yaptım:) Ropörtajımı sınıfta okurken diğer öğrenciler itiraz ettiler "annelik meslek değildir" diye. Ben hemen "ama!" diye atladım tabii. Öğretmenimiz "söz savunmanın" dedi. Ben de "annelik en önemli meslektir. Anneler şunu yapar, bunu yapar" diye savunmaya giriştim:) Öğretmenin çok hoşuna gitmişti. Kulakları çınlasın. Sözün kısası annelikten memnunum. 
    Onun dışında iş yaşantım karışık:) Bir zamanlar Maliye  Bakanlığı'nda devlet memuruydum. Fi tarihinde... 14 yıl önce oğlum doğunca, bakacak kimse olmadığı için ve ben de oğlumu bakıcılara bırakmak istemediğim için istifa ettim. Tamam, garanti iş ama bıraktığım için hiç de pişman olmadım. Sevmiyordum zaten. Oğlum anaokuluna başlayınca boşlukta kalma endişesiyle, hem belki tekrar çalışma hayatına dönerim diye düşünerek üniversite sınavına girmeye karar verdim. Zaten zamanında annemin ve babamın ayrılma dönemlerine denk geldiği için aklımı başıma toplayıp da normal bir üniversiteye girmemiştim. Çalışırken AÖF Halkla İlişkileri bitirmiştim ama onu üniversiteden saymıyorum (kusura bakmasın açık öğretimciler). Her neyse... Orhun ilkokul hazırlığa başladı, ben de aynı yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi - Sanat Tarihi bölümüne başladım. Tabii sağolsun, eşimin de desteğiyle... Allahtan yaşımı da göstermiyorum:) Hocalar söylemeden anlamazdı evli ve çocuklu olduğumu. Çok severek okudum. Zaten ilgi duyduğum ve bilinçli olarak tercih ettiğim bölümdü. Okulum da güzeldir:) 
    Peki şimdi Sanat Tarihi'yle ilgili bir çalışıyor muyum? Hayır. Galeriler genelde az maaşa çalıştıracakları genç insanları arıyor diye hiç o tarafa yeltenmedim. Devlet çok zor. Biraz da tembellik yaptım. Evimi de özlemişim. 2 yıl kadar takıldım. Sonra geçen sene İstanbul Üniversitesi'nden pedagojik formasyon sertifikası aldım. Öğretmenlik yapmaya hak kazandım yani. Bu yıl başlangıç olsun diye ücretli öğretmenlik için başvurdum ama çıkmadı. Kışın bir rahatsızlık geçirdiğim ve aylarca onun sıkıntısını çektiğim için çok da üzerinde durmadım. Fakat artık toparlanmanın zamanı geldi. Boş durmayı sevmem. Hep bir kursum, dersim, okul aile birliği üyeliğim vs. olur. Bu kış çok boş geçti:( Önümüzdeki dönem içim cv'im hazır :) Özel okullara da başvuracağım, devlet okullarına da. Fakat Sanat Tarihi derslerinin kaldırılıp yerine çok farklı derslerin konulduğu bir ülkede yaşıyoruz. Hem de binlerce yıllık bir geçmişin üzerinde yer alırken... Bakalım. Deneyeceğim. 
    Offf! Bu cevap ne uzun olmuş böyle:)) Ama bana "mesleğin ne" dediklerinde aynen böyle dökülüyorum. Benimki biraz karışık:) Bir de ilk defa mimleniyorum ya... Ondan mı oldu acaba? :)) Diğer cevaplar böyle olmayacak. Söz! 

    2- Dilediğin meslek miydi?

     :))))) "Şimdi benimki karışık" diyerek uzuuuun uzuuuun anlatırmışım:))) Yok yok yapmayacağım:) Dilediklerimden biri öğretmenlikti. Staj zamanı deneyimleme fırsatı buldum, İnşallah devamı gelir. Sanat Tarihi'ne gelince... Onu her zaman çok sevdim. Lisede en sevdiğim dersti.

    3- Yalnız mı ilişkide yaşamayı mı tercih ediyorsun?

     İlişki kurmak iyidir her zaman.

    4- Tatsız durumlardan kaçınmak için yalan söyler misin? Dürüst ol!

     Burada kilit ifade "tatsız durumlardan kaçınmak"... Tatsız durumlardan kaçınmak için söylemişimdir herkes gibi. Fakat genel anlamda yalandan hiç hoşlanmam. Yay burcuyum. Sinir bozucu derecede doğrucuyum ve patavatsızım:) Bana yalan söylenmesinden de hiç hoşlanmam.

    5- Yabancı bir dil konuşuyor musun?

     İngilizceyi az çok anlarım ve okurum ama konuşamam :) İçimde ukdedir. Şu ara eşimle birlikte İngilizce kursuna gidiyoruz. O benden 1 kur önde:) 

    6- Rüyandaki evde oturuyor musun? Taşınmak veya yurt dışına gitmek ister misin?

     Bu soru bugünlerdeki halimize cuk oturdu. Evi değiştirmeye karar verdik. Demek ki hayalimizdeki evde oturmuyormuşuz:) Demek ki taşınmak istiyormuşuz:) Önce bizimki satılacak, sonra yenisine bakılacak. Beylikdüzü'nde mantar gibi çoğalan, sosyal olanakları bol, deprem yönetmeliğine uygun(!) dairelerden birine talibiz:) Bakalım. Kısmet. Aslında bence insanın hayalindeki ev, içinde huzurla yaşanılan ev olmalıdır. Huzur çok önemli. Eşim ve oğlumla beraber olduğum herhangi bir ev benim için saraydır.
     Yurt dışı? Gezmek için her zaman EVET! Ama yaşamak için zor. Ne olursa olsun ülkem diyenlerdenim.

    7- Mobilya değiştirmeyi sever misin?

     Mobilya değiştirmek kolay mı? :) Onun için "sevmem" diyeyim avutayım kendimi: )

    8- Çevreye, hayvan korumaya hiç katkın var mı?

     Çöpleri ayırıyorum, atık yağları biriktiriyorum. (İlk postlarımdan biri atık yağlarla ilgilidir. Bkz.2009 yılı :) ) Hayvanları çok severim, zor durumda kalmalarına asla dayanamam, böcek bile öldüremem. Ama uzaktan severim maalesef:) Kesinlikle elleyemem, kucağıma falan alamam. Bizim sitenin bahçesindeki kedilere yemek bırakmam komedidir. Yiyeceği bırakırım ve gerisin geri koşa koşa kaçarım:) 

    9- Televizyon ve film izlemeyi sever misin?

     Televizyon izlemeyi pek sevmem. Gündüz evdeysem hiç açmam. Aklıma bile gelmez. Yabancı dizileri internetten seyrediyorum. Filmleri kesinlikle sinemada izlemeyi seviyorum. Evde çok dikkatim dağılıyor.

    10- Bırakmak istemediğin kötü huyların var mı?

     Bırakmak istemediğin??? Üstelik "huy" değil "huyların"... Değişik bir soru. Kötü huyların bırakılması gerekir ya! 

    11- Loto veya benzeri şans oyunu oynar mısın?

     Oynarım ama çıkıp çıkmadığını kontrol etmeyi unuturum :) Ciddiyim. Çok ilginçtir, şu an bilgisayarın yanında çekiliş tarihi 9 Nisan olan bir piyango bileti duruyor. Sabahtan beri bakacağım güya çıkmış mı, çıkmamış mı? :)))))

     Bitti :) Çok mu yazmışım? :)
     Şimdi ben bu işte acemiyim ya hani? Bu seferlik ben kimseyi mimlemeyeyim. Bir dahaki sefere artık :)
     





16 Nisan 2012 Pazartesi

KADIN HER YAŞTA KADIN

    Dün canımın içi yeğenim Nisan'ın doğum günü partisi vardı. 7 yaşını bitirdi 8'e girdi. Doğum günü partimiz güzel geçti. Bol çocuklu... Bol gürültülü... Curcunalı... Ama miniklerden dolayı çoook keyifli... Benim küçük prensesim çok süslüdür. Her genç kız gibi:) Aslında zevklidir de bu konuda. Bu yaşta hangi mağazada ne var bilir. Özel günlerde özel giyinir. Renk uyumuna takar kafayı. Geçenlerde kartopu oynamaya çıkacakken bile kıyafet seçmiş:) O derece yani. Bazen de bizim giyimimizi eleştirir:) Ben anneannesine yani benim anneme çekmiş olabileceğini düşünüyorum:)
    Her neyse efendim... Bu süslü kuzu partiden önce kuaföre de gitti doğal olarak. Çok değişik bir model yaptırmışlar. Bonus kafa olmuş:) Aslında saçları düzdür. Maşayla bukleler yapmışlar önce, sonra onları açmışlar, didiklemişler. Acayip şirin, acayip havalı bir şey olmuştu:) Herkesin beğendiğini görünce iyice mest oldu. 
    Bu kızın teyzesine yani bana çekmediği kesin. Ben dün annemin zoruyla fön çektirdim:) Mecburen gidiyoruz ama aslında kuaförde vakit geçirmekten hiç hoşlanmam. Giyimime özen göstermeye çalışırım ama alışverişten hiç mi hiç hoşlanmam. Çoook hafif makyaj yaparım. Topuklu ayakkabıdan nefret ederim. 
    Eğer bir kız çocuğum olsaydı onun süsü için ne kadar uğraşırdım bilmem. Erkek çocuktan çoooook memnunum. Ben ne giydirsem onu giyiyor, hiç bir giysi için tutturmuyor, saç modeli için krizlere girmiyor. 8 yıllık okul hali gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki yaşları ne olursa olsun her okul gösterisinde muhakkak en az bir tane asık suratlı kız çocuğu görülür. "Ne oldu? Hayırdır?" dersin. Çocuğun annesi bezmiş bir şekilde "Saç modelini beğenmedi de" der:) Buna kıyafetini beğenmeyen kız çocukları da dahil edilebilir. Böyle bir durumda muhtemelen bana hafakanlar basardı. Oğlum 8. sınıfta. Bu yıl ilkokuldan mezun olacakları için geçtiğimiz günlerde 2 kere fotoğraf çekimi oldu. Bir defa yıllık için... Bir defa da hatıra kalması amacıyla toplu fotoğraf... Annelerinden duyduğuma göre kız öğrenciler sabahın 5.30'unda kalkmışlar makyaj yapmak için. Maşa yapmak ya da saçlarını düzleştirmek için. Vallahi biz normal saatte kalktık, Orhun'u temiz temiz giydirdim, birazcık jöle sürdüm saçlarına, yolladım:) Bir de bu işin mezuniyet balosu tarafı var ki... Anneler ve kızları çatışma halinde. Kolay gelsin diyorum onlara! 
    Benim oğlum var diye mezuniyet balosunu boşlayacak değilim gerçi. Açıkçası ben de "Ne giydirsem?" derdine düştüm ve ufak ufak bakmaya başladım. Ama bu konuda anne-oğul çatışmayacağımızı biliyorum en azından. Karı-koca çatışabiliriz bak. Masraflardan dolayı:)



12 Nisan 2012 Perşembe

NASIL YANİ?

    Geçen gün bir afiş gördüm ki... Akla zarar. Bir anaokulunun reklam afişi... Arabayla geçerken dikkatimi çektiği için o esnada fotoğrafını çekmek aklıma gelmedi. Ertesi günü yine aynı yerden geçtik ama tüm afişlerin toptan kaldırılmış olduğunu gördüm. Fotoğraflamak fırsatı olmadı yani. Ben kısaca anlatayım. Efendim önce anaokulunun reklamı yapılıyordu güzel güzel. İsmi, adresi, birkaç güzel söz vs.vs. En altta ise şöyle bir ibare vardı. "SABAH BIRAKIN AKŞAM ALIN!" Allahım! Bu nasıl bir laftır? Nasıl bir anlayıştır? Ben mi abartıyorum bilmiyorum ama gözlerime inanamadım. Anne ve babalar çalışıyorsa, küçük çocuklarını bırakacakları kimseleri de yoksa ne yapacaklarını bilemiyor olabilirler, uzun saatler açık olan bir okul arayışına girebilirler ama bu nedir ya? Bir anaokulu olarak böyle mi çekiyorsun o grubu kendine? Sanki o çocuk ne yapılacağı bilinemeyen bir malmış gibi "sabah bırak akşam al" sloganları üretiyorsun. Yazık! Ben olsam, başka yuva kalmasa bile yine de böyle akılları sıra dahiyane fikirler ürettiğini sanan bir yuvaya asla yollamazdım çocuğumu. Bizim Beylikdüzü'nde fazla sayıda anaokulu var. Aralarındaki rekabet böyle saçma sapan sloganlar üretmeye itmiş demek  ki hepsini. Allah akıl fikir versin! Ne diyeyim başka?




9 Nisan 2012 Pazartesi

TÜRVAK VE ÇOCUKLUĞUMUN FİLMLERİ...

    Geçtiğimiz hafta Orhun'la anne-oğul "Van Gogh Alive İstanbul" sergisine gitmek için yola koyulmuşken... Beyoğlu'ndan Tophane'ye doğru inerken... TÜRVAK'ın önünden geçtik.  Ben de Orhun'a "bak oğlum burada da Sinema ve Tiyatro Müzesi var" dedim. O da "Cüneyt Arkın var mıdır?" diye sordu. Ben de "vardır oğlum, istersen girelim" dedim:) "Girelim" dedi. İyi de oldu:) Ben daha önce bu müzeyi gezmemiştim. TÜRVAK, Türker İnanoğlu Vakfı, Sinema ve Tiyatro Müzesi... İçerisinde sinema ve tiyatro tarihine dair ne ararsanız var. Eski film oynatıcılar, projektörler, şaryo arabaları, afişler, el ilanları, biletler... Ayrıca setlerde çekilen fotoğraflar, tiyatro oyunlarından kareler vs.vs.vs. Koleksiyonun esasını Türker İnanoğlu'nun kendi arşivi oluşturuyormuş, diğer parçalar ise eski sinemacı ve tiyatrocular ile ailelerine çağrıda bulunularak toplanmış. 
    Müze 4 katlı. En üst kattan başlayarak gezdik. 1,2 ve 4. katlar sinema ve televizyona; 3.kat ise tiyatroya ayrılmış. Her kat ayrıca Ömer Lütfi Akad Salonu, Halit Refiğ Sinema Salonu, İsmail Dümbüllü Salonu, Balmumu Heykeller Salonu gibi bölümlere ayrılmış. Her katta, her salonda çocukluğuma dair isimleri görünce öyle mutlu oldum ve hüzünlendim ki anlatamam. Çocukluğumda seyrettiğim filmler, izlediğim oyunlar... Belgin Doruk, Ayhan Işık, Öztürk Serengil, Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Sadri Alışık, Adile Naşit, Kemal Sunal, Kadir İnanır, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Şener Şen, Ekrem Bora, Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Fatma Girik, Tarık Akan, Yıldız Kenter, Haldun Dormen... Daha pek çok sevdiğimiz isim... Hangi birini sayayım ki... Bugün Türk sineması bana eski hazzı vermiyor ne yazık ki. Çocukluğumun filmlerini arıyorum. Şimdiki teknolojiyle çekilmeyen ama şimdiki filmlerden çok daha sahici olan filmleri arıyorum. İşte bu müze beni çocukluğuma götürdü. Çocuğumla beraber gezdim. Onu -deyim yerindeyse- esir aldım:) Anlattım da anlattım... "Aaaa! bak bu film çok güzeldi!", "ayy! bak! rahmetli ne güzel kadındı!","biliyor musun bu filmde şöyle şöyle olmuştu"... Balmumu heykeller salonunda daha da duygulandım. Nasıl duygulanmayayım? Hafize Teyze almış eline zili koşturuyordu sanki... Çöpçüler Kralı elinde süpürgesi gülümsüyordu... Ayhan Işık tüm yakışıklılığıyla oradaydı...       
    İşin ilginci 14 yaşındaki oğlum hiç sıkılmadı.(Gerçi gelecek planlarında film çekmek, yönetmen olmak da var.) Her şeyi okudu tek tek, inceledi. Zaten çocukcağız son zamanlardaki 80'ler, 90'lar akımının etkisiyle "sizin zamanınız ne güzelmiş" deyip duruyor:) Güzeldi ya! Bana mı şimdi öyle geliyor bilmiyorum ama... Güzeldi...
    Yani... Demek istiyorum ki... Bu müze güzel bir müze. Ayrıca bir de 60.000 ciltlik bir sanat kitaplığı ve okuma salonu var. Kitaplığı da ziyaret etmek lazım bir gün. Kafeteryasında güzel bir de kahve içeriz. Düşünenlerin, oluşturanların, bana çocukluğumun filmlerini, tiyatrosunu hatırlatanların yüreklerine sağlık.

 
    Müzede fotoğraf çekmek yasak. Ama kusura bakmasınlar, oğlum afişleri incelerken dayanamadım ve bir tane çektim. Zaten niye yasak olur hiç anlamam. Abartmamak şartıyla hatıra alabilmeli insanlar. Ben fotoğraf çekmeyi ve döndüre döndüre o fotoğraflara bakmayı çok severim. İleride hatırlamak istiyorum tabii ki ve fotoğrafa bakıp "Orhun'la o gün şunu şunu yapmıştık" demeyi.


    Balmumu Heykel Salonu. Önde Adile Naşit. Arkada Öztürk Serengil ve Hulusi Kentmen. Bu fotoğrafı ben çekmedim. Belirteyim de:) İnternetten aldım.


    Müzede maalesef hediyelik eşya dükkanı yok. Danışmada satılan defterler ve kartpostallar var. Oysa ki çok heveslenmiştim afişler falan vardır diye. Ne güzel fikirler çıkar halbuki hatıra eşyalar konusunda. Neyse... En azından bu defterler var. Film afişlerinden uyarlama. Çok beğendim. Fazla çeşit yok gerçi ama ben seçtim bir tane. Postacı... Kemal Sunal, Fatma Girik, Erdal Özyağcılar... Yönetmen Memduh Ün... Senaryo Umur Bugay... Müzik Cahit Berkay... Vay! Vay! Vay!


                         Ve son olarak... Tam 10 lira. Öğrenci 5 lira:)

7 Nisan 2012 Cumartesi

YORUMSUZ

    Burada genelde gezdiğim ve gördüğümle ilgili; okuduklarım, seyrettiklerimle ilgili; sanat, edebiyat, sinema vb. konularla ilgili yazılar yazıyorum. Bazen de yaşama dair içimden geçenleri aktarıyorum. Ve genelde bu tarz blogları takip ediyorum. Takip ettiğim blogları hemen hemen her gün okuyorum. Kim ne okumuş? Ne seyretmiş? Ne tavsiye etmiş? Nereye gitmiş? Yurt dışında yaşayan arkadaşlarımız neler görmüş, neler yaşamış? Vs...vs...vs... Okuyorum... Keyifleniyorum... Keyifli yorumlar yazıyorum... Keyifli yorumlar alıyorum... Özellikle son birkaç aydır içinde aktif olarak yer aldığım "blog dünyası" benim kaçış noktam. "19.10.2011" başlıklı yazımdan beri siyasi ve sosyal gündeme dair hiç bir şey yazmadım. (Arada dayanamayıp ucundan kıyısından belli şeylere değindiğim "Haydarpaşa Garı... Kapanıyor..." başlıklı yazıyı saymazsak) Tamamen bilinçli bir tercih bu. Çok sevdiğim fakat yaşamın gitgide zorlaştığı ülkemde akıl sağlığımı korumak için... Benim gibi hassas insanları içten içe yaralayan, ağır ağır içine oturan, sarsan bir çok olayı geçici de olsa unutmak için... Belki laylaylom yapıyor gibi görünüyorum. Görünüyoruz... Fakat her şeyin bilincindeyim... Her şeyin farkındayım... 4+4+4 Eğitim Sisteminin... Ergenekon, Balyoz, Şike... İsmi her ne ise... Gündemdeki davaların... Tutuksuz olabilecekken tutuklu yargılananların... Taraftara, öğretmene, öğrenciye sıkılan biber gazının... AVM inşaatında çıkan yangında ölen 11 kişinin (dile kolay 11 can), Erzurum'da baraj gölünde yardım beklerken donarak ölen 5 işçinin (dile kolay 5 can), Zonguldak'ta çöken köprü yüzünden kayıp olan 15 kişinin (dile kolay 15 can), kullandığı cihaz yüzünden üniversite sınavına alınmayan diyabet hastası öğrencinin, arka arkaya gelen zamların... Daha pek çok şeyin... Farkındayım... Karamsar yazı yazmayacağım demiştim kendi kendime...Yine yazdım... Hoş görün... 
Bu da böyle bir yazı olsun...




3 Nisan 2012 Salı

KATI' SANATI

    Katı' sanatını duydunuz mu? "Kağıt Oyma" anlamına gelen katı' sanatı, geleneksel Türk süsleme sanatlarından biridir. Ancak Ebru, Minyatür, Hat, Tezhib gibi sanatlara nazaran daha az bilinmektedir. O nedenle bir dönem benim de ilgilendiğim bu narin ve keyifli sanat dalını elimden geldiğince tanıtmak isterim.
Dürdane Ünver
    Katı' sanatı öncelikle kitap sanatıdır. Eskinin zarif insanları kitap kapaklarını, sayfalarını, el yazmalarını süslemek için katı' sanatından da yararlanmışlardır. Ayrıca hat levhalarda ve yazı çekmecelerinde de kullanılmıştır. Orta Asya'da deri oymacılığıyla başladığı ve İslam dünyasına Orta Asya'dan geldiği düşünülmektedir. Beylikler Dönemi'nde de görülen katı' süslemeler, özellikle Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni  Sultan Süleyman zamanlarında en güzel örneklerini vermiştir. 17.yüzyılda ülkemizi ziyaret eden batılı seyyahlar aracılığıyla Avrupa'ya taşınmış olan bu sanat dalı, orada "silhouette" yani "gölge" adıyla tanınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun gidişatına paralel olarak bu sanat dalı da 18.yüzyılda gerilemeye başlamış, 19.yüzyılda artık eski canlılığını kaybetmiştir. Katı' sanatının tekrar gün ışığına çıkmasını sağlayan kişi, asıl mesleği doktorluğun yanı sıra geleneksel Türk sanatlarının gelişmesinde de büyük katkıları olan; tıp tarihi ve kültür tarihi alanlarında pek çok çalışması bulunan Ord.Prof.Dr.Süheyl Ünver'dir. Yurt içinde ve yurt dışında yaptığı araştırmalar ve kendi çalışmaları sayesinde oluşturduğu arşivini Süleymaniye Kütüphanesi'ne bağışlamıştır. Kurucusu olduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı'ndaki görevi sırasında haftada bir gün öğrencilerine katı' dersleri vererek bu sanatın unutulmamasını sağlamıştır.
Dürdane Ünver
    Bu kadar tarihi bilgiden sonra... Gelelim katı' sanatının inceliklerine... Katı' bugün kitap içlerinde ve kapaklarda kullanılmıyor tabii ki. Ancak çok güzel tablolar hazırlanıyor.  Origami kağıtları ve ebrulu kağıtlar kullanabileceğiniz gibi sulu boya ile gönlünüze göre boyadığınız kağıtları da kullanabilirsiniz katı' yapmak için. Bazen motiflere göre yalın kat oyma yapılır. Oyulup çıkarılan motife "erkek oyma", oyulan kısma "dişi oyma" denir. Bazen de oluşturulan motifler üst üste yapıştırılarak katı' oluşturulur. Örneğin kat kat yaprakları olan bir çiçek gibi... Oyma işlemi için kretuar, kesme işlemi için manikür makası kullanılır. Motifleri birbirine ve paspartu zemine yapıştırmak için nişasta, az miktarda şap ve sudan oluşan karışım kullanılır. Tüm bunların karışımı, hayal gücü, el emeği ve göz nuruyla renk renk çiçekler ve kuşlarla dolu bahçeler, vazolar oluşturulur. Katı' yapan kişiye "katta" denir. Geleneksel Türk sanatlarında kullanılan bilindik motifler katı' sanatında da yer alır. Tezhip, ebru, minyatür, hat ve katı' aynı tablo içerisinde kullanılabilir. Tecrübeyle sabittir ki katı' çok farklı, incelikli ve zarif bir uğraştır. 
Müjgan Başköylü
    Bugün bu sanatın en önemli ismi Dürdane Ünver'dir. Bir çok sergi açmış, öğrenciler yetiştirmiş, hazırladığı bir raporla bu sanatın MEB tarafından resmi kabulünü sağlamıştır. Ben çok kısa bir süre de olsa kendisinden ders alma ve tanışma şansına sahip oldum. "Şansına" diyorum çünkü Dürdane Hoca, bilgisiyle, görgüsüyle, tarzıyla, sıcacık kalbiyle bir tanıyanın bir daha bırakmak istemeyeceği çok özel bir insandır. Ayrıca Süheyl Ünver'in gelini olup, bu sanatı bizzat ustasından öğrenmiştir. Dürdane Ünver şu an Ümraniye'de Mim Sanat Akademisi'nde ders vermeye devam ediyor. Kendisini tanımak isteyenler akademinin sitesini ziyaret edebilirler. 
Müjgan Başköylü
    Şimdi ben bu yazıya çeşitli fotoğraflar ekledim. Ama gerçek güzellik fotoğraflarda belli olmuyor ne yazık ki. Usta elden çıkmış güzel bir katı' eseri birebir görünce etkilenmemek, verilen emeğe hayran olmamak elde değil. Fotoğraflarda her şey çizim gibi görünüyor. Belirtmeliyim ki çiçekler, ağaçlar, dalgalar, kuşlar... Hepsi kesme ve yapıştırma. (Zannediyorum 18 Nisan'a kadar Bezmialem Üniversitesi'nde Dürdane Ünver ve öğrencilerinin katı' sergisi  var. Eğer yolunuz düşerse ziyaret edebilirsiniz.)
Dürdane Ünver
    Kağıt oyma sanatı tüm dünyada var aslında. Örneğin ünlü ressam Henri Matisse'in de bu tip eserleri var. Ancak bizim katı' çalışmalarımız, kökü geçmişe uzanan, tarihi bir alt yapısı olan, özel ve güzel çalışmalar diye düşünüyorum.
Dürdane Ünver
Dürdane Ünver (çiçeklere dikkat:))
    
Dürdane Ünver (minyatür ve katı' beraber)
Müjgan Başköylü
Dürdane Ünver
    Kısa bir deneyimim oldu demiştim ya hani. Bir hevesle başlamıştık ama elde olmayan sebeplerden dolayı kurs bitti. Benim sevdam başlamadan bitti gibi bir şey oldu. Aşağıdakiler o deneyimden:) Bunlar malzemeler. Kretuar, cımbız, makas...




    Ebrulu ve boyalı renkli kağıtlarım. Çocukluğumdan beri bitmiyor sanatsal çabalarım:) Evim cam parçaları (mozaik), kağıtlar (katı'), yünler, şişler, tığlar, kurdeleler, kalemler, fırçalar vs. ile dolu:) Ben çocukken annem sinir olurdu (çünkü çok titiz bir insandır kendisi) bazen çok sinirlenince toplayıp atardı ortalarda gördüğü dağınıklarımı:) (Sanat düşmanı:))Hala sinir oluyor gerçi:)



    Kesilmiş, yapıştırılmayı bekleyen dallar, yapraklar... Vallahi çok düzgün kesiyordum ben:) Tekrar mı başlasam acaba?Heveslendim bak şimdi.




    Bunlar da ilk çalışmalar. Tamamen başlangıç seviyesi. Çooook basit bunlar. Gerçek katı' böyle değil tabii ki...


Sezer :)))


Sezer :))

Sezer :))

       Nasıl? Beğendiniz mi?

       Kaynak: Türk Süsleme Sanatlarında El İzleri - TBMM Milli Saraylar Yayınları.