29 Ekim 2014 Çarşamba

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

   
    
    5. sınıf öğrencilerimle hazırladığımız Cumhuriyet ağacımız! 
Her şey onlar için!       
Tüm kaygılarımız onların geleceğine dair, temennilerimiz yine onlar için! 
Büyük kahraman Atatürk'ü daima andıkları ve onun kurduğu Cumhuriyet'in teminatı altında kendilerine layık yaşamlar sürdükleri nice bayramlara erişmek dileğiyle...
    CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!










11 Ekim 2014 Cumartesi

HAYDİ BASTIR PSV! :)

    Geçtiğimiz eylül ayı ortalarında kısa bir Hollanda seyahati gerçekleştirdiğimizi belirtmiştim. Hollanda'nın Rotterdam ve Eindhoven şehirlerini ziyaret ettik ve güzel anılar biriktirdik. Bu güzel ülke hakkındaki izlenimlerini yazacağım elbet. Yani klasik gezi yazılarıma döneceğim ama öncelikle farklı bir mekanı tanıtarak başlamak istiyorum Hollanda izlenimlerime. Her seyahatte müze, galeri, ören yeri, kale, saray vs. ziyaretleri olmazsa olmazımızdır malum. Bu sefer Eindhoven'da farklı bir etkinlik daha gerçekleştirelim dedik ve baktık ki ziyarete açık, PSV Eindhoven'ın futbol stadını gezdik:) Yani Philips Stadyumu'nu...

    Şahsen futbolu severim ve takip ederim, o yüzden büyük bir Avrupa takımının stadını gezmek, futbolcuların soyunma odalarına kadar girebilmek fikri ilginç geldi bana. Ama asıl ilginç olan, futbola minimum düzeyde ilgi gösteren Orhun'un bu öneriyi getirmiş olmasıydı. Stadın altındaki kulüp mağazasına girdiğimizde bir de müzeleri olduğunu ve stadyum turuyla birlikte belli saatlerde gezilebildiğini öğrendik. Ertesi gün makul bir saate aldık biletlerimizi. 

    Stadyum turu ve müze girişinin fiyatı, kişi başı 14 Euro. Evet biraz pahalı. Ama stadyum turu bir rehber eşliğinde yaklaşık 1,5 saat kadar sürüyor. Devamında müzeye giriyorsun. Bu fiyata bir de stadın şık kafeteryasında ikram edilen bir içecek dahil. Biz tur saatini beklerken birer kahve içtik örneğin.

    Vakit gelince, grubumuz tamamlanınca, astık boynumuza ziyaretçi kartlarımızı ve rehberimizin peşinden yola koyulduk. Sadece Orhun'la ikimiz yabancıydık, diğer ziyaretçilerin hepsi Hollandalıydı. Rehber bize ayrıca İngilizce olarak bilgi veriyordu gezdikçe.
    
    Fotoğraflara geçmeden önce, Hollanda liginin 3 büyük takımından biri olan PSV Eindhoven'ın tarihçesi hakkında öğrendiklerimi kısaca aktarmak isterim.
    PSV Eindhoven Spor Klübü (Philips Sport Vereniging-Philips Spor Birliği) Eindhoven kenti için tarihi bir öneme sahip. Stadyuma ve spor kulübüne adını veren Philips, bilindiği gibi dünyanın en büyük elektronik şirketlerinden biri. Philips ailesi, şirketi kuran ve Eindhoven'ı küçük bir köy iken Hollanda'nın 5.büyük kenti haline getiren önemli bir aile.
    PSV Eindhoven spor kulübü 1913 yılında Philips işçileri tarafından kurulmuş. Stadın bugün olduğu yerde işçiler 1911 yılından beri futbol oynamaktalarmış zaten. Resmi kuruluş 1913 yılında gerçekleşmiş. İlk Philips çalışanları için kurulmuş olan, ilk futbolcuların da yaşadığı Philips Köyü, stadın hemen arkasında yer alıyor, stat binasının pencerelerinden rahatça görülebiliyor.


    Philips Stadyumu çok büyük bir stadyum değil. Yaklaşık 35.000 kişi kapasiteli. Rehberimiz önce bize teknik özelliklerden bahsetti. İşte şuradan hava akımı sağlanıyor, şöyle aydınlatılıyor vs. gibi.
    

     
    Ben de o gün sanki taraftar gibi giyinmişim. Kırmızı-beyaz... Bilinçli olmadı ama bundan sonra bir de PSV taraftarıyım zaten:) Hollandalılar müthiş insanlar.
    
    Yedek kulübesi. Sağda keyifle oturan ama futbolla alakası olmayan şahıs benim oğlum Orhun. Yanındakini tanımıyoruz, Hollandalı bir taraftar:)

    
    Futbolcuların sahaya çıktıkları tünel. Biz de o tünelden geçiyoruz ve içeriye giriyoruz. İçerisi de çok eğlenceli.
    
    İçeride tabii ki uzun uzun koridorlar var. Duvarlarda eski futbolcuların, eski takımların, kazanılan şampiyonlukların fotoğrafları yer alıyor.
    
    Kırmızı-beyaz ve siyah ağırlıklı bir dekorasyon mevcut doğal olarak. Aşağıdaki koridorların bazı bölümlerinde futbolcuların vakit geçirmesi için koyulan elektronik oyun konsolları vs. var. 



    1916 yılından bir fotoğraf. Philips Ailesi bu stadyumda maç seyrediyorlar.


    İşte en ilgi çeken yerler. Futbolcuların soyunma odaları ve duşları. Beyaz ağırlıklı olan ilk fotoğraf misafir takımın soyunma odası. 

    Burası da ev sahibi takımın, yani PSV'nin soyunma odası. Hollandalı arkadaşlar burada çok şakalaşıp gülüştüler kendi aralarında ama biz bir şey anlamadık tabii.

    Soyunma odasına giden duvardan...

    
    Sıra geldi localara. Para var huzur var tabii. Locanın havası başka. Restoranları, barları vs. Her şey tamam.
     Locaların ayrı ayrı isimleri var. Burası bizim takımımızı da çalıştıran, Hollanda milli takımı ve PSV ile başarısını kanıtlamış ancak Türk futbolu ile ya da Fenerbahçe ile uyuşamamış Guus Hiddink adına düzenlenmiş loca. (Alışık olmayan Türk futbolcusuna tandem uygulatmaya çalıştığı için başarılı olamadı deniyor, benden söylemesi:) )


    Bu fotoğraf da Galatasaraylı arkadaşlara gelsin. Eric Gerets PSV'de oynarken.

Bu da çocukluğumuzdan aklımda kalan, saçlarıyla meşhur bir isim:)  Gullit... 

    
Bir de locadan bakalım sahaya. Ayakta duran kişi bize stadı gezdiren rehberimiz.

    
     Aziz Yıldırım pozum:)



    Burası da basın toplantılarının yapıldığı oda. Millet demeç verir gibi fotoğrafını çektirdi, ben hiç girmedim o işe:)


   Fotoğraflardan çok daha fazlasını gördük tabii. Masaj odası, doping kontrol odası gibi. Futbolcuların inançları doğrultusunda ibadetlerini yapabilecekleri mekanlar bile unutulmamış. Mescit vardı örneğin. İlginç bir deneyim oldu bizim için. Çok keyifli vakit geçirdim Philips Stadyumu'nda. 


    PSV Eindhoven, Hollanda ligi Eredivisie'nin 3 büyük futbol kulübünden biri. Ajax'tan sonra en çok şampiyon olan takım ancak zannediyorum 2008'den beri şampiyonluğu yok. Bu yıl lider durumda devam ediyor lige. Belki uğurlu geliriz de şampiyon olur:) 
    Stadyum turumuzu bitirdik ancak çok üzgünüm ki müzeye giremedik. Çünkü daha önce belirttiğim gibi (Burada) Orhun da ben de arkadaşlarımızla buluşacaktık. Onların geldikleri haberini aldığımız için tur biter bitmez ayrılmak zorunda kaldık. Turun o kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim açıkçası. Toplanması, gezmesi derken yaklaşık 2 saat vakit geçirdik. Müze de güzeldir muhakkak ama yapacak bir şey yok. 

    Kulüp mağazası da iyiydi. Biz kendimize hatıra olarak fincan aldık. Orhun'un PSV hayranı yakın bir arkadaşına DVD, rozet vs. ufak tefek şeyler almayı da ihmal etmedik. 


    
    Dışarıdan iki fotoğrafla bitireyim bu yazıyı. Ben sevdim bu işi. Ziyarete açık olan her stadı gezmek istiyorum şimdi iyi mi? :) 







BUGÜNLERDE...

   
(Sanatçı:Karen Darling)

    Gündem yoğun, gündem sıkıcı, gündem korkutucu... "Görev yaptığım okul Esenyurt'ta" diyeyim anlayın siz bu hafta nasıl tedirgin olduğumu. Canımız ülkemizde gönül rahatlığıyla yaşamak neden bu kadar zor? Yıllardır tırmanan öfke, kutuplaşma ne zaman son bulacak? Yazmayayım diyorum ama tutamıyorum kendimi. Her ne kadar blog sayfalarımızda çoğunlukla gezmelerden, tozmalardan, modadan, kitaplardan, yemeklerden bahsetsek de biliyorum ki duyarlı olan kimsenin içi rahat değil. Neyse... Ben şimdi yine en azından bu platformda geri plana atacağım sıkıntıları ve bundan hemen sonra dünyanın bir başka bölgesine ait keyifli bir post paylaşacağım. Gençlerinin ve çocuklarının huzurla yaşadığı, insanların birbirine saygı duyduğu medeni  ülkelerden birinde yaşadığım birkaç günü özlemle ve gıptayla anarak yapacağım bu işi. 

    Umudumuzun tamamen yitip gitmemesi dileğiyle... Mutlu yarınlar diliyorum hepimiz için.




1 Ekim 2014 Çarşamba

ELHAMRA... HAYAL Mİ? GERÇEK Mİ?

    Bu yıl, sıcak bir Temmuz günü, yaklaşık 1,5 saat süren bir otobüs yolculuğuyla, Malaga'dan Granada'ya doğru uzandık. Granada, Endülüs bölgesinin en önemli kentlerinden biri... Amacımız kente hakim tepelerden birine kurulmuş olan güzeller güzeli Elhamra Sarayı'nı görmek. Elhamra Sarayı, İber Yarımadası'nda 800 yıl hüküm sürmüş Kuzey Afrikalı Arapların son kalesi... Kastilya Kraliçesi Isabel'in ne olursa olsun almaya yemin ettiği; "Granada teslim olmadan yıkanmam" diyerek "Kirli İsabel" lakabını almasına neden olan -Müslümanların deyimiyle- Gırnata'nın mücevheri...
   
    Önce şehrin içinde biraz geziyoruz. Plaza Nueva olarak bilinen meydanda Iglesia de Santa Ana gibi kiliselere girerek, hediyelik eşya satan dükkanlara göz atarak, sokak sanatçılarını izleyerek Granada'yı tanımaya çalışıyoruz. Karnımızı da doyurup enerji topladıktan sonra Elhamra'ya doğru yola çıkacağız. Enerji önemli çünkü ziyaret için en az 3 saat ayrılması gerektiği söyleniyor. Plaza Nueva'dan saraya yürüyerek çıkmak mümkün ancak bizim vaktimiz azaldı. Bileti alırken belli bir saat dilimini seçmek gerekiyordu ve öğleden sonra 15.00'i seçmiştim. Bu saat kale, bahçeler ve saraylardan oluşan komplekste yer alan en özel bölüm olan Nasri Sarayı'na giriş saati. Kaçırırsan yandın deniyor. Granada'ya kadar gelmişken bu bölümü görmeden geri dönmek zorunda kalmak gibi bir durum var. O yüzden hemen bir taksiye atlıyoruz. Taksi çok pahalı değil. Taksimetre açılıyor ve yaklaşık 7 Euro ödüyoruz. Biletimizi internetten aldık ancak yine de gişelere gitmek zorundayız. Gişeleri ararken taksi şoförünün bizi çıkış kapısında bıraktığını anlıyoruz. Girişi bulmak için başlıyoruz koşturmaya. Hava inanılmaz sıcak. Bu arada saat 15.00'e geliyor. Neyse girişi buluyoruz, gişedeki kuyruğa girmemek için kredi kartıyla biletini bastırabileceğin bölüme yöneliyoruz ancak bir türlü işlem gerçekleşmiyor. Hem genel bir problem varmış, hem de zaten eşimin bileti aldığımız kredi kartını getirmediğini anlıyoruz. Saat 15.00 olmuş ve biz daha içeri girememişiz bile. Gitmeden önce her gezi yazısında, saatini geçirirsen Nasri Sarayı'na giremeyeceğini okumuşum ya, başlıyorum ağlamaya. Eşim gişe kuyruğuna giriyor biletlerimizi almak için. Diğer bölümleri atlayacak değiliz. Ben o arada beklerken ağlıyorum, gelen geçen bana bakıyor:) Kredi kartımız yanımızda olmadığı için pasaportlarımızı verip alıyoruz biletleri. Saat 15.25. Koşa koşa Nasri Sarayı'nın önüne gidiyoruz şansımızı denemek için.  Kuyruk falan yok. Ve tataaaam! Rahatça geçiyoruz. O kadar seviniyorum ki o anda anlatamam. Her okuduğuna inanmamak gerektiğini bir kez daha anlıyorum. Zannediyorum orada bizim şansımız o saatte fazla ziyaretçi olmamasından kaynaklanıyor. Ve tabii bir de bahar değil yaz olmasından. Yine okuduğum farklı yazılarda o bölümün sadece yarım saat gezilebildiği yazıyordu ama biz 1,5 saat kadar kaldık ve "Çık" diyen de olmadı. Çok kalabalık değildi çünkü. Fakat akşamüstü 18.00 civarında giriş kapısının önünden geçerken oldukça uzun bir kuyruk olduğunu gördük. Demek ki bilet alırken akşamüstü saatleri tercih edilmiş genelde ve benim 15.00'i seçmem lehimize bir durum olmuş. Yani başka yazılarda "Nasri Sarayı'na kesinlikle biletinizdeki saatte girebilirsiniz ve ancak yarım saat gezebilirsiniz" şeklinde okuduğumuz durum bizim için geçerli olmadı. Tabii bu demek değil ki siz de bizim gibi sallana sallana gezin ve koştura koştura yetişin:) Zamanında orada olup stres yaşamamakta büyük fayda var.
   
    
    Onca koşturma ve stresten sonra deyim yerindeyse bir masal dünyasına adım attığımızı fark ediyoruz. Elhamra'yı ve özellikle de Nasri Sarayı'nı anlatmak için kelimeler yetersiz kalır. Hissettirdiği duyguları tarif etmem çok zor. Saraya adım atar atmaz hayranlık ve şaşkınlık mırıldanmalarıyla her bir köşeyi tarıyor gözlerimiz. Duvarlar, tavanlar, kemerler, sütunlar, pencereler, kapılar, nişler... Her bir köşe inanılmaz incelikte işlenmiş bir dantel gibi. Ahşap üzerine, taş üzerine, mermer üzerine ince ince oyulmuş bitkiler, yazılar... Bitmek bilmeyen, belli bir düzen içinde ardı ardına sıralanan desenler... Yüzlerce mukarnasın üst üste yerleşmesiyle oluşan, çokluktan birliğe ulaşmayı simgeleyen kubbeler... Evrenin sonsuzluğunu çağrıştıran inanılmaz bir tasarım...   
 
    
    İlk önce 8.yüzyılda askeri amaçlarla kurulan, 13. ve 14. yüzyıllarda Nasri Hanedanlığı zamanında bugünkü şeklini alarak bir yerleşim kompleksi haline gelen Elhamra'nın her bir köşesi mantıklı bir düzen içerisinde inşa edilmiş. Salonların, odaların istisnasız her noktası ince matematiksel hesaplarla ve hayran bırakan yetkinlikteki el işçiliğiyle bezenmiş. Nasri Sarayı bu yüzden özel. O zarif işçiliği, ne kadar karmaşık görünse de kendini hissettiren düzeni ve ahengi izleyip hayran olmak; dış dünyanın karmaşasını unutup mistik bir aleme dalmak için var Nasri Sarayı.
   
 
   
    Denilen odur ki, Granada'nın son sahibi olan Nasri Hanedanlığı, gökyüzündeki cennetin yeryüzündeki yansıması olarak yaptırmışlar bu sarayı. Kurak bir alanda, üstelik bir tepe üzerinde olması sebebiyle, suyu aşağıdaki Darro nehrinden 8 km. uzunluğunda bir kanal sistemi kurarak getirmeyi başarmışlar ve bölgede yemyeşil bir cennet yaratmışlar. İklimin sıcak etkisini azaltmak için hava dolaşımını sağlayacak açıklıkların yer aldığı yapılar inşa etmişler ve suyu da aynı amaçla kullanmışlar. Elhamra'yı gezerken havuzlardan, çeşmelerden, kanallardan akan suyun şıkırtısının ve serinletici etkisinin daima peşinizde olması işte bu yüzden.
 


    Su sesi, kuş sesleri ve avlular... Çok sayıda avlu... Her birinde büyüklü küçüklü havuzlar... Avlulara açılan ve sıcağın etkisini azaltmak için bu kısımda duvarları olmayan odalar... Odalarda kemer içlerine varana dek oyulmuş bezemeler... Başını kaldırıyorsun tavana doğru, sanki taştan bir gökyüzü, ahşaptan bir samanyolu... İnsan yapımı bir binada olduğunu unuttururcasına sahici... Göz hizasına gelen yerlerde dönemin ünlü şairlerinin sözleri... Ve tavana yakın bölümlerde binlerce kere taşa ve alçıya oyulmuş tek bir cümle... "Allah'tan başka galip yoktur"...
 
 
    Fotoğraflar gözümüzün gördüğünü anlatmakta yetersiz kalıyor. Gördüğümüz ve hissettiğimiz çok daha fazlası. Fotoğraf çekmek işini gönülsüzce yapıyorum. Çünkü etrafıma bakmak ve hazmetmek istiyorum, aklıma, gözlerime, ruhuma kazımak istiyorum güzellikleri. Biliyorum ki zaten fotoğrafla beceremeyeceğim bu işi. O yüzden fotoğraflarım yetersiz. Affola...


 
     
    Aşağıdaki fotoğraflar Nasri Sarayı'nın en meşhur bölümünden. Aslanlı Avlu... Ortasındaki 12 adet aslanın oluşturduğu havuzdan alıyor ismini. Avlu, 124 adet sütunun yer aldığı revakla çevrelenmiş masalsı bir mekan. Sarayın harem bölümü olduğunu ve üst katlarda sultan eşlerinin yaşadığını öğrenmek "Masal" kelimesini daha bir belirginleştiriyor hayallerimde ve çocukluğumda okuduğum masalların kahramanı olan sultanlar, prensler, prensesler dolaşıyor sanki çevremde.






 
     
    Bu masalsı sarayı yarım saatte gezmek mümkün mü? Bence değil. Çok mutluyum ki kalabalık olmayan bir zamana denk geldik ve gönlümüzce vakit geçirebildik Nasri Sarayı'nda. Bir iki fotoğraf daha paylaşıp kale bölümüne ve bahçelere geçmeye ne dersiniz?


















        Tam üstte yer alan son iki fotoğrafta pencerelerden görülen bölge Albayzin (Albaicin) denen Arap mahallesi. Elhamra'dan bakıldığında muhteşem bir manzarası var. Yine bu mahallede bulunan Mirador de San Nicolas tepesinden ise Elhamra'nın müthiş bir görüntüsüyle karşılaşırsınız. Albayzin'in manzarasını izlemek kadar sokaklarında dolaşmak da ayrı bir keyif. Vakit varsa Elhamra'ya bu sokaklardan geçerek tırmanmak en güzeli. Ya da tam tam tersi Elhamra'yı gördükten sonra yayan olarak Albayzin'e gitmek.



     Nasri Hanedanlığı'nın sarayından çıktıktan sonra süre kısıtlaması olmayan diğer ufak sarayları ile yapıları görüyoruz ve Arapların "Cennet-ül Arif", İspanyolların ise Generalife dedikleri bahçelerde alıyoruz soluğu. Kuş cıvıltılarıyla şenlenen yemyeşil yollarda yürüyoruz.




    
    Kah ağaçların altında dinleniyoruz, kah boy boy, çeşit çeşit havuzların görüntüsüyle serinliyoruz. Su da bizimle birlikte yürüyor Elhamra'da. Yanımızda, peşimizde, her yerde, meditasyon etkisi yaratarak, şırıl şırıl akarak cennet bahçelerini besliyor.


   ,
    Hava müthiş sıcaktı ve aslında çok yorgunduk ama keyifliydik aynı zamanda. Aşağıdaki fotoğrafı oğlum çekti. Bu sadece bir pozluk bir olay değildi, o yolda ben hoplaya zıplaya yürüdüm ve hissettiğim şey tek kelimeyle mutluluktu. Elhamra'yı her zaman mutluluk, huzur ve keyif duygularıyla anacağım.


 
  Ve Elhamra'nın "Alcazaba" denen kale bölümünden görünümler. İlk başta askeri amaçlarla inşa edildiğini belirtmiştim.



    Koyu bir Katolik olan, evleneceği adamı bile hırsları doğrultusunda kendisi seçen, Müslümanları ve Yahudileri İspanya'dan atmaya kararlı, güçlü kraliçe Isabel, en son Granada'yı kuşattığında bu şehir düşmeden yıkanmayacağını söylemiş. Bu yüzden "Kirli Isabel" lakabıyla anılır olmuş. Nihayetinde 1492 yılında son Granada emiri Abu Abdallah, Hıristiyanların deyimiyle Boabdil, şehri teslim etmek zorunda kalmış. Aynı tarihte Yahudiler kesin olarak kentten kovulurken, Müslümanlar 1502'de Granada'dan çıkmaya zorlanmışlar. Granada'yı terk eden Yahudilerin önemli bir kısmının Osmanlı İmparatorluğu topraklarına geldiğini biliyoruz. Kendilerine kucak açan II:Bayezid'in "Bu krala (Isabel'in kocası Ferdinand için) nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor" dediği söylenmektedir. Granada'yı teslim eden Boabdil içinse şöyle bir söylenti vardır: Şehri terk ederken dönüp geriye bakar ve hüzünlü bir şekilde iç çeker. O sırada yanında olan annesi "Krallığını bir erkek gibi savunamadın, şimdi bir kadın gibi ağla bakalım" der. Boabdil hayatının geri kalanını geçirmek üzere Fas'a doğru yola koyulur. Giderken geçtiği yola bugün "El Suspiro Del Moro" denmektedir. Yani "Arap'ın iç çekişi"...
    Endülüs bölgesinden Arapların çıkarılmış olması, 800 yıllık Müslüman hakimiyetine son verilmesi Roma Katolik dünyası için bir başarı elbette. Ele geçirilen yerlerde Müslüman yapılarının tahrip edilmesi, kütüphanelerdeki aslında Yunanca'dan Arapça'ya çevrilmiş önemli eserler olan kitapların yakılması gibi bir durum söz konusu. Elhamra ise az tahriple ayakta. Denir ki Isabel bu yapıyı zaferinin simgesi olarak korumak istemiş. İyi ki öyle olmuş.
    Ancak Elhamra'yı ziyareti bitirirken en son gezilen, çıkışa yakın noktadaki 5.Carlos Sarayı, Hıristiyan yöneticilerin yine de rahat duramadığının bir kanıtı. Ferdinand'tan sonra tahta geçen Güzel Filip'in oğlu Kral 5.Carlos, Elhamra'nın içinde kendisi için bir saray yaptırmak istemiş ve bu iş için, göç etmeyip Granada'da kalan Müslümanlardan ekstra vergi toplamış. 1526 yılında sarayın yapımına başlanmış ancak bitişini görmek kısmet olmamış Carlos'a. Rönesans mimarisi örneği olan 5.Carlos Sarayı, kimse kusura bakmasın ama Elhamra'nın güzelliği karşısında oldukça sönük kalıyor ve iğreti duruyor.




     
    Zaman içerisinde yönetim binası olmaktan çıkan ve kaderine terk edilen Elhamra,   19. yüzyılda Napolyon'un Granada'yı kuşatması sırasında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Elhamra'nın havaya uçurulması emrini vermiş Napolyon. Ancak bugün yılda en az 2 milyon kişinin ziyaret ettiği bu eşsiz yapı, kimilerine göre askerlerin bu konudaki başarısızlığı nedeniyle, kimilerine göre de bir Fransız askerin insafa gelmesi sonucu yok olmaktan kurtulmuş. Dünyanın dikkatini çekmesi ve turistik hale gelmesi ise 1829 yılında Granada'da elçilik sekreterliği görevini yaparken Elhamra'yı görerek bir odasında konaklamayı talep eden, orada kaldığı süre içerisinde "Tales of the Alhambra" (Elhamra Hikayeleri) isimli kitabı yazan Amerikalı diplomat ve yazar Washington Irwing sayesinde gerçekleşmiş. O tarihler malum, Avrupa ve Amerika'da Oryantalizm'in moda olduğu tarihler... Geleni gideni artmaya başlamış Elhamra'nın. Bakmışlar ilgi büyük, 1870 yılında milli eser ilan edilmiş. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer aldığı gibi, Dünyanın 7 Yeni Harikası seçimlerinde de finale kaldığını belirtmek isterim. Bugün Grana'da'nın en önemli gelir kaynaklarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Granada demek Elhamra demek. 

    Bir de Albayzin'den, San Nicolas tepesinden bakalım sırtını Sierra Nevada Dağı'na vermiş güzel Elhamra'ya...
       
    Elhamra'nın Nasri Sarayı'nı değil ama diğer bölümlerini gece gezmek de mümkün. Bir başka sefere bu kez akşam saatlerinde Cennet bahçelerinde dolaşmayı ve Albayzin'in ışıklı manzarasını seyretmeyi isterim. Umarım yolum bir kez daha düşer Endülüs'e, Granada'ya ve sihirli Elhamra'ya...      
    Yapımında, bezemesinde, sanatsal tüm faaliyetlerinde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi milletinden kimselerin hep birlikte çalıştığı Elhamra, hoşgörünün de simgesi bu anlamda. Günümüz Arap dünyasından çok farklı bir Arap hakimiyetinin anlatıcısı. Anlayabilene çok şey anlatmak istiyor ve sabırla, sükunetle ziyaretçilerini bekliyor Elhamra... 


İlgili diğer yazılar: İspanya...Avrupa'nın Aykırı Çocuğu
                                 Malaga...Güneş Sahilinde Avare Günler