24 Eylül 2020 Perşembe

ERJE AYDEN'İ TANIR MISINIZ?

     Amerika'nın en çok okunan Türk yazarı ne Orhan Pamuk'muş ne de Elif Şafak. Amerika'da en çok okunan yazar Erje Ayden'miş ve ben bunu yeni öğrendim. Çok daha önceden bilmem gereken şeyleri ilk duyduğumda kendime epeyi bir kızıyorum. Sonra sakinleşiyorum ve "Öğrenmenin yaşı yok" diyerek yeni bilgilerin tadını çıkarıyorum. Erje Ayden çok ilginç bir karakter. Asıl adı Ercüment Aydıner. 1937 yılında İstanbul'da doğuyor. Okumuş, yazmış bir aileye sahip. Yakın ve uzak çevresinde siyasetçiler, önemli doktorlar, sanatçılar var. 
Öyle ki babası Hidayet Aydıner 1969 yılında Adalet Bakanlığı yapmış bir siyasetçi ve avukat. 1969 yılında 
Erje Ayden ise Amerika'da yaşayan, 4 yıl önce çıkardığı kitabı "İkinci Caddenin Çılgın Yeşili" 2 milyona yakın baskı yapmış bir yazar. Yeraltı edebiyatı türüne ait bu kitap şu güne kadar ülkede defalarca basılan en uzun ömürlü kitaplardan biri. 
    Ercüment Aydıner, 1957 yılında 20 yaşındayken önce Avrupa'ya sonra Amerika'ya gidiyor ve bir daha asla Türkiye'ye dönmüyor, dönemiyor. Çünkü Türkiye'de askerlik yapmadığı için vatandaşlıktan çıkarılıyor. Amerika'da da sisteme dahil değil, pasaportsuz. Yurt dışına gidiş nedeni belirsiz. O bir İstanbul çocuğu ancak buradan ayrılmadan önce Anadolu'nun ıssız köylerinde yaşamışlığı var. Hakkında söylenen en önemli şey onun bir ajan olduğu. Ajanlıktan devrimciliğe uzanan söylentilerle bezeli, sırlarla dolu bir hayat hikâyesine sahip. Amerika'da kimliksiz ve pasaportsuz yaşadığı günlerde garsonluktan mezarcılığa kadar çok çeşitli işlerde çalışmış. Tabii ki sanat alanına da el atmış. Ressam Willem de Kooning'in maddi destek sağladığı deneysel bir tiyatro bile kurmuş. Anlaşılacağı gibi New York sanat ortamından pek çok arkadaş edinmiş. 
60'lı yıllar Amerika'da Beat Kuşağı sanatçılarının revaçta olduğu yıllar. Erje Ayden adını benimseyen yazar da bu kuşağın temsilcilerinden sayılıyor. Meşhur sanatçı semti Greenwich Village'da yaşıyor ve romanlarında yeraltı dünyasını anlatıyor. Fransa haricinde Rusya adına da casusluk yaptığı söylentileri var. Büyük bir sır bulutuyla çevrili enteresan bir hayat. Filmlere konu olacak türde. Yapıldığına rastlamadım fakat mutlaka olmalı diye düşünüyorum. Hayatı belki bir filme konu olmamış ancak yazdığı romanlardan Sadness At Leaving kısa film olarak çekilmiş. Erje Ayden 2013 yılında Amerika'da biraz da maddi sıkıntılar içinde hayata veda etmiş. 

    Tüm bunları öğrenince yazarın satıştaki kitaplarını inceledim. Ki bunları ancak sahaflarda bulmak mümkün. Hakkında daha fazla bilgi edinmek için ilk önce "Erje Ayden Efsanesi'ni" sipariş ettim. Selçuk Altun'un "Ardıç Ağacı'nın Altında" isimli romanında Ayden'den bahsettiğini de öğrendim. Bu romanı da alabilirim çünkü hiç Selçuk Altun okumadım. Sevildiğini biliyorum. Başlamak için iyi bir fırsat olabilir. İlgilenenler için Talat Halman'ın 1970 yılında Milliyet Gazetesi'nde Ayden'le yaptığı uzun bir ropörtaj mevcut. Milliyet arşivinden okunabilir ancak ben bir türlü açamadım, sürekli hata verdi. O zaman şimdi kitabının elime ulaşmasını bekleyeceğim. Kendisine hayatının sır yönleriyle ilgili sorular sorulduğunda "Ben bunları karıma bile anlatmadım" diyerek cevapsız bırakırmış. Bakalım kitabından onun hakkında bazı ipuçları yakalayabilecek miyim?




9 Eylül 2020 Çarşamba

TENET...

   Sinemaya gittik. 2 hafta önce... Tabii ki vizyona girdiği ilk gün TENET'i izledik. Orhun'un profesyonel anlamda çalıştığı ilk proje olduğundan bahsetmiştim. Dolayısıyla sabırsızlıkla beklediğimiz bir filmdi. Normal zamanda olsa zaten hiçbir Christopher Nolan filmini kaçırmayız fakat bu kez bizi böyle bir dönemde sinema salonuna yönlendiren daha duygusal nedenler oldu. Şu şartlarda kimseyi sinemaya gitmek konusunda etkilemek istemem. Herkesin kişisel risk hesaplamasını yapması ve ona göre davranması gerektiği dönemlerdeyiz. Ben sadece gözlemlerimi aktaracağım ve her zaman olduğu gibi sayfama tarihi bir not düşmek adına yazacağım.

    Aylardan sonra ilk kez sinemaya gideceğimiz için tedirgindik. Zira sokağa kısıtlı çıkan insanlarız. Bu yüzden filmin gösteriminden bir gün önce salona gittim ve ne gibi tedbirler alındığını sordum. İki yan yana oturulan koltuktan sonra (Yabancıyla yan yana bilet satılmıyor) sağda ve solda 2'şer koltuğun boş kaldığı söylendi. Sıra açısından düşünürsek, boşluklar önden arkaya çapraz şekilde bırakılıyordu. Böylece, tam miktarı hatırlamıyorum ama salonun ancak yüzde ellisi ya da altmışı kadar bilet satılmış oluyor. Havalandırmanın dışarıdan temiz hava alacak şekilde yapıldığı, seans aralarında çalıştırıldığı, film başladıktan bir süre sonra kapatıldığı söylendi. Maskesiz girmek tabii ki yasak. Konuştuğum görevli "Zaten sinemaya gelen yok. Bir filmi 2-3 kişi için gösteriyoruz" dedi. "Nolan filmi gelince dolacaktır" dedim. Kabul etmedi. "Yarın görüşürüz" dedim. Nitekim haklı çıktım. Bilirsiniz, Christopher Nolan filmlerini seven ve bekleyen hayranı çok. Biletlerin ön satışta olması bile bunun kanıtı. Kısacası, ilk gösterim günü boş olmayacağını bilerek gittik sinemaya. Nitekim satıştaki her koltuk doluydu. Neyse ki söylenen her şeyin uygulandığını gördük. IMAX salonları çok büyük olduğu için dolu koltukların arasındaki boşluklar 2 metreden fazlaydı. Biz 3 kişiyiz. Haliyle birimiz tek kalacağız. Aldığımız tek koltuğun yanı satılmamıştı. Havalandırma 5-10 dakika sonra kapatıldı. Herkeste maske vardı. Ara ara kontrol ettim, belki seyircinin bilinçli olmasından kaynaklıydı, benim görebildiğim kadarıyla kimse maskesini çıkarmadı. Maalesef yiyecek-içecek satışı devam ediyor. Neyse ki mısır yiyen sadece bir kişi gördüm. Belli ki herkes tedirgindi. Film sessizce ve hareketsizce izlendi. Bir gün bu dönem mazi olduğunda, normale dönüldüğünde kalabalıklara karışmaya nasıl alışacağız merak ediyorum. Son anda salona girdik, işimiz bitince hemen eve döndük. Normalde ya öncesinde ya sonrasında bir yerde yemek yerdik, kahve içerdik. Bunlar keyifli şeylerdi. Şu sıra her şey çok sıkıcı.
    Christopher Nolan, önceki gişe başarılarına ulaşmayacağını bile bile TENET'in salonlarda gösterilmesi konusunda ısrarcı oldu. Çünkü röportajlarından öğrendiğime göre "Sinema salonda izlenir" düşüncesinde olanlardan biri. Kesinlikle ben de bu düşüncedeyim. Vizyon tarihi defalarca ertelendi. Belli ki belki tehlike azalır diye düşünmüştü ancak geldiğimiz noktada istenen azalmanın gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Filmi seyredişimizin üzerinden 2 hafta geçti ve o günden bu yana hasta sayısı gün be gün arttı. Sinemaya gidişimiz, özlem giderişimiz yanımıza kâr kaldı. Birkaç ay daha gideceğimizi sanmıyorum. Ancak, açık konuşmak gerekirse sinemada bir parça tedirginlik duymama rağmen, bu durum ileri boyutlara ulaşmadı. Kontrollü ve bilinçli bir ortam gördüğüm için olsa gerek. Aslında şu maske ve mesafe işini oturtsak, dip dibe durulan kalabalık ortamlarda bulunmasak ve tabii ki testi pozitif çıkıp bunu saklayanlar olmasa çok yol alacağız.
    Peki film nasıldı? Bize göre güzeldi:) Şaka bir yana, bir miktar kafa karıştırıcıydı ki bu aslında Nolan'ın zaman konusuna, farklı evrenler konusuna fazlaca kafa yormasından kaynaklanıyor. Spoiler vermek istemiyorum. Kısaca konusu hakkında şunu söyleyebilirim: "Halihazırda herkeste bir 3.Dünya Savaşı düşüncesi var. Bu savaş kimler arasında çıkabilir? Bu bildiğimiz anlamda bir savaş mı olacak?" Anlamakta zorluk çekenler için sosyal medyada filmdeki olayların zaman çizelgesi bile yayınlandı:) Kendi adıma böyle bir çizelgeye gerek duymadım. Çünkü konunun özünü kavradım ve son derece başarılı aksiyon sahneleriyle de keyiflendim. Hani Dark dizisinde de kim nereden gelmiş, nereye gitmiş, kimin nesiymiş çok konuşuldu ama işin özünde bir bütünlük ve iyi bağlanan bir final vardı ya... TENET'de de buna benzer bir durum söz konusu. Felsefesi, dünyayı korumak, mevcut kaynakları tüketmemek, geçmiş ya da gelecekteki herkesin birbirine bağlı olduğu düşüncesine dayalı. TENET kelimesi "İlke" anlamına geliyor ve baştan da okusan sondan da okusan anlamı değişmiyor.
    Filmin teknolojik tadına varmak için kesinlikle IMAX salonda izlemek gerekli. Dikkat çeken aksiyon sahneleri, olan biteni anlamak için durmaya, düşünmeye izin vermiyor ve kendini harekete kaptırıyorsun. Fakat en sonunda muhakkak düşünüyorsun. İzleyen bir başka kişiyle derin sohbetlere giriyorsun. Oyunculardan da bahsedecektim ancak fazla uzatmamaya karar verdim. Yalnız şunu eklemek isterim, filmde pek beğenmediğim Elizabeth Debicki'yi "The Crown" dizisinde Prenses Diana rolünde izleyecekmişiz. Diana'yı kimin canlandıracağını merak ediyordum, şimdi Debicki'nin bunu nasıl gerçekleştireceğini merak ediyorum. 
    Filmde Tallinn sokaklarını, belli mekânlarını görmek bizim için uzaktaki bir dostla karşılaşmak gibiydi. 3 yıl boyunca her bir köşesini öyle gezdik ki şehirde çekilen tüm sahneler tanıdıktı. Örneğin opera sahnesindeki salon, Rusya'ya bağlı olunan dönemde, 1980 olimpiyatları için yapılmış, şimdi atıl durumda olan bir mekânın parçası. Yarım bir günü orada geçirmiştik, farklı gelmişti. Norveç free portu olarak gösterilen yer, Tallinn'in çok sevdiğim Kumu Müzesi. Bunun gibi pek çok detay... Ve Orhun'un çekimlere dair anıları... Güzeldi. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki her şeye rağmen bu film durgun geçen günlerimize hareket getirdi, bir parça duygulandırdı. Enteresan 2020'nin unutulmayacak anıları arasında yerini aldı.