29 Kasım 2012 Perşembe

OKULLARDA KILIK KIYAFET SERBESTLİĞİ ÜZERİNE...


    Milli Eğitim Bakanlığı, 1981 yılında çıkarılan kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirerek okullarda kılık kıyafeti serbest bıraktı. Yeni uygulamaya önümüzdeki öğretim yılında başlanacak. Başörtüsü uygulaması ise hemen uygulamaya konulacak. 
Görsel:www.pennlive.com
    Ben lise çağında öğrencisi olan bir veli olarak bu uygulamaya karşıyım. Oğlumun dış görünüme takılmayan bir genç olmasına rağmen... Yani benim oğlum "o şunu giydi, ben de giyeyim; diğeri şu marka ayakkabı almış, bana da alın" vs. diyecek bir çocuk değil. Yeni yönetmelik konusunda da hiç bir tepkide bulunmadı zaten. Ama her çocuğun böyle davranacağı anlamına gelmez bu. Bu ülkenin çocukları hepimizin çocuklarıdır. Bizde sıkıntı yok diyerek olan bitene sırtımı dönemem ben. 
    Peki yeni yönetmeliğe göre neler yaşanacak seneye? Öğrenciler, özellikle ergenliğin verdiği doğal bir dürtüyle giyim kuşam konusunda yarış içine girecekler. Birbirlerini giyim kuşam üzerinden eleştirenler, dalga geçenler olacak. (Olmaz denmesin, olacak maalesef). Marka giyinmek uğruna anne babalarına baskı yapacaklar. Maddi durumu yeterli olmayan ailelerin çocukları -bana göre son derece üzücü bir şekilde- gereksiz sıkıntılar içine girecekler. Yine doğal bir dürtüyle güzel görünmek isteyecek kız çocukları... "Yarın ne giysem?" diye düşünerek, derslere ayırmaları gereken vakitten çalacaklar. Bu, olayın psikolojik yönü. Bir de uygulamada yaşanabilecek olumsuzluklar olacak. Kurallar şöyle yeni yönetmeliğe göre: "Okulun arması dışında arma ve benzeri takılar takılmayacak. Mevsim şartlarına uygun olmayan kıyafetler giyilmeyecek. Yırtık veya delikli kıyafetler kullanılmayacak. Vücut hatlarını belli eden şort, tayt gibi kıyafetler ile diz üstü etek, derin yırtmaçlı etek (etek konusuna epeyi kafa yorulmuş belli), kısa pantolon, kolsuz tişört ve kolsuz gömlek yasak olacak. Siyasi sembol içeren kaşkol, bere, çanta vs. kullanılmayacak. Saçlar boyasız olacak, makyaj yapılmayacak, sakal bırakılmayacak." Olacak da olacak... Kural dışına çıkılmasının önüne nasıl geçecekler, neye göre değerlendirme yapacaklar çok merak ediyorum. Öğretmenler kıyafet avcılığına başlayacaklar belli ki. Başka işleri kalmamış gibi...
    Özel okullarda ise velilerin yüzde 60'ının kararına göre hareket edilecekmiş. Bu durumda özel okullarda da muhafazakar olanlarla, çağdaş çizgide hareket edenlerin arasındaki fark gözle görülür hale gelecek. 
    İki gündür medyadan takip ettiğim ve çevremde gördüğüm kadarıyla uzmanlar bu yönetmeliğin doğuracağı sonuçlar hakkında olumsuz konuşuyorlar, birçok veli bu uygulamayı istemiyor. Çocukların bile tamamı sevinmiyor bu işe. Hal böyleyken bu yönetmelik uygulamaya konulduysa ben bunun arkasında art niyet ararım. Yine anlayamadığım - belki de anlamak istemediğim- bir takım uygulamalara maruz kalıyoruz ve yine olan fakir fukaraya olacak:(


Hamiş: Prof.Dr.Bengi Semerci bu konuda "okul kıyafeti bir yere ait olmayı simgeler. Dışarıdaki tehlikelere karşı çocuğu korur. Çocuğun bir yere ait olduğunu, sahiplenildiğini hissettirir dış dünyaya karşı" dedi ki bu da işin dikkate değer bir diğer yönüdür.


23 Kasım 2012 Cuma

İSTANBUL KİTAP FUARI'NDA BU SENE...


     Dün TÜYAP'taydım. Kitap Fuarı'nda... "Of ya! Fuar çok uzaktaydı!" diyemeyeceğim çünkü benim evime çok yakın. Minibüsle gittim, taksiyle döndüm:) Mutluyum, gururluyum. Bir çok etkinlik için saatlerce yol tepen biz Beylikdüzü sakinlerine çok iyi geliyor bu TÜYAP Fuar Merkezi.
    Öğle saatlerinde TÜYAP'taydım. Önce Sanat Fuarı'nı gezdim. Ortaokullu ve liseli ergenlerin nü tablolara ve heykellere bakarak gülüşmeleri, önlerinde fotoğraf çektirmeleri dikkatimi dağıtmadı değil:)
    Sonra kitap bölümüne geçtim. Hemen hemen saat 16.00'ya kadar okullu çocukların, gençlerin arasında yolumu bulmaya çalışarak gezindim. Dediğim saatten sonra öğrenciler servislerine binip okullarına, evlerine dönünce ortama nasıl bir huzur geldi anlatamam:) Abarttım biraz ama durum buna yakındı. Her şeye rağmen çocukların, gençlerin başımızın üzerinde yerleri var. Tabii ki gelecekler, alışveriş yapacaklar. Yalnız yanımdan geçerken dan-dun çarpıp durmasalardı iyiydi.

    Alışveriş için ayırdığım bütçeyi dibine kadar harcayarak aldım bir şeyler. 
    Şunlar gibi mesela:



           Bir de bunlar var:

        Bilinçli olarak kredi kartı almadım yanıma. İyi ki de almamışım.

       Orhun da okul arkadaşlarıyla birlikte fuardaydı. Bana şu kitabı ısmarladı:


         Kendisi bunları almış:



    Adam her sene gidip gidip 3 boyutlu Rekorlar Kitabı alıyor. Yine "oğlum alma şunu Allah aşkına! Onun yerine başka şeyler al" dedim ve o da bana tekrar "niye ki? ne güzel baksana" dedi!!! Bu sefer Penguen afişlerini toplayıp getirmemiş ama. Çok kalabalıkmış Penguen'in standı, bekleyememiş.
   Aşağıdaki kitapları da arkadaşım, onun oğlu ve yeğenim için aldım. Yeğenimin adı Naz Nisan. Bayılacak Topaz Perisi Naz'a:) Bir sürü isim vardı. Satış elemanına "bunun Nisan'ı var mıııı?" diye seslendim ama yokmuş. Ben de Naz'ı aldım.


    İşte böyle... Gerçi hep söylüyorum ama ben bir süre kitap almasam iyi olacak. Taşınma telaşıyla zaman ayıramayıp okumadığım kitaplar var daha evde. Önce onları bitirmem lazım. Diyorum ki... Fuar falan düzenleyip insanı baştan çıkarmasalar mı acaba? 


21 Kasım 2012 Çarşamba

2013 TV ÜNİTESİ MODASI:)



    Yeni eve geçince fırsat oldu ve ne zamandır yaptırmayı düşündüğüm bol raflı TV üniteme kavuştum. "Bol raflı" diyorum çünkü bol bol kitap yerleştirmek isteğindeydim. "Aman çok toz olur; ne yani kitapla mı dolduracaksın?" gibi söyleyişlere aldırmadım ve kafamdaki üniteyi yaptırdım nihayet. Veee ayda yılda bir dekorasyon bloglarına özenerek fotoğraflarını paylaşmak istedim:) Normalde ne modadan anlarım, ne dekorasyondan. Beni iyi hissettiren eşyalarla doludur evim ve dolabım. Şöyle ki:



        Kitapları hep gözünün önünde olsun isteyenlerdenim. Arada bir incelerim onları. Tekrar tekrar çıkarım bakarım bazı bölümlerine. Kimisini bir kez daha okurum. Bana kalsa evin tüm duvarlarını kütüphane şeklinde düzenleyebilirim ama öyle olmuyor işte gündelik hayatta. O yüzden ben de alabildiğim kadarını aldım gözümün önüne. Kalanını nerelere yerleştireceğimi bulamadım henüz. Ortalarda duruyorlar. Evde çok fazla kitap tutmak ne derece doğru bilemiyorum. Ara ara yardım kampanyaları vesilesiyle azaltıyorum ama hiç vazgeçemeyeceğim kitaplarım var ve benim ardımdan bunları okuyabilecek olan oğlum geliyor. 

    Görüldüğü gibi üniteyi sadece kitapla doldurmadım. Aralara gönlüme göre hoşluklar katayım istedim. Mesela şu küçük Puca gibi:) Bayılıyorum Puca'ya...


    
    Bazı bölmelere yurt içi ve yurt dışı gezilerimizden edindiğimiz objeleri yerleştirdim. 

   
     Bu eşyalara bakıp o gezileri hatırlıyorum ve mutlu oluyorum.  Farklı yerlerden gelen farklı objeler birleşip enerji veriyorlar bize. Yanlış anlaşılmasın öyle kuantum, reiki, bilmem ne konularıyla ilgilenenlerden değilim. Sadece kendime göre inanışlarım var. Mesela farklı farklı denizlerden topladığım çakıl taşları ve deniz kabukları da sehpamın üzerindedir. Minimum düzeyde de olsa, yerkürenin ruhunu hissederim o taşları gördükçe. (Bir yerde okumuştum, tipik yay burcu hareketiymiş bu)    

    Bir de o objelerin kıyısına bir THY uçağı yerleştirdim ki daha bir sürü yere gidelim:) Totem yaptım yani:)


    Tarzım karışıktır:) Biraz da geleneksel takılayım istedim. Mersin'de kazı çalışmaları için bulunurken, hatıra kalsın diye Mersin Arkeoloji Müzesi'nden aldığım Osmanlı bardağının yanına çok hoşlandığım kaftan bibloyu ekledim.



    Ve tabii olmazsa olmazımız... Oğlumun fotoğrafı. 5-6 yaşlarındaydı bu fotoğraf çekildiğinde. Evin her yeri Orhun'un fotoğraflarıyla doluydu bir ara ama irademi kullandım ve biraz azalttım:) Çıkarıp çıkarıp fotoğraflara bakmaktan vazgeçmedim ama:) Ünitenin alt kısmındaki çekmeceler fotoğraf dolu. 


        İşte böyle. Görmek istediklerim nispeten gözümün önünde. Dışarıda bu şekilde bir ünite göremediğim için yaptırmak durumunda kaldık. Belki vardır ama biz bulamadık. İsteğime yakın olanlar da pahalıydı. Bu şekilde daha uygun fiyata geldi. 
    Bu da benden bir dekorasyon yazısı olsun. Biraz karmaşık, çokça kişisel ama olsun:) Belki ilham verir birilerine. Belli olmaz...


15 Kasım 2012 Perşembe

YAN ODA KURULUMU İSTER MİSİNİZ? İSTERSİNİZ! İSTERSİNİZ!



    Şikayet etmeyeyim diye direniyorum ama zorla ürün satmaya çalışan bazı firmalar beni delirtiyorlar. Her gün en az 2-3 kere karşılaşıyorum bu durumla. Telefon numaramı her yere vermemeye çalışıyorum ama bir şekilde ulaşıyorlar. Bu sefer isim de vereceğim. Bugünlerde Digitürk elemanları beni deli ediyorlar. Adres değiştirdiğimizi öğrendiler ve "Digitürk bağlayalım" diyerek aramaya başladılar. "Var" dedik. Birkaç gün sonra "herhangi bir probleminiz var mı?" diyerek aradılar. "Yok" dedik. "O zaman diğer odaya bağlayalım" dediler. "Gerek yok" dedik. Daha sonra tekrar aradılar. Tekrar "gerek yok" dedik. Sanki öyle söylememişiz gibi bu akşam 22.30 civarı (dikkatinizi çekerim 22.30) arayarak (bu sefer eşimi arayarak) "online yan oda kurulumu talebinde bulunmuşsunuz" dediler. "Hayır, öyle bir talepte bulunmadım" diye seslendim eşime. "Pardon o zaman" dediler. Bu nedir şimdi? Atıp tutturma politikası. İşin daha da saçma bir boyutu var. İlk ondan bahsetmeliydim aslında. Yeni taşındığımız evde aynı anda farklı odalarda televizyon seyredemiyoruz. Aslında seyredebiliriz ama ne şartla? İki odada da Digitürk kullanırsak seyredebiliriz!!!!! Bizde hem D-Smart, hem de Digitürk var. Digitürk'ü Lig TV için aldık. D-Smart'tan vazgeçmeyi düşünmüyoruz. Oturduğumuz sitenin uydu bağlantılarını yapan şahıslar öyle bir ayarlama yapmışlar ki D-Smart'ı ve Digitürk'ü aynı anda farklı odalarda seyredemiyoruz. Aradık tabii kendilerini. "O odaya da Digitürk bağlayalım" dediler. Yok fiyatı bu kadar da, size şu kadar bilmem ne! Oldu canım. Sinirlendik tabii. Site yönetimine söylendik. Bugün gelip bakacaklardı güya, cumartesi gününe ertelediler. 
    Kimsede iş ahlakı diye bir şey kalmadı. Satışımızı yapalım da, nasıl olursa olsun mantığında herkes. İnsanları rahatsız etmişler, etmemişler umurlarında değil. Hiç hoşlanmıyorum bu durumdan. Bahsettiğim olayda direk Digitürk sorumlu olmayabilir. Digitürk kurulumunu yapan elektronikçiler var ya... Sanırım bizi arayıp duranlar onlar. Öyle olsa bile Digitürk'ün denetleme yapması gerekir. Velhasılıkelam... Durum budur. Yan oda kurulumu istemiyorum kardeşim! Yapım gereği "telefonla satış yapmaya çalışanlar da ekmeklerinin derdindeler" diye düşünüp kibar olmaya çalışıyorum, sabırla cevap verme gayreti gösteriyorum ama özellikle Digitürk'ten arayıp "yan oda kurulumu yapalım mı?" diyen ilk kişiye fena patlayacağım.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Saygıyla... Hasretle...







Ey dağlar açınız başlarınızı
Bağrınıza basın taşlarınızı
Bulutlar saçınız yaşlarınızı
Atatürk... Atatürk sağ olmalıydı...


SAYGIYLA... 

HASRETLE... 

RUHUN ŞAD OLSUN BÜYÜK KAHRAMAN!





7 Kasım 2012 Çarşamba

OBAMA'NIN BALKON KONUSMASI(!)

 
    Amerika'ya ve Amerikalilara zerre hayranligim yoktur ama... Obama secim zaferinden sonra cikti, karisina ilan-i ask etti. Romney icin "cok guzel bir kampanya yuruttu. Neticede hepimiz Amerika'yi seviyoruz, Amerika icindi bu" dedi. Tamam... Bunlar politikaci... Her hareketleri planlidir ama... Bunlar yine de bizimkilerin "bahtsiz bedevi-kutup ayisi" soylemlerinden iyidir diye dusunuyorum.


Not: Bu yazi da telefondan oldu. Sorry:)






5 Kasım 2012 Pazartesi

Degisik bir yazi...

Bu yaziyi telefonumdan yaziyorum. Belli oluyordur herhalde. Deneme yapayim dedim. Daha once akilli telefon uygulamalarini kullanmiyordum. Dun yeni evimize tasininca ve internet henuz baglanmadigi icin, telefondan giriyorum internete. Fakat ev telefonu 1 gunde baglandi. Cok sasirdim.
Dedigim gibi, dun yeni evimize gectik. Yerlesme calismalari devam ediyor. Coook yoruldum ama mutluyum. Tamamen yerlesince daha da mutlu olacagim:) Deneme dedik uzattik yine. Bu aralar durumlar boyle. Sesli ve cengelli harflerin durumu icin yaziyi okuyanlardan ozur dilerim. Neylersiniz, acemilik:)


Ya aslinda boyle fotograf koymak ayip geliyor bana ama dayanamadim, cunku bu yeni abajurumu cok sevdim. Bakar misiniz sunun sirinligine:) Isil isil Istanbul. Bunun altinda oturup kitap okuyacagim kismetse...





1 Kasım 2012 Perşembe

BUGÜNLERDE...

    Bugünlerde pek bir perişanım, pek bir yorgunum. Bir o kadar da heyecanlıyım. Çünkü taşınıyoruz.. Çünkü ev değiştiriyoruz. 11 yıl aradan sonra toparlanma, koli yapma, yeni evle eski ev arasında mekik dokuyup eksikleri tamamlama işleri pek bir yabancı geldi. Oturdum oturdum şimdi sıkıştım. Aslında daha önce hallolabilirdi her şey ama araya maalesef bayram girdi. Bayram tatili dolayısıyla resmi işler tamamlanamadı. Haliyle bütün bayram oflaya poflaya, gün sayarak geçti. Tamam konuşup anlaşmıştık ama tapuyu elimize almadığımız için "dur bakalım, dur bakalım" diye diye doğru dürüst toplanamadım. Yani bunda benim tembelliğimin hiiiiç             payı yok:) Suç devlet dairelerinin:) 
    Oflaya poflaya, içimde yapılmamış kolilerin sıkıntısıyla(!) geçirdiğim bayram tatiline bir adet Monet sergisi, bir adet Fenerbahçe maçı sıkıştırmayı başardım efendim:) 
    Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki "Monet'nin Bahçesi" sergisine nasıl olsa gidilecekti. Bayramda İstanbul nispeten boşalmışken ve trafik fena değilken; havalar da henüz soğumamışken aradan çıkaralım dedim. Ailecek gezdik. Sergi, Monet'yi ve İzlenimcilik akımını tanımak açısından faydalı. Ağırlıklı olarak sanatçının son dönem resimleri getirilmiş. Bu resimlerin özelliği, sanatçı katarakt olduğu halde ve 75 yaşındayken yapılmış olması. Demek ki yaratma dürtüsüyle hareket eden insanlar, sonuna kadar bu arzularından vazgeçemiyorlar.
    Sergide Monet'nin birkaç parça kişisel eşyası da yer alıyor. Bir de ayrıca Auguste Renoir'e ait meşhur Monet portresi var ki onu gördüğüme de çok sevindim. Görünce hatırlayacaksınız hangi portre olduğunu... 
    Efendim, sergi 6 Ocak'a kadar gezilebilir.


    Fotoğraf çekmek yasaktı. Bu fotoğrafı, tabloların sergilendiği alanın dışında olduğu için çekebildim. Çekmek zorunda mıydım? Hayır ama insan hatıra olsun istiyor yahu! Bayılıyorum fotoğraf çekmeye, durup durup onlara bakmaya, başkalarının fotoğraflarına bakmaya, hatta kendi fotoğraflarımızı zorla eve gelen misafirlere göstermeye:) 

    
    Bir de maça gittim demiştim. 29 Ekim günü Fenerbahçe'nin maçı vardı. Son cezalı maçtı. Erkek seyircilerin değil, kadın seyircilerin stada alındığı maçlardan hani? Nasıl bir cezaysa bu? Sinir olmamak işten değil ama bu ayrı bir tartışma konusu... 
    Ben kadın seyircili maça gitmemiştim daha önce. Merak ediyordum. Fırsat bulunca da kaçırmadım. Neticede Saraçoğlu'nda maç seyretmek her zaman keyif verir. Daha doğrusu... Verirdi... 3-1 yenildik:) (Sinirden gülüyorum:)) 2 yıldır kendi stadımızda yenilmiyorduk. Serinin bozulmasını görmek kardeşimle bana da kısmet oldu:) Skor kötüydü ama Cumhuriyet Bayramı seremonisi güzeldi.


        Kadın kadına maç seyretmek nasıldı peki? Vallahi kadınlar erkekleri hiç aratmıyorlar onu söyleyeyim öncelikle. Tepkiler yerinde, küfürse küfür, ıslıksa ıslık:) Bazı yorumcular kadın taraftara haksızlık ediyorlar. Rıdvan'ı çok severim ama "kadın taraftarlar göbek atmaya geliyorlar" demiş galiba. Maç öncesi öyle bir durum oluyor açıkçası. Ama maç sırasında herkes pür dikkat izliyor kusura bakma Rıdvancım! Tepkiler de anında ve doğru oluyor. Futbolu sırf erkeklerin tekelinde görmekten vazgeçin artık. Futbol zeka işidir ve onu da yalnızca erkekler anlar gibi bir fantaziniz var ya hani... İşte o çok saçma... CERN'de deney yapmıyoruz futbol seyrediyoruz alt tarafı. Neyse... Uzatmayayım, kadın kadına maç seyretmenin ilginçliklerine geleyim tekrar. Şöyle ki:
    1- Takım sahaya çıkınca kadın taraftarlar öyle bir çığlık attı ki, sanırsın bir pop yıldızı sahneye çıkmış. Ses gerçekten çok tiz ama ne yapalım Allah bizi de öyle yaratmış.
    2- Rakip takımdan bir futbolcu sakatlanıp yerde kıvranırken kadın taraftarlar acımasızca "oooh!ooh!" çektiler.
    3- Golleri yedikçe sağdan soldan "Alex'i de yolladın, bak şimdi ne oldu?" konuşmaları gelmeye başladı. Üçüncü golden sonra kadınlar dayanamadılar "Aykut istifa!", "Aykut söyle, Alex nerede?" diye çemkirmeye başladılar. Ben "Aykut istifa" demedim, kardeşim dedi. Hiç acımadı vallahi.
   4- Maçın başından sonuna kadar Volkan'a tezahürat yapıldı. Bir de Semih girince coştu kadın taraftarlar.
   5- Maçın sonunda Antalyaspor'lu futbolcuları alkışlayacak kadar da centilmendik ve Fenerbahçeli futbolculara da bir o kadar kızgındık.
   6- Hep bir ağızdan 10.Yıl Marşı şahaneydi.
   7- Yenildiğimiz yetmezmiş gibi daha stada girerken atkımı düşürdüm, kaybettim:( 100.yıl atkısıydı. Çok üzüldüm. Stadın içindeki Fenerium'dan bir tane daha aldım.

   Böyleyken böyle... Geçen hafta bunlar oldu. Ben gidip biraz koli yapayım!