Azra Erhat'tan Mavi Yolculuk'u okuduğum şu günlerde sık sık "Şimdi Bodrum'da olmak vardı" diye düşündüm. Normal şartlarda bayram tatilinde belki birçok insan orada olacaktı. Ya da diğer sahil kentlerinde veya yurt dışında, çokça da ayrı yaşadığı memleketinde olacaktı insanlar. Biz bayram tatilinde farklı bir yere gitmeyenlerdeniz. Sebebi kalabalıktan kaçınmak. Ama hemen her bahar Bodrum'a giderim. Teyzem ve kuzenim yıllardır orada yaşıyorlar. Yaz mevsiminin curcunasından uzak Bodrum baharı bana daha bir keyifli gelir. Bu bahar olmadı. Nasıl geçtiğini anlamadan tükettik Nisan ve Mayıs aylarını. Ben de o civarların kokusunu almak için Azra Erhat'a başvurdum. Onunla ve Halikarnas Balıkçısıyla, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşlerle, Melih Cevdet Anday'la, Füreya'yla ve daha birçok mavi yolcuyla birlikte yalnızca Bodrum'u değil, tüm Ege kıyılarını koy koy dolaştım, antik kentlerin izini sürdüm, Herodot'un anlattıklarına kulak verdim, Homeros'un dizelerini mırıldandım.
Bodrum için ayrılmış özel sayfalar vardı elbet. O sayfalardaki satırlarla Karya hakkında bilgilerimi tazeledim. Mausolos'la ya da Prenses Ada'yla ilgili bölümlerle, Artemisia ile, St. Jean Şövalyeleri'ni anlatan satırlarla Bodrum Kalesi Müzesi'ne yaptığım sayısız ziyareti, Mausolos'un şimdi birkaç kalıntıyla sessizce bekleyen anıt mezarını gezdiğim güneşli bahar gününü hatırladım. Halikarnas Balıkçısı denince aklıma gelen çok daha fazla şey var tabii ama onunla özdeşleşen tanımlardan yalnızca biri olan denizi düşündüğümde, yine büyük bir keyifle gezdiğim Bodrum Deniz Müzesi'ni andım. Her Bodrum'a gidişimde tekrar tekrar gezerdim her birini.
Şu salgın günlerinde ulaşamayacağım uzaklıkta olan güzelim Bodrum'u Azra Erhat'ın satırlarıyla gezdim bu sefer. Kitabın içerisinden bir de Zai Bodrum'un ayracı çıkmaz mı? Bu kitabı Zai'den almış olduğumu hatırladım o an. Zai'nin bahçesinde olmayı diledim. Kitapları karıştırmayı bitirip seçmiş olduğum bir tanesini satın almayı, soğuk kahve ve tiramisu siparişi verdikten sonra güzelim zeytin ağaçlarının altında bir masaya oturup kitabımın satırlarını çevirmeyi diledim. En kısa zamanda tekrar...
Ve kaçınılmaz olarak mavi yolculuğa çıkmış olduğumu hayal ettim. Mavi yolculuğu başlatan kişi Halikarnas Balıkçısı olarak tanıdığımız Cevat Şakir Kabaağaçlı'dır. İsim babası ise Sabahattin Eyüboğlu'dur. Kendilerine mavi üzerine beyaz bir kupa ve iki küçük amforadan oluşan bayrak bile hazırlamışlardır. 1945 yılında başlamıştır serüven. Bugünün şartlarına göre daha zordur fakat gerçek anlamıyla yaşanmıştır o yıllarda. Doğayla bir olma isteği bir yana, entelektüel anlamı da fazladır. Azra Erhat üniversite yıllarında elimizden düşürmediğimiz Mitoloji Sözlüğü'nün yazarı. İlyada ve Odissea'yı dilimize kazandıran isimlerden biri. Onun da yolcusu olduğu bir mavi yolculukla varılan antik kentleri dolaşmak ne keyifliydi kim bilir. Antik kente ulaşırken rastlanan bir kayaya Bedri Rahmi'nin balık deseni çizdiğine tanık olmak mesela? O da ayrı hoşlukta bir olay.
İlk bölümde 1962 yılında çıkılan 2 mavi yolculuğun anlatıldığı kitabın ikinci kısmı bir rehber gibi hazırlanmış. Tarihi bilgilere ve mavi yolculuk hakkında merak edilenlere ayrılmış bu kısım. Herkesin mavi yolculuğu tatmasını dilemiş Azra Erhat. Böylesi bir yolculuğa kimlerle çıktığın önemli. Çok istesem de bu yüzden hayata geçiremediğim bir şeydir mavi yolculuk. Romantik düşlerle başladığın gezi, uygun olmayan kimseler bir araya geldiyse şayet, bir korku filmine de dönüşebilir:) Duruma bakar mısınız? Benim yazım da iyi başlamıştı fakat gerçekçiliğim devreye girdi ve aklıma korku filmlerine uzanan olur olmaz şeyler geldi. Hayâl kurmakta acemileştim mi acaba evlere kapandığımız şu salgın günlerinde? Buna izin vermemeliyim. Kendi içimde, hayallerimde Ege'yi, Akdeniz'i, güzel ülkemin görülesi kentlerini, mavi yolculuğu, Bodrum baharını, Zai'nin bahçesini yaşatmalıyım. Bu yolda yardımcı olan kitaplara, filmlere, yazarlara, şairlere, sanatçılara selam olsun.
26 Mayıs 2020 Salı
21 Mayıs 2020 Perşembe
BUGÜNLERDE...
Annemi, kardeşimi, yeğenimi, artık hesaplamayı bıraktığım bir süredir görmüyordum. Geçtiğimiz hafta bir gün görüşme kararı aldık ve kardeşimde toplandık. Neyse ki çok geniş bir aile değiliz. Hepi topu 7 kişiydik. Kardeşimin nüfus olarak daha tenha, mekân olarak daha geniş ve daha yeşil bir sitede oturuyor olması bir süre dışarıda da vakit geçirmemizi, güneşten faydalanmamızı sağladı. Bugün hava berbat ama o gün mayıs ayının en sıcak günlerinden biriydi.
Renk renk açmış çiçekleri görmek, kuş seslerini dinlemek, güneşlenmek, açık hava iyi geldi mi? Gerçekten bilmiyorum. Geniş bir alanda çevremizde kimse yokken dahi korkudan maskemi çıkaramadım örneğin. Evlere girip çıkarken baştan aşağıya üst baş değiştirmek, onları yıkamak, kişisel olarak yıkanmak paklanmak kabus gibi. Tamam, normalde de bunlara dikkat ediyoruz ama ne demek istediğimi anladınız siz. Şu anki hijyen çalışmaları insanın kafasında hep soru işaretleri bırakıyor ve bu da ekstra ekstra yoruyor. Yine de her şeye rağmen farklı bir gün oldu, iyi oldu. Normal yaşantımız içerisinde gayet sıradan olan toplanmamızı, salgın günlerinde "farklı bir gün" olarak nitelemek zoruma gidiyor. Ama durum bu.
Toplanmışken, kardeşimin 19 Mayıs'taki doğum gününü de erkenden kutladık. Ne de olsa o gün sokağa çıkma yasağı olduğu için görüşme imkânımız olmayacaktı. Kardeşim doğum gününü çok sever. Farklı olsun ister. Sürprizlere açıktır. Bu konuda hepimizi gerer:) Ancak bu sene tam 19 Mayıs günü beraber olamadık. Tahminimden daha olgun karşıladı, suratını asmadı, bunalıma girmedi. Kendi kendine cheesecake bile yaptı:) Covid19'un hepimizi birçok konuda törpülediğinin canlı örneği gibiydi:) Dilerim seneye telafi ederiz ve güzel bir sürprizle kutlarız yeni yaşını.
Annem kardeşime yakın oturduğundan ve doğduğundan beri yeğenime baktığından, onlar devamlı görüşüyorlar. Ben biraz uzak kalmıştım ve annem bizi görünce biraz ağladı. Ama sorun yok. Çünkü her an ağlamaya müsaittir. Yaşla âlâkalı bir durum değil, gençliğinden beri böyledir. O yüzden ağlaması ne yazık ki bende istenen etkiyi yapmıyor. Fakat çok özlediğini biliyorum tabii ki. Elden ne gelir? Bekliyoruz.
Bu günler de geçecek muhakkak. Yine sık sık görüşeceğiz.
Yeğenim 15 yaşında ve aşırı iticilikte olmasa da ergen havalarında:) Evde çok canı sıkılıyordu ama bu sene artık okula gidilmeyeceğini öğrenmeden önce de okul açılırsa diye triplere giriyordu. Her şeye sıkılıyor yani. Onu oyalamak için masa oyunları oynadık o gün. "Evde bile olsanız sosyal mesafeye dikkat edeceksiniz" diyorlar ancak bağırış çağırış Tabu oynarken aramızda sosyal mesafe falan kalmadı.
Ne zamandır ilk defa ev dışından birilerini gören Saşa bile mutluydu o gün. Bacaklarımızın arasında geziniyordu, kendisini sevdirmek için yerlere yatıp duruyordu.
Şimdi yine herkes kendi evinde. Hava almak için küçük balkonuma kaldım yine. Bitişik sitenin çocuklarının gürültüsü izin verirse balkonda kitap okumaya çalışıyorum. Anneleri çocuklar için survivor parkuru bile yaptılar. Çığlık çığlığa yarıştılar. (Sosyal mesafe yok, maske yok). Tamam şu salgın günlerinde çocukları oyalamak için yapıyorsunuz bir şeyler ama ben de kendi moralim için kitap okumak istiyorum mesela. Böyle zamanlarda apartman hayatı zor. İleri tarihlerde daha sakin bir yere taşınma isteğimiz vardı, gel gelelim şu virüs, isteğimizi gerçekleştirmeden bizi gafil avladı:) Neyse, bakacağız artık. Ne de olsa düşünmek için güzel zamanlar bu zamanlar.
Renk renk açmış çiçekleri görmek, kuş seslerini dinlemek, güneşlenmek, açık hava iyi geldi mi? Gerçekten bilmiyorum. Geniş bir alanda çevremizde kimse yokken dahi korkudan maskemi çıkaramadım örneğin. Evlere girip çıkarken baştan aşağıya üst baş değiştirmek, onları yıkamak, kişisel olarak yıkanmak paklanmak kabus gibi. Tamam, normalde de bunlara dikkat ediyoruz ama ne demek istediğimi anladınız siz. Şu anki hijyen çalışmaları insanın kafasında hep soru işaretleri bırakıyor ve bu da ekstra ekstra yoruyor. Yine de her şeye rağmen farklı bir gün oldu, iyi oldu. Normal yaşantımız içerisinde gayet sıradan olan toplanmamızı, salgın günlerinde "farklı bir gün" olarak nitelemek zoruma gidiyor. Ama durum bu.
Toplanmışken, kardeşimin 19 Mayıs'taki doğum gününü de erkenden kutladık. Ne de olsa o gün sokağa çıkma yasağı olduğu için görüşme imkânımız olmayacaktı. Kardeşim doğum gününü çok sever. Farklı olsun ister. Sürprizlere açıktır. Bu konuda hepimizi gerer:) Ancak bu sene tam 19 Mayıs günü beraber olamadık. Tahminimden daha olgun karşıladı, suratını asmadı, bunalıma girmedi. Kendi kendine cheesecake bile yaptı:) Covid19'un hepimizi birçok konuda törpülediğinin canlı örneği gibiydi:) Dilerim seneye telafi ederiz ve güzel bir sürprizle kutlarız yeni yaşını.
Annem kardeşime yakın oturduğundan ve doğduğundan beri yeğenime baktığından, onlar devamlı görüşüyorlar. Ben biraz uzak kalmıştım ve annem bizi görünce biraz ağladı. Ama sorun yok. Çünkü her an ağlamaya müsaittir. Yaşla âlâkalı bir durum değil, gençliğinden beri böyledir. O yüzden ağlaması ne yazık ki bende istenen etkiyi yapmıyor. Fakat çok özlediğini biliyorum tabii ki. Elden ne gelir? Bekliyoruz.
Bu günler de geçecek muhakkak. Yine sık sık görüşeceğiz.
Yeğenim 15 yaşında ve aşırı iticilikte olmasa da ergen havalarında:) Evde çok canı sıkılıyordu ama bu sene artık okula gidilmeyeceğini öğrenmeden önce de okul açılırsa diye triplere giriyordu. Her şeye sıkılıyor yani. Onu oyalamak için masa oyunları oynadık o gün. "Evde bile olsanız sosyal mesafeye dikkat edeceksiniz" diyorlar ancak bağırış çağırış Tabu oynarken aramızda sosyal mesafe falan kalmadı.
Ne zamandır ilk defa ev dışından birilerini gören Saşa bile mutluydu o gün. Bacaklarımızın arasında geziniyordu, kendisini sevdirmek için yerlere yatıp duruyordu.
Şimdi yine herkes kendi evinde. Hava almak için küçük balkonuma kaldım yine. Bitişik sitenin çocuklarının gürültüsü izin verirse balkonda kitap okumaya çalışıyorum. Anneleri çocuklar için survivor parkuru bile yaptılar. Çığlık çığlığa yarıştılar. (Sosyal mesafe yok, maske yok). Tamam şu salgın günlerinde çocukları oyalamak için yapıyorsunuz bir şeyler ama ben de kendi moralim için kitap okumak istiyorum mesela. Böyle zamanlarda apartman hayatı zor. İleri tarihlerde daha sakin bir yere taşınma isteğimiz vardı, gel gelelim şu virüs, isteğimizi gerçekleştirmeden bizi gafil avladı:) Neyse, bakacağız artık. Ne de olsa düşünmek için güzel zamanlar bu zamanlar.
7 Mayıs 2020 Perşembe
SANAL...
Telefonuma Free Sims indirdim, deliler gibi Sims oynuyorum. Oluşturduğum karakterlerimin birine yemek yedirirken diğerine duş aldırıyorum. Birini evlendiriyorum, diğerini iş sahibi yapıyorum. Bir yandan şehrimde sinema salonu, market vs. açıyorum. Polis departmanı olmadan olmuyor, onu da kuruyorum.
Şu günlerde kendi yaşantımda yapamadığım şeyleri onlara yaptırıyorum. Parkta yürüyüş yapıyorlar, arabaya atlayıp geziyorlar, spor salonuna gidiyorlar. Bu aralar en önemli uğraşım bu. Evet okuyorum, dizi izliyorum, podcast'ler dinliyorum ancak onları zaten yapardım. Üstlerine artı etkinlikler eklemedikçe kendimi körelmiş hissediyorum. Evden çıkmaya çıkmaya aptallaşıyorum sanki. Şu salgın günleri için "Herkes içine dönecek, yaratıcılık artacak" diyenlere zaten inanmamıştım, şimdi tam ortasından yaşıyorum. İnsanın yaratıcılığını besleyen sosyal yaşamdır, başkalarıyla kurduğu ilişkidir, sokaklardır, seyahatlerdir, müzelerdir, galerilerdir, sinema ve tiyatro salonlarıdır, konserlerdir. Geçen gün nihayet J.D.Salinger biyografisi olan Çavdar Tarlasındaki Asi'yi izledim. Salinger'ın hayatının büyük bölümünde kendini inzivaya çektiği bilinir. Filmde şöyle bir sahne vardı. Kendisine ilham veren üniversite hocası Whit Burnett, yıllar sonra yazarı ziyaret eder. Salinger zamanını evinin bahçesindeki bir kulübede geçiriyordur. Burnett "Fakat bu inziva, yaratıcılığını öldürmüyor mu?" der. Salinger'in son öykülerinin tatsızlığından bahseder. Tam şu noktada "Sana ne oluyor? Sen ünlü bir yazar mısın?" denilebilir. Değilim. Zaten yaratıcı düşünce sadece öykü veya roman yazarken lâzım olmuyor. Hayatın her alanında yaratıcı düşünceye ihtiyacımız var. Şu meşhur salgın günlerinde yaratıcılığını geliştirebilen varsa saygı duyarım. Neticede her daim istisnalar olacaktır. Ve çocuklar... Çocukların işi bizden daha zor. Uyaranların azalmış olması gelişme önünde bir engel. Büyüklerin çocukları için, farklı zaman geçirme yolları konusunda ellerinden geleni yaptığını biliyorum ama dış dünya uyaranları ve eş dost akraba sosyalliği eksik kalıyor. Yeni bir şey gördüğümüzde, duyduğumuzda, öğrendiğimizde; farklı bir maddeye dokunduğumuzda, kokladığımızda beynimizde ne tür kimyasal durumlar oluştuğunu, bunun bizi nasıl geliştirdiğini düşündüğümüz zaman Covid19 günlerinin mahrumiyet halleri beni üzüyor. Şu kargaşa bitince her işe daha sıkı sarılmamız gerekecek. Kayıp zamanı telafi etmemiz gerekecek fakat hırsla değil, bilinçle hareket ederek... Malûm, iş yerleri ufak ufak açılıyor. Okulların açılma tarihi konuşuluyor. Lig maçlarının nasıl oynanacağı tartışılıyor. Üniversite ve lise giriş sınavları yapılacak. Hazır mısınız? Ben henüz önceki hayatıma dönmeye hazır değilim. En basiti, benim de kuaföre gitmeye ihtiyacım var fakat haziran ayından önce asla düşünmediğim gibi o tarihi bile ileri atabilecek ruh halindeyim. Nasıl olacak da parkta yürüyüş yapacağım bilmiyorum. Hangi arkadaşımla ne zaman yüz yüze görüşeceğimi planlayamıyorum. Aptallaştığımı söylemiştim. Harekete geçmekte zorlanacağımı biliyorum. En iyisi, Sims şehrime gideyim de biraz prova yapayım.
Şu günlerde kendi yaşantımda yapamadığım şeyleri onlara yaptırıyorum. Parkta yürüyüş yapıyorlar, arabaya atlayıp geziyorlar, spor salonuna gidiyorlar. Bu aralar en önemli uğraşım bu. Evet okuyorum, dizi izliyorum, podcast'ler dinliyorum ancak onları zaten yapardım. Üstlerine artı etkinlikler eklemedikçe kendimi körelmiş hissediyorum. Evden çıkmaya çıkmaya aptallaşıyorum sanki. Şu salgın günleri için "Herkes içine dönecek, yaratıcılık artacak" diyenlere zaten inanmamıştım, şimdi tam ortasından yaşıyorum. İnsanın yaratıcılığını besleyen sosyal yaşamdır, başkalarıyla kurduğu ilişkidir, sokaklardır, seyahatlerdir, müzelerdir, galerilerdir, sinema ve tiyatro salonlarıdır, konserlerdir. Geçen gün nihayet J.D.Salinger biyografisi olan Çavdar Tarlasındaki Asi'yi izledim. Salinger'ın hayatının büyük bölümünde kendini inzivaya çektiği bilinir. Filmde şöyle bir sahne vardı. Kendisine ilham veren üniversite hocası Whit Burnett, yıllar sonra yazarı ziyaret eder. Salinger zamanını evinin bahçesindeki bir kulübede geçiriyordur. Burnett "Fakat bu inziva, yaratıcılığını öldürmüyor mu?" der. Salinger'in son öykülerinin tatsızlığından bahseder. Tam şu noktada "Sana ne oluyor? Sen ünlü bir yazar mısın?" denilebilir. Değilim. Zaten yaratıcı düşünce sadece öykü veya roman yazarken lâzım olmuyor. Hayatın her alanında yaratıcı düşünceye ihtiyacımız var. Şu meşhur salgın günlerinde yaratıcılığını geliştirebilen varsa saygı duyarım. Neticede her daim istisnalar olacaktır. Ve çocuklar... Çocukların işi bizden daha zor. Uyaranların azalmış olması gelişme önünde bir engel. Büyüklerin çocukları için, farklı zaman geçirme yolları konusunda ellerinden geleni yaptığını biliyorum ama dış dünya uyaranları ve eş dost akraba sosyalliği eksik kalıyor. Yeni bir şey gördüğümüzde, duyduğumuzda, öğrendiğimizde; farklı bir maddeye dokunduğumuzda, kokladığımızda beynimizde ne tür kimyasal durumlar oluştuğunu, bunun bizi nasıl geliştirdiğini düşündüğümüz zaman Covid19 günlerinin mahrumiyet halleri beni üzüyor. Şu kargaşa bitince her işe daha sıkı sarılmamız gerekecek. Kayıp zamanı telafi etmemiz gerekecek fakat hırsla değil, bilinçle hareket ederek... Malûm, iş yerleri ufak ufak açılıyor. Okulların açılma tarihi konuşuluyor. Lig maçlarının nasıl oynanacağı tartışılıyor. Üniversite ve lise giriş sınavları yapılacak. Hazır mısınız? Ben henüz önceki hayatıma dönmeye hazır değilim. En basiti, benim de kuaföre gitmeye ihtiyacım var fakat haziran ayından önce asla düşünmediğim gibi o tarihi bile ileri atabilecek ruh halindeyim. Nasıl olacak da parkta yürüyüş yapacağım bilmiyorum. Hangi arkadaşımla ne zaman yüz yüze görüşeceğimi planlayamıyorum. Aptallaştığımı söylemiştim. Harekete geçmekte zorlanacağımı biliyorum. En iyisi, Sims şehrime gideyim de biraz prova yapayım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)