6 Şubat 2018 Salı

BU GÜNLERDE... BENİM KOZA YAŞAMIM...

    Bu aralar canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Bir garip içe kapanma hallerindeyim. Dışarı çıkasım yok, kimseyle görüşesim yok. Depresyonda falan değilim. Çok şükür durduk yere depresyona girmek gibi bir özelliğim yok. Bende doğuştan bir hayattan memnun olma ve dünyaya geldiğine şükretme hali,  müthiş sıkıntılı zamanlarda bile en azından "bunların da yaşanması gerekiyormuş"  minvalinde ilerleyen bir tevekkül hali vardır. Niye öyle bilmiyorum:) Çok da şen şakrak bir ailede büyümedim. Bizde öyle bir anne, anneanne ve teyze triosu vardı ki onların elinde büyüyüp nasıl onlar gibi sinirli, titiz, endişeli ve karamsar kadınlar olmadık halâ şaşarım:) Kardeşimden, kuzenimden ve kendimden söz ediyorum. Ha bizi çok severlerdi, sevgilerini de her daim hissettik, o ayrı konu ama daha keyifli ve rahat bir ortamda büyümek isterdim açıkçası. Neyse, nereden nereye atladım. Demek istediğim böle enerjisi düşük haller pek bana göre değil. Geçenlerde süper, mavi, kanlı ay tutulması yaşandı ya? O mu etkiledi acaba beni? :) Dün her zaman oturup kitap okuduğum koltuğa öyle bir yayılmışım ki evlere şenlik.  Dayanamadım, ruh halimi yansıtan durumun fotoğrafımı çektim.

    Koltuğun arka kısmını geriye çekip televizyon koltuğu haline getirmişim, iyice yayılmak için uzatmışım. Üşüdüğüm için ucunu kalorifere dayamışım, sırtımı kalorifere vermişim. Tamamen rahatsız ve ters bir oturma pozisyonu seçmişim. Miskin miskin yayıldığım için kilo alırım korkusuyla cips vs. değil, yeşil elmalara tarçın döküp yemişim:) Bademleri unutmamışım. Normalde kendime sevimli tabaklar hazırlarım ama keyfim yerinde olmadığı için bademleri poşetiyle yanıma almışım. İşim bitince ne tabağı geri götürmüşüm, ne de bademleri kaldırmışım. Normalde iki kitabı aynı anda okumam. Fakat alır almaz hevesle İlber Ortaylı'nın "Atatürk" kitabına başlamışım. Aklıma "Yürümenin Felsefesi"den okunmamış son bir kaç sayfa olduğu gelmiş ve ona geçmişim. Neyse ki kitaplardan notlar aldığım defterlerimi yanıma almayı unutmamışım. Kendime kurduğum yaşam alanının hali buymuş. İpuçlarına bakıyorum da hem bunalımdaymışım, hem değilmişim:) Beslenmeme dikkat ettiğime göre halâ umut var:) 
Benimki gibi bu şekilde yaşam alanı oluşturmaya "Cocooning" deniyormuş. Yani koza yaşamı. Günümüzdeki strese bağlı olarak sokaklara çıkmak istemeyip, insanlardan kaçıp evde geçirilen zamanı anlatan bir tabir. Okuma köşeleri oluşturmak gibi. Ben cocooningi bazen böyle abartıyorum. Bu fotoğrafta sadece kitap ve yiyecek var. Bazen el işi malzemelerimle iyice yayılıyorum, bazen tabletten dizi izliyorum, kahve veya yeşil çay muhakkak oluyor yaşam kozamda. Öyle ya da böyle... Kozamdan çıkıp bu yazıyı yazdığıma göre enerjimi topluyorum demektir. Zaten o fotoğrafı çektikten sonra kendimi zorlayıp dışarı çıktım, bu hafta görüşme planlarımızın olduğu iki arkadaşımla yazıştım. Sonra kadınlar için bunalıma girmek lüks olduğundan kalkıp yemek masasını hazırladım:) İyiyim, iyiyim... Şimdi daha iyiyim:)