15 gün kadar önce başkente yani Ankara'ya yaptığım gezinin fotoğraflarını ve gezip gördüğüm yerler hakkındaki bilgileri paylaşmıştım. ( Bol Fotoğraflı Ankara ) Bu sefer Ankara hakkındaki izlenimlerimi yazmak istiyorum. Bazen gezip gördüğüm yerler hakkında yazmayı ihmal ediyorum. Fakat yazmak ve paylaşmak lazım çünkü insan yurt içinde veya yurt dışında herhangi bir yere gideceği zaman internette araştırma yapıyor ve her zaman yeterli bilgiye ulaşamıyor. O yüzden ben de bir parça olsun yardımcı olabilmek adına gezi yazılarını ihmal etmemeyi düşünüyorum bundan sonra.
Ankara'ya daha önce de gitmiştim ama o zaman araba ile gezmiştik ve 1 gece kalmıştık. Bu sefer toplu taşıma araçlarını kullandığımız ve tam turist modunda gezdiğimiz için daha iyi tanıyabildik Ankara'yı.
Şimdi efendim, daha önce de bahsettiğim gibi biz bu geziyi 2 arkadaş gerçekleştirdik. 2 gece, 3 gün Regency Hotel'de konakladık. Kalacağımız oteli 2 ay kadar önce şu indirim sitelerinin birinden ayarlamıştık. % 50 indirimli olarak... 1 kişi, 2 gece, OK 120 lira... Oteli ayarladığımız gün "aman! indirim gece yarısı bitiyormuş, çabuk olalım!" telaşımız boşunaymış yalnız. Çünkü arkadaşımın kardeşi aynı tarihlerde konaklamak için, aynı otelde, aynı fiyata rezervasyon yaptırdı bizden bir kaç hafta sonra. Bu durum hiç hoşuma gitmedi. Ama üzerine de düşmedik açıkçası. Ne orada söyledik otel yetkililerinden birine, ne de internet sitesine haber verdik. Aslında ben böyle şeyleri atlamazdım ama basiretim bağlandı herhalde. Ya da kazık yemeye, kandırılmaya iyice alıştık artık.
Otelimiz Kızılay'daydı. Gayet merkezi bir konumda. Metroya yakındı. Geliş gidiş kolay oldu yani. Onun dışında orta karar bir otel. Tavsiye edilebilir.
Ankara'ya uçakla gittik. Uçuş 45-50 dk. sürüyor. Uçaktan indik, Kızılay'a gitmek için dışarıya yöneldik. Ve Havataş'a (eskiden Havaş'tı) yakalandık. Kapının dibinde duruyordu otobüs. Önünde de birkaç adam... Şoför nereye gideceğimizi sordu. "Kızılay" dedik. "Buna binebilirsiniz" dedi. "Belediye otobüsü yok mu? Olması lazım" dedik. Mırın-kırın etti. "Var ama size uymaz" falan diye geveledi:) Niye bize uymayacağını tam olarak anlamlandıramadık ama ilk kez farklı bir şehre gelmenin aptallığı ile ve temiz yüzlü, badem bıyıklı arkadaşın doğru söyleyeceğine inanarak bindik Havataş otobüsüne. Hem de direkt Kızılay'a gitmemecesine:) Ulus'a kadar gidiyormuş. Oradan taksiye binermişiz. "Kızılay'a giden otobüs yok mu?" dedik. "Yok" dedi. Adamın bizi belediye otobüsüne bindirmeme azmine hayran kalmamak elde değildi. Biz de uyduk açıkçası:) Böylece bir güzel kazık yedik. Havataş'a 10'ar lira verdik. Yaklaşık 40-45 dakikalık bir yolculuktan sonra Ulus'a geldik. Ulus'tan taksiye bindik ve Kızılay'daki otelimizin adını söyledik. Taksi şoförü bizi bir güzel dolaştırdı. Normalde 6-7 lira tutacak mesafeye 18 lira verdiğimiz gibi otelin önünde de inemedik. Çünkü bulamadı. "Buralardadır" dedi ve indirdi bizi. Oteli nasıl bulduğumuza gelmeden önce şunu söylemek istiyorum ki... Esenboğa Havalimanı'ndan Kızılay'a direkt belediye otobüsü var arkadaşlar. Üstelik her 20 dakikada bir. Ve üstelik 5.25 lira. Kişi başı 5.25 lira ödeyip tek vasıtayla gideceğimiz mesafeye yine kişi başı 19 lira ödedik ve üstelik aktarmalı olarak ulaştık. Önceden iyice soruşturmadan yollara çıkmanın sonucudur bu.
Neyse... Bir şekilde Kızılay'a vardık. Elimizde küçük de olsa valizlerimizle başladık oteli aramaya. Biliyoruz çok yakında ama ulaşamıyoruz:) Dükkanlara soruyoruz, yayalara soruyoruz, taksicilere soruyoruz ama yok... Bilmiyorlar... Sevgili Ankaralıların bu bilememe hali bizim tüm gezimiz boyunca sürdü ne yazık ki:) Anlatacağım onu sonra. Önce bir otele varalım. Araştıra soruştura gidiyoruz. Müzik aletleri satan bir dükkanın kapısında sohbet eden 2 genç arkadaş gördük. Onlara da sorduk. Tabii ki bilemediler. "İnternet açık, bakalım hemen" dediler. İnternete baktılar ve otelin hemen arka sokaklarında olduğunu şaşkınlıkla fark ettiler:) Sokak deyince de öyle kocaman bir sokak gelmesin aklınıza. Otel, bu dükkanın en fazla 100 m. arkasındaydı. Anlamadık gitti. Öyle küçük, kötü, bilinmeyecek, tercih edilmeyecek bir otel de değil üstelik.
Dediğim gibi... Ankaralı arkadaşların bu bilememe hali gezimiz boyunca bizi illet etti. Şöyle söyleyeyim. Ankara'da Anıtkabir'in nerede olduğunu, nasıl gidileceğini bilen insan az. Ya da hadi iyimser bir ihtimallle "bize bilmeyenler denk geldi herhalde" diyeyim... Ama... Bu kadar da denk gelmez ki birader! Bazıları için Anıtkabir'in önemli ve değerli olmadığını -anlamam ama- tahmin edebilirim. Olabiliyor maalesef. Ama hiç olmazsa Anıtkabir Ankara'nın simge yapılarından biridir. Ankara'da yaşıyorsan bilirsin diye düşünüyorum normal şartlarda. Kızılay öğrenci semti anladığım kadarıyla. Biz çoğunlukla öğrencilere sorduk Anıtkabir'i. Bilmiyorlar... Bilmiyorlar... Bilmiyorlar... 4 yıl okumaya gelmişsin o şehre. Anıtkabir'i merak etmemişsin. Benim bunu anlamam mümkün değil. Anıtkabir'i sorarak bir yere varamayınca, Tandoğan'ı sormaya başladık. Onun cevabını da doğru düzgün alamadık. Bu kadar iddialı konuşuyorum çünkü bunu çok güzel deneyimledik. Öyle ki doğru yönde bindiğimiz metrodan, yine Anıtkabir'in nerede olduğunu bilmeyen modern görünümlü -muhtemelen öğrenci- bir genç tarafından indirilerek karşı tarafa giden metroya bindirildik. "Yanlış bindiniz galiba" deyince araç kalkmadan atladık dışarı:) Ve bu sefer gerçekten yanlış bindik:) 1-2 durak gittikten sonra, konuşmalarımızı duyan kadın postacı uyardı bizi, geldiğimiz yolu geri döndük. En sonunda bir postacıya denk gelerek doğru yolu bulduk yani:)
Sadece Anıtkabir değil, Atatürk Orman Çiftliği'ni bilene de rastlamadık. Otel çalışanları bile bilmiyorlardı nasıl gidileceğini. Polatlı'ya nasıl gidileceğini de zor bela öğrendik. Devlet Mezarlığı'nı saymıyorum bile. Devlet Mezarlığı mı? O ne? Üzgünüm ama Ankara'da yaşayanların Ankara'dan haberleri yok. "İnternete baksaydınız" diyebilirsiniz tabii bu aşamada. Teknolojik açıdan biraz eksiktik:) Yanımızda laptop, I-Pad vs. olmadığı gibi, havalı telefonlara da sahip değiliz. İnternet kafeye girmek istemedik. Müzeler de 17.00'de kapandığı için olabildiğince çok yer gezmek amacıyla bir an önce sokaklara attık kendimizi.
Ama 2.gün çözdük işi. Otobüs duraklarına ve gelip geçen otobüslere bakıp anlamaya başladık nereye nasıl ulaşabileceğimizi. Arada sırada yine vatandaşa soruyorduk tabii, onlar da anlatabildikleri kadar anlatıp "bir de karşıya geçince" sorun diye sağlama alıyorlardı:) Ve genelde arkasından şunu ekliyorlardı: "Ama herkese sormayın. Resmi kıyafetlilere sorsanız daha iyi olur" :) Bu durumla da o kadar çok karşılaştık ki... İki bayan oraya gitmeyin, iki bayan şuraya gitmeyin... Özellikle Atatürk Orman Çiftliği ve Ankara Kalesi konusunda uyarıldık devamlı. Bir de Ulus... Haydaaa! Bütün müzeler de Ulus'ta. Söylenen yerler hep tarihi ve turistik yerler. Rahat rahat gezemeyecek miyiz yani? Özellikle ben biraz korkarım, çekinirim. İyice moralim bozuldu. Biri bana söyleyebilir mi? Ankara bu kadar tekinsiz bir yer mi? Bu kadar uyarıya dayanarak başımıza bir şey gelip gelmediğini merak edebilirsiniz. Ufak tefek laf atmalar dışında rahatsız olacağımız bir olay olmadı. Zaten vakit yetmediği için Atatürk Orman Çiftliği'ne gidemedik. Kale'ye de söylenenlerden etkilenip ucundan kıyısından bakabildik.
Ulus, Atatürk Orman Çiftliği, Ankara Kalesi'ni tavsiye etmeyen Ankaralılar, bize AVM'leri tavsiye ettiler sağ olsunlar. Gerçi bu sadece Ankara'ya özgü bir şey değil. Yurt içi ya da yurt dışı fark etmez. Alış veriş merkezlerini görmeni tavsiye eden çok olur. Nefret ederim!!! Sinirlerim tepeme zıplar anında. İşte Ankara'da da otelde resepsiyon görevlisi arkadaş tarafından ilk olarak yeni yapılan Kızılay Alışveriş Merkezi'ni görmemiz tavsiye edildi. Bir de "Polatlı'ya nasıl gideriz?" diye sorunca "Gordion Alışveriş Merkezi'ne mi gideceksiniz?" diye sormayan olmadı desem?:) Oysa ki biz saf saf Yassı Höyük Gordion Müzesi'ne ve Sakarya Şehitleri Anıtı'na gitmeyi planlıyorduk ve onun için soruyorduk Polatlı'ya nasıl gidileceğini:))) Hey Allahım! Güler misin? Ağlar mısın?
2.gün ulaşım işini çözdüğümüzü söylemiştim. Ankara'da ulaşım aslında çok çok kolaymış. İlk kez gideceklere duyurulur. Biz Kızılay'da kaldığımız için çok rahat ettik. Kızılay'dan her yöne otobüs, minibüs, dolmuş ve metro ulaşımı var. Seçenek çok. Biz ilk gün 10 kullanımlık Ego Kart aldık. 10 kullanımlık Ego Kart 17.5 lira. Bunu otobüste de, metroda da, Ankaray'da da kullandık. Evet bir de Ankaray var:) Metro ile aynı yerden biniliyor. Bazı bölgelere Ankaray'la gidiliyor, bazılarına da metroyla. İkisi de aynı yerde olduğu için ilk başta biraz kafa karışıklığı yaşanıyor ama öğreniliyor zamanla:) Belediye otobüsü de çok Ankara'da. Trafik rahat. En azından İstanbul'dan daha rahat. Akşamüstü saatlerinde de, hafta sonu da gayet rahattı trafik. Belki de bizim orada olduğumuz günlerde rahattı. Ankaralı arkadaşların tepkilerini almayayım şimdi:) Bir de trafik konusunda şunu muhakkak söylemem lazım. Caddelerde karşıdan karşıya geçerken yayalara kırmızı, arabalara yeşil ışık yandığı zaman arabalar İstanbul'daki gibi cart! diye atlamıyorlar. Çok da kısa olmayan bir süre bekliyorlar. Kendilerine henüz sarı yandığında da duruyorlar. İstanbul'daki gibi kırmızının ilk saniyelerini yeşil gibi değerlendirme durumları yok yani. Yayalara öncelik veriliyor. Biz İstanbul'da öyle alışmamışız tabi... Arabalar bizi bekledi, biz arabaları bekledik:) Şaşırdık ama hoşumuza gitti.
Gezginlerin konaklaması için Kızılay iyi bir konumda. Kızılay'da rahat ettik. Öğrencilerin takıldığı söylenen; kafelerin, barların yer aldığı Sakarya Caddesi de orada. Geç saatlere kadar hareketli, buna karşın güvenli bir yer:) Üniversite öğrencilerinin takıldığı bir cadde sanıyorum. Biz oradayken Ankara bir de doktor kaynıyordu çünkü o hafta sonu TUS sınavı varmış. Otel müşterilerinin % 90'ı da Ankara'ya sınav için gelmiş doktorlardı.
Aklımızda olan her yere gitmeye çalıştık. Müzelerin saat 17.00'de kapanması hiç iyi olmuyor. Koştura koştura gezdik ve 17.00'den sonra ne yapacağımızı şaşırdık. Yerli ve yabancı pek çok turist geliyor Ankara'ya. Müzeler en azından 18.00'e kadar açık olmalı. Bu konuda en rahat yer Anıtkabir'di. Müze kısmı 16.30'a kadar açıktı ama bu saatten sonra kimseye "çıkın" denmedi. Dışarıdan ziyaretçi alınmıyor sadece. İçeridekilerin ziyaretini tamamlaması bekleniyor. 17.00'den sonra da bahçesinde 1-2 saat daha vakit geçirebiliyorsun.
Ankara, diğer şehirlerden gelenler için farklı bir yer tabii. Gezerken "Aaa!Çalışma Bakanlığı, Aaaa! Maliye Bakanlığı, Aaaa! bak Kara Kuvvetleri Komutanlığı" diye sağa sola bakıp, nedense sevindirik oluyor insan:)) İlginç geliyor. Tanıdığını görmüş gibi oluyorsun:)
Ankara'nın bir de heykelleri güzel. Estetik değerleri tartışılabilir belki bazılarının... Ya da Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılanlar Cumhuriyet ideolojisi barındırıyor diye batabilir bazılarına... Ne olursa olsun Ankara'nın heykellerini sevdim ben. (Ankara heykelleri hakkında buradan bilgi alınabilir)
Daha önceki yazıda da bahsettiğim gibi bol bol gezdik ama yetiştiremediğimiz yerler oldu. Aklımız Devlet Mezarlığı'nda, Ulucanlar Cezaevi Müzesi'nde ve Çankaya Köşkü Müzesi'nde kaldı. Bir de Atatürk Orman Çiftliği dondurması yiyemedik:) Aslında marketlerde vardı bu dondurmadan ama nedense almak aklımıza gelmedi. Çiftliğe gidemedik ya... İllaki orada yiyeceğiz:) Ama tesadüfe bakın ki, Ankara'dan geldiğimizin ertesi günü eşimle Anadolu Kavağı'na giderken Beylerbeyi'nde bir dükkan gördüm. Camında "Atatürk Orman Çiftliği Dondurması yalnızca burada satılır" yazıyordu:) Sadece o dondurmayı satan bir dükkan. Peki aldım mı? Almadım:) Arabayla geçerken gördüm ve o trafikte durmak işimize gelmedi. Bir başka sefere inşallah!:)
Dönüşte Kızılay'dan Esenboğa Havalimanı'na gitmek için bu sefer belediye otobüsüne bindik:) Rahat rahat tek seferde ulaştık Kızılay'dan Esenboğa'ya. İstanbul'daki belediye otobüsleri canlanmasın gözünüzde. Ayakta kimse yoktu:)
Uzun sözün kısası... Her ne kadar ufak tefek serzenişlerde de bulunsam... Biz Ankara'yı sevdik. Yine olsa yine gideriz:)