31 Mayıs 2012 Perşembe

ANKARA NOTLARI

    15 gün kadar önce başkente yani Ankara'ya yaptığım gezinin fotoğraflarını ve gezip gördüğüm yerler hakkındaki bilgileri paylaşmıştım. ( Bol Fotoğraflı Ankara ) Bu sefer Ankara hakkındaki izlenimlerimi yazmak istiyorum. Bazen gezip gördüğüm yerler hakkında yazmayı ihmal ediyorum. Fakat yazmak ve paylaşmak lazım çünkü insan yurt içinde veya yurt dışında herhangi bir yere gideceği zaman internette araştırma yapıyor ve her zaman yeterli bilgiye ulaşamıyor. O yüzden ben de bir parça olsun yardımcı olabilmek adına gezi yazılarını ihmal etmemeyi düşünüyorum bundan sonra.
    Ankara'ya daha önce de gitmiştim ama o zaman araba ile gezmiştik ve 1 gece kalmıştık. Bu sefer toplu taşıma araçlarını kullandığımız ve tam turist modunda gezdiğimiz için daha iyi tanıyabildik Ankara'yı.
    Şimdi efendim, daha önce de bahsettiğim gibi biz bu geziyi 2 arkadaş gerçekleştirdik. 2 gece, 3 gün Regency Hotel'de konakladık. Kalacağımız oteli 2 ay kadar önce şu indirim sitelerinin birinden ayarlamıştık. % 50 indirimli olarak... 1 kişi, 2 gece, OK 120 lira... Oteli ayarladığımız gün "aman! indirim gece yarısı bitiyormuş, çabuk olalım!" telaşımız boşunaymış yalnız. Çünkü arkadaşımın kardeşi aynı tarihlerde konaklamak için, aynı otelde, aynı fiyata rezervasyon yaptırdı bizden bir kaç hafta sonra. Bu durum hiç hoşuma gitmedi. Ama üzerine de düşmedik açıkçası. Ne orada söyledik otel yetkililerinden birine, ne de internet sitesine haber verdik. Aslında ben böyle şeyleri atlamazdım ama basiretim bağlandı herhalde. Ya da kazık yemeye, kandırılmaya iyice alıştık artık.
    Otelimiz Kızılay'daydı. Gayet merkezi bir konumda. Metroya yakındı. Geliş gidiş kolay oldu yani. Onun dışında orta karar bir otel. Tavsiye edilebilir.
    Ankara'ya uçakla gittik. Uçuş 45-50 dk. sürüyor. Uçaktan indik, Kızılay'a gitmek için dışarıya yöneldik. Ve Havataş'a (eskiden Havaş'tı) yakalandık. Kapının dibinde duruyordu otobüs. Önünde de birkaç adam... Şoför nereye gideceğimizi sordu. "Kızılay" dedik. "Buna binebilirsiniz" dedi. "Belediye otobüsü yok mu? Olması lazım" dedik. Mırın-kırın etti. "Var ama size uymaz" falan diye geveledi:) Niye bize uymayacağını tam olarak anlamlandıramadık ama ilk kez farklı bir şehre gelmenin aptallığı ile ve temiz yüzlü, badem bıyıklı arkadaşın doğru söyleyeceğine inanarak bindik Havataş otobüsüne. Hem de direkt Kızılay'a gitmemecesine:) Ulus'a kadar gidiyormuş. Oradan taksiye binermişiz. "Kızılay'a giden otobüs yok mu?" dedik. "Yok" dedi. Adamın bizi belediye otobüsüne bindirmeme azmine hayran kalmamak elde değildi. Biz de uyduk açıkçası:) Böylece bir güzel kazık yedik. Havataş'a 10'ar lira verdik. Yaklaşık 40-45 dakikalık bir yolculuktan sonra Ulus'a geldik. Ulus'tan taksiye bindik ve Kızılay'daki otelimizin adını söyledik. Taksi şoförü bizi bir güzel dolaştırdı. Normalde 6-7 lira tutacak mesafeye 18 lira verdiğimiz gibi otelin önünde de inemedik. Çünkü bulamadı. "Buralardadır" dedi ve indirdi bizi. Oteli nasıl bulduğumuza gelmeden önce şunu söylemek istiyorum ki... Esenboğa Havalimanı'ndan Kızılay'a direkt belediye otobüsü var arkadaşlar. Üstelik her 20 dakikada bir. Ve üstelik 5.25 lira. Kişi başı 5.25 lira ödeyip tek vasıtayla gideceğimiz mesafeye yine kişi başı 19 lira ödedik ve üstelik aktarmalı olarak ulaştık. Önceden iyice soruşturmadan yollara çıkmanın sonucudur bu.
    Neyse... Bir şekilde Kızılay'a vardık. Elimizde küçük de olsa valizlerimizle başladık oteli aramaya. Biliyoruz çok yakında ama ulaşamıyoruz:) Dükkanlara soruyoruz, yayalara soruyoruz, taksicilere soruyoruz ama yok... Bilmiyorlar... Sevgili Ankaralıların bu bilememe hali bizim tüm gezimiz boyunca sürdü ne yazık ki:) Anlatacağım onu sonra. Önce bir otele varalım. Araştıra soruştura gidiyoruz. Müzik aletleri satan bir dükkanın kapısında sohbet eden 2 genç arkadaş gördük. Onlara da  sorduk. Tabii ki bilemediler. "İnternet açık, bakalım hemen" dediler. İnternete baktılar ve otelin hemen arka sokaklarında olduğunu şaşkınlıkla fark ettiler:) Sokak deyince de öyle kocaman bir sokak gelmesin aklınıza. Otel, bu dükkanın en fazla 100 m. arkasındaydı. Anlamadık gitti. Öyle küçük, kötü, bilinmeyecek, tercih edilmeyecek bir otel de değil üstelik.
    Dediğim gibi... Ankaralı arkadaşların bu bilememe hali gezimiz boyunca bizi illet etti. Şöyle söyleyeyim. Ankara'da Anıtkabir'in nerede olduğunu, nasıl gidileceğini bilen insan az. Ya da hadi iyimser bir ihtimallle "bize bilmeyenler denk geldi herhalde" diyeyim... Ama... Bu kadar da denk gelmez ki birader! Bazıları için Anıtkabir'in önemli ve değerli olmadığını -anlamam ama- tahmin edebilirim. Olabiliyor maalesef. Ama hiç olmazsa Anıtkabir Ankara'nın simge yapılarından biridir. Ankara'da yaşıyorsan bilirsin diye düşünüyorum normal şartlarda. Kızılay öğrenci semti anladığım kadarıyla. Biz çoğunlukla öğrencilere sorduk Anıtkabir'i. Bilmiyorlar... Bilmiyorlar... Bilmiyorlar... 4 yıl okumaya gelmişsin o şehre. Anıtkabir'i merak etmemişsin. Benim bunu anlamam mümkün değil. Anıtkabir'i sorarak bir yere varamayınca, Tandoğan'ı sormaya başladık. Onun cevabını da doğru düzgün alamadık. Bu kadar iddialı konuşuyorum çünkü bunu çok güzel deneyimledik. Öyle ki doğru yönde bindiğimiz metrodan, yine Anıtkabir'in nerede olduğunu bilmeyen modern görünümlü -muhtemelen öğrenci- bir genç tarafından indirilerek karşı tarafa giden metroya bindirildik. "Yanlış bindiniz galiba" deyince araç kalkmadan atladık dışarı:) Ve bu sefer gerçekten yanlış bindik:) 1-2 durak gittikten sonra, konuşmalarımızı duyan kadın postacı uyardı bizi, geldiğimiz yolu geri döndük. En sonunda bir postacıya denk gelerek doğru yolu bulduk yani:)
    Sadece Anıtkabir değil, Atatürk Orman Çiftliği'ni bilene de rastlamadık. Otel çalışanları bile bilmiyorlardı nasıl gidileceğini. Polatlı'ya nasıl gidileceğini de zor bela öğrendik. Devlet Mezarlığı'nı saymıyorum bile. Devlet Mezarlığı mı? O ne? Üzgünüm ama Ankara'da yaşayanların Ankara'dan haberleri yok. "İnternete baksaydınız" diyebilirsiniz tabii bu aşamada. Teknolojik açıdan biraz eksiktik:) Yanımızda laptop,                      I-Pad vs. olmadığı gibi, havalı telefonlara da sahip değiliz.  İnternet kafeye girmek istemedik. Müzeler de 17.00'de kapandığı için olabildiğince çok yer gezmek amacıyla bir an önce sokaklara attık kendimizi.
    Ama 2.gün çözdük işi. Otobüs duraklarına ve gelip geçen otobüslere bakıp anlamaya başladık nereye nasıl ulaşabileceğimizi. Arada sırada yine vatandaşa soruyorduk tabii, onlar da anlatabildikleri kadar anlatıp "bir de karşıya geçince" sorun diye sağlama alıyorlardı:) Ve genelde arkasından şunu ekliyorlardı: "Ama herkese sormayın. Resmi kıyafetlilere sorsanız daha iyi olur" :) Bu durumla da o kadar çok karşılaştık ki... İki bayan oraya gitmeyin, iki bayan şuraya gitmeyin... Özellikle Atatürk Orman Çiftliği ve Ankara Kalesi konusunda uyarıldık devamlı. Bir de Ulus... Haydaaa! Bütün müzeler de Ulus'ta. Söylenen yerler hep tarihi  ve turistik yerler. Rahat rahat gezemeyecek miyiz yani? Özellikle ben biraz korkarım, çekinirim. İyice moralim bozuldu. Biri bana söyleyebilir mi? Ankara bu kadar tekinsiz bir yer mi? Bu kadar uyarıya dayanarak başımıza bir şey gelip gelmediğini merak edebilirsiniz. Ufak tefek laf atmalar dışında rahatsız olacağımız bir olay olmadı. Zaten vakit yetmediği için Atatürk Orman Çiftliği'ne gidemedik. Kale'ye de söylenenlerden etkilenip ucundan kıyısından bakabildik.
    Ulus, Atatürk Orman Çiftliği, Ankara Kalesi'ni tavsiye etmeyen Ankaralılar, bize AVM'leri tavsiye ettiler sağ olsunlar. Gerçi bu sadece Ankara'ya özgü bir şey değil. Yurt içi ya da yurt dışı fark etmez. Alış veriş merkezlerini görmeni tavsiye eden çok olur. Nefret ederim!!! Sinirlerim tepeme zıplar anında. İşte Ankara'da da otelde resepsiyon görevlisi arkadaş tarafından ilk olarak yeni yapılan Kızılay Alışveriş Merkezi'ni görmemiz tavsiye edildi. Bir de "Polatlı'ya nasıl gideriz?" diye sorunca "Gordion Alışveriş Merkezi'ne mi gideceksiniz?" diye sormayan olmadı desem?:) Oysa ki biz saf saf Yassı Höyük Gordion Müzesi'ne ve Sakarya Şehitleri Anıtı'na gitmeyi planlıyorduk ve onun için soruyorduk Polatlı'ya nasıl gidileceğini:))) Hey Allahım! Güler misin? Ağlar mısın?
    2.gün ulaşım işini çözdüğümüzü söylemiştim. Ankara'da ulaşım aslında çok çok kolaymış. İlk kez gideceklere duyurulur. Biz Kızılay'da kaldığımız için çok rahat ettik. Kızılay'dan her yöne otobüs, minibüs, dolmuş ve metro ulaşımı var. Seçenek çok. Biz ilk gün 10 kullanımlık Ego Kart aldık. 10 kullanımlık Ego Kart 17.5 lira. Bunu otobüste de, metroda da, Ankaray'da da kullandık. Evet bir de Ankaray var:) Metro ile aynı yerden biniliyor. Bazı bölgelere Ankaray'la gidiliyor, bazılarına da metroyla. İkisi de aynı yerde olduğu için ilk başta biraz kafa karışıklığı yaşanıyor ama öğreniliyor zamanla:) Belediye otobüsü de çok Ankara'da. Trafik rahat. En azından İstanbul'dan daha rahat. Akşamüstü saatlerinde de, hafta sonu da gayet rahattı trafik. Belki de bizim orada olduğumuz günlerde rahattı. Ankaralı arkadaşların tepkilerini almayayım şimdi:) Bir de trafik konusunda şunu muhakkak söylemem lazım. Caddelerde karşıdan karşıya geçerken yayalara kırmızı, arabalara yeşil ışık yandığı zaman arabalar İstanbul'daki gibi cart! diye atlamıyorlar. Çok da kısa olmayan bir süre bekliyorlar. Kendilerine henüz sarı yandığında da duruyorlar. İstanbul'daki gibi kırmızının ilk saniyelerini yeşil gibi değerlendirme durumları yok yani. Yayalara öncelik veriliyor. Biz İstanbul'da öyle alışmamışız tabi... Arabalar bizi bekledi, biz arabaları bekledik:) Şaşırdık ama hoşumuza gitti. 
    Gezginlerin konaklaması için Kızılay iyi bir konumda. Kızılay'da rahat ettik. Öğrencilerin takıldığı söylenen; kafelerin, barların yer aldığı Sakarya Caddesi de orada. Geç saatlere kadar hareketli, buna karşın güvenli bir yer:) Üniversite öğrencilerinin takıldığı bir cadde sanıyorum. Biz oradayken Ankara bir de doktor kaynıyordu çünkü o hafta sonu TUS sınavı varmış. Otel müşterilerinin % 90'ı da Ankara'ya sınav için gelmiş doktorlardı.
    Aklımızda olan her yere gitmeye çalıştık. Müzelerin saat 17.00'de kapanması hiç iyi olmuyor. Koştura koştura gezdik ve 17.00'den sonra ne yapacağımızı şaşırdık. Yerli ve yabancı pek çok turist geliyor Ankara'ya. Müzeler en azından 18.00'e kadar açık olmalı. Bu konuda en rahat yer Anıtkabir'di. Müze kısmı 16.30'a kadar açıktı ama bu saatten sonra kimseye "çıkın" denmedi. Dışarıdan ziyaretçi alınmıyor sadece. İçeridekilerin ziyaretini tamamlaması bekleniyor. 17.00'den sonra da bahçesinde 1-2 saat daha vakit geçirebiliyorsun.
    Ankara, diğer şehirlerden gelenler için farklı bir yer tabii. Gezerken "Aaa!Çalışma Bakanlığı, Aaaa! Maliye Bakanlığı, Aaaa! bak Kara Kuvvetleri Komutanlığı" diye sağa sola bakıp, nedense sevindirik oluyor insan:)) İlginç geliyor. Tanıdığını görmüş gibi oluyorsun:) 
    Ankara'nın bir de heykelleri güzel. Estetik değerleri tartışılabilir belki bazılarının... Ya da Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılanlar Cumhuriyet ideolojisi barındırıyor diye batabilir bazılarına... Ne olursa olsun Ankara'nın heykellerini sevdim ben. (Ankara heykelleri hakkında buradan bilgi alınabilir)
   Daha önceki yazıda da bahsettiğim gibi bol bol gezdik ama yetiştiremediğimiz yerler oldu. Aklımız Devlet Mezarlığı'nda, Ulucanlar Cezaevi Müzesi'nde ve Çankaya Köşkü Müzesi'nde kaldı. Bir de Atatürk Orman Çiftliği dondurması yiyemedik:) Aslında marketlerde vardı bu dondurmadan ama nedense almak aklımıza gelmedi. Çiftliğe gidemedik ya... İllaki orada yiyeceğiz:) Ama tesadüfe bakın ki, Ankara'dan geldiğimizin ertesi günü eşimle Anadolu Kavağı'na giderken Beylerbeyi'nde bir dükkan gördüm. Camında "Atatürk Orman Çiftliği Dondurması yalnızca burada satılır" yazıyordu:) Sadece o dondurmayı satan bir dükkan. Peki aldım mı? Almadım:) Arabayla geçerken gördüm ve o trafikte durmak işimize gelmedi. Bir başka sefere inşallah!:)
    Dönüşte Kızılay'dan Esenboğa Havalimanı'na gitmek için bu sefer belediye otobüsüne bindik:) Rahat rahat tek seferde ulaştık Kızılay'dan Esenboğa'ya. İstanbul'daki belediye otobüsleri canlanmasın gözünüzde. Ayakta kimse yoktu:)
  Uzun sözün kısası... Her ne kadar ufak tefek serzenişlerde de bulunsam... Biz Ankara'yı sevdik. Yine olsa yine gideriz:)
    



    

23 Mayıs 2012 Çarşamba

BUGÜNLERDE...

   Düşündüm de... Nisan-Mayıs dönemi epeyi hareketli geçmiş. Bu aylarda bizde doğum günü çoktur. 16 Nisan-24 Mayıs arası  6 tane doğum günü kutlarız. Kardeşimin, kardeşimin eşinin, eşimin kardeşinin, yeğenimin, 2 kuzenimin...:)) Hangi birini ayıracaksın? Hepsi can ciğer... Aynı durumu bir de Kasım-Aralık döneminde yaşarız:) Bu aylar bizim ekonomik olarak sarsıntı yaşadığımız aylar olur haliyle:) Buna bir de Mayıs'ın 2. pazar günü kutlanan Anneler Günü'nü ve 15 Nisan'daki evlilik yıldönümümüzü ekleyin. Ne demek istediğimi anlarsınız:) 
    
Bu aralar yaşadığımız kutlama çılgınlığının içerisinde bir adet Okuma Bayramımız da vardı. Canımın içi yeğenimin, Nisanım'ın okuma bayramı... 19 Mayıs'ta yapıldı. (O gün aynı zamanda annesinin, yani benim kardeşimin doğum günüydü:)) Güzel geçti. Mini mini birleri sahnede izlemek çok keyifli. Okuma bayramı nedeniyle 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nı mesela Şişli'de kutlayamadık belki o gün ama bizim okulumuz bugünü unutmamıştı ve küçük bir tören düzenlenmişti. Hoşuma gitti. 
    
Ve kutlama çılgınlığımızın içerisinde yer alan bir gün olarak, yine oğlumla yeğenimin okulunda düzenlenen Veli Sanat Günü'nü atlamamam lazım. Bu bizim okulumuza özel bir gün. Her sene düzenlenen bir etkinlik. Bir veli TSM koromuz ve veli folklor grubumuz var. Bütün yıl çalışırlar ve sene sonunda gösteri sunarlar. Bu yıl annem de korodaydı. Hatta bir de solosu vardı. O gün de maaile onu izlemeye gittik. Annemde bir heyecan bir heyecan. Ama neyse ki layığıyla atlattı. Fotoğrafta kendinden geçmiş "Ayrılmalıyız artık/ Gitmeliyim bu yerden/ Saadet diliyorum/ Sana beyaz güllerden" isimli eseri icra eden solist annem oluyor:)


Bu koro ilk kurulduğunda ben de aralarındaydım ve ben de solo şarkılar icra etmiştim:) Sonra sıkıldım, araya başka uğraşlar girdi ve artık sahneleri gençlere bıraktım:)) Hala veliler ve öğretmenler arasında efsaneyimdir ama belirteyim:) (Böyle de mütevazı bir yanım vardır)
    
Malum bir öğretim yılı daha bitiyor. Bütün okullarda etkinlikler Mayıs ayında olur genelde. Hafta içleri de o etkinliklere katılıyoruz. Proje festivali, Müzik Yarışması, Münazara, Fun Day, Dans Günü vs.vs.vs. Bir de bizim ilkokul bu yıl biteceği için fotoğraf çekimi, kep töreni provası gibi işlerimiz var. Hala çocuğa mezuniyet yemeği için kıyafet bakamadık bu arada. Onu da halletmemiz lazım. Şimdi koşturmaktan anlamıyoruz ama galiba okulun son günü ben çok ağlayacağım:(
    
İşte günler böyle böyle geçerken şahsım adına çok önemli bir şey yaşadım. Ben "enginar dolması" yaptım:))) Ne alakası var? demeyin lütfen. İnsanlık için küçük, benim için büyük bir adım bu:) O kadar kolay iş değil o iş:) Zaman zaman telefonla Gemlik'teki halama bağlanarak becerdim bu işi. Sonuç mükemmel oldu. Yapınca yapıyorum ben ya! Hani derler ya "yetenekli ama çalışmıyor!" O benim işte:) Fotoğraf pek iyi değil ama işte dolmam:) Yaparım ben artık bunu:)

   

Bloggerlığın şanındandır... Bir de en son okuduğum ve şu an okumakta olduğum kitapları paylaşayım:) En son bunu okudum. Bir Cinayetin Psikanalizi - Jed Rubenfeld. 


Çok beğendim. Kurgu bir cinayet romanı ama içerisinde 1900'lerin başındaki Amerikan mimarisine, Amerikan sosyetesine, Freud'a, Jung'a ait bilgiler gerçek. Tavsiye ederim.
    
Şu anda da bunu okuyorum. Ernesto Che Guevara - Motosiklet Günlükleri.   


Kitap, Che'nin gençliğinde bir arkadaşıyla birlikte Güney Amerika'ya yaptığı yolculuk sırasında tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Oğlumla beraber okuyoruz. Bu kitabı ona aldım aslında. Görünce çocuğun gözleri parladı. Adam Che ve Fidel Castro hayranı. Ne bulursa okuyor onlarla ilgili. En büyük hayallerinden biri Castro'yla tanışmak:)  Hep oğlumu övüyor görünüyorum ama ne yapayım değişik bir çocuk. Gururlanıyorum ister istemez. Tarihe ve politikaya meraklı. Bir gün başbakan olmanın hayalini kuruyor anaokulundan beri:) Önce yönetmen olup hayatını kazanacak, sonra parti kurup başbakan olacakmış. Zamanı gelince desteklerinizi bekliyoruz artık:)
    
Kitaplarımı paylaştım. Yine bloggerlığın olmazsa olmazı hareketlerden biri olarak kedi fotoğrafı paylaşmak isterdim ama kedim yok:)
Neyse... Ben çok konuştum. En iyisi bu yazı burada bitsin... 

17 Mayıs 2012 Perşembe

MÜZELER HAFTASI

   18-24 Mayıs haftası tüm dünyada Müzeler Haftası olarak kutlanıyor. Yani 1 gün kaldı :) Hatırlatayım dedim. Bu hafta boyunca tüm müzeler çeşitli etkinlikler düzenleyecekler. Bazı günlerde müzeler ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek. Özel müzeler devlet müzelerine göre daha pahalı malum. "Fırsat bu fırsat" diyerek özel müzeler ücretsiz olarak gezilebilir bu hafta. 

Fotoğraf: Emel Demircioğlu

Mesela Sakıp Sabancı Müzesi... 18 Mayıs Cuma günü ücretsiz. "Rembrandt ve Çağdaşları" sergisi ücretsiz olarak gezilebilir yani. 19 Mayıs Cumartesi günü ise gece saat 22.00'ye kadar açık. Ayrıca 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla öğrencilere ücretsiz. Üstelik o gün Sabancı Üniversitesi müzik gruplarının konserleri de olacak. 


Pera Müzesi de gençleri unutmamış. 19 Mayıs günü öğrenciler müzeyi ücretsiz olarak gezebilecekler. Ve çok hoş bir jest olarak müzeye gelen ilk 200  öğrenciye Genç Katalog serisinden hediyeler verilecek. Yine 19 Mayıs gecesi "Uzun Bir Gece: Müzeler Gecesi" adı altında bir etkinlik var. Bu etkinlik de ücretsiz. 17.00-24.00 arası DJ'ler eşliğinde çeşitli grupların konserleri olacak. Pera Müzesi'nde bugünlerde "Goya: Zamanın Tanığı, Gravürler ve Resimler" sergisi var. Onu da hatırlatmış olayım.


Yine İstanbul Modern de 19 Mayıs Cumartesi günü saat 22.00'ye kadar açık olacak ve ücretsiz olarak gezilebilecek.
Cumartesi günü gece yarısına kadar müze müze gezmek hoş olabilir:)
Devlet müzeleri de ücretsiz tabii ve çeşitli konserler, semineler olacak. Fakat bunları daha önceki yıllardan bildiğim için söylüyorum çünkü internette henüz devlet müzelerindeki etkinlikler hakkında fazla bilgi yok ya da var ama hangi başlıklar altında saklanıyorlarsa bulamadım. Cuma gününden itibaren bakmak lazım.
Gezmek lazım. Görmek lazım.
Bu güzel haftayı kutlayacak olan herkese şimdiden iyi seyirler, iyi eğlenceler diliyorum...


15 Mayıs 2012 Salı

BOL FOTOĞRAFLI ANKARA...

    Havalar düzeldi, bahar geldi ya hani... Gezi sezonu açıldı. 2 hafta kadar önce en birinci seyahat arkadaşım Aslı'yla birlikte ufak bir Ankara turu gerçekleştirdik:) Biz beraber müthiş gezeriz. Kafalarımız uyar. İlgi alanlarımız aynıdır. Yanımıza mızmızlanacak kimseleri almak istemeyiz:) Çünkü o ören yeri senin, bu müze benim; o kilise senin, bu cami benim ayırt etmeden ziyaret ederiz. Herkes bize uyamaz, bu tip bir gezi herkesin hoşuna gitmez. Mesela ben aslında geçtiğimiz Ekim ayında Ankara'ya gitmiştim ama çoluk çocuk 3 aile olduğumuz için kafamdaki yerleri gezemeden dönmüştüm. Çoğunluğa uymuştum haliyle. Eşime "ben buraya bir de Aslı'yla geleceğim tamam mı?" dedim. "Tamam" dedi:) Bazen beni bu konuda serbest bırakıyor sağolsun çünkü kendileri ailecek tatile gideceğimiz zaman beni önceden uyaran ve "lütfen her müzeye girmeyeceğine söz ver" diyen bir kimse:) Ben de böyle durumlarda plan yapıyorum. Bazı müze ve ören yerlerini ya da sergileri ailecek ziyaret ediyoruz, çoğunu oğlumla ziyaret ediyoruz, bazılarını da sadece ben ziyaret ediyorum. Ne yapalım? Herkesin ilgi alanları aynı olamaz. Önemli olan orta yolu bulmak ve kimseyi sıkmamak, zorlamamak. Fakat oğlum bir istisna:) Henüz yetişmekte olan bir delikanlı olduğu için onu genelde zorunlu tutuyorum. Ne görse, ne öğrense kar. Allah'tan o pek şikayet etmiyor. Gerçekten:)
    Kısacası Aslı arkadaşımla bu anlamda kafalarımız müthiş uyar. Geçen sene de güzel bir Mudanya-Trilye-İznik-Cumalıkızık gezisi yapmıştık.Önce gideceğimiz yerle ilgili araştırma yaparız. Plan yaparız. Vaktimiz yettiğince planı gerçekleştirmeye çalışırız ama rastgele gördüğümüz yerleri de atlamayız. İşte Ankara'yı da aynı şekilde gezdik. Başkentle ilgili izlenimler bir sonraki yazıya kalsın. Ben şimdi Ankara'ya ziyaret gerçekleştirmek isteyenlere ipucu olsun diye bol resimli bir paylaşım gerçekleştireyim.

    İlk durak tabii ki Anıtkabir. Hava mis... Anıtkabir her zaman ki gibi sakin ve haşmetli... Etkileyici... Yerli yabancı turist kaynıyor ortalık. Bir de çocuklar... Çünkü 23 Nisan yaklaşmış. Türkiye'nin her yerinden gelen okullar var. Bir eşi daha yeryüzüne bir daha gelmeyecek güzel insan... Rahat uyu... Allah senden razı olsun...

Kabartmalar: İlhan Koman - Sakarya Meydan Savaşı


    Aslanlı Yol. Yolun iki tarafında 24 Oğuz Boyunu temsil eden 24 aslan heykeli.                                 Hitit üslubunda yapılmışlar.



Aslanlı Yol'un başında sol tarafta yer alan Erkek Heykel Grubu. Biri Türk askerini temsil ediyor. Biri Türk gencini ve aydınını... Bir diğeri ise Türk köylüsünü... Heykeltraş Hüseyin Anka Özkan.



    Sağ taraftaki Kadın Heykel Grubu. Bereketi simgeleyen başak demetleri... Elinde tuttuğu kapla Atatürk'e Tanrı'dan rahmet dileyen Türk kadını... Ve ortada Atatürk'ün ölümüne ağlayan kadın... Heykeltraş yine Hüseyin Anka Özkan. Anıtkabir'de ayrıca İlhan Koman, Zühtü Müridoğlu, Hakkı Atamulu ve Nusret Suman'ın eseleri de var.




    Bir başka açıdan Anıtkabir...



   Anıtkabir'in her bir kulesi rölyeflerle, belgelerle, aşağıdaki gibi Atatürk'ün kullandığı eşyalarla dolu...




 
    Nöbet bekleyen Türk Askeri...





    Anıtkabir'in güzelim bahçesi. Oturduk dinlendik. Huzurlu... Tertemiz ve düzenli... Yemyeşil... Bahçedeki ağaçlar hakkında bilgiler yazılı bir tabelada. Ben Ankara'da yaşıyor olsam arada bir gider bu bahçede vakit geçirirdim.




    Polatlı Gordion Müzesi. Frigya Krallığı'nın başkenti Gordion'dan, Yassıhöyük'ten çıkan buluntular sergileniyor. Ayrıca Kral Midas'a ait olduğu düşünülen mezar odası da var. Hani var ya Eşek Kulaklı Midas:) O işte. İlginç bir müze. Ankara'nın 1 saat dışında ama bir çok turistin uğrak yeri. Bu müzeyi ve Polatlı gezisini daha sonra anlatacağım.








İşte Midas Tümülüsü. İçinde Midas'ın mezarı var. Çok güzel düzenlemişler. Uzun bir koridordan ulaşıyorsun mezara. Etkileyici...





İşte tünelin başı:)




İçeride ahşap bir mezar odası var ama alan dar olduğu için fotoğraf çekmek çok zor.              Bu ağaçlar yaklaşık 2700 yıllık.



Zamanındaki görünümü böyleymiş.
Kral Midas'ın kulakları gerçekten de bir hastalıktan dolayı asimetrikmiş ve bu yüzden her zaman kulaklarını kapatan bir başlıkla gezermiş.






Çok şey borçlu olduğumuz insanların ebedi istirahatgahları: Sakarya Şehitleri Mezarlığı - Polatlı








Sakarya Şehitleri Anıtı ve Müzesi










Sakarya Şehitleri Müzesi içi




Ulus'ta Roma Dönemi'nden kalma Augustus Tapınağı. (M.Ö 25)




Caracalla'nın emriyle yapılan Roma Hamamı'nın havuz kısmı. (M.Ö 25) Ulus semtinde.




Soyunma odaları




Bir zamanlar hamam.



23.Nisan.1920'de açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası. Yapımında Ankara taşı kullanılmış. Açıldıktan sonra tamamlanmış.




23 Nisan'a hazırlanan 1.TBMM binası. İçeride fotoğraf çekmek ziiiinhar yasak:)



2.TBMM binası. 1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası toplantı yeri olarak inşa edilmiş.  Daha sonra 1924-1960 yılları arasında meclis binası olarak kullanılmış.







2.TBMM aynı zamanda müze tabii. Atamızın fotoğraflarından çok iyi tanıdığımız yeleği.



Fotoğraf çekme gayretleri:) Mikrofon tanıdık geldi mi? Atatürk'ün 10.Yıl Nutku'nu okuduğu mikrofon.




Ankara Kalesi. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor ancak M.Ö 2.yy başlarında Galatlar'ın Ankara'ya yerleşmeleri sırasında var olduğu biliniyor.


Anadolu Medeniyetleri Müzesi. Ben bu müzeyi çok sevdim. Geçen sonbaharda da ziyaret etmiştim. Sabah beni bırakın akşam alın:) O derece. Paleolitik Çağ'dan başlayıp Asur, Hitit, Frig, Urartu, Lidya uygarlıklarının buluntuları sergileniyor. O devasa taş kabartmalar var ya... Bayılıyorum. Müze 15.yy'a ait Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han restore edilerek oluşturulmuş.(1921) Maalesef şu anda üçte biri açık sadece:( Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi 1997 yılında Avrupa'da Yılın Müzesi seçilmiş.










Hitit yani Eti güneş kursu. Tanıdık geldi mi?:)




Ankara Resim Heykel Müzesi. Binasıyla, bünyesindeki eserlerle... Muh-te-şem! Bu arada bir dip not: İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne bağlıydı fakat iyi bakılmadığı gerekçesiyle elinden alındı.  Cılız tepki sesleri duyuldu medyada. Şu an durumu belirsiz. İstanbul'un ki kapalı yani:(



Ankara Resim Heykel Müzesi 1950 yılına kadar Halk Evi olarak kullanılmış. Geçenlerde Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonnası'nda rastladım. Raif Bey halk evine uğradığını söylüyordu. Tanıdığım birini görmüş gibi sevindim. "Müze bu, müze" diye sevindirik oldum kendi kendime:)



Neşet GÜNAL... Çok severim...







Müzenin bahçesi:) İbrahim Çallı ve biz:) O gün bize Aslı'nın kardeşi de katıldığı için beraber fotoğraf çektirebildik:)




    Etnografya Müzesi... ARHM ile yan yana. İkisi de Cumhuriyet dönemi mimarisine ait. Etnografya Müzesi, Cumhuriyetimizin ilk müzesi. 1953'e kadar Ata'nın naaşı buradaydı.

    Arkadaki gelin ve damada dikkat:) Demek ki Ankaralı genç çiftler fotoğraf çekimi için bu müzeyi tercih ediyorlar.








Bu müzede daha çok Selçuklular'dan günümüze Anadolu folklorunu yansıtan eserler sergilenmekte.




Kahve kültürümüzü anlatan düzenleme... Çok beğendim.




Rahmi Koç Müzesi. Ankara'nın ilk sanayi müzesi. Atpazarı'nda. Tarihi Çengelhan restore edilerek oluşturulmuş bu müze. Çengelhan'da Vehbi Koç'un ilk ticarete atıldığı dükkan da yer alıyormuş ki o da şu an müzenin avlusunda. Çengelhan'ın tarihine gelecek olursak... Hürrem'in kızı Mihrimah var ya:) İşte onun kocası Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış. 





İşte Vehbi Koç'un ilk dükkanı. Avluda. Bu avluda kafeterya var ve sağ alt köşede de görüldüğü gibi hafta sonu bu güzel mekanda hem kahvaltı yapıyorsunuz, hem de nefis klasik müzik 
parçaları dinliyorsunuz. 







Bayılıyorum ben bu Koç Ailesi'ne:) Özellikle Fenerbahçeli Ali Koç'a:)




Tıpkı İstanbul'daki gibi Ankara'daki Rahmi Koç Müzesi de çok güzel.




Kuğulu Park:) Ben bu parkı görmeyi çok istiyordum. Tabi daha önce görenlerden ya da Ankaralılar'dan beklenen tepki: "Bir şey yok orada!" Olsun! Ben görmek istiyorum. Neden? Çünkü çocukluğumdan beri romanlarda, anı kitaplarında okumuşum ve hep merak etmişim. Ankara'ya gidip görmemek olur mu? Ve bu zaman şartları içinde değerlendirilebilir mi? Evet şu an çok ufak, çok kalabalık. Ama Ankara'nın nüfusu daha azken ve çevresinde koca koca binalar yükselmemişken böyle değildi kuşkusuz.




Peki Ankara'da ne yedik? İşte bunu yedik:) ASPAVA döner. Ankara'da çok meşhurmuş. Dürüm döner ama domates soslu. Soğan ve kaşar ekleniyor istersen. Döneri çok kalındı, ben pek beğenmedim. Cacık ve salata ikram.




Her yerde "falan Aspava", "filan Aspava" diye dönerciler var. Fakat Küçükesat'takilere ve hatta oradaki Özçelik Aspava'ya gitmek lazımmış. Biz onun yanındaki Yıldız Aspava'ya gittik çünkü bilmiyorduk. Dönünce öğrendik. Behzat Ç. dizisindeki Aspava oymuş:) Peki nedir bu Aspava'nın anlamı? Allah Sağlık Para Afiyet Versin Amin:))




İşte böyle. Güzel gezmişiz. Fakat her zamanki gibi bazı yerleri yetiştiremedik. Örneğin Atatürk Orman Çiftliği'ni görmek istemiştik. Devlet Mezarlığı'na gidip Bülent Ecevit'in mezarını ziyaret etmek, Rahmi Aksungur'un heykellerini görmek istemiştik. Ve aklımız Ulucanlar Cezaevi Müzesi'nde kaldı çok fena. Bir de Çankaya Köşkü Müzesi var. Müzelerin sadece 17.00'ye kadar açık olması iyi olmamış:( Ama belli mi olur? Belki bir gün yine ziyaret ederiz Ankara'yı... Umarım Ankara gezisi düşünenler için biraz da olsa faydalı olmuştur bu yazı. Ankara izlenimlerim de gelecek. Çok yakında:))