21 Şubat 2016 Pazar

KÖLN... ÇİKOLATA KOKULU ŞEHİR...

    Köln... Almanya'da ilk ayak bastığım şehir... Eğlenceli insanlarıyla, çikolata kokusuyla ve romantik köprüsü Hohenzollern ile hafızamda ilelebet yer edecek olan şehir... Uzun zaman geçiremedik belki ama Köln'ü sevmemiz için 2 gün bile tutmayan bir zaman dilimi yeterli oldu. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen, fakat her anının tatmin edici güzelliğiyle günlerce yaşanmış hissi veren saatleri bakın nasıl uzun uzun anlatacağım şimdi:)

    Sömestr tatilindeki Almanya seyahatimizin ana durağı Dortmund idi. Bu şehre İstanbul'dan direkt uçuş olmadığı için öncelikle Köln veya Düsseldorf'a uçacaktık. Sefer saatleri, bilet fiyatı vs. derken tercihimizi Köln'den yana kullandık. Köln-Dortmund arası otomobille trafiğe bağlı olarak yaklaşık 1-1,5 saat sürmekte (İş gidişi ve dönüşü saatlerinde daha fazla olabiliyormuş). Düsseldorf-Dortmund arası ise biraz daha kısa.
    08.40'ta İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan yola çıkıyoruz. Yaklaşık 3 saat sonra Köln'deyiz. Almanya'da zamanın bize göre 1 saat geride olması ilk günümüz için avantaj. Çünkü kararlıyız, uykusuz olabiliriz ama Köln'ü gezeceğiz. Üstelik rehberi de bulmuşuz, kaçırır mıyız?:) Dortmund'ta yaşayan sevgili arkadaşımız Ayşe bizi havaalanından almaya geliyor. 4-5 günlük tatilimiz boyunca hep beraber olacağız, şahane konukseverliğiyle tatilimizi güzelleştirecek.
Şubat ayında Almanya'nın havası tabii ki kasvetli. O yüzden fotoğraflar gri tonlarda.


     Köln Bonn Havalimanı ve şehir merkezi arası otomobille 10-15 dk. sürüyor. Toplu taşımacılıkla ulaşmak isteyenler için de gelişmiş her Avrupa ülkesinde olduğu gibi işler gayet kolay. Metro, tramvay, tren hatları tıkır tıkır işliyor. Taksiyi tercih edecekseniz biraz pahalı olduğunu söyleyebilirim. Araba kiralamak isteyenlerin de park sorunu yaşayabileceklerini, otopark ücretlerinin epeyi fazla olduğunu belirtmek isterim. Köln büyük bir şehir fakat çok kalabalık değil. Ya da İstanbul'dan sonra bize her yer tenha geliyor. Kalabalık değil ancak çok fazla otomobil var. Bu dikkatimi çeken bir ayrıntı oldu.
    Ayşe bizi önce Ren Nehri kenarında, güzel manzarası ve lezzetli açık büfe kahvaltısı olan -kesinlikle tavsiye edeceğim- Rheinterrassen'e götürdü. Evet şehri gezmek istiyoruz ama öncelik her zaman dostluğa ait. Yüz yüze görüşme fırsatını her zaman bulamadığımız için Almanya'daki buluşmamızın ilk saatleri şehrin ortasından geçen Ren Nehri'ne hakim bir noktada, uzaktan bize göz kırpan meşhur Köln Katedrali'ne karşı keyifli bir sohbetle geçiyor. 

    Fakat malum kış ayındayız ve hava erken kararmakta. Özlem gidermeye ara verip nehir kenarında biraz yürüdükten ve kapalı havanın izin verdiği renklerin hakimiyetinde fotoğraflar çektikten sonra Çikolata Müzesi'ne doğru yola koyuluyoruz. Müzeye giderken böyle güzel evlerin önünden geçiyoruz.



    Benim ve akranlarım için Almanya demek öncelikle çikolata demek. Hangimizin 60'lı-70'li yıllarda Almanya'ya çalışmaya giden akrabaları veya tanıdıkları yoktur ki? Kim bilir kaçımız o akrabaların Türkiye'ye gelirken yanlarında getirdikleri çikolatanın hayalini kurduk. Bilinçaltı etkisi olsa gerek, turistik amaçla Köln'e giden Türkler'in ilk ziyaret ettikleri yerlerden biridir Çikolata Müzesi. Fakat o kadar keyifli bir müze ki meraklısı sadece biz değiliz, yerli yabancı pek çok ziyaretçisi var bu enfes kokulu mekanın.

    Köln Schokoladenmuseum, yani Köln Çikolata Müzesi Lindt markası sponsorluğunda kurulmuş, çikolatanın tarihini, yapımını anlatan, Almanya'nın markalarını tanıtan, çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir müze. Tahmin edileceği üzere her bir noktasından mutluluk ve enfes kokular fışkırıyor. Bir tarafta seçtiği malzemelerle kendine özel çikolata hazırlayanlar, bir tarafta başlarında aşçı şapkalarıyla çikolata yapımını öğrenen çocuklar, bir diğer tarafta çikolata şelalesinin önünde sıra olmuş ikramlık gofretleri bekleyen yetişkinler...
Kakaoooo!


    
Mutluluk dağıtan adam:) 
    Malum, çikolata önemli konu. Ta Azteklerden, Mayalardan beri insanoğlunu mutluluk konusunda ortak paydada buluşturan sihirli bir keşif. İşte bu müzede bu keşfin her aşaması yer alıyor. Kakao nedir? Dünyanın neresinde yetişir? İlk kimler keşfetmiştir, kimler tatlandırmıştır? Bugün kakao yetiştirirken çocuk işçi çalıştırılmasına izin vermeyen ve işte bu yüzden tavsiye edilen markalar hangileridir? Çikolata yapımında kullanılan aletler hangileridir? Hepsi ve hatta kakao ağacının yetiştiği ortamı canlandıran küçük bir sera bile var bu müzede. Mayalar'ın, Aztekler'in çikolata yaparken ve içerken kullandıkları eşyalar da var ve ben ilk defa bu uygarlıklara ait örnekler gördüğüm için mutlu oldum. 

    Şunu dipnot olarak belirtmek isterim, bu uygarlıklar kakaoyu ilk keşfedenlerdi ancak onlar bizim gibi değil acı haliyle içtiler çikolatayı. Tatlandırma işi kakao tanelerinin Avrupa'ya getirilmesinden sonra gerçekleşti. Bunlar işin teknik kısmı. Daha sonraki bölümlerde Almanya markalı çikolataların nostaljik örnekleri sergilenmekte. Kutular, ambalajlar, sıcak çikolata içilen porselen takımlar, bozuk para atarak istediğin çikolatayı aldığın makineler, çeşit çeşit çikolata kalıbı... 









    Bir başka bölümde ise daha önce belirttiğim gibi kendi çikolatasını yaptıranlar, işin tekniğini öğrenen küçük aşçılar, çikolata şelalesi...

    Almanca kaba bir dil gibi dursa da "çikolata" kelimesini telaffuz edişleri çok hoş. Küçücük çocuklar "şokaladee" derken nasıl tatlı oluyorlardı anlatamam:)

    Büyük bir müze burası. Çabuk çıkarım diye düşünmeyin. Terk etmek zor. Hele hele çıkıştaki mağazayı terk etmek daha da zor. Biz de bir miktar alışveriş yaptık ama yüzlerce cezbedici seçenek arasında tercihte bulunmak o kadar zor ki. O yüzden memnuniyetle daha fazla zaman geçirebileceğimiz mağazadan bir an önce çıkmak istedim. Yine de bu o kadar çabuk olmadı tabii:)
Evet, bunlar çikolata!!!
    Kış vakti gezmek zahmetli. Ren Nehri, çikolata derken saatin 5'e yaklaştığını, havanın kararmaya başladığını fark ettik. Benim çok istediğim Koku Müzesi için zaman kalmamıştı ne yazık ki. 17.00'de kapanıyormuş. Müzelerin bu saatte kapanmasına kesinlikle karşıyım. Önceden çok iyi bildiğim ve aklımın kaldığı Ludwig Müzesi'de 17.00'de kapanıyor. O da imkansız. O zaman istikamet Köln Katedrali. Aklımda kalan diğer müzeler beni bekleyecekler artık.

    Köln Katedrali simge yapı. Şehrin pek çok noktasından ihtişamlı sivri kulelerini görmek mümkün. Zaten İkinci Dünya Savaşı sırasında yerle bir edilmemesinin nedenlerinden biri biz günümüz turistlerinin bu yapıyı merkez belirleyip gezmesi gibi, savaş pilotlarının da o zamanlar yön bulma konusunda katedrali kullanmış olmaları imiş. Hiç zarar görmemiş mi peki? Aslında görmüş ama tüm şehir yakılıp yıkılırken ayakta kalmayı başarmış işte.



    Ortaçağ Avrupa mimarisinin geleneksel Gotik tarzına uygun önemli bir ibadethane burası. Hem büyüklüğüyle, hem de dini özelliğiyle önemli. Zira Köln 12.yüzyıldan itibaren Kudüs, İstanbul ve Roma'dan sonra kutsal kent olarak kabul edilmişti. İsa peygamber doğduğunda ziyaretine gelerek ona hediyeler getiren 3 Müneccim Kral'ın kemiklerinin bu katedralde olduğunun kabul edilmesi de yapının hıristiyanlar için manevi değerini arttırmakta. Benim içinse muhteşem mimarisi, kabartma ve heykelleri açısından heyecan verici. 13.yüzyılda yapımına başlanmış olup ancak 1880 yılında tamamlanabilen ve Almanya'nın Ulm'dan sonra 2.büyük ibadethanesi olan Köln Katedrali bugün UNESCO Kültür Mirası Listesi'nde yer almakta.



    Akşam karanlığının iyiden iyiye çökmeye başladığı saatlerde adım atıyoruz katedrale. Dolayısıyla gün ışığının Alman sanatçı Gerhart Ricter'in yapmış olduğu vitraylardan süzülerek ortama dolmasını gözlemleyemiyoruz. Bir de ayine denk geldiğimiz ve yapının büyük bir bölümüne giriş sınırlandırılmış olduğu için görmeyi umduğum sanat eserleriyle tanışamıyoruz. Öyleyse portal ve diğer dış kapılardaki heykellerle ve akşam ışıkları eşliğinde Hohenzollern Köprüsü üzerinden izlediğimiz göğü yırtan manzarasıyla yetineceğiz. Öyle de yapıyoruz. Halimizden hoşnutuz.

    Ancak rüzgar hızlandı, yağmur iyiden iyiye bastırmaya başladı. Hohenzollern üzerinden karşıya geçerek romantik bir yürüyüş yapma fikri aklımızdan yavaş yavaş uzaklaştı. Bir miktar yürüyüp, katedral manzarasını hafızlarımıza işleyip, sevdalarını ilelebet gönüllerine kilitlemek isteyen aşıkların köprü üzerindeki rengarenk kilitlerine bir göz atıp Köln gezimizi sonlandırmak istiyoruz. Gezimizin sonunda bir gece daha bu şehirde kalacağımızı henüz bilmeden veda ediyoruz romantik Köln'e. Dortmund'a doğru yola çıkıyoruz.

    Dört gece Dortmund'ta konakladıktan,  arada bir gün Amsterdam gezisi yaptıktan sonra (bundan sonraki yazılar o şehirlerle ilgili olacak) Türkiye'ye dönmek için tekrar Köln'e Bonn Havalimanı'na geliyoruz. Uçağımız 17.40'ta. Eşim THY'de çalıştığı için ve pas yolcusu olduğumuz için ancak yer olduğunda uçabilme gibi bir durumumuz var. 17.40 uçağında yer yokmuş, o gün başka uçuş da yok. Çünkü festival zamanıymış ve tatili değerlendiren Türkler memleketlerine uçmaktalar. Bir de o gün önemli bir fuarın son günüymüş. Almanya'ya giderken biz bunları bilmiyorduk tabii. Hemen -internet sağ olsun- bir gece konaklamak için uygun bir yer aradık. Bizi yolcu etmeye gelen ve ne olur ne olmaz diyerek son ana kadar bekleyen arkadaşlarımızla birlikte önce ayarladığımız yere gidip eşyalarımızı bıraktık. Festival günü olduğu için trafik ve park sorunu yaşanır düşüncesiyle arabayı da bırakıp tramvayla kısa bir yolculuk yaparak şehir merkezine vardık. Önce üzülmüştük ama biraz toparlayınca o gece Köln'de kalmamızın şahane olduğunu anladık:) Çünkü festival zamanıydı, çünkü Köln halkı eğlenmeyi bilen insanlar olarak tanınıyorlardı, çünkü çoook keyifli bir ortam vardı. 
O gün Kadınlar Günü festivaliymiş. Kadınlar çıkıp eğlenirlermiş, erkekler evde çocuklara bakarmış. Fakat durum artık değişmiş sanırım. Kadın, erkek, genç, yaşlı herkes sokaklardaydı. Daha öğlen saatlerinde havalimanına giderken farklı kostümlere bürünmüş insanları görerek keyiflenmiştik. Neredeyse Köln'ün tamamı az ya da çok süslenmiş, yaratıcılıklarını zorlayarak çeşit çeşit kostümler giymişlerdi. Üstelik erken saatlerde henüz işlerinin başındayken bu durumdaydılar. Akşam saatlerinde renklerin dozu arttı tabii. Tramvaydaki ortamı hiçbir zaman unutmayacağım. Rakunlar, kediler, ayılar, hemşireler, futbolcular, süper kahramanlar, prensesler... Çeşit çeşit kostüm giymiş, farklı makyajlar yapmış bir vagon dolusu insan. Tek kelimeyle ifade etmem gerekirse "sürreal" bir ortamdı. Kadınlar festivalinin olduğu gün perşembeydi, bir sonraki salı gününe kadar çeşitli etkinliklerle eğlenmeyi sürdürecekti Köln halkı. Sonrasında tüm Hıristiyan aleminde olduğu gibi 40 gün perhize girecek, ardından Paskalya bayramını kutlayacaklar.
Bu fotoğraf tabii ki festival coşkusunu yansıtmaktan uzak. Hareketlilik ve gece ışığı nedeniyle zaten az sayıda çektiğimiz fotoğraflar iyi çıkmadı. Bu mini mini bir örnek.
    Kentin meşhur festivallerinden birine tanık olmanın sürpriziyle sonlandırdık Köln gezimizi. Öğlen saatlerindeki uçakla ülkemize döndük. Hardal Müzesi'nin bile bulunduğu şehirde özellikle Koku Müzesi ve Ludwig Modern Sanat Müzesi aklımda kalan yerlerden oldular. Köln'ün kolonya'nın icat edildiği şehir olduğunu düşünürsek Koku Müzesi ilginç bir yer olmalı. Bu arada "kolonya" kelimesi, Köln'ün orjinal ismi Cologne'den gelmekte. Cologne ise şehri kuran Romalılar nedeniyle Latince "koloni" anlamını taşımakta. Roma geçmişini anlatan bir müzenin olduğunu da belirtmek isterim.
    Kısacası Köln'de gezecek, görecek şey çok. Biz zamanımızın elverdiği ölçüde tadını çıkardık. Köln bundan sonra benim için eğlenmeyi bilen nazik insanlar demek, gece karanlığında adeta bir kraliçe edasında ışıl ışıl parlayan katedral demek, mis kokulu çikolata demek, usul usul akan Ren nehri ve aşkı simgeleyen Hohenzollern köprüsü demek, arkadaşlık, dostluk demek...
    Birkaç fotoğrafla daha veda ediyorum bu güzel kente. Bir sonraki durak Dortmund'ta görüşmek üzere...


    Ben Almanlar'ı da sevdim:) Her medeni ülke insanı gibi nazikler. Sorularımzı asla yanıtsız bırakmadılar. Fotoğraftaki teyze bizi tramvaya bindirmeden rahat etmedi. Yaşlı bir dilenci amcayı da unutamıyorum. Bir miktar para vermek için adamı beklettim, üstümde bulamadım, Orhun'a sordum, sonra Orhan'a seslendim. O arada beni duyduğu için "Türk müsün?" dedi. "Evet" dedim. O güldü, ben güldüm. Kibarca "Sağol, danke" diye diye uzaklaşması yüreğime dokundu. Türk değildi amca bu arada. Yani sanmıyorum, çok sarı, çok renkli gözlüydü, "Türk müsün" deyişi çok aksanlıydı:) Ben hemen yazdım tabii belki Türk sevgilisi olmuştur diye:)  

Ve eve dönüş... Havaalanı yolunda... Fonda hep Köln Katedrali...















9 Şubat 2016 Salı

BİRAZ ALMANYA, BİRAZ HOLLANDA, ÇOKÇA DOSTLUK...

   
    
    Bundan önceki yazımda küçük bir Almanya seyahati gerçekleştireceğimizden bahsetmiştim. Zaman o kadar çabuk geçiyor ki gezimizi tamamladık da tatlı anılarla yaşamaya başladık bile. Olayın turistik yönüne önümüzdeki günlerde yer vereceğim. İşin duygusal boyutuyla ve genel bir girizgahla başlamak istedim. 
    Daha önce belirtmiş olduğum gibi, Almanya tercihimizin sebebi hem daha önce bu ülkeyi görmemiş olmamız ve sevgili arkadaşım Ayşe'nin orada yaşıyor olmasıydı. Kendisiyle hep konuşuyor olduğumuz planı nihayet hayata geçirdik ve Almanya'da buluştuk, ailelerimiz de tanışmış oldu. Şahane günlerdi. Bizi daha ilk anda havaalanından alarak tatilimiz boyunca hiç yalnız bırakmayan arkadaşıma ne kadar teşekkür etsek az gelir. Sadece geceleri uyumak için otelimize gittik, onun dışında her an beraberdik. Bizi samimi misafirperverliğiyle ağırladı, gezdirdi, yedirdi, içirdi. Eşiyle ancak üç gün sonra tanışabildik ve gördük ki o da aynen Ayşe gibi dost canlısı bir insan. Ha bir de Ayşe'nin efendi ve yakışıklı oğlu Cem'i unutmamak gerekir:) Bayıldım. Keyifli sohbetler ettik, vaktimiz yettiğince gezdik. Amsterdam'a bile gittik. Arkadaşım üşenmedi 2,5 saatlik bir yolculukla Amsterdam'a götürdü. Gerçi yolda sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Daha önce de bahsetmiştim, Hollanda'yı çok seviyorum. Rotterdam ve Eindhoven'da bulundum ancak Amsterdam'ı görmemiştim. Amsterdam'a bayıldım, Hollanda'ya bir kez daha aşık oldum. Bu ülkede kendimi ilginçtir çok rahat hissediyorum. Amsterdam'da kanal turu yaptık, Anne Frank Müzesi'ne girdik (çok kalabalık olduğu için Ayşecim biletleri önceden internetten satın almıştı), lezzetli waffle'lar yedik. Harika bir gündü. 
    Arkadaşlarımız Dortmund'ta yaşıyorlar. Buraya direkt uçuş olmadığı için Köln'e uçmuştuk. Öğlene doğru orada olduğumuz için o gün uzun ve sıkı bir geç kahvaltının ardından Köln'ü gezdik. Çikolata Müzesi'ni ziyaret ettik. Hem göze, hem buruna hitap eden enfes bir müzeydi. Şehrin merkezi muhteşem Köln Katedrali'ni gördük. Diğer günlerde Dortmund'u gezdik, Westfalenpark'ta yürüyüş yaptık, televizyon kulesine çıkıp şehre tepeden baktık, Bira Müzesi'ni ziyaret ettik. Biraz da alışveriş yaptık:) Dayanamadık, çeşit çeşit çikolatadan tut soslara, hardala kadar ıvır zıvır bir sürü şey aldık. Bir de arkadaşlarımızın yanımıza hediye olarak verdiklerini ekleyince fazladan bir bavul almak durumunda kaldık:) Fakat tabii şöyle bir durum da var, aldığımız bavul Türkiye'dekilere göre çok çok ucuzdu kaçırmak istemedik. Her şeyi rahat rahat sığdırdık böylece. Ben ki alışverişten hakikaten hoşlanmam, Hollanda'nın marketlerindeki çeşitliliğe bayılmıştım, buna bir de Almanya eklendi ve alışveriş kaçınılmaz oldu. 
    Dönüşümüz yine Köln'den oldu fakat bir gün gecikmeli olarak. Biletimizin olduğu gün ve saatte havaalanına gittik ve o gün uçaklarda hiç boş yer olmadığını öğrendik. Eşim THY çalışanı olduğu için Pas yolcusuyuz. Yani oldukça indirimli uçuyor olmamız müthiş bir avantaj, en son bizim binecek olmamız bir dezavantaj. Öncelik her zaman normal yolcunun. Çalışanların arasında ise kıdem sırası gözetiliyor. Her neyse, bizim yerimiz de müşteriye satılmış neticede. Köln'de bir gece konaklamak zorunda kaldık. Hem o hafta fuar olduğu için uçaklar doluymuş, hem de karnaval zamanı olduğu için tatilden yararlanan Türkler Türkiye'ye geliyorlarmış. Biz giderken bunları hesap edememiştik tabii. Ertesi günü öğlen uçağına son anda bindik ve ülkemize döndük. Aslında o gece Köln'de kalmamızın hoş bir güzelliği oldu, karnaval nedeniyle farklı, eğlenceli bir akşam yaşadık. O gün Kadınlar günü karnavalı varmış. Çocuklara eşler bakarmış, kadınlar dışarı çıkıp eğlenirlermiş, bazı etkinlikler kadınlar için ücretsizmiş. Sadece kadınlar eğlenmiyorlardı o gece. Kadın erkek herkes dışarıdaydı. Herkesin üzerinde farklı farklı kostümler. Kimi az süslenmiş, kimi çok abartmış. Sokaklarda tavşanlar, kunduzlar, korsanlar, palyaçolar, hemşireler, askerler... Envai çeşit şapkalar... Daha neler neler... İnanılmaz bir ortam vardı. Havaalanında bile çalışanlar farklı makyajlarla, farklı kostümlerle geziyorlardı düşünün. Nasıl gülümseten bir durum. Ayşe ve eşi de gece geç saatlere kadar bizimle kaldılar. Arabayı kalacağımız yerin önüne park edip tramvayla şehir merkezine geçtik. Tramvay vagonundaki ortamı ömrüm boyunca unutamayacağım herhalde:) O kadar sürreal bir durumdu ki! 
Bir vagon, bir tramvay dolusu tuhaf kılıklı insan:) Şimdi düşündüm de aslında o kadar farklı insanın arasında tuhaf olan bizdik:) Bilseydim Orhun'un acayip şapkalarından götürürdüm:) (Biriktiriyor çünkü kendisi ve o gece iyi giderdi o şapkalar). Daha önce de çokça belirttiğim gibi alem eğlenmeyi biliyor, biz zavallılar bir sürü dertle uğraşırken, asık suratlarla gezerken, bazı ülkelerde bayramlar,  karnavallar olanca keyfiyle kutlanıyor. Kimse kimseyi rahatsız etmeden, herkesin birbirine gülerek, eğlenerek yaklaştığı şekilde hem de. Haberlerde görmüşsünüzdür, rahat bozanlar ne yazık ki dışarıdan gidenler. Yılbaşında yaşanan taciz vakası nedeniyle olmalı, etrafta çok fazla sayıda polis vardı. Yine de insanlar eğlenceden geri durmadılar. Zaten Köln neşeli insanlarıyla bilinirmiş. Karnaval zamanları özellikle Köln'e dışarıdan gelen çok olurmuş. O yüzden o gece kalacak yeri zor bulduğumuzu tahmin edersiniz. İlginç bir zamanda Köln'deydik yani. Farklı bir deneyim oldu. Karnavalı görmüş olmanın yanı sıra, ilk gittiğimiz gün Hohenzollern Köprüsü'nün üzerinden yürüyüp karşıya geçememiştik ve içimde kalmıştı, bu kez onu da aradan çıkarmış olduk. Aşıkların kilitleriyle donanmış köprünün üzerinden karşıya geçip Ren Nehri'nin gece manzarasını hafızamıza kaydettik. Çok şükür!
    İşte böyle. Gezmek güzel, samimi arkadaşlara sahip olmak güzel. İyi insanlarla karşılaşmak çok önemli. Hele bu devirde. Biz Ayşe'yle bu gerçeği defalarca dillendirdik sohbetlerimizde. Güzel yüreğiyle her zaman hayatımda olsun inşallah! Fiziki mesafe açısından birbirimize biraz uzağız belki ama kalpler bir. O kadar iyi geldi ki bana bu görüşme, bu seyahat. Internet, telefon her zaman var ama umarım orada, burada, belki başka bir seyahatte yine ve defalarca görüşme fırsatımız olur Ayşecim:) 
Sana, güzel kalbine, misafirperverliğine, içtenliğine bir kez daha çok teşekkür ediyorum.

   Gezip gördüklerimden ucundan kıyısından bahsettim; ayrıntıları anlatacağım, anlatmadan duramayacağım turistik yazılar yakında gelecek efendim.