Of! Yine burayı ihmâl dönemi yaşadım. Son bir senedir öyle bir ruh halindeyim ki her şey için kendimi zorluyorum. E haliyle yazmak için de zorluyorum. Oysa yazmak istiyorum. Bence insan gelişiminin doğal gidişatı içinde, bu yaşlarda yaşanması gereken huzursuzluğu, sorgulamayı, hassasiyeti ve sıkça da öfkeyi yaşıyorum.
Bazen sadece yere uzanıp yüzükoyun yatmak istiyorum:) Çok saçma. Fakat eminim psikoloji biliminde bunun bir karşılığı var. Tüm bunların farkında olduğuma göre bir yolunu bulup atlatacağım. Hazır birkaç gündür iyi hissediyorken geçtim bilgisayarın başına. Zira olumsuz şeylerden bahsetmek istemiyorum. Herkesin sıkıntısı kendine yetiyor.
Orhun'um, canımın içi oğlum şu an askerde. Sıkıntımın bu olduğu düşünülmesin. Bu konuda rahatız şükür. Bir aylık temel eğitimi alıyor sadece. Yapılması, aşılması gereken bir aşama bu. Kendisi de aynı düşüncede. Yaşadığım deneyim yanıma kâr kafasında. Her gün arıyor (tuşlu telefonla) enteresan şeyler anlatıyor tabii. İnanın ben de burada anlatmak ve derin analizler yapmak isterdim ama ne onun özeline dokunmuş olayım, ne insanımız hakkında yoruma gireyim:) Yani bir de çocuğumu övmüş olmayayım:) Vallahi ukalalık yapmıyorum, hem kendi düzenimizde hem genel anlayışta ilginç aydınlanmalar içindeyiz. Bilhassa Orhun. Ve bu onun açısından çok önemli. İfade etmekte zorlanıyorum. Bunun için karşılıklı sohbet lâzım. Durum şu ki bu dönemi de hayırlısıyla atlatmak için sabırla bekliyorum. Son 7-8 senedir sabırla atlatmam gereken çok şey oldu (şükür bu en hafifi) ve benim gibi sabırsız biri iyi yola geldi. Ya da gelmedi bilemiyorum. Belki yaşadığım öfkenin, huzursuzluğun sebebi onlardı. Sağlığımı dahi etkilediler. Neyse... Çözeceğim. Askerlik konusunu da şöyle kapayayım. Bedelli gidecekler varsa bana yazsın, giderken ne götürmeleri vs. konusunda yardımcı olabilirim:) Öncesinde öyle çok yazı okudum, video izledim ve her şeyin anlatılanlarla birebir örtüşmediğini, kesin beyanlarda bulunulmaması gerektiğini anladım ki çok iyi fikir verebilirim.
Birkaç gündür daha iyi hissediyorum diyorum ya? Bunun sebebi güneşin yay burcuna geçmesi midir acaba? :) İnanırsınız, inanmazsınız, yay burcunun temsil ettiklerinden biri iyimserliktir. Burcum da yay. Bu ay doğum günüm var. Dilerim güneşin yay döngüsü herkese iyi gelsin.
Bende en eskisi 18 yıllık olmak üzere birkaç dövme var. Son yılların popülaritesine kapılmış değilim yani.
Bir süredir Pucca ve Garu dövmesi aklımdaydı. Eşim de hediye olsun deyip duruyordu. Dün keyfim yerine gelmişken yaptırdım. Çok tatlı oldu. Dövmeci arkadaş, dışarıdan rahat görünsün diyerek "Şu tarafa yapalım" deyip durdu. Oysa ben kendi keyfime yaptırıyorum, başkasının görüp görmemesi umurumda değil. Ve aslında dövmeci bu tip şeylere karışmaz. Her neyse... Asimetrik bir açıda, kendi görüşüme uygun şekilde uygulattım ve pek mutluyum. Orhun ilkokula giderken her sabah çıkmadan önce, kahvaltı yaparken çizgi film seyrederdik. Bunlardan biri de Pucca ve Garu'ydu. Dövmem bana hem o günleri hatırlatıyor, hem de takıntılı aşık Pucca'yı seviyorum:) Zorla Garu'yu öpmeye çalışması, ninja eğitimi alan Garu'nun da sert tavırlarından ödün vermemek için şekilden şekile girmesi çok hoşuma gidiyor:) 50.yaşıma girerken şirin bir ayrıntı oldu bu. Dolu dolu 49 bu arada.
Orhun askere gitmeden önce, onun da boş vakti varken bir Tokyo gezimiz oldu. Fırsat bulup yazamadım. Düşünüyorum da bu sene iyi gezmişim. 2023 yılı, müthiş kafa dinlendiren bir Eskişehir seyahatiyle başlamıştı.
Ne mutlu ki devamı geldi. Salgın nedeniyle kapandığımız günlerin acısını çıkarmaya çalıştık bu yıl. Yazmadığım, anlatmadığım seyahatlerim var. Anlatmak zorundaymışım gibi konuşuyorum belki ama kendim seyahat yazılarını ve kitaplarını sevdiğim ve faydalandığım için aynı şekilde aktarmak istiyorum. Artık internet var, nereden neye bineceğim, otel ücreti nedir gibi ayrıntılardan ziyade yolun ve yolculuğun deneyimlerine, hissettirdiklerine odaklanmak yazı gezilerinde tercih edilir bir şey oldu. Zaten böylesini severdim, yararlanırdım. Hattâ gidip görmesem bile çok şey öğrenirdim, öğreniyorum. Kısacası seyahat yazılarını okumayı da yazmayı da önemsiyorum. O zaman niye bu sene ihmâl ettim? İşte o enerji durumu... Çok ama çok tuhaf bir seneydi.
Beni o duygudan o duyguya savurdu. Ne kadar güzel seyahatler yapmış olduğumun bile şimdi farkına vardım.
Ha o yolculukları gerçekleştirirken memnundum, minnettardım ama ilk kez didik didik plan yapmadan yollara düşmüştüm, kafam daha dolu gezmiştim. Neyse ki sadece içimde yaşadım da canım yol arkadaşım eşime ve birkaçında eşlik eden oğluma hissettirmedim. İyi ki yapmışız o yolculukları. 2023'ün güzellikleri oldular.
Diğerlerini de toparlarım belki ama Tokyo'yu muhakkak anlatmam lâzım. Umarım tembellik etmez kotarırım. Japonya bambaşka bir alem. Çok kalmadık, Tokyo dışına çıkmadık ama dolu dolu yaşadık. Ziyaret etmediğimiz yerleri var, daha tatmadığımız lezzetleri var fakat bu enteresan kentten kendimize katabildiğimiz her şey bizi mutlu etti. "Dolu dolu" dememin sebebi bu. Umarım tekrar görme imkânı buluruz. Bu kadar senedir gitmediğimize hayıflana hayıflana gezdik. Çünkü "Ooo, Tokyo dünyanın en pahalı şehirlerinden biri" deniyordu ve cesaret edememiştik. Ne yazık ki ulaşım pahalı ancak ulaşımı hallettikten sonra Tokyo'da gezmek maddi-manevi çok kolay. Hattâ İstanbul'dan daha ucuz bir şehir. Biz öyle bir duruma geldik ki, İstanbul öyle bir konumda ki pahalılık konusunda dünyada ilk beştedir. Hele hele yeme-içme alanında. Bu sene Tokyo'da, Atina'da, Kıbrıs'ta rahatça sipariş verdiğimiz masalarda buradakinden çok daha az hesap ödedik. Kafelerde buradakinden daha ucuza kahveler içtik. Ayrıca Tokyo'da ulaşım da yine bizden daha hesaplıydı. Şimdi uzatmayayım, Tokyo konusunu başka yazıya bırakayım. Ulaşım kartlarının şu şekil olduğu, iner inmez seni iç açıcı renk ve görüntülerle karşılayan bir ülke ayrıca anlatılmayı hak etmiyor mu? :)
Ha kimisi sevmez böyle çocuksu şeyleri ama ben seviyorum. Konuyu kapatmadan önce, yazının sonuna eklediğim kısa videoma bir tıklamanızı öneririm. Şu makinelerde dakikalar geçirdik. Tam bir kafa boşaltma yöntemi:) Sadece turistler değil, kendileri de o makinelerin başında vakit geçiriyorlar. Cidden enteresan insanlar.
Bu aralar beni en mutlu eden, rahatlatan şey Görsel İletişim Tasarımı derslerine çalışmak. Geçen sene "İkinci Üniversite" kapsamında sınavsız kayıt olduğumdan bahsetmiştim. Bu sene ikinci sınıftayım. Şahane konular var. Sanat tarihi eğitimimle de örtüştüğü için, yeni dönemleri ve geleceğin teknolojisini baz alarak klasik sanat eğitimime güncel eklemeler yaptığı için keyifle ders çalışıyorum. Yeni şeyler öğrenmek güzel. Canlı ders kayıtlarını izliyorum, pdf kitapları okuyorum, ek araştırmalar yapıyorum. Pek memnunum. Canlı anlatım yapan Anadolu Üniversitesi hocaları, o sıra zaman kısıtlılığından bire bir iletişime geçemeseler de her zaman yazabileceğimizi, Eskişehir'e yolu düşenlerin okula gelebileceğini, çeşitli etkinliklerde karşılaşma imkânlarının olabileceğini belirtiyorlar. Açık öğretim fakat epeyi verimli. Bir de öğrenciler zaten normal üniversite mezunu olup belli yaşlarda olan insanlar olduğu için kaliteli bir dijital iletişim söz konusu. Artık okumanın yaşı yok biliyorsunuz. Biz bunu abarttık mı ya da neyin eksikliğini çekiyoruz ve tamamlamaya çalışıyoruz, düzenlemeye çalışıyoruz bilmem ama örgün öğretimde de çok fazla orta yaşlı insan var. Hele ki sosyal bölümlerde. Sözlerim yanlış anlaşılmasın, bu aslında güzel bir şey. Ama şöyle bir değişik durumu da var, örneğin bu sene üniversiteye başlayan yeğenimin sınıfında sadece birkaç kişi direkt liseden gelmiş:) Çoğunun yaşı büyükmüş, 2.3. üniversiteleriymiş. "Teyze, tıpkı senin gibi, bana seni hatırlatan bir kadın öğrenci var sınıfımızda" diyor:) Bölümleri sanat yönetimi. Bir yandan "Güzel bir şey tabii, kimse kenara çekilmek zorunda değil, keşke herkes ileriki yaşlarını böyle değerlendirse" diye düşünüyorum. Bir yandan da gençleri rahat bıraksak mı, boomerlardan şikâyet etmekte haklılar mı? diyorum:)
Ben kendimce ikinci üniversite-açık öğretim yolunu seçtim. Umarım sözlerim yanlış anlaşılmaz. Herkesin -başkalarına zarar vermediği sürece- kafasına, gönlüne göre yaşaması taraftarıyım. Sadece son zamanlarda artan bir durumun tespitini yaptım. Nedenleri muhteliftir. Düşünmek, aktarmak, iletişim kurmak güzeldir.
Bu tip yazıları hep son zamanlarda ne izlediğim, ne okuduğum konusuyla bitiririm. Vallahi pek bir şey izlemedim. Vakit ayıramadım. Ancak The Crown'ın yeni sezonunu ve Netflix'teki Bodies'i izleyecek zamanı ve isteği buldum. The Crown bilinen bir dizi zaten. Bodies'i de öneririm. Çok beğendim. Okuma anlamında ise beni son zamanlarda İskenderiye Dörtlüsü meşgûl etti. Çok iyiydi. Niye daha önce okumadım diye üzüldüm. Yazarı Lawrence Durrell'i bir güzel araştırdım. Araştırırken bir de "Lawrence Durrell'in Eserleri, Kişiliği ve Türkler" başlıklı bir doktora tezi buldum, indirdim. Acayip sevindim. En kısa zamanda onu da okuyacağım.
Tezin Ahmet Kayıntu'nun çalışması olduğunu da belirteyim, atlamış olmayalım. Tezi okuyunca belki ben de burada paylaşmak üzere bir yazı hazırlarım.
Şimdi aklıma geldi, buralarda değilken bir kitap fuarı da geçti gitti tabii. İstanbul Kitap Fuarı'nın 40.'sı düzenlenmişti bu yıl. İlk günlerinde İstanbul'da değildim, döner dönmez gittim. Hayâl kırıklığına uğradım.
Fuarın 40. senesiydi ve bu bence ses getirmedi. Ekstra etkinlikler olur zannediyordum. Hattâ ekstra indirimler de olacağını düşünüyordum. Ancak mevcut ekonomik şartlarda her sektör kendine göre haklı. Bırak ekstra indirimi, önceki senelere göre daha avantajsız bir ortam mevcuttu. Yine de dayanamayıp alışveriş yaptım. Kendimce uygun ve güzel kitaplar buldum. Okumaya ağırlık vermem lâzım. Dersler daha çok vaktimi almaya başladı ama diğer kitaplarımı da ihmâl etmemeliyim. Klişe gibi algılanıyor bazen fakat kitapların dünyanın keşmekeşinden uzaklaşma konusunda duygusal bir sığınak olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle bu böyle. Kitaplar var oldukça bana bir şey olmaz hissiyatını abartısız yaşıyorum.
İşte böyle! Huzurlu günlerimiz çoğunlukta olsun der ve derslerime çalışmak için kaçarım. Zira ilk sınavlar yaklaşıyor.
(Şu azmi, şu çalışma keyfini keşke lisede yaşasaydım. Kusura bakmayın gençler, galiba bizden kurtuluş yok:)))