15 Nisan 2019 Pazartesi

İSTANBUL YENİ HAVALİMANI... İLK İZLENİMLER...

    Orhun kısa bir tatil için İstanbul'a geldi. Şu an benden mutlusu yok tabii. Ama bahsedeceğim konu bu değil. Ucundan kıyısından deneyimlediğim yeni havalimanına ulaşımı ve ilk izlenimlerimi anlatacağım. 
    Hem Orhun'u karşılamak hem de servisle yeni havalimanına ulaşımın şartlarını öğrenmek için geçtiğimiz cuma günü düştüm yola. Malûm kendisi İstanbul'un kuzeyinde, şehirden epeyce uzak bir noktada ve Beylikdüzü'nden servisle ulaşım 110 dk.olarak belirtilmiş. 110 dakikanın her ihtimâle karşı belirlenmiş abartılı bir süre olduğunu düşünsem de geç kalmamak için uygun bir saatte çıktım evden. TÜYAP kalkışlı servisin ara duraklarından biri neyse ki evimize çok yakın. Taşıyıcı şirketimizin adı Havaist, yarım saatte bir servis var. 

   Servis ücreti ödemesi konusunda çok önemli bir nokta var. Ödemeler kesinlikle İstanbul Kart'la yapılıyor. Şoför elden para almıyor. Bunu bilmeyenlerin geri inip duraklarda yükleme yapmaları yüzünden yolculuk aksıyor. Alışana kadar bir süre böyle gidecektir. Hadi biz öğreniriz, alışırız ama turistler için İstanbul Kart olayının pratik olduğunu düşünmüyorum. Gerçi şoförün bir yolcuya "Kredi kartınız varsa onunla da ödeyebilirsiniz" dediğini duydum ama öyleydi böyleydi derken bu kart olayı epeyi bir süreden çalıyor. Ben bu ödeme olayını bir gün önce internette servis saatlerine bakarken okumuştum. Servis kullandığını Instagram sayesinde öğrendiğim blog arkadaşım İmge'ye mesaj attım hemen. Ve böylece İstanbul kartımı epeyi bir doldurmam gerektiğini anladım, zorlanmadım. Yaşasın sosyal medya, yaşasın blog arkadaşlığı diyorum :)
    Beylikdüzü'nden yeni havalimanına servis ücreti 21 Lira. Fiyatlar semtine göre 16-21 Lira arasında değişiyor. Yolculuk şehirler arası bir tat veriyor. Bahar gelmiş, her taraf yemyeşil. Ama ara ara inşaat faaliyetleri göze çarpmıyor değil. Korkarım şu an az bir kısmı faaliyette olan havalimanı tam kapasite çalışınca, yolcular arttıkça çevresinde yapılaşma da artacak. O yemyeşil manzaradan geriye ne kadarı kalacak bilinmez. 
    Gelelim 110 dk.olduğu söylenen yolculuğun ne kadar sürdüğüne. İlk durağı baz alırsak, o gün o saatte servis 55 dakikada havalimanındaydı. Geri inip kart doldurma durumları olmasa yolculuk 10 dakika daha az sürebilirdi. Yani gidiş iyiydi ama dönüş biraz daha zorlu. Onu da yazının sonunda anlatacağım.

    Servisten indikten sonra havalimanına giriş son derece pratik. Sıra sıra dizilmiş ve her birine birer nazar boncuğu kondurulmuş hangi kapıdan girersen gir, içeride dış hat, iç hat, gelen yolcu, giden yolcu, kendi yoluna dönebilirsin. Sorular için görevli gençler var ama tabelalar oldukça yeterli. 
    İçeriye adım atınca hissettiğim şey parlaklık. Havalimanı gümüş renginin hakimiyetinde. Bir de geniş tabii. Gelen giden yolcularla, karşılayanlarla vızır vızır işleyen bir alan görünümü yok. Herkese fazla fazla yer var. Bildiğin büyük işte. Geniş... Kocaman...  

    O gün ben yolcu değilim. Dış hatlardan gelen yolcu kapısına ulaşmam yeterli. Bunun için alt kata iniyorum. Eğer yolculuğa çıkıyor olsaydım bankoları geçtikten sonra sanırım beni mağazalarla, kafelerle dolu ışıl ışıl bir alan karşılayacaktı. Bekleme bölümü daha mütevazı. Burada bazı markalar henüz faaliyete geçmemiş ama yerleri, isimleri belli. Uçuşların durumlarını gösteren ekranlarda kimisinin zamanında sonlanacağı, kiminin rötarlı saatleri yazıyor. Orhun'un uçağının inmesine daha vakit olduğu için etrafta bir tur attıktan sonra Gloria Jean's Coffees'e oturuyorum. Tedarikliyim, yanımda kitabımı da getirdim. 

    Yeni havalimanında uçakların taksi sürelerinin uzunluğu, kapılara ulaşımın zorluğu hakkında çok şey okumuştum. Bu yüzden Orhun'un "İndik" mesajından sonra ne kadar sürede yanımda olacağını özellikle merak ediyordum. Uçağa bagaj vermediği için o tip bekleme yapmayacaktı ama pasaporttan geçiş vardı. Korktuğumuz kadar beklemedik. Uçak teker koyduktan 50 dakika sonra buluştuk. Önceki yolculuklarda da buna yakın sürdüğü için farklı bir durum gözlemlemedim. 
Fakat dediğim gibi giden yolcu isek durumlar nasıl olur bilemem. 
    Dönüşte servise binmek için bir miktar yürüdük, otoparka indik. Bu kısım daha kalabalık. Kuyruklar uzun. Biz otobüse en son binenlerdendik. Bizden sonrakiler için yeni araç gelmiştir diye düşünüyorum. Aksi halde yolcular yarım saat daha bekleyeceklerdir ve sıra uzadıkça uzayacaktır. Dönüş olayını sevmedim. Taksi kullanılırsa ne alâ ama belediye otobüsüne ya da servise kalındıysa, dediğim gibi özellikle turistlere daha da karmaşık gelecek bir keşmekeş yaşanıyor dönüşte. Metro gibi ekstra bir ulaşım yolunun olmaması büyük dezavantaj. Havaist'le dönüş yolculuğumuz 20 dakika daha fazla sürdü çünkü iş çıkışı saatlere denk geldik. Metronun gerekliliğini daha fazla hissettik. Kahve içerken yan masamda oturanlar arabayla gelmenin, park etmenin zorluğundan bahsediyorlardı. Biz Yeşilköy Atatürk Havalimanı'na taksiyle gider gelirdik, artık Havaist'e mecburuz. Servis olayını çözdüm, arabasıyla gelenleri hiç düşünemeyeceğim:) 
    Velhasılıkelam, evden zamanında çıkın, İstanbul Kartınızı doldurun arkadaşlar :) Ne diyelim? Hayırlı uğurlu olsun, herkesin güzel seyahatleri olsun.
    
    



11 Nisan 2019 Perşembe

BUGÜNLERDE...

    Son postu yayınlayalı neredeyse 3 hafta olmuş. En son "Finlandiya" deyip kalmışım. Bu aralar kendime çok az vakit ayırabiliyorum a dostlar! 2-3 haftadır fena halde yakın dost ve akraba münasebetleri sarmalında yuvarlanmaktayım. Gemlik'ten gelenler oldu, bizde kaldılar, döndüler. Bodrum'dan gelenler oldu ve halâ İstanbul'dalar. Onlar kardeşimde kalıyor olsalar da her planı beraber yapıyoruz, her gün beraberiz. Her iki ailenin 5 yaşında kızları var. Haliyle onlara özel vakit geçirme yöntemleri düşünüldü. Nedense Bodrum'daki doktorlara güvenmeyen teyzemin burada birer hafta arayla iki gözünden katarakt ameliyatı olması nedeniyle hastaneye gidip geliyoruz. 
O arada çocukluk arkadaşım ayağını çatlattı ve yakında ben olduğum için yine hastaneye ben gittim. Yarın birkaç günlüğüne Orhun gelecek. Hafta sonu hem yeğenim hem de kuzenim için doğum günü yapacağız. Battı balık yan gider, "bizde olsun" dedim:) Tamam bunlar iyi hoş da ben bu kadar gitmeleri gelmeleri, koloni halinde yaşamayı gerçekten sevmem:) Allah'tan anne tarafı da, baba tarafı da fazla kalabalık değildir ve bu işime gelir. Az ve öz olduğumuzdan saygı, sevgi çerçevesinde geçinir gideriz. Kendimce kurduğum ve eşimle oğlumu da alıştırdığım sakin giden hayatımda bu aralar yaşanan bu akrabasal yoğunluk beni biraz sarstı. Nisan ayı bu şekilde geçecek. İlkokul arkadaşlarımın toplaşıp bize gelmesi bile bu ayın sonuna ayarlandı. Bir de kardeşim şöyle dedi: "Abla doğum günüm Ramazan ayına denk geliyor. Bu ay bir hafta sonu kutlayalım":) Evlilik yıldönümümüz de Nisan ayında. Her sene küçük bir seyahatle kutlarız ama bu sefer vakit ayırabilecek miyiz, onu bile bilmiyorum. Ama atlamaya hiç niyetim yok. Mayısa da sarksa iptal ettirmelerine izin vermeyeceğim:) 
Misafire hürmet :) Ailemizin en küçüğü Parem.
    Bana ufak ufak geliyor olmasını saymazsak bunlar güzel telaşlar tabii. Herkesin sağlığı, huzuru yerinde olsun da her şey halledilir. Fakat ben kendine vakit ayırma işini fazla önemsiyorum. Hoş, bu ancak oğlum büyüdükten sonra ve çalışma hayatından vazgeçmenin ardından kazanabildiğim bir durum. Bir de yaş alma olayı var tabii. Kendine zaman ayırmanın ne kadar önemli olduğunu ancak birkaç senedir idrak edebiliyorum ve uyguluyorum. Beden ve ruh sağlığın için, hattâ çevrendekilerin de sağlığı için kendine zaman ayırman şart. Bu konuda taviz vermemeye çalışıyorum. Ya da en azından planlarımı ona göre yapıyorum diyelim. Kitap okumak, film izlemek, yürüyüş yapmak, kendi kendime sinemaya, müzeye gitmek, arkadaşlarımla buluşmak, el işlerimle uğraşmak bana çok iyi geliyor. Biraz eş, dost, akraba; biraz yalnızlık... En iyisi.. Bence tabii. Herkesin huyu suyu, karakteri ayrı. Çok şükür herkesi olduğu gibi kabul etme olgunluğuna erişilen yaşlardayım. Saygı duyuyorum, saygı duyulmasını da istiyorum. Bunu ayarladık mı her şey güzel olur.

    Kalabalık, yoğunluk beni yordu dedim ama 10-11 gündür beni yoran şeylerden biri de şu seçim olayı. Hepimiz gibi... Kaostan bıktım usandım. Biz bunu hak etmiyoruz. Sevindiğim bir şey var ama... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilen ama halâ mazbatasını alamayan Ekrem İmamoğlu'nu Beylikdüzü'nden tanıyorum ve çok seviyorum. İlçesi dışında da sevildiğini, kendini anlattığını görmek beni mutlu ediyor. İş başına geçtiğinde çok iyi çalışacağı görülecek. Bunu Beylikdüzü'nde yaşayan herkesten duyabilirsiniz.
Beylikdüzü'nde sıradan bir kafe... :)

    O kadar sızlandım, serzenişte bulundum, yine de o arada fırsat yaratıp sinemaya gittiğimi söylemezsem ayıp olur. Cümbür cemaat olmadığımız bir gün eşimin de işi çıkınca kendi kendime Deli ve Dahi'ye gittim. Oxford Sözlüğü'nün yazılış hikâyesini anlatması ilgimi çekmişti. 
Yer yer Mel Gibson'ın filmlerinde görülen vatan, millet, sakarya durumları kendini hissettirse de hikâyesi dolayısıyla güzel bir filmdi. Ve ne kadar yoğun olursam olayım asla vazgeçmeyeceğim kitaplarımdan birini bitirip diğerine başlama fırsatını da buldum tabii. Amerika'nın ilk Soğuk Savaş kurbanları Rosenbergler'in davasını anlatan bir kitabı bitirip bambaşka bir alana yöneldim ve konusu Osmanlı saray mutfağında geçen Pir-i Lezzet'e başladım. Şimdi yazıyı bitirdikten sonra kitabı elime alacağım ve son birkaç sayfasını okuyacağım. 

    Bende sevgili günlük durumları böyle. Bakalım bereketli Nisan ayında bir başka post girecek miyim? Neden olmasın? Yapabilirim bence :)