JACKSON POLLOCK (1912 - 1956) - BLUE POLES (11 NUMARA)
Figürlerin yer aldığı, gerçek dünyadan görünümlerle oluşturulmuş resimlerin daha çok sevildiğinin farkındayım. Ancak tüm riskleri göze alarak, bu hafta resimden nesneyi ve figürü kaldırıyorum. Bu kez Soyut Expresyonizm'den bir örnek vereceğim ve dileğim bu eylemden sonra takipçi kaybetmemek:) Bunun için bana Jackson Pollock yardımcı olacak. 1912 doğumlu Amerikalı ressam Pollock, tam da bu ülkede şekillenen Soyut Expresyonizm'in yani Soyut Dışavurumculuk'un en önemli temsilcilerinden biri. "Dışavurumculuk" doğayı olduğu gibi aktarmayı reddeden, sanatçının içsel dünyasını ve kendine özgü görüşünü temel alan üsluptur. 1890'larda modern sanat akımlarından biri olarak popüler hale gelmiş olsa da geçmişi eskilere dayanır. Çünkü geleneği ve gerçeklikle birebir uyumu yadsımış, öznel görüşünü eserlerine yansıtmış her sanatçı aslında dışavurumculuğun parçası olmuştur. Klasik kabul ettiğimiz pek çok sanatçı bu şekilde davranmıştır. Soyut Dışavurumculuk ise bu üslubun tamamen nesneden arınmış, tamamen soyut özellik kazanmış hâlidir ve 1940'lı yıllarda New York'ta ortaya çıkmıştır. Yüzyıllardır Avrupa'nın egemenliğinde hayat bulan resim sanatı, 30'ların sonundan itibaren artık Amerika'da güçlenecektir. İki dünya savaşı ile zorlanan Avrupa'ya karşılık zenginleşen Amerika ve onun kendi sanat ortamını yaratmak istemesi; Nazi zulmünden kaçan Avrupalı sanatçıların bu ülkedeki etkisi; 1929'da kurulan Modern Sanat Müzesi MOMA'nın ve zengin kesimin Avrupa'dan eserler toplaması gibi etkenler bu güçlenmenin sebepleridir. Ayrıca Amerika özgür ve zengin bir sanat ortamı oluşturarak Rusya'ya da "Sizin baskıcı rejiminize karşı bizim özgür dünyamız" mesajını vermektedir. Ressamın özgür edimine dayanan Soyut Dışavurumculuk böyle bir ortamda doğar ve söylenen o ki devamında Soğuk Savaş sırasında dönem sanatçıları ve etkinlikleri CIA tarafından el altından desteklenir.
Pollock'un bu destekten ne kadar haberi vardır bilinmez. Ancak o gerçek anlamda iç dünyasını resmine aktarmış ve soyut dışavurumcular içinde dahi kendi tarzını yaratmış bir isimdir. Pollock denince akla "Damlatma" tekniği gelir. Duvara astığı ya da çoğunlukla yere serdiği büyük boyutlu tuval bezleri üzerinde serbestçe çalışır Pollock. Boyayı sopalarla, kalın fırçalarla, şırıngalarla akıtır, kutu içerisinden doğrudan fırlatır, sıçratır, resmin dört bir tarafında döner. Onun tarzıyla resim sanatı tarihi "Action Painting, (Aksiyon Resmi)" kavramını kazanmıştır. Sanatçının alışılmadık tekniğinin tamamen tesadüfi sonuçlar oluşturacağı beklenirken, tüm o devinim içerisinde bütünlüğün oluştuğu görülür. Pollock "Benim resmimde kazaya yer yok" sözleriyle bu fikri destekler. Ona göre resmin bir hayatı vardır ve bunun ortaya çıkmasına yardım eden kendisidir. Resimle teması kaybetmediği takdirde saf bir uyum ve kolay bir alış-veriş söz konusudur. Pollock'un kendine özgü tarzını oluşturduğu dönem 1947-1950 yılları arasını kapsar. Bu dönemde kariyerinin zirvesindedir, Amerika'nın ilk ünlü ressamı olmuştur, öyle ki erken gençlik yıllarından beri boğuştuğu alkol sorunu bile hafiflemiş gibidir. En büyük desteği kendisi de ressam olan eşi Lee Krasner'dir. Krasner ona en başından beri inanmaktadır. Şahsi çalışmalarını arka plana atar, Pollock'un rahatça çalışması için çabalar. Kocasının yemeğini saatinde hazır eder, eline kahve fincanını tutuşturur, çaktırmadan antidepresanlarını almasını sağlar, iş bağlantılarını kurar. Her şekilde hamilik ettiği, deyim yerindeyse annelik ettiği bir adam varken çocuk yapma fikrinden bile caymıştır. Bana kalırsa Lee Krasner olmasa Jackson Pollock olmayacaktır, hâttâ 44 yaşında değil, çok daha erken yaşta ölümle tanışacak olması bile mümkündür. Tam bu noktada Ed Harris'in yönettiği ve sanatçıyı canlandırdığı, 2000 yapımı "Pollock" adlı filmi tavsiye edebilirim.
"Modern ressam bu çağı, uçağı, atom bombasını, radyoyu, Rönesans'ın eski formlarında veya herhangi bir geçmiş kültüründe ifade edemez" diyen sanatçı, iki yıpratıcı dünya savaşının atlatıldığı, yükselen teknolojinin ve bu kez sinsice süren güç savaşlarının etkisiyle şekillenmeye doğru giden bir dönemde, kendi düşünceleriyle baş başa kalmış insanın ortaya çıkarmak istediği içsel birikmişliği kendine özgü ifade tarzıyla göz önüne sermiştir. Fakat iniş çıkışlarla dolu ruh hali bunun devamına izin vermez. Aniden bırakır aksiyon resmini. Daha piyasaya dönük işler yapar. Yapmak durumunda kalır. Eski öfkeli, kadın düşkünü, alkolizmin pençesindeki hayatına geri döner.
En sonunda, uyarılarını dinlemeyen Krasner tarafından terk edilmesi bardağı taşıran damladır. Wyoming'de bir çiftçi ailenin en küçük çocuğu olarak başladığı hayata, dünyaca ünlü bir ressam ünvanıyla, 44 yaşında, kimilerinin intihar saydığı bir araba kazası sonucu, yanındaki iki genç kadından birinin de ölümüne sebep olarak veda eder.
Yazının konuğu olan, 1952 tarihli Blue Poles, Pollock'un damlatma tekniğiyle oluşturduğu anıtsal eserlerin sonuncusudur. Akışkan özelliği nedeniyle kullandığı emaye boya ile yapılmıştır ve yüzeyde küçük cam kırıkları da mevcuttur. Resminde benzetmeler aranmasına karşı çıkan sanatçı, yapıtına tabii ki böyle bir isim vermemiştir, orijinal adı 11 Numara'dır. Blue Poles sonradan koyulmuş bir isimdir. Eser 1973 yılında, rekor sayılabilecek bir fiyata Avustralya Ulusal Galerisi tarafından satın alınmış ve bugün de aynı mekânda sergilenmekte. Galerinin en önemli parçalarından biri. Ancak çağdaş bir Amerikalı sanatçının ezber bozan resminin İşçi Partisi hükümetinin desteğiyle alınmış olması, zamanında Avustralya'da tartışmalara neden olmuş. Anlaşılan, Pollock ve onunla anılan "aksiyon" Avustralya'yı da sallamış.
Bu defa çalışmadığım yerden geldi :)) Blue Poles diyince aklıma bir Patti Smith şarkısı geldi. Acaba bir ilgisi var mıdır.. Resim konusundaki açığımı galiba bu sayfayla bir nebze de olsa kapatacağım :) Flu Tv'nin resim eksiğini burada gideriyoruz. Resimden anladığım Joan Miro, Salvador Dali, Vermeer, Caravaggio :)), Francis Bacon ve kıyameti müjdeleyen usta Zdzisław Beksiński. Gördüğünüz şekilde kafalar karışık :D
YanıtlaSilKendi ressamlar ligini kurmuşsun:) Söylemesen Pollock'u iyi tanıdığını düşünürdüm aslında:) Miro, Pollock'un esinlendiği isimlerden biri.
SilPatti Smith şarkısında bu resimden etkilenmiş midir hiçbir fikrim yok. Açık kapama ne haddimize efendim, çok teşekkür ediyorum. Müzik konusunda da ben senin yazılarından fazlasıyla faydalanıyorum.
Sevgiler kocaman...
Çok hoşsun. Takipçi kaybetmek de ne demek? Bir blog yazarı yazmak için dilediği konuyu seçebilir. Kaldı ki bu senin eğitim aldığın alanın bir parçası. Yazacaksın tabii. Ayrıca yazılarımızı sadece takipçiler okumuyor, Google da ziyaretçi gönderiyor. Tam da yazdığımız konunun ve başlığın arayışında olan ziyaretçileri;)
YanıtlaSilBen bu sabah bu seriden yazı göremeyince üzülmüştüm, söyleyeyim. Resim gayet güzel. Bu tarz çalışan bir akrabam vardı. Duvara dayadığı tuvale, boyaya batırdığı fırçayı silkeliyor, leke içinde bırakıyordu. Sayende onu çözmüş oldum:) Pollock filmi ilgimi çekti bu arada.
Teşekkürler, sevgiler Sezer.
Çok teşekkür ediyorum Zeugma. Orada ironi yaptım:) Genelde klasik dışı sanata ilgi daha az olduğu için ve ben de tam tersi çok sevdiğimden abartılı konuşmuş olabilirim:) Yoksa konu takipçi kaybetmek değil. Kendi isteğimi yazdım bugüne kadar, niyetim de aynı şekilde devam etmek. Ama inan bu seriye başladıktan sonra bir kişi gitti mesela:) Takipçiler önemli ama takipçi sayısı asla önemli değil. Dediğin gibi okunurluk oranı ilk planda ve ondan da mutluyum. Fakat bu seri başladıktan sonra gidenin fikrini merak ediyorum mesela:) İroniyi yaparken aklımda o da vardır muhtemelen.
SilBu pazartesi yazıyı biraz geç girdim. Ama bekleniyor olmasına sevindim, mutlu oldum:) Tekrar teşekkürler, sevgiler benden...
Bu tarzdan anlamadığım kesin ama damlatarak bunu yapmak..
YanıtlaSilSaygıyla eğiliyorum önünde
Ben de takdir ederim kendisini:) Teşekkürler Sevda...
SilYazınızı zevkle okudum. Soyut Expresyonizm hakkında kısa ve öz bilgilerden yararlandım, teşekkür ederim. Soyut resim hakkında fazla bilgim yok ama ben bunu klasik müziğe benzetiyorum. Açık söylemek gerekirse klasik batı müziği duygularıma daha fazla hitap ediyor. Elbette soyut resimden anlayan kişiler herhangi bir resim hakkında derin yorumlar yapabilir. Sanırım her yorumcunun yorumu da birbirinden farklıdır şüphesiz. Resimdeki düz, eğri çizgiler, bunların tuval üzerinde dağılımının ressamın iç dünyasını yansıtıyor olmalı. Benim merak ettiğim resmi inceleyen bir kişinin bunu ne ölçüde algılayacağı konusu. O kadar kolay bir iş olduğunu sanmıyorum:)
YanıtlaSilDuygularıma hitap ediyor derken asıl konuyu belirtmişsiniz aslında. Resim, heykel, müzik, edebiyat, sinema veya sahne sanatları... Bu alanlarda her bir eser farklı kişilerde farklı hisler uyandırabilir. Bence öncelik bir eser karşısında iyi hissetmek. Ressamın iç dünyasından yansıttıklarını birebir anlamak zorunda değiliz. Teknik konuların bilgisi ise, her ne kadar okusan da bol bol izleyerek öğreniliyor. Evet bazı insanların algısı doğuştan kuvvetli ancak kuvvetli olmayanlarımız için resim ve heykel açısından konuşacak olursak, bol bol eser görerek estetik bir tavır oluşturabileceğimizi, gözümüzü eğitebileceğimizi söyleyebiliriz. Bu yüzden erken yaştan itibaren sanatla karşılaşmak önemli. Fikirleriniz, yorumunuz için çok çok teşekkür ediyorum. Bu konularda karşılıklı konuşmak güzel:)
Sil'Bir Ressam Bir Resim' serilerini ilgiyle takip ediyorum Sezer'cim. Pandemi sürecinde devam eden resim çalışmalarımı böylece senin yazılarınla da desteklemiş oluyorum. Soyut Dışavurumculuk'un en önemli temsilcilerinden biri olan Pollock'un eserleri kadar hayatı da oldukça enteresanmış. Eşinin desteği de kayda değer. 2000 yapımı "Pollock" fişmini not aldım. Eğitimime katkı veren bu güzel seri adına teşekkürler canım. Sağlıkla, esenlikle, sevgiyle kal.
YanıtlaSilGüzel sözlerin için ben teşekkür ederim Esincim. Katkıda bulunduğumu söylüyorsun, ne mutlu bana.
SilSenin pastel çalışmalarına bayılıyorum. Ki bence pastel de o kadar kolay değildir:) Şahane işler çıkarıyorsun. Başarılarının devamını diliyorum. Benden de kocaman sevgiler, öpücükler sana...
Yazına gelmeden ve okumadan önce şöyle düşünmüştüm; bu dizi resimle derin ilgilenmeyen ama resme bakan, kendince gören, sadece gördüğü üzerinden iyi kötü ayrımı yapan, teknikleri ve ressamları konusunda okulda öğretilenler düzeyinde düşünen, misal ben gibi, izleyiciler için ufuk açıcı! Bir zorlama yok, not kaygısı yok, okuru kendi dünyasıyla başbaşa bırakıyor, öğrenmek istiyorsan oku diyor ve her düzey için anlaşılabilir. İşte bunları düşünürken dedim ki bu kitap olabilir, hatta olmalı, dedim. Başka diyen oldu mu bilmiyorum, ama bir okurun olarak, bunu düşün diyorum:) Gerçekten yazdıkların çok işime yarıyor, sonuçta bir izleyiciyim ve görüp de anlamlandırdığımı teyit etmeyi seviyorum:) Kitap! Bir düşün diyorum yani... hatta altını çiziyorum. Sevgiler...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, sözlerin o kadar mutlu etti ki. İsteğim az ve öz yazmak, ilgi duyanın devamında başka araştırmalar yapması için yol açmak, uzaklaştırmak değil yakınlaştırmaktı. Bu konuda olumlu yorumlar alıyorum, mutluyum. Benim için itici bir güç oluyor. İş edindim ve yıllar önce aldığım notları ve eski kitaplarımı tekrar okuyorum. Tekrar bilgilerimi tazeliyorum.
SilKitap konusuna gelince, benim bildiğim, resimlerin telif hakkı dolayısıyla basılması çok zor. Sanırım yayın evleri ancak alanında isim yapmış kişiler için bunu göze alırlar. Tahminim yine de fazla resim basamazlar. Ayrıca renkli kitapların basımının da maliyetli olduğunu, tercih edilmediğini duymuştum. Emin değilim ancak müzeden tek tek sen çekersen telifi belki aşabilirsin vs. Bir dakika! Tam bunu yazarken aydınlanma yaşadım. Acaba onun için mi müzelerde fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor? :) Flaşsız çekim, resimlerin bozulmasına neden olmaz diye biliyorum çünkü. Kesin bir yerde kullanılmasını istemediklerindendir. Velhasılıkelam, bunlar benim tahminim. Elimde "Kadın Ressamlar ve Oto-Portreleri" diye bir çalışmam da var örneğin. Bunun için bile tüm bu sebeplerden dolayı bir yere başvurmamıştım. Fakat, işin aslını iyice öğrenmek için soruşturulabilir aslında. Motivasyon için teşekkür ederim, eğer bir yayın evine sorarsam cevabı mutlaka ileteceğim. Sevgiler benden...
Sanat eserleri; ister soyut,ister somut olsun; çıkmış oldukları yolculuk; insana dair,yaşama dair,öykülerle dolu; biraz eğilip,biraz öğrenme; insanı vay be dedirtiyor...Teşekkürler Sezer; selamlarımla...
YanıtlaSilKesinlikle insana dair, bunun için güzel.
SilBen çok teşekkür ederim, selamlar...
Soyut resimler sanırım resim ile resme karşı kendinde bağlantı kurabilen için bir anlam varlığı taşıyor. Bunun harici boyaların yanlışlıklar üzerine döküldüğü bir tuvalden farksız kalıyor. Şahsen resimle aramda bir bağlantı kuramadım. Benim ruhumda bir kasvet hali belirdi ve resme çok bakmak dahi istemedim. Ressam eğer içindeki kasveti ve sıkıntıyı tuvale aktarmak istediyse bunu benim açımdan başardı, diyebilirim.
YanıtlaSilHımmm! Kasvet! Bu da bir duygu değil mi? :) Pollock elbette kasvetli bir insandı. Bazen öfke krizleri yaşardı, zaman zaman psikolojik tedavi görüyordu, alkole sığınıyordu. İçindekileri sanatla dışa vurmuş ve belki de bu yüzden sizi kasvet hissiyle etkilemiş olamaz mı? Muhakkak öyledir demiyorum, fakat tam şu an bunu düşündüm. Ben Pollock resimleri karşısında pozitif ya da negatif bir duygu durumu yaşamıyorum. Tüm o rastgele gibi görünen hareketlerle bir denge ve düzen yaratmış olmasını takdir ediyorum. Çok büyük boyutlu bir yapıt bu. Aynı işe kalkışsam ortaya çamur gibi bir şey çıkaracağıma eminim:)
SilSevgili Sezer,
YanıtlaSilYurt dışındaki müzelerde bir kaç Pollock resmi görmüştüm. Sanırım, özellikle modern sanat müzeleri için, onun eserleri prestij kaynağı niteliğinde. Benim soyut resimle ilişkim bakmak ve umarım hoşlanmak çerçevesinde. ;)
Pollock'ın yaşam öyküsünü bilmiyordum, Ed Harris'in rolün altından kalkmış olduğuna eminim. Bulursam izleyeceğim. Teşekkürler. :)
Çok doğru söylediniz, hakikaten prestij niteliğinde. Örneğin Avustralya Ulusal Galerisi'nin bu eserle gururlandığını okumuştum. Soyut yapıtlar ve onları üreten sanatçı çok fazla. Bir an gelir ve bir tanesi bile olsa karşısında çakılı kalmanızı sağlar gibi geliyor bana:)
YanıtlaSilEd Harris filmde iyiydi gerçekten. Ben çok teşekkür ederim, sevgiler...
Filmi buldum, izledim ve sonuçtan memnunum. Ed Harris filmin yönetmeni imiş aynı zamanda, filmi anne ve babasına adamış. Sanırım, Pollock onu bir şekilde çok etkilemiş olmalı. :)
SilBaşarılı bir canlandırma değil mi? Dediğiniz gibi etkilenmiş olsa gerek:
SilBen, figürlerden veya gerce gercek dünyadan olusturulmus resimlerden daha ziyade böyle soyut resimleri daha cok tecih ediyor ve seviyorum. Söyle bir mottom var, gercek figürlerin, doganin vb.fotograflerini cekebilirim, ben fotografini cekemedigim seylerin resmini yapmaya calisirim) Ben Pollock resimlerinden esinlenip bir seyler yapmaya calismistim. Lee Krasner'den de.
YanıtlaSilLee Krasner'in de ilginc hayat hikayesi ve cok güzel resimleri var. Isine karismak gibi olmasin ama J. Pollock'tan sonra onu yazmak iyi olurdu sanki:)
Seviyorum senin bu yazi dizini.
Bu yazıyı yazarken birebir resmetmenin bana göre fotoğraflamayla aynı olduğundan bahsedecektim:) Başka şeyler aktı gitti, yerini bulmadı. Bir başka sefere artık:) Kısacası aynı fikirdeyim:)
Silİşine karışmak olur mu? Bu ancak güzel güzel öneride bulunmak olur:) Çok teşekkür ediyorum. Açıkçası seri için belli bir sıralama yok kafamda. O hafta aklıma ne gelirse... Benim için de bir ödev değil, keyif olmalı. Önümüzdeki hafta için kafamda beliren başka bir ressam var:)
Sevdirdiysem ne mutlu bana, tekrar teşekkürler ve sevgiler Berfin...
Eşimin alanı :) Ama öyle hızlı ki dikkat süresi ve algı süresi, onunla sanat eseri incelemek bana kahır. O nedenle tek başıma gider oldum, oturuyorum önüne anlamaya çalışıyorum ve sonra hakkında okuyorum. Soyut expresyonistler konusunda aklım çok karışık. Hissettiğim mi, onların ifade ettikleri mi? Noktasında özellikle..
YanıtlaSilNe güzel! Alman expresyonizmi de meşhurdur:) Misal Die Brücke:) Soyut expresyonizme gelince, ben açıkçası kompozisyona dair algıladıklarımı bir miktar yoklasam da eninde sonunda kendi hissettiğimi önemsiyorum:)
SilSevgiler Ceren, teşekkürler...
Resimde dikenli teller görüyor olmam nasıl bir ruh halime delalettir acep :)
YanıtlaSilDoğrusu soyut tablolara bakarken bir şey anlamıyorum ama kimi yüreğime dokunup mutluluk veriyor kimi içimi sıkıştırıyor.
Sen yazınca baktım da dikenli tellere benzetmen yerinde olmuş. Bulutlarda temsiller bulmak gibi:) Bilinçaltına inecek olursak da salgın döneminin kıstırılmışlığında karşılık bulan dikenli tel fikri diyebilir miyiz? :)
Sil