Bir kitabı okurken yarıda bırakmışlığım nadirdir. Mümkün olduğunca diretirim. Ancak bugün Olga Tokarczuk'un Koşucular'ında okuduğum bir bölümü göz ardı edip kitaba devam edemedim. Yarısında bıraktım. Öykülerden, denemelerden, anılardan oluşan bu kitabın "Atatürk'ün Reformları" başlıklı bölümünde, Adile Alexsandra adlı arkadaşına o gün öğrendiği bir haberi yazdığını söylüyor ve şöyle devam ediyordu yazar:
"... Atatürk, yirmili yıllarda, cesur reformlarını gerçekleştirirken İstanbul sahipsiz, yarı vahşi köpeklerin kentiymiş. Hatta özel bir cins oluşturmuş bunlar -orta uzunlukta tüyleri olan, beyaz ya da krem rengi veya bu iki rengin karışımı köpekler. Köpekler limanlarda, kafelerde ve restoranların arasında, sokaklarda, meydanlarda yaşıyorlarmış. Geceleri ava çıkıyorlar, ısırıyorlar ve çöpleri dağıtıyorlarmış. İster istemez doğalarına dönmüşler- sürüler halinde toplanıyor, kurt ve çakal sürüleri gibi bir çete reisi seçiyorlarmış.
Atatürk için önemli olan şey Türkiye'yi uygar bir ülke haline getirmekmiş. Birkaç gün içinde binlerce köpek özel ekiplerce toplanmış ve insansız ve bitkisiz bir adaya götürülmüş. Orada serbest bırakılmış. Tatlı sudan ve yiyecekten yoksun olan hayvanlar iki üç hafta içinde birbirlerini yemişler; İstanbullular özellikle Boğaz kıyısındaki balkonlu evlerde yaşayanlar ya da kıyıdaki balıkçı restoranlarında yemek yiyenler, uluma seslerini duyarlarmış. Sonra dalgalar halinde gelen korkunç pis kokudan da çok rahatsız olmuşlar.
Gece aklıma pek çok suç kanıtı geldi, öyle ki terden sırılsıklam olmuştum. Örneğin ters döndürülen bir küvete kulübe olarak girdiği için donan bir enik gibi."
Bu bölümü okurken yazarın aslında 1910 yılındaki olaydan, İstanbul'daki sokak köpeklerinin toplanıp Sivriada'ya götürülmesinden söz ettiğini anladım. Bahsettiği gibi feci bir olaydı ancak yazar tarihsel olarak hata yapıyordu. Kitabın çevirmeni de sayfa altında bir notla olayın doğrusunu açıklamıştı. Her şeye rağmen yine de internette biraz daha araştırma yaptım ki 20'lerde de böyle bir olay varsa atlamış olmayayım. Bulamadım. Türk çevirmen notunu düşmüş ancak diğer ülkelerde bu böyle olmayacak, olay aynen bu şekilde aktarılacak. 2018 yılında Nobel Edebiyat ödülünü kazanmış olan yazarın, yani tanınan, bilinen, takdir gören, okuyucusu olan bir yazarın gerçek bir olayı "bugün öğrendim" diyerek, araştırmadan konu etmesini yadırgadım. Üstelik konuyu yanlış tarihlendirişinin, yanlış kişiye mâl edişinin yanı sıra bir de "Atatürk için önemli olan şey Türkiye'yi uygar bir ülke haline getirmekmiş" diyerek üstü kapalı "Uygarlık bunun neresinde?" diyerek yorum yapıyordu. Başlıktan da bunu anlamak mümkün. Kitaplardaki her yanlışı bulamam, yeryüzündeki her bilgiye sahip olmam mümkün değil tabii ki. Ama güvenmek isterim. O yüzden önüme gelen her yazarı okumam, yayın evlerinde titizlenirim, kitabı duyduğum kaynağın kim veya neresi olduğuna dikkat ederim vs. Yanlış bir bilgiyle karşılaşmaktan hiç hoşlanmıyorum. Kurgu bir roman söz konusuysa belki tolere edebilirim. Diğer türler için aynı şekilde düşünemiyorum. Başka derdin mi kalmadı diyebilirsiniz fakat okumak benim için hafife alamadığım bir eylem. Skor için okumuyorum. Bir kitabı okurken elimde defter, kalem; olayların geçtiği yerleri, yeni öğrendiğim bir bitkiyi, tarihsel bir karakteri ve daha pek çoğunu not alarak, araştırarak okuyorum. Roman dahi olsa tarzım değişmiyor. Yani amacım hoş vakit geçirmekle birlikte yeni bilgiler öğrenmek, unuttuklarımı tekrar hatırlamak oluyor. O yüzden güvenmek istiyorum. Internet ortamında elmalarla armutların birbirine karıştığı, doğru bilgiye ulaşmak için bin türlü araştırma yaparak emin olmanın gerektiği böyle bir çağda kitaplara olan güvenimin sarsılmamasını istiyorum. Evet her zaman hatalar olmuştur ancak bu devirde az önce bahsettiğim yanlışın biraz araştırarak aslında yapılmayabileceği gibi bir gerçek var. Yazarlardan biraz özen beklemek okuyucunun hakkıdır diye düşünüyorum. Gerçi özensizlik de bu çağa ait. Anlaşılan ben ve benim gibi düşünenler didikleye didikleye okumaya, eğer bu hengâme içinde başarabilirsek doğru bilgiye ulaşmak için kılı kırk yarmaya devam edeceğiz.
Huzurlarınızda bir Olga'cı:) Aynı zamanda kitabı almana- muhtemelen-sebep olan kişi:)
YanıtlaSilYazdığı o yazıda şu cümleyi de kurmuş birisi:)
"...benim onu başköşeye oturtmama rağmen pek çok okurun ben kadar sevmeyeceğini düşündüğüm de bir yazar, Olga Tokarczuk."
Biri öykü olmak üzere üç kitabını okudum ki diğer kitaplara beni götüren Koşucular'dır:)
Söz konusu kısım benim de dikkatimi çekmişti ancak şöyle düşündüm; peki bize okullarda öğretilen tarih mutlak doğru mu? Ve bazı önyargılar oluşturmuyor mu ve sonraki yıllarda aslında doğru bildiklerimizin ideolojik saptırmalar olduğunu fark etmiyor muyuz? Sonra bir öğretmenimin roman ve hikâye için söylediği şeylerden aklıma kazınan cümleri içindeki "roman ve hikâye gerçek ve gerçeğe yakın olan..." kısmı opsiyonlarımın genişlemesini sağlamıştı, duygularımı kontrol etmem gerektiğini öğretti; bir tür fanatizmden uzaklaşıp, yazarın gerçeklikleri diye bakmaya başladım ve bu sayede de belki hiç elimi atmayacağım pek çok romanla da kazanımlar elde ettim, takıldığım yerlerin ya üzerinde durmadım ya da farklı kaynaklardan bakarak, kendime doğru aradım. Bunları sakın eleştiri olarak alma lütfen. Bir yazarın hikâyesini ve kitabını sevmemek, bırakmak hak ve son derece normal. Ancak eğer sadece bir bölümdeki farklı bir görüşü yüzündense bu, ki o da belki araştırdıkları içinde yazdıklarını doğru bulmuş olabilir. Sonuçta yazdığı da bilimsel bir kitap değil, bir roman. O nedenle eğer katılmadığın düşüncelere rağmen sevdiysen anlatımı bence devam et, sevmediysen içeriği ve yazım dilini, sorun yok:)
Sevgili Sezer,
SilHuzurlarınızda bir Olga'cı daha :) Aynı zamanda kitabı almana- muhtemelen-sebep olan kişiyi destekleyen kişi:) (Çeşitli yorumlaşmalarımız olduğunu hatırlıyorum.)
Ayrıca, bu kitabı kitap kulübümüzde okuduğumuzda, tam da senin gerekçenle kitabı yarım bıraktı bir arkadaşımız. Bir iki arkadaşımız Sevgili Okul Arkadaşım'ın isabetle yazdığı gibi, hiç sevmedi. Ancak, içinde benim de olduğum bir kaç kişi de sevdi.
Aynı tartışma esnasında edebiyat doktorası yapmış bir arkadaşımız -ki, kendisi her toplantımızda zihnimizi ışıklandırır- eserin post-modern yapısından yola çıkarak, post modern edebiyatta gerçeklik algısının ve olayların bile isteye çarpıtıldığından, adeta gerçekliğin yeniden ve başka bir gerçeklik olarak yazıldığından söz edince, kitaptaki gerçek gibi görünen ama yeniden kurulduğu hakkında pek çok belirti olan diğer olayları da anlayabilmiştik.
Buraneros'a katılıyorum, kitabı sevdiysen olaylara takılmayıp devam edersen, kitabın aslında bambaşka yerlerde gizli felsefesi ilginç gelecek, belki de. :)
Ooo! Fikir ayrılığına düştük:) Birkaç kişiden ve kaynaktan duyup merak ettiğim bir kitap. Yazarın Nobel ödülü almasının da etkisi var tabii. Hangi arkadaşlarımdan duyduğumu hatırlamıyorum ama dediğin gibi muhtemelen beni yönlendirenlerden biri de senin yazındır. Sevmedim diyemem. Ama nasıl desem? Takıldım. Alıntıladığım bölümden sonra biraz daha devam ettim ama Olga Tokarczuk'un işin doğrusunu öğrenmeden, "böyle duydum" diyerek tweet atanlar gibi davranmış olduğu duygusu beni bırakmadı. Zaten her yönden yanlış bilgiye maruz kaldığımız bu dönemde işinin ehli yazarlara güvenmek istiyorum. Aksi halde nerede kaldı kitap okumanın ayrıcalığı?
SilTakdir edersin ki bu klasik anlamda bir roman değil. Yazarın deyimiyle "Postmodern bir tavır". Eyvallah. Takdir ediyorum. Ancak kitap hakkındaki az sayıda yazıda şunlar da söyleniyor: "Tarihi ve coğrafi bilgilerin yer aldığı bir kolaj, gerçek-kurgu iç içe, bu kitabı okumak için Polonya tarihini bilmek lâzım" vs. Demek ki tamamen kurgu değil. Gerçekliklerin de olduğu söylenen kısımlardan biri "Atatürk'ün Reformları" başlıklı yazı olmalı. Ama yanlış işte. İnan "Tarih acaba bize yazıldığı gibi mi?" muhabbetini evde bile yaparız. Çok farklı okumalar yapmanın, akıl yürütmenin bu yaşımda bana kattığı önemli özelliklerdendir bunu düşünmek. Evet Atatürk'e hayranım ve özellikle bir kadın olarak minnettarım. Onun hakkındaki yanlış sunum beni üzer. Ancak asla fanatik değilim. Burada söz konusu olan -atıyorum- İngiltere tarihine dair net bir bilgi olsaydı da aynı şekilde düşünürdüm. 1910 ve 1920'ler arasında fark var. Koca bir savaş atlatılmış, İmparatorluktan Cumhuriyete geçilmiş, rejim tamamen değişmiş, bakış açısı değişmiş, isimler değişmiş. Bir olayı bu iki zaman diliminde çok farklı şekilde anlamlandırabilirsin. Yazar kalkmış bilmiş bilmiş, kendinden emin şekilde "böyle olmuş" demiş. İşte bu noktada sosyal medyada kendi bildiğinin illâ doğru olduğunu düşünüp sunanlardan farkı kalmadı benim için. Sosyal medyadan ayrı kalamıyorum ancak zaman zaman kaçma ihtiyacı hissediyorum ve o zaman kitaplara sığınıyorum.
Yanlışlıklar rahatsız etse de "Bu bir belgesel değil" lâfını da kullanırım bu arada. Ama daha çok dizi ve filmlerde:)
İşte böyle. Bence tabii:)
Aslında nüans şu: O bir Polonyalı ki Polonyalıların bir kısmı Türkleri sever, orada yaşayan çok da Türk var; erasmusu orada yapan oğlumdan biliyorum, ondan önce de ülkeye ilgim fazlaydı. Sense bir Türksün, bu ülkenin tarihini biliyorsun ve çok haklı olarak savunuyorsun. Anlatmak istediğim bu bir Polonyalı'nın kendine öğretilenler doğrultusunda kitabında söz ettiği bir durum, onun buna, daha doğrusu karakterinin inanmış olması bence şaşılacak ve eleştirilecek bir durum değil. Çünkü bize başka ülkelere dair anlatılan ve evetlediğimiz pek çok şey de o insanlara göre doğru değil. Açıkçası şahsım olarak hiçbir romandaki tarihsel kısımları referans almam, bir roman okuduğumu bilirim ve ondan aldığım tadı önemserim. Bıraktığım kitap çok azdır ve nedenim de sadece sevmemiş olmamdır, akmamıştır bende. İçindeki bildiğimden farklı herhangi bir şeyden dolayı değil yani. Anlatmak istediğim özünde bu, yoksa elbette bakış açıları ve tepkileri farklılıklar gösteren insanlarız hepimiz ve bunda da bir sorun yok ve bu bence bir fikir ayrılığı da değil işin özünde; sadece roman gerçekliği konusundaki opsiyonlarımız farklı! Sonuçta akan hayatta bilim insanları da aynı konularda farklı görüşler ortaya koyuyorlar ve herbirimiz kendimizce doğru bulduklarımızı alıyoruz ki bunda da bir anormallik yok şahsım açısından:)
SilSevgili Ekmekçi Kız, Koşucular'ı sevdiğinizi hatırladım:) Bir yerlerde yazışmıştık, dönüp aradım ama hangi yazıda olduğunu bulamadım. Koşucular'dan soğudum, yazarın bir başka kitabına şans vereyim ben:) Aslında "Gündüzün Evi Gecenin Evi" ilgimi çekiyor ancak baskısı tükenmiş, eski basımlar da sahaflarda epeyi pahalı.
SilBu zamana kadar onlarca postmodern roman okumuşuzdur. İçlerinde çok sevdiklerim var. Nasıl bir tarz olduğunu biliyorum. Demek ki daha önceki romanlarda bu kadar aşırı bir kısma rastlamamışım. Sevemedim. Anlaşılan post-truth denen gerçeklik ötesi durumları bir noktaya kadar idare edebiliyorum:) Şayet ben tanınan biri olsaydım ve bir yazar sırf post modern bir tavır alacak diye benim hakkımdaki bir gerçeği bozup yeniden kurgulasaydı, örneğin Atatürk'e yaptığı gibi benim için "hayvanları katleden oydu" deseydi bunu kabullenemezdim. Bu tartışma iyi oldu bir yandan, iki gündür üzerine düşünüyorum:)
Çok teşekkürler, sevgiler...
Sevgili Buraneros, tabii ki tepkilerimiz farklı olacak. Ben kitabı bana ait fikirlerle neden yarım bıraktığımdan bahsettim. Ve inan Türk olmakla alâkalı bir durum değil. Konu Atatürk değil X kişisi de olabilirdi. Gerçek bir kişi. Yorumda Ekmekçi Kız'a da söylediğim gibi şayet ben tanınan biri olsaydım ve bir yazar sırf post modern bir tavır alacak diye benim hakkımdaki bir gerçeği bozup yeniden kurgulasaydı, örneğin Atatürk'e yaptığı gibi benim için "hayvanları katleden oydu" deseydi bunu kabullenmezdim. "Ben söyledim oldu, gerisini sen düşün" söylemlerinin arttığı bir dünyada, ben bundan çok sıkılmışken, kitaptaki o bölüm bende bir şeyleri tetikledi demek ki.
SilSadece salt gerçekten oluşan romanlar okuyor değilim bu arada:)
Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış ama ,tabiri caizse,kulaktan dolma bilgilerle kitap yazmış demek ki.
YanıtlaSilYarım bırakmak için geçerli bir sebep , ben olsam ben de okumam. Önyargılı, alttan alta kötülemeye çalışma falan.
Çok eskilerde Nobel Edebiyat Ödülü verilmiş yazarların kitaplarını okuyorum da yazarlık o zamanmış gibi geliyor. Ödüllerin verildiği yazarların dünyaları o kadar geniş, hayal güçleri öyle sınırsız, anlatımları o kadar gerçekçi ve görünür ki hayran olmamak elde değil.
Olga Tokarczuk'un da hayal gücü sınırsız ve gerçekten farklı bir yazar. Ancak çevirmenin not düşeceği kadar yanlış bir bilgiyi, böyleymiş diye sunmasına takıldım.
SilKutluyorum,değerli bir tespit,analiz,okumanın büyük erdemi;sorgulama ve saf bilgiye ulaşma; teşekkürler...
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum. Zaman zaman oluyor, okurlar olarak pek çok sebeple göz ardı edebiliyoruz. Burada benim takıldığım kendinden emin şekilde, sorumsuzca bulduğum yanlış bilgi paylaşımı.
SilNe kadar doğru yazmışsın. Ben de bir kitaba başladıktan sonra ilk yaptığım şey hemen olayın geçtiği yeri araştırmak. Ufacık bir kıyı kasabası bile olsa, görsellerini görmek dahi okurken gözümde canlanmasını sağlıyor ve bu hissi çok seviyorum. Atatürk gibi hayvansever bir insana isnat edilecek son şey olabilir bu olay. Yarım bırakmakta haklısın, sevgiler.
YanıtlaSilNe yazık ki epey emin şekilde yazmış. Gözden kaçmış bir hata deyip geçemiyorsun.
SilTeşekkürler, sevgiler...
olay çok ünlü evet ama atatürk değil abdülhamit zamanı idi galiba ya da yılını bilemedim :) e yanlış tabii romanda yanlış haber kullanmak :)
YanıtlaSilKlasik anlamda bir roman değil bu. Gerçek-kurgu iç içe deniyor ve öyle. O zaman "olsun hata yapmış" deyip geçemiyorum. Kaldı ki tarihine çok kolaylıkla ulaşabileceğin bir bilgi bu.
YanıtlaSilçok güzel header yani banner,,,, siteniz çok profesyonel! paylaşım için teşekkürler.
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum.
SilÇok önemli bir konu. Uzun bir yorum yapacağım dilerim sabrınız vardır :)
YanıtlaSilSon yıllarda post-truth girdabında boğuluyoruz. Özellikle bu tarz kurgu ve kurgudışı türlerin hibritlendiği kitaplar revaçta. Haliyle de gerçekle gerçekdışının arasındaki ince çizgiye dikkat eden yok. Oysa ki roman yazmak ciddi bir iştir. Mideyle yazılmaz :D Burada bloguma bir şeyler yazarken bile bildiğim şeylerin üstünden geçiyorum ki yanlışlık olmasın. Olsa nolur da diyebilirim. Sonuçta kişisel blogum ve kitaplar gibi geniş bir kitleyi etkilemiyor ve dahi para kazanmıyorum :) Yine de özen gösteriyorum. Ona rağmen illa ki eksiklerim vardır. Eh zaten çoğu okuyucu dediğiniz gibi ya skor tutmak için ya da eve yorgun argın gelip bayılmadan önce üç beş sayfa okumak için kitap karıştırıyor. Çoğunluk bir sebepten sizin gibi titizlenmiyor. Haliyle ne oluyor, herkes yalan yanlış bir şekilde bilgileniyor. Dahası kimi akil görünümlü yazarlar yanlış bilgileri ile insanlara hayali bir entelektüellik pompalıyor. Falancayı okuyunca makbul görünüyorsunuz. Oysa ki kitaplarının yarısı palavra :)) Bu sahte entelektüellik de en az pseudoscience kadar tehlikeli. Çünkü zihinleri kirletiyor. Bu postmodernizmin çok sevdiği "canım her şey olasıdır zaten"cilik bizi buralara getirdi. Yalan yanlış bir şeyi ifade bile etseniz kimse neden diyemiyor. Vardır bir bildiği deniyor. İletişim çağında bu kadar iletişimden ve bilgiden uzaklaşmamız hayra alamet olmasa gerek. İnternet bir çöplük olsa da hiç yoktan iyidir diyorum. En azından belli bir konuda birkaç farklı kaynağı karşılaştırarak düzgün bir sonuç elde etmesi kolay. Fakat kim yapacak? :) İtelediğim satıyor zaten! Hem durun bir dakika... bugün önemli olan kişinin kendi ifadeleri. Gerçek diye bir şey yok ki :))) Ben bugün unicorn olduğumu söylesem kim karşı çıkabilir?
Düşünüyorum, geri kafalı da değilim:) Mesela resim sanatında modern sanatçılar nesneyi parçalayıp yeniden yorumlamışlardır, bambaşka tarzlar çıkmıştır ortaya. Çok severim, bayılırım. Görselde yapılabilir ancak sözde olmaz. Sözü çarpıtmak, bilgiyi çarpıtmak bambaşka dünyalar yaratıyor, kişileri doğrudan etkiliyor. Bu "Ben söyledim oldu, gerisini sen düşün" mantığını kolaycılık, bencillik, dediğin gibi zihinleri kirleten bir eylem olarak görüyorum. Bazı durumların gerçek olup olmadığı sorgulanabilir ve sorgulanmalıdır da ancak iş "Dünyanın düz olduğunu nereden biliyorsun"a kadar geldi.
YanıtlaSilKoşucular'ı okumamın en büyük sebebi yazarın yakın zamanda Nobel almış olmasıydı. Bu yazıyı yazmam da Nobel alan bir yazarın kitabından rahatsızlığımı dile getirmekti. Nobel'e kandım, makbul sayılayım dedim. Olmadı, bitiremedim:)
Seni çok iyi anladım, ben de aynı şekilde düşünürdüm.
YanıtlaSilKitaba başlarken bu kitabı yarım bırakacağım fikriyle başlamıyoruz. Bu düşünce de bizi, eğer kitabı yarım bırakmışsak, olumsuzluğa itiyor. Ben neden bilmem, kitabı bitiremiyorsam ,"sanıyorum sorun bende" gözüyle bakıyorum. Belki yazar çok iyi yazmıştır, ben anlayamamışımdır diyorum. Bu, kitabın kitap oluşuna gösterdiğim saygıdan dolayı. Yine de bilgisizce yazılmış ve okunmayacak kitap olarak gösterilecek birçol kitabın olduğunu da biliyorum. Milyonlarca kitap var ve bazıları mutlaka yarım bırakılmalı.
YanıtlaSilKitabı okumadım ama ilerlemeyen bir kitabı zorla okumaya çalışmak da eziyet 😁
YanıtlaSil