24 Mayıs 2021 Pazartesi

BİR RESSAM, BİR RESİM (17)

  SALVADOR DALI (1904 - 1989) - GALA AKDENİZ'İ DÜŞÜNÜYOR
 

    Yıl 2013... Dolar kurunun bu kadar yıkıcı olmadığı zamanlar... Florida'da yaz tatili. Orlando Universal Studios'da geçen iki eğlenceli günün ardından Tampa sahillerine uzandık. Kumsal şahane, deniz idare eder. Fakat havanın ne yapacağı belli olmuyor. Aslında Florida yıl boyu parlayan güneşiyle bilinir. Sanırım bize denk geldi, o sıra gökyüzü bazen tatlı bir pembelikte, kimi zaman koyulaşıp morlara bürünüyor, kimi zaman berrak mavi, bazen korkutucu gri... Koyu renkli bulutlarla uyandığımız bir sabah, ilerleyen saatlerde havanın gidişatını tahmin edemediğimiz için yakınlarda bir müzeyi ziyaret etmeye karar verdik. İlk defa bir seyahatten önce bu yönde bir araştırma yapmamıştım. Çünkü Amerika'da sanat müzeleri Avrupa'daki kadar köklü değildi, koleksiyoncular tarafından şekillenen özel müzeler çoğunluktaydı. Bizim gibi ülkelerin zengin tarihine de sahip olmadığı için arkeolojik sergilemeler açısından da yetersizdi. Tüm bu sebeplerden, bir miktar küçümsemeyle Tampa gibi tatil bölgesinde gönlüme göre müze olamayacağını düşünmüştüm. Oysaki burada bir Dali Müzesi varmış ve sanatçının doğum yeri Figueres'deki müzeden sonra en büyük ikinci Dali Müzesi'ymiş. Bilmiyordum. Otel lobisindeki bir broşürden öğrendim. Kasvetli Tampa gününde yapılacak en iyi iş bu müzeyi ziyarettir diye düşündük. Her gün şort-tişört gezmekten sıkıldığım için yanımdaki renkli elbiselerden birini giydim. Aslında ilk defa geldiğim bir ülkedeki ilk müze ziyareti için özenmiştim de. Otelin kapısında karşılaştığımız siyah deri pantolonlu, deri ceketli bir kadın "Elbisen çok güzel" dedi, teşekkür ettim. Kadın birkaç gündür otelde konaklayan kalabalık motosiklet grubunun üyesiydi. Otele ilk girdiklerinde çekinmiştim. Amerikan filmlerinde gördüğümüz ürkütücü motosiklet çeteleri gelmişti gözümün önüne. En azından gürültü patırtıyla rahatsız edileceğimizi düşünmüştüm. Daha sonra bu düşüncelerimde ne kadar haksız olduğumu anladım, utandım. Ülkemde rastlaması zor selamlaşmalar, Amerika'da görüntüleriyle ilk anda çekingenlik yaratan motosiklet grubu üyeleri açısından son derece doğaldı. Sabah akşam nezaketle selamlaşıyorduk. Ön yargılarımda haksız çıkmıştım. Müze konusunda da böyle olacaktı. "Aman Tampa Körfezi'nde ne müzesi?" derken, Dali Müzesi'ni o güne kadar ziyaret ettiklerim arasında en keyif aldıklarım listesinde üst sıralara yerleştirecektim. 
    Dali Müzesi, Tampa Körfezi'nin liman şehirlerinden biri olan St.Petersburg'da. Pırıl pırıl bir şehir burası. Sürreal mimarisiyle söz konusu müze de bu şehre çok yakışmış. Binaya adım attığın anda Dali'nin çılgın dünyasına da adım atmış oluyorsun. Sanatçıya ait gerçeküstü objelerin renkliliği, anıtsal tabloların görkemi başını döndürüyor. O tabloların karşısında göklere uzanan tarihi bir dini yapıyı izlercesine kaldırıyorsun başını, her ayrıntıyı ayrı ayrı takip etmeye çalışıyorsun. Her şeyin büyük büyük olduğu Amerika'da kocaman resimleriyle Dali. Bu ilginç geliyor bana. Ancak doğal olarak sanatçının her resmi anıtsal boyutlarda değil. Yazının görselini oluşturan "Gala Akdeniz'i Düşünüyor'da" olduğu gibi... Sürrealizmin önemli temsilcisi Dali'nin bu akıma en uygun resmi değil bu. Ancak Dali'nin özgünlüğünü anlatanlardan biri. O gün o müzede gördüğüm, herkesin en çok ilgisini çekenlerden biri. Önünde ileri geri gidip gelerek bakanların kalabalık oluşturduğu bir resim. Çünkü yakından baktığında haçı çağrıştıran bir pencereden Akdeniz'e bakan kadın figürünü görürken, 20 metre uzaklaştığın zaman Amerikan başkanlarından Lincoln'ın ikonik görüntüsünü seçiyorsun. Kadın, Dali'nin büyük aşkı, "Mücevherim" dediği Gala. Birçok resminde olduğu gibi burada da Gala'yı merkeze yerleştirmiş. Gala'nın karşısında parlayan güneş incelendiğinde sanatçının İsa'nın Göğe Yükselişi tablolarını andıran bir görüntüyle karşılaşılıyor. İki yana açılmış kolların ve bir ayağın görüntüsü belli belirsiz dikkat çekiyor. Akdeniz bildiğimiz Akdeniz ve Dali bir İspanyol. Lincoln ise onun hayran olduğu isimlerden biri. Amerika'da yaşadığı, popülerliğin zirvesine ulaştığı yılların anısıyla şekillenen bir simge gibi. Dali bu resmi, gördüğü bir fotoğraftan etkilenerek yapmış. Amerikalı araştırmacı Leon Harmon, 1973'te "Yüzlerin Tanınması" başlıklı bir makale yayınladığında, Lincoln'ın düşük pikselli bir fotoğrafını örnek vermiş. Algılama üzerine bir örnek. Dali, bu makaleden edindiklerini sürrealizmle harmanlayarak aslında orada olmayan şeyi zihinle algılama durumunu betimlemiş. Farklı renklerdeki bloklardan hareketle bu resme bir de soyut dışavurumculuğun önemli sanatçısına ithafen "Mark Rothko'ya Saygı" ismini eklemiş. Resim, Dali'nin sanatsal gelişimin 4.evresinde ortaya koyduğu bir eser. Sürrealizmin tek temsilcisi olduğunda ısrar eden sanatçı, ilk resimlerini klasik Freudcu anlayışla yapmıştı. Tamamen bilinçaltına dayanan çalışmalardı bunlar. Doğum travmaları, oedipal kompleks, cinsel imgeler vs. İkinci evreye Başkalaşım Evresi denmişti. Çok yönlü, sapkın bir dönemdi. 30'larda başlamıştı. Organ nakilleri, ameliyatlar, bedenin başkalaşımı, Lenin, Hitler gibi isimlere saplantılı resimler. Savaşa doğru giden tuhaf dönemin resimleri. Bu yüzden Sürrealist sanatçılar tarafından dışlandığı bir dönem. Fakat adam öyle ilginç ki yıllar önce bir askerin ona Hitler için imzalattığı kitapta çizdiklerinin Hitler'e savaşı kaybettirdiğini düşünüp ondan bile kendine pay çıkarıyor. Salvador Dali sanatının 3.evresi Dini Evre. Dinle yakınlaştığı, Rönesans etkisiyle resimlediği bir dönem. 4.evre ise Çekirdek Evre. Fizik çağıyla bağlantı kuruyor. Artık ilgisini dinle birlikte bilime, evrene yöneltiyor, bu yönde araştırmalar yapıyor. "Gala Akdeniz'i Düşünüyor" resmini araştırmak için tıkladığımızda taş baskı örneklerine, yani çoğaltılmaya müsait örneklerine rastlıyoruz. Ancak benim St.Petersburg Dali Müzesi'nde gördüğüm resim orijinal yağlı boya iki eserden biri. Diğeri Figures Dali Tiyatrosu ve Müzesi'nde yer almakta.
    Figueres Dali Tiyatrosu ve Müzesi, sanatçının henüz 15 yaşındayken katıldığı serginin gerçekleştiği tiyatro binası. Bir sanatçı için, katıldığın ilk serginin düzenlendiği binanın ileride adına müze olarak düzenlenmesi ne mutlu bir olay. Öncesinde evinde düzenlenmiş bir sergi de var. Bunu "Ona çok çektirdim" dediği babası gerçekleştirmiş. Noter olan baba, oğlunu destekliyordu ama yeni yetme Salvador, Nietzsche'ye kafayı takıp saçmaladığında, resimleri ahlak dışı sayılıp sergilenmediği zaman önüne gelene hakaret mektupları gönderince hapse atıldığında, San Fernando Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi'nde hocalarını yetersiz bulup okuldan uzaklaştırıldığında dayanamayıp evden kovuyor. Dali, babasını delirttiğinin farkında. Güncesinde "Babam yalnızca en çok takdir ettiğim değil, en çok öykündüğüm insandır da" sözleriyle anıyor onu. Fakat güncenin başında Freud'un "Kim ki baba otoritesine başkaldırır ve yener, o bir kahramandır" sözüne de yer vermeyi ihmâl etmiyor. Tam bu noktada Picasso'yu ikinci babası saydığını eklemeden geçemem. Kendini kahraman görüyor; herkesten farklı olduğunu, önüne çıkan her şeyde tanrısal bir durum olduğunu söylüyor. Kızamıyor insan. Güncesindeki şu sözler beni gülümsetiyor: "Her sabah uyandığımda yüce bir keyif duyuyorum ve bugün ilk kez bu keyfin, Salvador Dali olma keyfi olduğunu keşfediyor, merak ve şaşkınlık içinde bu Salvador Dali'nin bugün ne gibi dahiyane yapıtlar üreteceğini merak ediyorum. Ve her gün diğer insanların Salvador Dali ya da Gala olmadıkları halde nasıl olup da yaşayabildiklerini anlamakta zorluk çekiyorum". Gala, Dali'nin büyük aşkı. Paul Eluard ile evliyken tanışıyorlar ve bir daha hiç ayrılmıyorlar.  Tanışmalarını şöyle betimliyor Dali "Üst-insanımın süper kadın Gala kimliğinde kadın olarak karşıma çıkması alnıma yazılmıştı". Evleniyorlar, bu evlilik ancak Paul Eluard öldüğünde resmiyet kazanıyor. Gala'yı defalarca resimliyor Dali. O olmasa kendi yeteneklerine inanmayacağını, yaptığı her işte onun katkısı olduğunu defalarca belirtiyor. 
    Sürrealizm, yani Gerçeküstücülük, Salvador Dali kafasındaki bir sanatçı için en uygun akım. "Sürrealizm"terimi, 1917 yılında Şair Guillaume Apollinaire tarafından "Gerçek dışı olanı aramak" anlamında kullanılıyor. Birinci ve ikinci manifestolar 1924 ve 1928 yıllarında yayınlanıyor. Bilinçaltını, rüyaları hedefleyen sürrealistler, Freud'un "Düşlerin Yorumu" isimli kitabından etkileniyorlar. Rüyalar, ilk akla gelenler, çağrışımlar, sanrılar edebi eserlerde, tuvallerde, sinema perdesinde yer alıyor. Dali'nin hazırladığı, Luis Bunuel'in çektiği "Bir Endülüs Köpeği" bu akımın simge filmlerinden biridir ki usturayla kesilen göz sahnesi kabuslarımda yer alır. 20.yy'ın gereği olan geleneksele karşı çıkış, sürrealizmde sadece konu olarak yaşanmaktadır, teknik anlamda farklılık yoluna gidilmemiştir. Sanat tarihçileri bu akımı "Soyut" ve "Veristik" olarak ikiye ayırırlar. Veristik sürrealistler figürlü çalışmışlardır. Sürrealist eserlerde nesneler bazen gerçek işlevlerinin dışında resimlenirler, kendilerine ait olmayan özellikler alırlar. Bazen iki farklı nesne, üçüncüyü oluşturmak için birleşir. Bazen uyumsuz nesneler bir araya gelir (kaya-bulut gibi). Bazen ikiz imgeler kullanılır. Bazen nesneler iç içe geçer vs. Olağan nesne ve figürler, sınırsız hayal gücüyle olağan dışı durumlarda betimlenirler. "Olağan dışı" terimini kullanmış olsam da aslında her biri bilinçaltımızda ve rüyalarımızda olanlardır. Sürrealizmin ortaya çıkışı, iki dünya savaşı arasındaki belirsiz, endişeli zamana denk gelmesi açısından anlamlıdır.
    Tekrar Salvador Dali'ye dönecek olursak... Onu tam anlamıyla anlatmak zor. Hem kafasıyla, hem bedeniyle sürekli çalışan bir adam. Tablolar, giysi ve eşya tasarımları, mücevher tasarımı, mağaza vitrinleri tasarımı, uyku hapı tanıtımı için sergi, sinema ve tiyatro dekorları, kitaplar, makaleler, belgeseller, kitap kapakları, noel kartları, librettolar, Walt Disney'le çalışma, Helena Rubinstein'ın evini dekore etme vs.vs.vs. Çocukluğunda gömleğine gizlice kahve döken ve şeklini inceleyerek düşünen, "başarımın sırrı paranoyak-eleştirel yöntemim" diyen, "kaytan, emperyalist, ultrarasyonalist ve dikey gizemcilik, dikey İspanyol sendikalistleri gibi cenette uzanan bir bıyık" sahibi, evinin bir köşesinde içi mücevher dolu oyuncak ayı bulunan, en önemli duyguların yüreğinden değil dirseği üzerinden geldiğini söyleyen, meleklerle özel bir ilişkisi olduğuna inanan ve daha birçok şeyi hayallerine sığdırmış olan, kendi deyimiyle maddenin dağılışını anlatan peltemsi saatleri, tava olmadan kızaran yumurtaları, doğduğu gün yitirdiği ana karnındaki cenneti anımsatan meleksi ve sanrılı ışık hayalleriyle yarattığı kozmogonisiyle Dali... Zor ama renkli insan. 2012 yılının bir Ağustos günü bizim de günümüzü renklendirmişti. Öyle ki yola çıktığımızda gri olan gökyüzü, müzeye vardığımızda parlak bir güneşle aydınlanmış ve saatlerce öyle de kalmıştı. Yıllar sonra o günü andım, bu yazıyı hazırlamak için kütüphanemdeki "Bir Dahi'nin Güncesi'ni" çıkardım, tekrar okudum, tekrar gülümsedim. Ve yazıyı kitaptan şu satırlarla bitirmek istedim. 
    "Breton'la randevuma gitmediğim günden beri, gerçeküstücülük tanımladığımız anlamda ölüdür. Ertesi gün büyük bir gazete gerçeküstücülüğü tanımlamamı istediğinde "Gerçeküstücülük benim" yanıtını verdim. Buna da inanıyorum, çünkü onu tek sürdüren benim. Hiçbir şeyden vazgeçmedim; tam tersine her şeyi yeniden onayladım, değer sırasına koydum, yücelttim, rasyonalize ettim, daha ruhani hale getirdim. Şimdiki nükleer gizemciliğim de, Ruh-ül Kudüs'ün esiniyle, hayatımın ilk kısmındaki şeytani ve gerçeküstücü deneyimlerin bir ürününden ibarettir. 
    Breton, benim o güzel adımla oynayarak, 'Avida Dollars' (Dolar tutkunu, paragöz) diye bir anagram oluşturdu. Bu, belki büyük bir şairin başyapıtı değildi. Ama hayatımın akışında o sıradaki acil hayallerime oldukça iyi denk düştüğünü de kabul etmeliyim. Hitler, Wagner'e uygun bir şekilde, Eva Braun'un kollarında öleli çok olmamıştı. Haberi duyar duymaz, geri dönülmez bir karar vermeden önce on yedi dakika kadar düşündüm: Salvador Dali, döneminin en büyük yosması olacaktı. Ve oldum da".
    


10 yorum:

  1. ah ah tampa mı, ah ah daytona beach te filan yüzmek lazımdı şimdi ah ah :)

    YanıtlaSil
  2. Bu resimde uzaktan bakıldığından Lincoln görülüyor olmasına çok şaşırmıştım :)

    Ne güzel bir tatil anısı, yeniden gidip gezeceğimiz günler yaklaşsın artık.

    YanıtlaSil
  3. Dali'nin bu resminin içinde olduğu evresini bilmiyormuşum, burada öğrendim.
    Paris'te Montmartre'daki Espace Salvador Dali müzesini gezmiştim. Orada daha çok heykel ve gravürler vardı. Bir de Endülüs Köpeği filmi sürekli gösteriliyordu.
    Teşekkürler bu uzun ve güzel yazı için. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu sefer biraz daha uzun oldu. Ama Dali de çok enteresan adam:)
      Ben çok teşekkür ediyorum. Sevgiler...

      Sil
  4. Okuma listesinde mozaiklenmiş bir erkek kafası resmi görünüyordu, buraya gelince şok oldum:)
    Güzel anılara biz de ortak olduk ve bilgilendik de.Teşekkürler Sezer...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, okuma listesinde kalitesi düşük bir fotoğraf gibi görünüyor:) Dali bu:)
      Ben çok teşekkür ediyorum. Sevgiler...

      Sil
  5. Yazını yayınladığın ilk gün okumaya başladığımda, elbette bu serinin başından beri aldığım ve sıklıkla ifade ettiğim tadı alırken, dedim bu yazıyı iş güç arasında gümbürtüye getirmemelisin... Biraz mesafesinden kaynaklıydı ama karakterin ilginçliğini ve derinliğini de gözetmek gerekiyordu. Sonra bir seyahat esnasındaki bir an içermesi, onu başka bir tada da ulaştırıyordu. İşte o zaman ben bu yazıyı, tüm diğer uğraşlardan azade bir günde ve saatte tekrar okumalıyım, dedim. Saat sabahın 5'inde ve o sakinlikte baştan aldım, nefis bir okuma tadıydı yaşadığım, ilmek ilmek gittim ve bu yorumla birlikte neredeyse 45 dakikaya varmışım:) Tabbi ki bu kuşe kağıda basılı bir kitap olmalı fikri ben itelesem de rahat bırakmadı, sonra bir ampul yandı bende ki bu fikri mail adresine yollayacğım gün içinde:) Ne diyeyim bilmiyorum ama şöyle diyebilirim sanki: Hani mevzunun sanat olduğu, alıcısı az ve meşakkatli bir işe, ürünlerine ve karakterlerine dair, tekniğine de girerek ve ben gibi bu konularda sadece bakıcı olan insana kendini geliştirmek adına çaba sarf ettirmek ve onun, derslerini sıkı bir öğrenci gibi -hevesle- takip etmesini sağlamak, mesleği sanat tarihçiliği de olsa herkesin harcı değil... O nedenle sadece blogda kalmamalı, diye ısrarla düşünüyor gönlüm:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geç cevap verdiğim için özür diliyorum. Birkaç gündür evde değildim, bilgisayarımı açamadım:)
      Güzel ve destekleyici sözlerin için tekrar tekrar teşekkür ederim. Aslında bu yazıdan -içinde bolca yaşanmışlık olduğu için- ayrı tat alacağını tahmin ediyordum, yorum gelmeyince bir parça bozulmuştum:) Haksız değilmişim, doğru düşünmüşüm:) Uzun uzun okunması beni mutlu etti. Tekrar teşekkür ederim.
      Aslında bizler, yani en azından aklı başında olanlar, kendimize kolay kolay sanat tarihçisi demeyiz. Sanat tarihi çok geniş bir alan. 4 yıllık lisans süresince her bir kısmında uzmanlaşman mümkün olmuyor. Ben resmi sevdiğim için, tarihi sevdiğim için, kendimi bildim bileli güzel sanatlar müzelerine ilgi duyduğumdan ortaya böyle yazılar çıkıyor. Akademik değil, tecrübeye dayalı:) Okulda hocalar bu tip yazılar için "Güzel ama akademik anlamda geçerli değil" derlerdi, önemsemezlerdi. Artık, belli bir yaştan, belli okumalardan, görmelerden, yaşanmışlıklardan sonra çekinmeden herkesin keyif alabileceği yazılar yazmak bana keyif veriyor. Kadın Ressamlar ve Oto-Portreleri" başlıklı tez niteliğinde bir proje ödevi yapmıştım. Dönüp okuyorum, inanılmaz terminolojik, tamamen akademik ve sıkıcı olduğunu görüyorum:) Oradaki bilgileri "Bir Ressam-Bir Resim" serisi için Semiha Berksoy ve Eren Eyüboğlu yazılarımda kullandım, baştan yazdım. Daha anlaşılır, daha okunası, daha keyifli oldular. Hocalarım kusura bakmasın, sıkıcı olmadan anlatmak güzel:)

      Sil

Yorumu olan?