14 Ekim 2017 Cumartesi

BÜKREŞ'TE...

    Kış bastırmadan, sonbaharla vedalaşmadan ufak bir seyahat önerisinde bulunmanın zamanıdır. Farklı bir memleket göreyim, yakın olsun, hesaplı olsun diyenlere gelsin bu öneri.
    Bir önceki yazıda bahsettiğim nedenlerle, geçtiğimiz Nisan ayında bir gece konaklamalı iki günümüzü kapsayacak bir hafta sonu gezisi planlamaktayken aklıma Bükreş geldi. Uçakla sadece 1 saat uzaklıktaydı, vaktimizi ulaşımla harcamayıp şehrin tadını çıkarabilme düşüncesi cazipti. Romanya'da aslında Transilvanya bölgesinin daha ilginç olduğunun, Dracula gibi Romanya'ya özgü bir efsanenin bu topraklarda hüküm sürdüğünün, asıl masalsı kısımların o bölge olduğunun farkındayım. Sırf bu sebeplerden dolayı bir gece değil de birkaç gün kalınması gereken Transilvanya olmayacak bu yazının konusu. O bölgeyi de görmeyi çok istediğimi bir kenara yazarak başkent Bükreş'e uzanıyoruz şimdi.
    Gezip görme, sokaklara çıkma, keşfetme, güneşi hissetme duygularının coştuğu bir Nisan günü düştük yola. Sabah uçağıyla İstanbul'dan ayrılıp ortalama 1 saat süren uçuşla Bükreş'e vardık. Taksi ücretinin cebimizi yakmayacağı her ülkede olduğu gibi şehir merkezine ulaşmak için bu aracı tercih ettik. Toplu taşımacılığı kullanmak isteyenler için otobüs seçeneğinin de olduğunu belirtmek gerekir. Romanya AB üyesi ülkelerden biri ancak para birimi Euro değil Lei. 
Bizim orada olduğumuz tarihten bu yana Türk lirasının değeri Rumen leyi karşısında bir parça değer kaybetmiş olsa da hemen hemen aynı ayarda olduklarını söyleyebiliriz. Bu yüzden harcamalarınızı çarpma, bölme işlerine girmeden kolayca yapabileceksiniz. Bu arada paralarının çok ilginç olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Sudan etkilenmeyen, buruşmayan, şeffaf kısımlarıyla çok şık, pırıl pırıl plastik paralar bunlar.
    Bükreş yemyeşil bir şehir. Herastrau, Izvor, Carol, Cismigiu gibi çoluk çocuk vakit geçirilen keyifli parkları var. Konakladığımız otel Cismigiu Park'ın çok yakınındaydı. Cismigiu Park, yani Çeşmeci Parkı. Ülkenin Osmanlı'ya bağlı döneminden yadigar bir isim. Tarihi ve turistik merkez Lipscani Caddesi'ne yürüme mesafesindeki otelimizin önünden şehrin nostaljik tramvayı geçiyor. Ve bence tramvaylar şehirlere çok yakışıyor.
 
    Eşyalarımızı odamıza bırakıp bir miktar dinlendikten sonra şehri keşfetmeye çıkıyoruz. İlk durağımız her daim turistle dolu Lipscani Caddesi. Gözümüze kestirdiğimiz bir İtalyan restoranında pizzalarımız ve ballı limonatalarımızla enerji depoluyoruz. İlk kez geldiğimiz bir ülkede yemek açısından sürpriz yaşamamak için ilk tercih ettiğimiz yiyecek pizza oluyor genelde:) Nasıl olsa İtalyan restoranları her yerde mevcut. Ve hafif bir pizza en risksiz yiyeceklerden biri. Yerel mutfağı tatma işini akşam saatlerine bıraktık.
     Lipscani Caddesi şehrin en turistik bölgesi. Gece ve gündüz aynı canlılıkta. Avrupalı genç turistlerin yoğunluğu ve neşeleri öyle dikkatimi çekti ki "bunlar İstanbul'da olmalıydı" diye düşünmeden edemedim. Tarihiyle, konumuyla, kültür-sanat etkinlikleriyle birçok Avrupa ülkesini cebinden çıkaracak özellikteki İstanbul'un Batılı turist anlamındaki verimsizliği beni gerçekten üzüyor. Kendilerini burada rahat hissetmedikleri için onları suçlayamayız da.
    
    Turist kalabalığına karışmış, ilkbahar güneşiyle mest olmuş ilerlerken karşımıza Stavropoles Manastır Kilisesi çıkıyor. 1700'lerin ilk çeyreğinde yapılmış tipik bir Ortodoks kilisesi burası. Ziyaretçisi de bir hayli yoğun. 



      Bir müddet sonra 15.yy.'da soyluların yargılandığı mahkeme binasını görüyoruz. Önünde meşhur Eflak Prensi Vlad Tepeş'in büstü. Bir başka deyişle Kazıklı Voyvoda'nın... Ya da daha yaygın bilinen ismiyle Dracula'nın... Romanlara, filmlere konu olmuş Dracula, Romanya'nın en tanınan ismi. İlginç hayatına dair söylentiler ayrı bir yazı konusu olacak kadar fazla. Kısaca bahsetmek gerekirse: Osmanlı'ya bağlı Eflak Prensliği tahtındaki babası tarafından, siyasi sebeplerle kardeşiyle birlikte küçük yaşlarda Osmanlı topraklarına yollanan Vlad, burada birkaç yıl geçirir. İleride Fatih ünvanını alacak olan II.Mehmet'le birlikte ünlü hocalardan ders aldığı söylenmektedir. Hatta çocukluk çağlarında birlikte fazlaca vakit geçiren iki veliahtın kan kardeşi olduklarına dair bir söylenti de mevcuttur. Gel gör ki sonraki yıllarda babasının yerine tahta geçen Vlad, tıpkı babası gibi Osmanlı'dan hiç mi hiç hoşlanmamaktadır. Aslında kimseden hoşlanmamaktadır:) Kendi halkı da dahil olmak üzere sayısız insanı kazığa oturtmuş, çeşitli işkencelerden geçirmiştir. Osmanlı elçileri ve askerleri de dahildir bu gruba. Bu talihsiz insanların kanını içtiği de rivayet edilmektedir ve Kont Dracula efsanesi böyle doğmuştur. Ölümünün Osmanlı askerleri eliyle olduğu söylenmektedir. Ancak bu da kesin bilgi değildir. Kesin olan ömrünün son yıllarını Osmanlılar'dan kaçarak geçirdiğidir.Ve insan ne oldum değil, ne olacağım demelidir. Bir zamanların korkulu rüyası Vlad Tepeş, bugün Romanya'da envaiçeşit hediyelik eşya üzerinde, bazen sevimli bazen korkunç hallerde yer almaktadır:) 
Dracula markalı şaraplar:)
    
    Tarihi bilgilerden sıkılanlar için küçük bir mola verelim şimdi ve yine Lipscani Caddesi üzerinde yer alan modern bir mağazaya göz atalım. Bükreş'e yolu düşen her kitapseverin uğradığı Cartureşti Carusel'deyiz.
    Keyifli bir kitapçı burası. Kırtasiye ve hobi malzemeleriyle, çizgi roman bölümüyle de gönülleri fetheden cinsten. Fakat turistlerin ilgi odağında yer almasından olsa gerek, pek hesaplı olduğunu söyleyemeyeceğim. 
    
    Akşam yemeği için tekrar şehrin merkezine dönene kadar civar bölgeleri de görmek istiyoruz. Ve muhakkak bulmak istediğimiz bir şey var. O da Atatürk'ün büstü. Şehir haritasını açıp Victoriei caddesini işaretliyoruz. Cadde üzerinde ilerlerken rastlıyoruz Ata'ya. Çocuk gibi seviniyoruz...
        Romanya'daki Türk iş adamlarının yaptırdığı heykelde "Mustafa Kemal Atatürk / Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu" yazıyor. Alt kısımda Atatürk'ün imzası ve "Yurtta Barış Dünyada Barış" sözleri İngilizce'siyle birlikte yer alıyor. Ata'ya saygı duruşunda emeği geçenleri gönülden tebrik ediyorum.

    Bükreş geniş bulvarların, irili ufaklı meydanların şehri. George Enescu Meydanı da bunlardan biri. En büyük Rumen besteci Enescu'dan alıyor adını. Meydanda dikkatimizi çeken yapı 
Ataneul Roman oluyor. 1888 tarihinde inşa edilmiş bir konser salonu burası. 
            
    Ataneul Roman'ın iç mekanı da dışı gibi görkemli. Miktarını hatırlayamadığım makul bir ücret karşılığında gezmek mümkün. 


      Bizim içeride olduğumuz sırada George Enescu Filarmoni Orkestrası prova yapmaktaydı. 
Bir yandan duvar resimlerini ve tavan süslemelerini incelerken bir yandan da müzisyenlerin meraklı turist kalabalığı hakkında ne düşündüklerini sorgulamadım değil:)
    
    Konser salonundan çıktıktan sonra eşimi kadınların çok sevdiği yerlerden biri olan pastacı dükkanına yönlendirdim. Bükreş'e gelmeden Ataneul Roman'ın hemen arkasında yer alan meşhur eklerci French Revolution'ın varlığını öğrenmiştim:) Gezmek için enerji gerek. Minicik dükkanın önünde bizim gibi düşünenlerin oluşturduğu kuyruğa eklendik ve sıramız gelince çeşit çeşit pasta arasından seçimizi yaptık. Şu sarı olanlardan aldım ben. Mangolu:) 
      
    
    George Enescu Meyda'nından ayrılmadan önce Bükreş Üniversitesi'nin tarihi kütüphanesinden bahsetmek istiyorum. 19.yy'a tarihlenen kütüphaneyi biz gezmedik ama meraklısı için gezilebileceğini hatırlatmalıyım. Etkileyici olduğu söyleniyor.

    Ataneul Roman'a yakın mesafede önemli bir meydan daha yer alıyor. Piata Revulutiei... 
Yani Devrim Meydanı. Akranlarım ve tabii benden daha büyük olanlar bu meydanı hatırlayacaklardır. Romanya'ya 25 yıl hükmetmiş Nikolay Çavuşesku'nun (Nicolae Ceauşescu) son konuşmasını yaptığı ve karısıyla birlikte bir helikoptere binerek kaçtığı meydan burası. 
      21 Aralık 1989 günü bu meydanda toplanan halka konuşma yapmak için fotoğrafta görülen binanın balkonuna çıkar Çavuşesku. Halkın büyük protestosuyla karşılaşır. Ertesi günü karısıyla beraber apar topar aynı binanın çatısından kaçarlar. Birkaç gün sonra yakalanıp idam edilirler. 
Bu olayla Soğuk Savaş son bulmuş olur. Olaylar sırasında 15 yaşındaydım. Karı koca Çavuşeskular'ın kurşuna dizilerek idam edilmiş hallerini televizyonda izlediğimi ve çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Fotoğrafta görülen anıt, olaylar sırasında hayatını kaybedenler anısına dikilmiş olan Yeniden Doğuş Anıtı.

    Çavuşeskular'ı tarihin tozlu raflarından çıkarıp hafızalarımızı tazeledikten sonra meşhur saraylarını görmek gerektiğini düşünerek Unirii Bulvarı'na uzanıyoruz. Görmek dediysem dışarıdan. Parlamento Sarayı'nın içi de gezilebiliyor ancak megalomaniye tutulmuş bir diktatörün 1100 odalı sarayını gezmeye hevesli değilim. Halk fakirlikten kırılırken müthiş masrafla yapılmış bir bina burası. İnşası için onlarca dini yapı, yüzlerce ev yıkılmış. Pentagon'dan sonra dünyanın 2.büyük idare binasıymış.
    O kadar büyük bir proje ki bu, Çavuşesku'nun ömrü binanın tamamlanmasını görmeye yetmemiş. Ölümünden 7-8 yıl sonra bitirilebilmiş.

    Bırakalım diktatörleri falan, Parlamento Sarayı'nın önündeki İzvor Parkı çok daha güzel şeyler vadediyor. Çoluk çocuk, genç, yaşlı, herkes çimenlere serilmiş güzel havanın tadını çıkartıyor.
     Gün yavaş yavaş geceye ilerlerken biz de sakin ve meraklı adımlarla tekrar şehir merkezine, Lipscani'ye dönüyoruz. Akşam yemeği için turistik bir hareket daha yaparak yerel restoran Caru'Cu Bere'de deneyeceğiz şansımızı. Gündüz saatlerinde uğrayıp rezervasyon yaptırmak istediğimizde böyle bir uygulamalarının olmadığını söylemişlerdi. 
    1879 yılından beri Bükreş'in kalbinde hizmet veren Caru'Cu Bere "Bira Vagonu" anlamına geliyormuş. Ahşap yerel dekoruyla oldukça sevimli. 
    Bar bölümünde beklersek masa ayarlayacaklarını söylüyorlar ve bize bir sıra numarası veriyorlar. Yaklaşık bir saat bekliyoruz fakat ortam keyifli olduğu için sıkıcı gelmiyor. Tüm masalar dolu, herkes sohbette muhabbette, belli aralıklarla ortaya çıkan dansçılarla mekan iyice şenleniyor.
    Dansçıların yerel halk danslarından tangoya, valse kadar farklı tarzlarda sunduğu gösteriler oldukça başarılı ve ilgiyle izleniyor. Benim fotoğraflar iyi değil ama ortam gayet iyi.
    Caru'Cu Bere'de menü çok zengin. Oldukça da lezzetli. Ve üstüne üstlük fiyat bakımından da 
bu kadar turistik bir mekan olmasına rağmen gayet hesaplı.


    Yemekten sonra dışarı çıktığımızda sokakların da Caru'Cu Bere gibi kalabalık ve hareketli olduğunu görüyoruz. Sokak konserinin şarkılarıyla herkes coşmuş. Herkes dans ediyor. 
Ben bir kez daha "neden bu turistler bizde değil, neden biz de sokaklarda dans etmiyoruz" diye hasetleniyorum. 
    Ben Bükreş'i sahiden kıskanmışım:) Ama inanın şehri öyle turistik bir hale getirmişler ki, herkes memnun. Tüm dünyanın gezip görmek için her fırsatı kullandığı bir çağda turizme öncelik vermeyen ülkeler zarardadır diye düşünüyorum. Ne diyelim? Darısı başımıza! 
Ha bu arada, Bükreş'te gece hayatı da çok iyiymiş, pek meşhur klüpleri varmış. 
Benden söylemesi.

    Şehirdeki ikinci günümüzde müzelerden müze beğeniyoruz ve iki tanesinde karar kılıyoruz. 
40'a yakın müze arasından böyle bir seçim yapmak o kadar zor ki. Gel gör ki zaman kısıtlı, akşam uçağıyla Türkiye'ye döneceğiz.
    İlk olarak Güzel Sanatlar Müzesi'ne gideceğiz. Ardından şehrin en büyük parkı Harestrau içindeki Köy Müzesi'ne. Erkenden kahvaltımızı yapıp çıkıyoruz. Yolumuzun üzerindeki güzel binaların önünde ufak molalar veriyoruz. Şehrin en eski bankası olan C.E.C Sarayı'nda olduğu gibi.
        
    Güzel Sanatlar Müzesi (Muzeul National de Arta al Romaniei) oldukça geniş bir alana yayılmış kocaman bir müze. Nedense bu kadar büyük olacağını tahmin etmiyordum. Zengin bir koleksiyonla karşılaştığım için çok mutlu oldum.
    
    Rumen resim ve heykel sanatçılarının yanı sıra diğer Avrupa ülkelerinden Brueghel, Rubens, Tintoretto gibi usta ressamların eserlerini görmek keyifliydi. Müzede ayrıca kaftanların sergilendiği geçici bir sergi vardı ve Osmanlı kaftanlarına da yer verilmişti.
    
    Güzel Sanatlar Müzesi'nden sonra rotamızı Harestrau Park'a çevirdik. Şehrin biraz dışında oldukça büyük bir park burası. Dimitrie Gusti Ulusal Köy Müzesi'ne girmeden önce parkta vakit geçirdik. Spor yapanlar, yürüyüş yapanlar, oturmuş dinlenenler, gölette sandalla gezenlerle huzurlu bir pazar günü havası vardı Harestrau'da. 
    
    Köy Müzesi'ne gitgide kapayan bir gökyüzünün eşliğinde ulaştık. Yağmur yağmamasını dileyip başladık gezmeye. Köy müzelerini seviyorum. Açık havada bol oksijen soluyarak yürümek ve öğrenmek hoşuma gidiyor. Gördüklerimin içinde favorim Tallinn'deki ama Bükreş'teki de hiç fena değil. 
    
    Dimitrie Gusti'de 17.yy.dan günümüze köy hayatı sergileniyor. Kilisesiyle, okuluyla, değirmeniyle tam tekmil köyler bunlar. Her biri orijinal yerinden getirilip burada tekrar kurulmuş. 
    
    Doğa yürüyüşüne çıkmış gibi keyifle gezdiğimiz birkaç saatin sonuna doğru müthiş bir yağmur bastırıyor. Herkes kapısı açık evlere kaçışıyor. O kadar çok ev var ki herkese yetiyor. 
Biz de birine sığınıp yaklaşık yarım saat kadar yağmurun dinmesini bekliyoruz.
    
    Belki aksilik gibi görünen bu yağmur olayı bize terapi gibi geliyor. Sadece yağmurun sesi ve toprak kokusuyla geçirilen dakikalar asla unutamayacağımız anılar olarak işleniyorlar hafızamıza. Uçuş saatimiz yaklaştığı için, yavaşlasa da kesilmeyen yağmur altında veda ediyoruz bu yemyeşil müzeye. Havalimanına giderken bir parça ıslansak da ne gam!
    
    Bükreş bizi güneşle karşılayıp yağmurla uğurladı. Dolu dolu geçen iki güzel gün yaşattı. 
Demir perde ülkelerinden biri olan Romanya'nın başkentinde komünizmin izleri bol pencereli dönem binalarında, Devrim Meyda'nında, Parlamento Sarayı'nda... Bunlar haricinde tam bir zamane Avrupa ülkesi havası var bu şehirde. Yalnızca turistik bölgede vakit geçirdiğimiz için yerel halk nasıl yaşar, ne düşünür gözlemleyemedik. Ülkenin diğer güzel şehirlerine gitmeyi, Karpatlar havası almayı, Dracula'nın şatosunu görmeyi bir başka seyahat için hayal ediyorum ve birkaç fotoğraf daha ekleyerek Bükreş'e veda ediyorum.












 







 
 

27 yorum:

  1. Böyle kısa süreli kaçamakların da keyfi başka oluyor :)

    YanıtlaSil
  2. Bu kadar güzel bir yer olduğunu bilmiyordum, sondaki göl kıyısındaki eve bayıldım, Atamızın heykelini orada gördüğüm için de çok sevindim, paralarının plastik olması ne iyiymiş darısı başımıza insan eline alınca tiksiniyor. Kütüphane ve kırtasiye ha? Çok güzelmiş dekorasyonu harika, çok beğendim. Emeğine sağlık Sezer'ciğim, çok güzel bir paylaşım olmuş, dolu dolu...
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Göl kıyısındaki ev de Köy Müzesi'nden. Eski bir balıkçı köyü.
      Çok teşekkür ediyorum Müjde. Öpüyorum seni:)

      Sil
    2. Sezer'ciğim 'Arkadaşlarımla Dertleşme' yazıma bıraktığın yorum gözümden kaçmış, ancak bugün farkettim, Eren de aynı yazıya yorum yazınca farkettim. Hemen cevap yazdım, bu gecikme için özür dilerim. Ben yorumları yayınlama konusunda çok hassasım, herkesin de en az benim kadar hassas olduğunu düşündüğümden belirtmek istedim.
      Ben de öptüm. :)

      Sil
    3. Ben de yorum konusunda hassasım, senin dikkatini de çok iyi biliyorum. Hiç önemli değil. Teşekkür ediyorum inceliğin için.

      Sil
  3. Üfff be; gezmek 🙈 Heryer çok guzell

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gezmek iyi, güzel! Kafan dağılır, gündemden uzaklaşırsın, öğrenirsin. İlla uzak ve pahalı yerler olması da şart değil. Sokağa çıkmak güzel aslında:)
      Teşekkürler Şeyda.

      Sil
  4. Normal şartlarda "tarihi bilgilerden sıkılanlar"ın başında geldiğimi sanıyordum ama bu yazıda öyle olmadı. Tarihi bir türlü sevememem belki de yanlış kişiler ve kaynaklar yüzünden... (iç hesaplaşma) :)

    Bükreş hiçbir listemde bugüne kadar yer almayan bir şehirdi, şimdi bi sıcak göründü, teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim canım Saçaklı.
      Şimdi sen böyle dedin ya, yaram depreşti. İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünü de tutturduğum halde tercih etmediğimi için pişmanım. MSGSÜ'nün adı cezbetti beni ve saf saf Sanat Tarih olacağımı düşündüm:) Şimdi Tarih Öğretmenliği yapıyor olabilirdim.
      Neyse, kısmet:) Sevgiler Saçaklı...

      Sil
  5. Bayıldım Bükreş'e Sezer'cim. Atamızın heykelini görmeniz ne iyi olmuş. O Caru'Cu Bere 'Bira Vagonu' denilen yer, en son gittiğiniz Köy Müzesi...hepsi çok güzeldi, senin kaleminden bu geziyi okumak daha da keyifliydi. Bükreş'e gidersek eğer, bu yazını mutlaka okuyacağım. Emeğine sağlık Sezer'cim. Sevgilerimle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Esincim, beğenmene sevindim. Öpüyorum güzel yanaklarından.

      Sil
  6. Ne kadar güzel bir gezi olmus. Dolu dolu gecmis tatiliniz. Ama pastaciklarda gözm kalmadi desem yalan olur :) ay manzara cok güzel ya. Sigindiginiz evde cok hoşmuş. Ben cok begendim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pastalar güzeldi:) Bol bol yürüyüp enerji ihtiyacı artınca daha da güzel geliyor:)
      Çok teşekkürler, sevgiler...

      Sil
  7. güzel yerler gerçekten..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aşırı kalabalık olmayınca,şehirde belli bir düzen ve koruma olunca güzellikler ön plana çıkıyor tabii. Mesela İstanbul çok daha güzel ama keşmekeş içinde kayboluyor ne yazık ki.
      Teşekkürler, sevgiler Mehtap...

      Sil
  8. okurken ben de gidip görmek için çok heveslendim.Nefis bir gezi yazısı olmuş görsellerde müthişti :) Olur da fırsat bulup gidebilirsem mutlaka bu yazıyı da göz önünde bulunduracağım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umarım dileğiniz gerçekleşir. Sevgiler Daphne:)

      Sil
  9. Valla 1 saatte Anadolu yakasından Avrupa'ya geçemiyorken Bükreş'e git gel yaparsın :) Çokkk güzel bir anlatım olmuş. Atamızın heykelini görmek ayrıca gurur verici .....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, İstanbul'da ulaşım ülkeler arası gibi:)
      Çok teşekkür ediyorum Yeşim.

      Sil
  10. bükreş. tamam aldım listeye. kilise ve binalar ilgimi çekmiyo ama yemekler, doğa, dans, pasta filan iyimiş. yani her yere taksi ile mi gittiniz o kırsal yerlere de :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, Köy Müzesi'ne de taksiyle gittik. Şehrin çok dışında değil. Şu an net hatırlamıyorum ama 20 küsur liraya denk gelen bir ücret ödemiştik sanırım deep.

      Sil
  11. Sizden yaklaşık 1 ay önce Kurban bayramında 30 Ağustos 4 Eylül arasında 6 günlük Romanya gezisi yaptık. Artık blogda veremediğim gezilerimden birisi oldu. Bükreş dışında Braşov, Sibiu gibi kentleri de gördük. (+ 3 adet kale Bran dahil) Geziniz de keyifli geçmiş. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke yazsaydınız Bilgehan Bey. Okumak isterdim. Romanya'nın diğer şehirlerini merak ediyorum.

      Sil
  12. Bükreş yazınızı merakla bekliyordum.Ne güzel bir sürü bilgi paylaşmışsınız, emeğinize sağlık.Ama hani yöresel yemekler ? :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yemeklerin fotoğrafları çok kötüydü eklemedim. İsimlerini de not almamışım, hatırlamıyorum:) Ama et yemekleriydi. Bence siz nasıl olsa Romanya'ya gideceksiniz Gamze:) Caru'Cu Bere'nin menüsü çok geniş, benim için de yersiniz ve paylaşırsınız umarım:)

      Sil
  13. Çok güzel gerçekten.Gidip yerinde görmek eminim muhteşem olurdu.=))

    YanıtlaSil

Yorumu olan?