İki buçuk saatlik uçuşla Sicilya'nın bu tarihlerde THY ile ulaşılan tek noktası olan Katanya'ya (Catania) vardık. İnince saatlerimizi 2 saat geriye almak durumunda olduğumuzdan yol için hiç vakit kaybetmemiş gibiydik. Uçakta Pavorotti belgeselini seyrettim. İtalya topraklarına İtalyan opera müziğiyle adım atmanın keyfini yaşadım. Pavorotti kuzeyli. İtalya'nın kuzeyinde yer alan Modena'da doğmuş. Ülkede kuzey ve güney arasında birbirlerini pek benimsememe durumu var. Gerçek İtalya havasını almak için güneyin tercih edilmesi gerektiği hep söylenmekte. Sicilya adası güneyde ve ucun da ucunda. Bir filmde Sicilya için "Çizme şeklindeki ülkenin tekmelemek istermiş gibi durduğu ada" denmiş ya hani? Coğrafi açıdan da, sosyal açıdan da cuk oturmuş bir tanım olmuş. Bu durumda bakınız İtalya haritası:
Sicilya yaz aylarında tercih edilen ve dolayısıyla o tarihlerde kalabalıklaşan kocaman bir ada. Neyse ki sonbahar mevsimindeyiz. Ortam sakin. ALIBUS otobüsüyle havaalanından şehir merkezine kolayca ulaşıyoruz. Konaklayacağımız yere giriş yapmak için henüz çok erken. Birer sırt çantasından başka eşyamız da yok. O halde Katanya için amaçsızca gezme zamanı.
İşe ve okula gidenlerle şehir yeni yeni uyanıyor. Hava sıcak, güneşli. Ne de olsa Akdeniz'deyiz. İlk durağımız, tesadüfen rastladığımız fakat birkaç seyahat yazısından aşina olduğum Villa Bellini oluyor. 1801 Katanya doğumlu opera bestecisi Vincenzo Bellini adına kurulmuş orta ölçekli bir şehir parkı burası. Seyahat tavsiyelerinde illâ yer verilecek özellikte değil. Ancak bizim vaktimiz var, şehri tanımaya çalışıyoruz. O yüzden sabah temizliğini yapan park görevlilerini, koşuya ya da yürüyüşe çıkmış insanları, okula giderken parkın içinden gülüşerek geçen çocukları gözlemlediğimiz için memnunuz. Bir de üzerine Etna'yı ilk kez burada fark etmez miyiz? Villa Bellini hafızamda Etna'yı ilk gördüğüm yer olacak kalacak.
Etna, Sicilya diliyle Mongibello, dünya üzerindeki 500 aktif yanardağdan bir tanesi ve Avrupa'nın en büyüğü. Sık sık hareketlilik yaşıyor. Bizim orada olmamızdan 10 gün önce bile yaşanmış bu hareketlilik. Katanya'nın çok yakınında. Tüm heybetiyle şehrin birçok noktasından görünüyor. Bu anlamda çok etkileyici. Bazı geceler ağzından yükselen kıvılcımları gözlemek bile mümkünmüş. Bizim orada bulunduğumuz süre içinde böyle görüntülerle karşılaşmadık. İster miydim? İsterdim. Bunun saf ve bencilce bir hareket olduğunu kabul ediyorum:) Fakat şu gerçeği unutmamak gerekir ki yaklaşık 500.000 yaşında olan bir yanardağdan bahsediyoruz. Benden çok önce de oradaydı, çok sonra da orada olacak, lav ve ateş püskürtmeye devam edecek. Hayran hayran seyrettim ama Etna'nın güzel bir fotoğrafı yok elimde. Daha sonra Etna caddesinin sonuna doğru yürüyüp çekeriz dedik ama ikinci günümüzü Taormina'da geçirdiğimizden ve son gün yağmurlu olduğu için dağın manzarası kapandığından o fırsatı yakalayamadık. Elimdeki birkaç fotoğrafta uzaktaymış gibi görünüyor fakat Etna Katanya'ya çok yakın. Tam bu noktada Sicilya'ya bağlı Aeolian adalar grubu içinde yer alan Stromboli yanardağını da hatırlatmak gerekir. Stromboli aktif yanardağlardan bir diğeri. Sicilya halkının diken üzerinde yaşadığını söylemek yanlış olmaz sanırım.
Apartmanların arasından Etna'yı gördünüz mü? :) |
Villa Bellini'de biraz vakit geçirdikten sonra günün ilk kahvesini içmek için hemen karşısındaki pastane Savia'ya geçtik. 1897 yılından beri faaliyette olan bir işletme burası. İtalya'da pastane çok. Savia ise Katanya'nın en meşhuru.
Savia ayak üstü kahve içenlerle, yiyeceklerini alıp gidenlerle epeyi kalabalık. Fakat biz turistiz, acelemiz yok. Boş masalardan birine oturuyoruz. Ben fıstıklı çöreklerden sipariş ediyorum, eşim bir çeşit küçük pizzayı ve Sicilya'nın meşhur pirinç toplarından Arancini'yi istiyor. Bizim Antep fıstığının eşi, benzeri,akrabası, tıpkısı, ne derseniz işte o fıstık bu iklimin gözde bitkilerinden biri. Fıstıklı yiyecekler, fıstık temalı hediyelik eşyalar her yerde.
Savia'daki enerji molasından sonra yine sokaklardayız. Haritaya göre ilerlemiyoruz. Ayaklarımız bizi nereye götürürse oraya... Önce bir pazar yerinde buluyoruz kendimizi. Hem sebze-meyve bölümü, hem tekstil, gündelik eşya vb. bölümü bizimkilerden farklı değil. Farklı olan deniz ürünleri kısmı. Anlaşılan "denizden babam çıksa yerim" sözü Sicilya'da epeyi geçerli. Balık harici birçok küçük deniz canlısı da tüketiliyor. Ve salyangoz da pek revaçta. Deniz ürünlerinin bolluğu tabii ki mutfaklarına yansımış. Balık restoranlarının çokluğunda, pizzacı dahil menülerinin içeriğinde kolaylıkla gözlenebiliyor.
Esnaflığın yok olmadığı şehirlerde gezmek güzel. Katanya'da da durum bu. Muhtemelen adanın diğer yerleşimlerinde de aynı şey geçerli. Ara sokaklarda sık sık terziye, ayakkabıcıya, saat tamircisine, küçük berber dükkanlarına rastlıyoruz. Birkaç broşürde outlet ilanları gördüm ama sanırım bunlar şehir dışında. Elbette Katanya'nın büyük caddelerinde ünlü İtalyan markalarının mağazaları var. Ancak çirkin ve yorucu alışveriş merkezlerine rastlamadık. İnsanların AVM'lere mecbur edilmediği yerleri seviyorum.
Az önce "Katanya'nın büyük caddeleri" dedim fakat aklınıza kocaman kocaman bulvarlar gelmesin. Etna Caddesi'nin başı çektiği birkaç cadde hariç dar yollar kuşatıyor kenti. Bunu arabaların kapılarındaki boydan boya çiziklerden de anlıyorsun:) O kadar çok var ki. Güzelim Fiat 500'ler belli ki dar sokaklara kurban gitmişler.
Etna her zaman bizim orada olduğumuz tarihlerdeki gibi uslu durmuyor tabii. Katanya, Etna'nın 17.yy. sonundaki büyük patlamasının ardından yaşanan depremle yerle bir olmuş. Bu yüzden yeniden yapılanan şehir merkezinde tarihi akıma uygun olarak Barok mimarı tercih edilmiş. Bir meydandan diğerine geçerken bunu rahatlıkla gözlemliyoruz. Haritayı açmış geziyor değiliz. Rastgele yürürken tarihi ve turistik meydanların en önemlilerine kendiliğinden çıkıyor yollarımız. Her biri bir diğerine ulaşıyor. Bol kıvrımlı, süslü dönem binalarının kimi lav taşıyla yapıldığı için farklı görünüyor gözümüze. Koyu gri renkli bu binalar nedeniyle kimi gezgin Katanya'nın kasvetli göründüğünü yazmış. Seyahat öncesi aklıma şüphe düşüren ve endişelendiren bu söylemlerin doğru olmadığını anladığım için mutluyum. Her bina lav taşıyla yapılmış değil. Ara ara görünen koyu renkli tarihi yapılar, kasvet değil ilginç bir görüntü oluşturuyor, Sicilya'da bir yanardağın dibinde olduğunu belgeliyor. Bazı yolların da bu taşla döşenmiş olması durumu değiştirmiyor. Katanya güneşli bir Sicilya kenti.
Bence en sevimli meydan Piazza dell'Universita, yani Üniversite Meydanı. Çevresinde Katanya Üniversitesi binalarının yer alması, gençlerin varlığı bunun en büyük sebebi. Tarihi 15.yy'a dayanan üniversite fen bilimleri ağırlıklı bir kurum. Özellikle tıp konusunda iddialılarmış gibi geldi bana. Yurt dışında okumak isteyen gençlere ufak bir hatırlatma olsun.
Katanya Üniversitesi'nin binalarından biri. |
Üniversite meydanını gençlikle bağdaştırdım fakat tabii ki sadece böyle değil. Örneğin bu orta yaşlı beyle iletişimimiz güzeldi. Dinlenmek için oturduğumuz bankta yanımıza geldi. Önce sigarasını içti. Sonra sohbet açmaya çalıştı. Çalıştı diyorum çünkü tek kelime İngilizce konuşmadı, e tabii Türkçesi yok, bizim de İtalyancamız yok. Nereden geldiğimizi sorduğunu anladık. Biz "Türkiye, İstanbul" deyince o "Boğaz" dedi, "Anadolu" dedi. "Bizans" dedi." Kusura bakmayın" der gibi gülümseyip ekleyerek "Konstantinopolis" dedi. Belli ki bilgisi çoktu ama sohbet dil engeline takıldı. Anadolu'da var olduğunu kastedip bir meyveyi anlatmaya çalıştı. Eliyle kabuk açıyor vs. Karşılıklı kafaya taktık, fotoğrafta görüldüğü üzere yazılışını istedik. Çıkaramadık bir türlü. Ancak akşam saatlerinde anladık Antep fıstığından bahsettiğini. Bunu yorgun olmamıza bağlıyorum, her şey öğleden sonra 1-2 saat uyuyup dinlenince netleşti:)
Üniversite meydanına yakın olan Piazza Bellini daha küçük bir meydan ancak bana mücevher kutusunu anımsatan değerli bir binaya sahip. Bir opera binası bu. Teatro Massimo Bellini. 1890 yılında Bellini'nin başyapıtı "Norma" performansıyla açılışı yapılmış. Eğer bir temsil izleme olanağı yoksa belli bir ücret karşılığı içerisini görmek mümkünmüş fakat ben bunu sonradan öğrendim. Fırsatı kaçırmış olduk.
Bellini meydanı ve opera binasının geceleri çok daha etkileyici bir görünüme sahip olduğunu söyleyebilirim.
Ben daha küçük olanlarını daha fazla sevmiş olabilirim ancak Katanya'nın en büyük, en turistik, en hareketli meydanı Piazza Duomo. Burası hemen her Avrupa şehrinde olduğu gibi katedralin civarında şekillenen ana meydan. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor. Merkezindeki fil heykeli nedeniyle turistler tarafından Fil Meydanı olarak da adlandırılıyor. Heykelin neden fil şeklinde olduğu hakkında rivayetler muhtelifmiş ancak YouTube'da Pronto Tur rehberinden dinlediğim bana mantıklı geldi. Büyük depremden sonra şehir yeniden inşa edilirken görevli olan valinin şirketinin logosu fil olduğu için yapılmış bu heykel. Her turistik nesnede romantik bir yan aramamak gerektiğinin örneği gibi. Hemen arkasındaki yönetim binası Palazzo degli Elefanti'nin cephesinde de fil heykelcikleri bulunuyor. Bina bugün de belediye sarayı olarak kullanılıyor.
Duomo meydanının ana kraliçesi, en büyük dini yapısı Cathedral of St.Agatha, ilk hıristiyanlardan Azize Agatha'ya adanmış. Agatha zamanın Roma valisinin evlilik teklifini reddedince, inancını değiştirmeyince türlü işkencelere maruz kalmış. Göğüsleri kesilmiş. Bu yüzden meme kanseri hastalarının koruyucu azizesi kabul edilmekteymiş. Adına yapılmış katedralden anlaşılacağı gibi Agatha aynı zamanda Katanya'nın da koruyucusu. Azize Agatha'nın bize ulaşan bir hikâyesi de var. 11.yy.'da Bizans hakimiyeti sırasında, azizenin naaşı o zamanın başkenti Konstantinopolis'e yani İstanbul'a getirilmiş ve bir süre burada kalmış. Tekrar Katanya'ya döndüğü
17 Ağustos günü bayram olarak kutlanmaktaymış. Mezarı bugün bu katedralde. Tıpkı ünlü besteci Vincenzo Bellini'nin mezarının burada olduğu gibi.
Meydanlar çeşmesiz olur mu? Bu pek mümkün değil. Duomo meydanının da güzel bir çeşmesi var. 1867 yılından beri Amenano nehrinin sularıyla beslenen, meşhur Carrara mermeriyle yapılmış Fontana dell'Amenano...
Çevresindeki binalarda restorasyon olduğu için fotoğraflar pek iyi olmadı. Ne gam! Gözümüzün gördüğü çeşme, zaten ekran ardından göründüğünden çok daha güzeldi. Eskiden kadınlar çamaşırlarını burada yıkarlarmış. Biz ise bugün diğer turistler gibi önünde poz veriyoruz.
Amenano çeşmesinin ardına uzandığımızda balık pazarıyla karşılaştık. Taze balıklar, bağıra çağıra konuşan satıcılar ve müşterileri... Olup biteni izleyen turist grubuna karışmamak olmazdı. Ayhan Sicimoğlu'nun "Dünyanın en matrak balık pazarı" dediği yerdeydik.
Ortamın curcunasını bir süre izledikten sonra yakınlardan gelen balık kokularına dayanamayıp Scirocco'nun masalarından birine kuruluverdik. Burası sokak lezzetleri duraklarından biri.
Külahlar içinde servis edilen kızarmış deniz ürünleri şahaneydi. Saatlerdir yürümenin getirdiği yorgunluğumuza çok iyi geldi. Biz tazecik deniz ürünlerini atıştırırken balık pazarı yavaş yavaş toparlandı.
Dinlenmek için odamıza doğru ilerlerken rastladığımız Antik Roma tiyatrosu kalıntıları Sicilya tarihi hakkında ipucu verir nitelikteydi. Akdeniz ticaret yollarının önemli bir noktasında bulunan, verimli topraklara sahip bu ada Fenikeliler'in, Kartacalılar'ın, Yunanlar'ın, Romalılar'ın, Vandallar'ın, Ostrogotlar'ın, Araplar'ın, Normanlar'ın, Bizans'ın hakimiyetine girmiş. Bir süre İspanyollar'ın, bir süre Habsburg ve Bourbon hanedanlıklarının yönetimindeymiş. Osmanlılar daha çok ticari ilişkiler içerisinde kalmışlar. Tüm bu trafikten Sicilya'nın ne kadar ilgi çekici bir ada olduğunu anlamak mümkün sanırım.
Doğrusu Katanya'daki ilk günümüzde epeyi bir yer gezip, bilgi sahibi olduk. Üstelik uykusuz bünyemizi dinlendirmek için birkaç saat vakit bile ayırabildik. Akşam üzeri tekrar çıktığımızda ışıl ışıl parlayan alışveriş caddesi Etna üzerinden yol alıp, dikkatimizi çeken mağazalara göz atıp tekrar Üniversite Meydanı'na geçtik. Gözümüze kestirdiğimiz bir restorana girdik. Uzun uzun tavsiyelere gerek var mı bilmem. Restoranlar zaten hoş; pizzalar, makarnalar, deniz ürünleri lezzetli. Fiyatlar birçok Avrupa kentine göre uygun ve porsiyonlar bol.
Sicilya şarabı ise pek meşhur.
Sicilya'da ikinci günümüzü Taormina'da geçirmeye karar vermiştik. Güne başlarken önce İyon deniziyle selamlaştık. Adına Homeros'un destanlarından, mitolojik öykülerden aşina olduğum İyon denizine karşı, bir zamanlar hayali ya da gerçek bu sularda seyreden gemileri düşünerek kahvemi yudumladım. Tam bu noktada şunu hatırlatmak isterim: Sicilya adasının hem İyon denizine, hem de Akdeniz'e kıyısı var.
Sicilya yaz tatilleri için tercih edilen bir ada. Ancak Katanya bir liman şehri olduğu için bu tercihe pek dahil görünmüyor. Daha çok çevre yerleşimlere ulaşmak için kullanılan bir merkez özelliğinde. Taormina ise tıpkı Siracusa gibi, Agrigento gibi denizle buluşma noktalarından biri. Belki de en çok tercih edileni. Mevsim nedeniyle plajlarından yararlanamayacak olsak da Taormina bizim de tercihimiz oluyor. Hem sıkça methini duyduk, hem de Katanya'ya sadece 1 saat uzaklıkta.
Taormina |
Taormina'ya ulaşmak için önce tren istasyonuna bir göz atıyoruz, sefer saatinin ileride olduğunu öğrenince hemen yakınlardaki otobüs şirketine yöneliyoruz. Daha erken saatlerdeki seferi kaçırmışız, mecburen 11.00 otobüsüne bilet alıyoruz. Her iki istasyonun arasında ufak bir turist danışma kabini var ancak istasyon gişelerindeki görevlilerde İngilizce sıfır. Bilet işlerini ortak bir dil olmadan çabucak nasıl hallettik bilmiyorum. Aslında seyahat boyunca genelde böyleydi. Üzerimizde hoş bir rahatlık, farklı dillerde konuşsak da ada halkıyla çok iyi anlaştık.
İtalyanlar rahat insanlar. Roma'da da aynı şeyle karşılaşmıştık, otobüs biletlerinde koltuk numarası yok. Önce binen oturur. Tamam mevsim sonbahar ama yine de bizim gibi turist çok. Sadece 3 kişinin ayakta kalmasıyla kurtardık, doluştuk otobüse. Tahmin ediyorum yaz kalabalığında bu geliş gidişler daha zorlu oluyordur. O durumda en iyisi araba kiralamak olacaktır. Neyse, onu da yazın yolumuz Sicilya düşerse düşünürüz, biz şimdi Taormina'nın keyfini çıkaralım.
Katanya'dan Taormina'ya ulaşmak isteyen yolculara yol boyunca tüm heybetiyle Etna yanardağı eşlik ediyor. Kimse gözlerini sol taraftan ayıramıyor. Açı değişip bir parçacık uzaklaşınca Taormina'ya ulaşmış oluyoruz. Bu kez masmavi denizden alamıyoruz gözlerimizi. Otobüsle geldiğimiz için merkeze ulaşma yolunda kıvrıla kıvrıla tırmanıyoruz. Trenle gelmiş olsaydık deniz seviyesinde kalacaktık ve merkeze yokuşlu yollarda yürüyerek ulaşacaktık. Yaz aylarındaysak Taormina kent merkezine ulaşmak için teleferik kullanacaktık. Bu mevsimde faaliyette değildi.
Taormina kent merkezine çıkarken... Daha yolumuz var. |
Kent merkezine girmek için Messina kapısına doğru ilerlerken sevmeye başlıyoruz burayı. Rengarenk seramik dükkanları karşılıyor bizi. Bir de her türlü limon ürününün satıldığı minicik dükkanlar. Messina Kapısı, Taormina'nın trafiğe kapalı ana caddesi Corso Umberto'ya açılıyor.
Corso Umberto, sağlı sollu dizilmiş taş binaların altındaki mağazalarlarla, restoran ve kafelerle cıvıl cıvıl.
Biraz da yazlık, turistik, popüler mekân gözüyle baktığımızda tipik. Ancak ulaştığı 9 Nisan Meydanı
(Piazza IX Aprile) var ki işte burası kendine özgü. Ve çok güzel. Çok sevdim.
Damalı zeminin oluşturduğu 9 Nisan Meydanı'nın bir tarafında St.Joseph kilisesi yer alıyor. Onun hemen karşısındaki korkuluklar İyon denizi manzarasına açılıyor. Deniz mavisinden gözünü ayırıp başını sağa çevirdiğinde şahane bir Etna manzarasıyla karşılaşıyorsun. Ayrıca meydanda bir saat kulesi ve St.Augustine kilisesi yer alıyor. Kiliseler tıpkı Katanya'da olduğu gibi 17.yy'a tarihleniyorlar.
Burada epeyi bir vakit geçirdik. Daha önce Corso Umberto üzerinde bir pizzacıda mola verdiğimiz için bu meydanda bir yerde oturamadık ama bir bank üzerinde konuşlanarak tipik bir pastaneden aldığımız cannolileri denizi, Etna'yı, dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş turistleri izleyerek, sohbet ederek afiyetle midemize indirdik. Taormina fotoğraflarında sıkça rastlanan bu meydan, kişisel seyahat listemde en sevdiklerim arasında yerini aldı bile.
Taormina'da fazlaca vakit geçirdiğimiz yerlerden biri de Parco Duca Di Cesaro oldu. İsminden de anlaşılacağı gibi burası bir park. Rehberlerde genelde Villa Comunale Di Taormina olarak geçiyor. Bu kez seyahat öncesinde inceleme yapmaya pek fırsat bulamadığımdan Katanya'yı ve Taormina'yı spontane gezdik. Aslında görülmesi gereken yerler listesinde olan bu şahane parka tesadüfen rastladık. İyi ki rastlamışız.
Villa Comunale Di Taormina hem hikâyesiyle, hem içindeki farklı yapılarla, hem bitki çeşitliliğiyle ilginç bir park. Hikâye İngiltere'de başlıyor. Bir İngiliz soylusu olan, aynı zamanda Kraliçe Viktorya'nın arkadaşı Lady Florence Trevelyan, 1881'de Taormina'yı ziyaret ediyor ve o kadar çok seviyor ki yerleşmeye karar veriyor. Kimi söylentilere göre ise kraliçenin oğlu Edward'la ilişki yaşadıkları için buraya sürülüyor. Öyle ya da böyle Lady Taormina'yı çok seviyor. Bir gün köpeklerinden biri hastalanınca veteriner bulamadığından kasabalı doktor Cacciola'dan yardım alıyor. Köpek kurtuluyor, Taorminalı doktor ve soylu İngiliz kadın evleniyorlar. Evlerinin bahçeleri işte burası. Lady Trevelyan Cacciola bahçeyi yüzlerce bitkiyle dolduruyor, egzotik çeşitlerle donatıyor. Çok ilginç kuş evleri ve kendisinin "Arı Kovanı" dediği pagoda şeklinde okuma, dinlenme köşeleri yaptırıyor. Lady'nin hikâyesini okumadan önce bu pagodalara anlam verememiştim. Yerelliğinin dışında farklı bir mimari, farklı bir hava. Meğer hepsi Lady'nin hayal gücünü, zevkini yansıtmakta imiş. Bitkilerin bakımı dahil her şeyle tek tek ilgilenmiş, vaktinin çoğunu burada geçirirmiş. İngiltere'deki memleketine gönderme olarak buraya "Hallington Siculo" adını vermiş.
Lady Trevelyan Cacciola, Taormina'nın toplumsal ve kültürel yaşamını ileriye taşıyan isimlerden biri. Yerel bir internet sitesinde Taormina'nın 19. ve 20. yy. boyunca buraya yerleşen, burayı evi olarak benimseyen olağanüstü insanlar sayesinde geliştiği ve bugüne ulaştığı yazılmakta. Örneğin Goethe. İlk ünlü turistmiş. Tanıtımını sağlamış. Ressam Otto Geleng burada birkaç ay kalıp öyle manzara resimleri yapmış ki bunları Avrupa'da sergilediğinde kimse böyle bir yerin varlığına inanmamış. O da " E, gidin görün o zaman" demiş:) DH Lawrence, Truman Capote burada ilham bulan yazarlardan. Teofist C.W. Leadbeater, Taormina'nın doğru manyetik alanlara sahip olduğunu keşfettiğini yazmış. Oscar Wilde da bir süre burada kalmış. Lady Trevelyan, Wilde hapisten çıktığında ona maddi destek sağlayan isimmiş.
Lady'nin bahçesi muhteşem bir deniz manzarasına da sahip. Zamanında nasıl nefis bir dinlenme ve hâttâ terapi noktası ise bugün de öyle. 1920'lerde kamuya açılmış. Gezmelere doyamadık. Bir köşesinde Birinci Dünya Savaşı'nda bilmem hangi gemiyi batıran torpido ve yine birkaç silah sergilenmese, o romantik havaya gölge düşürülmese daha iyi olacakmış ama neyse ki bunlar oldukça az yer kaplıyorlardı.
Taormina'da görülmesi gereken yerlerden birinin antik Yunan tiyatrosu olduğu söyleniyor. Ancak biz vakit darlığından ziyaret edemedik. Burada ilk Yunan kolonisi M.Ö 8 yy.'da kurulmuş. Tiyatro o günlerden yadigar ve bugün de çeşitli festivallere, gösterilere ev sahipliği yapıyormuş. Tarihi kalıntılar ve Etna manzarası beraberce etkili bir görüntü oluşturuyormuş. Vakit ayırmak lâzım. Tiyatroya akşamüzerine doğru Katanya'ya dönüşümüze yakın saatlerde rastladığımız için koştura koştura ziyaret etmek istemedik. Üstelik yaz aylarında 5 Euro olan giriş ücreti 10 Euro'ya çıkmıştı. Fakat aklımızda kaldı. Umarım bir daha yolumuz düşer. Festival demişken... İncelediğim kadarıyla güzel festivaller oluyor burada. Geçmiş film festivalinin afişi hâlâ duruyordu. İtalyan sinemasından, Hollywood'dan ne isimler vardı ne isimler! 1955 tarihinden beri sürmekteymiş bu festival. Küçücük bir kasabada ne büyük bir etkinlik.
İşte böyle renkli bir yer Taormina. Eminim yaz mevsiminde şahane oluyordur. Deniz kıyısına inemedik ama yüksekteki kent merkezinin sokaklarında gönlümüzce gezdik. Renkli olduğunu söylemiştim. Aynı zamanda havalı da. Bu yüzden Katanya'ya göre daha pahalı. Yine de Sicilya deyince akla gelen ilk yerlerden biri, muhakkak görülmek isteneni. Bir Eylül zamanı, kalabalıklar azalmışken, güneş sıcaklığını çekmemişken, bu kez şahane denizinden de faydalanmak için tekrar Taormina'da olmak isterim.
Biz kış saatine geçmedik, diğer Avrupa ülkeleri geçti. Oralarda hava daha erken kararıyor. Bu yüzden çok geç olmasa da Taormina'dan Katanya'ya dönüş yolculuğumuz karanlık saatlere rastladı. Şehrin ışıklarına kavuşunca ilk işimiz akşam yemeği için bir gün önce gözümüze kestirdiğimiz grill restorana gitmek oldu. Tamam Sicilya'dayız ama pizza, makarna da bir yere kadar:) Ayrıca BIF Grill House, önünden her geçtiğimizde keyifli kalabalıklara rastladığımız için dikkatimizi çekmişti. Tercihimizden memnun kaldık. Az önce merakımdan internete girip baktım, puanı epeyi yüksekmiş. Katanya'ya yolu düşüp ilgilenenlere farklı bir tavsiye olsun. Pizza, makarna, deniz ürünleri ve pastane ürünleri zaten nerede yersen ye genelde güzel. Aklıma gelmişken yazayım. Sicilya'da at ve eşek eti de yeniyor. Kasap dükkanlarında resimlerini görmesem inanmazdım. Niye inanmayacağımı da bilmiyorum gerçi. Malûm, alışkanlıklar her ülke için aynı olamaz.
Akşam yemeğinden sonra meşhur meydanların olduğu turistik merkeze yürüdük. Cumartesi akşamıydı, ortam bir önceki güne göre daha hareketli olabilirdi. Yanılmamışız.
Katanya'da son günümüzde hava yağmurluydu. Açık havada gezmek pek mümkün görünmüyordu. Bu yüzden zaten aklımızda olan Sinema Müzesi'ne erken bir saatte girdik. Ve neredeyse havaalanına gidene kadar vaktimizi orada geçirdik. Küçük olduğunu sanmıştık fakat dopdolu bir müzeydi.
Eski fabrikalar bölgesi bir çok şehirde olduğu gibi burada da kültür-sanat mekânları olarak düzenlenmiş. Sinema Müzesi'nin hemen yanında İkinci Dünya Savaşı'yla ilgili bir müze daha vardı. Savaş beri dursun, en iyisi sanat.
Müze ziyaretçileri sadece bizdik. Görevliler biz gezmeye başladıktan sonra koşturarak sinemanın tarihçesiyle ilgili İngilizce bir yazı verdiler, interaktif sergilemeleri açtılar. Sonra bizi rahat bıraktılar, müzede çok keyifli birkaç saat geçirdik. Yeni ziyaretçiler -ki onlar da 3 kişi- biz çıkarken gelmişlerdi. Tahminim, yaz aylarında durum daha farklıdır.
İtalyan sineması derya deniz. Bertolucci'yi, Fellini'yi, Visconti'yi, Rossellini'yi, Pasolini'yi ve daha nice yönetmenleri biliriz; Sophia Loren'i, Claudia Cardinale'yi, Marcello Mastroianni'yi tanırız; La Dolce Vita'yı, Postacı'yı, Bisiklet Hırsızları'nı, Hayat Güzeldir'i ve daha pek çok filmi severiz. Konu derin olunca hepsini bir müzeye sığdırmak zor. Belki de o yüzden, Katanya'nın sinema müzesinde daha çok Sicilya'da çekilen filmler hakkında bilgiler, genel sinema tarihi ve teknolojisi yer alıyor. Biraz da Hollywood'a uzanılmış. Amaç sinemanın büyüsünü hatırlatmak gibi. Teşvik edici, etkileyici bir ortam. Bilgilendirmeler, videolar İtalyanca ama kendimizi bilmeye başladığımız yaşlardan itibaren aşina olduğumuz sinema tarihini anlamak, etkileyiciliğini hissetmek, duygulanmak zor değil.
Sinema tarihi boyunca kullanılan kameraların sergilendiği ilk bölümden sonra kronolojik yerleştirilen kapaklı küçük gömme dolaplardan oluşmuş tünele geliyorsun. Her birinin üzerinde belli bir yıl yazılı. Kapakları açtıkça o sene sinema tarihinde hangi önemli yenilik olduğunu öğreniyorsun. Bunlar bazen basit düzeneklerle anlatılıyor bazen video gösterimiyle.
Mağara resimlerine kadar inen basit ama farklı ve faydalı bir anlatım söz konusu. Bilgilendirme mağara resimlerinden sonra Camera Obscura, Lumiere Kardeşler vs.vs.vs. ilerliyor, günümüzün teknolojilerine ulaşıyor.
Teknik bilgilerden sonra İtalyan filmlerinin siyah-beyaz set fotoğraflarını inceliyoruz. Ardından eğlence başlıyor. Kendimizi film setlerinde buluyoruz. Çeşitli sahnelerin dekorları yapılmış. Bir balkondayız, bir araba tamirhanesinde... Fakir bir evin mutfağındayız, ardından lüks bir villanın havuzlu yatak odasında...
Baba filminden yazıhane dekoru da var. Ancak bu bölüm çok karanlık. Özellik atfedilmemiş. Sicilya'da Baba filminin etinden sütünden faydalanıldığı zannedilir fakat hiç öyle bir durum yok. Çok az ve özensiz hediyelikler dışında görünür değil, bahsi geçmiyor. Mafya'nın doğduğu kasaba olan ve filmle çekicilik kazanan Carleone'ye gidenlerin anlattığına göre yerli halk mafya ile özdeşleştirilmek istemiyormuş. Orada dahi Baba filmi turistik bir objeye dönmemiş. Takdir ettim.
Müzede küçük bir sinema salonu da var. Deri koltuklar, kadife perdeler, sıcak ışık... Yıllar öncesine ışınlanıyor gibisin. Burada sinemayla ilgili, filmlerin hayatımıza nasıl dokunduğuyla ilgili kısa bir film gösteriliyor. Geniş koltuklarımıza yayılıp keyifle izledik. Bu filmde de sadece İtalyan sineması yoktu. Hâttâ daha çok Hollywood ağırlıklıydı diyebilirim. Herkesin bildiği filmler ve oyuncular üzerinden gidildiği için böyle olsa gerek. Amerikan sinemasının sektörü yönlendirdiği gerçeği ortada.
Ve tabii bol bol orijinal afiş. Hem İtalyan filmleri, hem Hollywood filmleri.
Katanya'nın sinema müzesini çok beğendik. Müze biletlerinin son yıllarda gözle görülür derecede pahalandığını hesaba katarsak 4 Euro giriş ücreti oldukça iyi. Burada bir de Ursuno Kalesi'ni ve koleksiyonunu görmek istiyordum ancak otobüsle 1 saatte ulaşıldığını öğrendiğimiz için vakit ayıramadık. Anladığım kadarıyla şehrin tarihi kalesinde zaman zaman geçici sergiler de oluyor. Örneğin gitmeden önce incelediğimde, geçmiş bir tarihte Caravaggio sergisi olduğunu öğrenmiştim. Muhteşem! Kaleye ulaşımın zor olduğunu öğrenince güncel sergi nedir diye hiç bakıp da aklımı karıştırmadım. Caravaggio gibi sevdiğim bir başka sanatçının sergisi olduğunu öğrenseydim çok üzülürdüm.Bu arada, Caravaggio'nun bir süre Katanya yakınındaki Messina'da kaldığı biliniyor. Buradaki bir müzede 2 eseri var. Dediğim gibi Sicilya'ya daha fazla vakit ayırmak, baştan başa gezmek isterdim.
Son olarak bir de kaldığımız yerden bahsetmeliyim. Katanya'da daire ya da oda kiralama durumu yaygın. Booking.com'dan ayarladığım özel banyolu odadan çok memnun kaldık. Eski bir apartmanın içinde yer alıyordu ki
o da şudur:
Merkeze yakın, tertemiz, zevkli döşenmiş, yiyecek-içecek dolu mutfağından istediğin zaman yararlandığın bir daireydi.
Düşünenler için şu tatlı posta kutusunun fotoğrafını ekleyeyim. Genel dekorasyon hakkında da fikir veren bir posta kutusu bu :)
İşte benim gözümden Sicilya böyle bir yer. Meraklısına kendini içtenlikle açan kocaman bir ada. Kendimi yabancı hissetmediğim yerlerden biri... Tekrar buluşmanın hayalini kurmak güzel...
Muhteşem bir gezi olmuş. Sicilya2ya çok gitmek istiyorum. Hatta gidince Palermo'yu da görmek istiyorum ama Catania'ya çok yakın değilmiş galiba.
YanıtlaSilAraları birkaç saat. Sanki bir ara THY'nin uçuşu vardı ama şimdi yok. Öyle olsa birine gidip diğerinden dönülürdü, hoş olurdu.
SilGüzel bir seyahatti, çok teşekkürler Gamze.
Seyahat yazılarınızı çok severek okuyorum. Ki, uzun olanlardan çoğu zaman sıkılırım aslında. Hem görsellerin seçimi, hem anlatım dili yanınızda yürüyormuşum hissi veriyor.
YanıtlaSilÜç, dört yıl Sardunya lı bir şefle çalışmıştım. Onun anlattıkları, sizin yazdıklarınız bu soğuk Ankara gününde içimi ısıttı. Buradan sevdim Sicilya yı.
Bu vesile ile 2020 sizin için sağlık, huzur ve seyahat dolu bir yıl olsun diyorum.
Çok sevgiler
Çok teşekkür ederim Tülin hanım, çok mutlu oldum:) Gezi yazısı yazarken sanki tekrar oralara dönmüş gibi oluyorum, kendimi kaptırıyorum, öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum ve dolayısıyla uzun oluyor:) Ne mutlu ki sizin gibi dostlardan olumlu dönüşler alıyorum.
YanıtlaSilSardunya ne güzeldir. Gitmedim ama fotoğraflarından ve belgesellerden aşinayım, çok beğeniyorum. Akdeniz adaları soğuk günümüzü ısıttı hakikaten:) İstanbul'da da hava berbat.
Güzel dilekleriniz için ayrıca teşekkür ederim. 2020 yılı size de iyiliklerle, mutlulukla gelsin. Sevgiler...
'Sezer'in Sicilyası' ne güzeldi...Taormina'ya ve Katanya'nın tarihi dokusuna bayıldım, Bellini Meydanı... Villa Comunale Di Taormina'nın hem hikayesi hem gizemli bahçesi çok etkileyiciydi. Katanya'nın sinema Müzesi...şahane fotoğraflar ve bir dolu bilgiyle harika bir rehber olmuş, ellerine emeklerine sağlık Sezer'cim. 2020'de de sevdiklerinle birlikte, sağlıkla, neşeyle dolu, bol bol gezeceğiniz...gönlünüzce bir yıl diliyorum. İçten sevgilerimle canım. Seni çokkk öpüyorum.
YanıtlaSilCanım Esincim çok teşekkür ederim. 2020 sana da güzellikler getirsin. Önce sağlıkla gelsin, sonra ne istediysen hepsi bir bir gerçekleşsin:) Sevgiyle kucaklıyorum seni. Kocaman öpücükler...
SilBlog alimleri derler ya hani; uzun yazılar yazmayın... oysa, bence, uzun yazılar yazılmalı; yazabilenler ve bunu hevesle yapanlar tarafından; çünkü okuyucu buldu mu kaybolur içinde, o hevesteki enerjiyi alır ve tadını çıkarır; bu kaybolmanın kastı kendinden ve anından geçme, ortamından toz olma ve bir andan itibaren kendini yazının içinde bulma halidir ve çok da lezzetlidir. Bilmem benim için nasıl bir keyif olduğunu anlatabildim mi?:)) Sevgili Esin'e de katılıyorum: Klio'nun Sicilyası çok güzeldi:)
YanıtlaSilNe güzel sözler! Çok çok teşekkür ediyorum. Çok iyi anladım ve mutlu oldum:)
SilAçıkçası, yazanın hevesi varsa , daha çok tıklanmak için kendini kısıtlamaması gerektiği taraftarıyım. Ne yazarken, ne okurken uzunluk beni yormuyor:) Tam aksi, benim gözümde kısacık yazılar aniden bitip tamamlanmamışlık hissi yaratıyor.
Şimdiye kadar hep kendimi dinledim, sosyal medya konusunda güncel tavsiyelere kulak asmadım. Asmayanlara da selam olsun:)
Tekrar teşekkürler, kocaman sevgiler...
Çok güzel bir paylaşım olmuş. Benim de aklıma Sicilya denilince mafya ve Etna geliyordu. Ama güzel bir yermiş.
YanıtlaSilPırıl pırıl, hep aynı Avrupa ülkelerine alışmış olup bu civarları beğenmeyenler de var ama ben çok sevdim:) Teşekkür ediyorum Turgay Bey.
Silvay canına, muhteşem fotoğraflar ile desteklenen harika bir anlatım olmuş, gezmiş kadar oldum, bol seyahatli olmaya devam etsin 2*2* , sevgiler...
YanıtlaSilÇok çok teşekkür ediyorum:) Ben de şahane bir 2020 dilerim Eylem. Kocaman sevgiler...
SilSicilyayi ben de merak ediyorum doğrusu. Resimler harika çıkmış ☺️
YanıtlaSilProfesyonel makinem yok, telefonum da son model değil ama yine de fena olmuyor sanki fotoğraflar:)
Sil