Biraz geç oldu ama en sonunda Martin Scorsese'nin Hugo'sunu seyrettim. İnanılmaz...Muhteşem... Şahane... Nerden başlasam? Nasıl anlatsam? Müthiş etkilendim. Daha doğrusu etkilendik. 14 yaşındaki oğlumla beraber seyrettik ve aynı keyfi alıp, aynı duyguları hissettik. Üzüldük, sevindik, öğrendik, hayran olduk. Etkisinden kurtulamadık.
Eski sinemacı (hatta bu sanatın öncülerinden) Georges Melies'nin muhteşem meslek yaşamının ardından gelen unutulmuşluğundan ve hüznünden... Dolayısıyla Ben Kingsley'in oyunculuğundan...
Gar şefinin acımasızlığının ardında yatan gerçeklerden...Hugo'yu her an yakalayacakmış da yetimhaneye gönderecekmiş korkusu yaratılan sahnelerden...
Tren garının karmaşasından... Saat kulesinden görünen Paris manzarasından...
Tam kararında olan 3D görüntülerden...
Bir an bile filmden uzaklaştırmayan hikaye kurgusundan...
Edebiyat sanatına yapılan göndermelerden... Kitap okumanın güzelliğini hatırlatmasından...
Gerçek bir hayat hikayesinden kaynaklanmasından...
"Sinema, gündüz görülen rüyadır" sözünden...
Dikkat etmediğimiz, tanıyamadığımız ama aslında sinema tarihi açısından çok önemli bir isim olan Georges Melies'yi merak ettim. Filmden sonra sadece internet üzerinden küçük bir araştırma yaptım. Umarım kitaplarda da rastlarım. Bakacağım.
Filmin kaynağını oluşturan "The Invention of Hugo Cabret" romanını merak ettim.
Asa Butterfield'ın ilerideki meslek yaşantısının ne yönde seyredeceğini merak ettim. Çizgili Pijamalı Çocuk'ta oynadığını biliyorum. Çok başarılı...
Georges Melies |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumu olan?