30 Eylül 2024 Pazartesi

GÜZELİM ESKİŞEHİR...

     Geçtiğimiz hafta annemle iki günlüğüne Eskişehir'e gittik. Nurşen Öğretmenim'i kısa süreyle kaçırmışım :) (Leylak Dalı) Yakın zamanlarda aynı yerlerde gezmişiz. Onun Eskişehir yazısını görünce ben de bahsedeyim o zaman dedim:) Zira bundan bir önceki Eskişehir gezisini anlatmamıştım ve aklımda kalmıştı.  O ziyarette de Orhun'laydık ve çok eğlenmiştik. Yazının ikinci yarısında biraz bahsederim. 
    Nurşen Öğretmenim'in de dediği gibi "Bir kez daha Eskişehir". Ara ara gittiğim bir yer. Yanımda dönüşümlü olarak eşim, annem, kardeşim. Orhun'la bir kez denk geldi. Her biriyle şehri ayrı değerlendiriyoruz çünkü Eskişehir buna açık, çok yönlü bir kent. Sanat isteyene sanat, eğlence isteyene eğlence; yemyeşil parklar, kafeler... Hem genç, hem olgun. Hem eski hem yeni. Öğrenciler ve turistler tarafından çokça tercih ediliyor ancak kaotik değil. Resetlenmek için kaçtığım noktalardan biri. Çok gittim geldim, az bahsettim. Yine detaya girmeyeceğim, biraz fotoğrafla ilgi çekeyim. Gerçi reklama ihtiyacı yok. Benim gibi sık sık yolunu düşüren ya da ilk fırsatta düşürmek isteyen, tanıyan, bilen çok. Tarihi ya da yeni müzelerini layığıyla gezip bitirebilmek için bile bir gün yetersiz kalacaktır. Bu yazının da yetersiz kalacağı gibi... 

    Efendim, bir perşembe günü düştük yola. İstanbul-Eskişehir yolculuğunun en keyifli yanlarından biri trenin tercih edilebilir olması. İstanbul'dan yola çıkıp üç saat sonra hedefe varıyorsun. Yanımda illâ bir kitap oluyor ancak genelde gözümü camdan ayıramıyorum. Bir de ne kadar "Dikkatimi manzaraya vereceğim, her zaman trenle yolculuk yapmıyorum ki" desem de illâ bir sohbet muhabbet oluyor trende:) Eş, anne, kardeş, evlat, artık kiminleysen çeneler bir düşüyor. Hem dışarıyı izliyorum, hem muhabbet ediyorum. Kitabım da benimle gezmiş, hava almış oluyor. 


    Eskişehir'in en çok müzeleri, kitapçıları ve kafeleri ilgimi çektiğinden bu zamana kadar parklarını gezmemiştim. Porsuk kıyısında takılmak, Odunpazarı'nı arşınlamak ya da caddelerde yürüyüş gibi açık hava etkinlikleri her zaman olan şeyler ancak Sazova Parkı'na gitmemiştim. Artık takvimsel olarak kışa doğru yaklaşıyor olduğumuzun psikolojisiyle Eylül ayındaki güneşli ortamı kaçırmayalım dedik ve bu kez neredeyse tüm günümüzü Sazova Parkı'na ayırdık. Tabii öncesinde çi böreklerimizi yemeyi ihmâl etmedik:) 
    Tam ismiyle "Sazova Bilim Kültür ve Sanat Parkı". Akvaryumuyla, bilim müzeleriyle, masal şatosuyla, daha pek çok etkinlikle çocuklar için bir cennet gibi. Tabii biz daha çok çocuklara hitap eden bilim müzelerine, akvaryum ve hayvanat bahçesine girmedik. İsteğimiz park havasını almaktı. Öyle de yaptık. Açık alanlarına bayıldım. 
Neden daha önce gitmediğimi sorguladım. Gerçi bunda genelde ya çok sıcak ya da serin havalarda Eskişehir'de olmamızın etkisi vardı. Zaman bu zamanmış. Bu Eylül'ün aktivitesi olarak Sazova'da harika bir gün geçirdik. 

    Daha girerken parka gösterilen özeni anlıyorsun. Portatif kafeler ve hediyelik standları öyle sevimli bir düzen içinde ve tertemiz duruyorlar ki iç açıyorlar, göz yormuyorlar.

    Bol bol yürüdük, yoruldukça banklara oturduk dinlendik, harika göl manzarasına karşı bir şeyler içtik. 
Çocuk değiliz dedim ama bu her noktadan görünüp bize göz kırpan Masal Şatosu'na girmemize engel olmadı:) 
Gezi trenine de bindik. Tren istasyonunun güzelliğine bakar mısınız? 

    Ve diğer fotolar... Abartmadık ama fotoğrafa da bir miktar vakit ayırdık. 



    Masal Şatosu'nun seyir terasından, azıcık benim de göründüğüm bir fotoğrafı da ekleyeyim. Merdivenleri göze alanların çıkması lâzım. Parkı seyretmesi gerçekten çok hoş. Prenses kostümü giymiş heyecanla şatoya koşturan kız çocuklarını fark etmek de... 

    Bu da içeriden bir prenses. Rapunzel... Yani ileride çilesi bitecek ve prenses olacak hayırlısıyla:) 

    Sazova, düzenli Avrupa kentlerinin ya da yeşile önem veren diğer büyük ülkelerin parkları gibi özenli ve temiz. Belli ki ziyaretçiler de bunun bilincinde. Ülkemizde pek çok yeşil alanda tanık olduğumuz değerbilmezlik burada yok. Şehrin caddelerinde de aynı özen korunuyor gibi. Ve biliyorsunuz, romantik şehirler kategorisinde sayabiliriz, Eskişehir'in ortasından da tramvay geçiyor.

  


   Okullar açıldı malûm. Şehrin sokaklarını öğrenciler doldurmaya başlamış. Yeni gelenlerin, ilk sınıf öğrencilerinin heyecanı belli. Zamanla alışacakları kentin ilgi çekici noktalarında selfi çekip duruyorlar:) Hepsinin yolu açık olsun. Onların ve yerli turistlerin takıldığı kitap-kafelerden biri olan Adımlar'da vakit geçirdim yine. Otelimiz hemen onun karşısında, Porsuk üzerindeki minik bir köprü aşımı uzağındaydı. Otel konaklamalarını seven insanlardan olan annemi akşam yemeğinden sonra odada bıraktım ve Adımlar'a kahve içmeye çıktım. 
Tabii ki hatıra kitabımı satın aldım. Kahvemi yudumlarken John Berger'ın çok sevdiğim yazılarına daldım. 

    Zaman olarak kısa, keyif olarak yoğun geçen Eskişehir gezimizi kasmadan, aylaklık ederek, sakin sakin yürüyüp ilgimizi çeken her yerde duraklayarak tamamladık. Cumartesi gününe denk gelen dönüşümüzü uygun bir saate aldık ki akşam oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişelim. Maç günü öğleden sonra trenle Kadıköy'e ulaşmak biraz heyecanlı oldu:) Eskişehir'in düzenli ve yeterli kalabalığından sonra ilk anda bir bocalama durumu yaşasak da İstanbul'un keşmekeşine alışık bünyelerimiz hemen toparlandı ve duruma uyum sağladı. Şimdi hafızamızda güzel bir Eylül seyahatinin hatıraları var. Bunları bir önceki gezinin anılarıyla harmanlayayım. 
O zaman yazmak isteyip de yazamadığımı belirtmiştim. Bir parantez açmış olayım. Onlar da 2023'ün ocak ayına ait görüntüler ki Eskişehir kışın epeyi soğuk olsa da yine keyifli yine keyifli.
    Mesela, o zaman gidip gelip Karakedi Bozası içmiştik. Gördüm ki Eskişehir'de millet İtalyan'ların evine giderken ayak üstü espresso içmeleri gibi gelip gidip boza içiyor. Biz de öyle yaptık:) Bozayı severim. Karakedi yılların bozacısı. Bu şehre özgü. Vefa'dan biraz daha farklı. Ben seviyorum. 

    Bu şehre özgü işler yapalım derken Pino'dan hamburger de yedik. 1978'de açılan burgercinin Türkiye'de ilk olma iddiası var. Onu bilemiyorum ama Eskişehir'in ilk burgercisi olduğunu ve kentin yerlilerinin ortak hafızasında yer aldığını biliyorum. Ortak hafıza demişken tam bu noktada enfes bir kitap önermek isterim. 

    Yaklaşık iki sene önce alıp okuduğum "Avare Adımlarla Eskişehir" kitabı beni bu kente dair fazlasıyla bilgilendirmişti. 60'lı yıllardan beri Eskişehirli olduğunu söyleyen yazarı Prof.Dr.Levend Kılıç'ı AÖF İkinci Üniversite kapsamında Görsel İletişim Tasarımı öğrencisi olduğum için tanıyordum. Daha doğrusu canlı dersleri veren her öğretim üyesi onu muhakkak anlatıyordu. Anadolu Üniversitesi GSF'de "Hocaların Hocası" durumu yani. Çok sevildiği belliydi. Ben de yazdığı tüm kitapları edindim.  Ne yazık ki yaklaşık iki hafta önce vefat etti. Takip ettiğim her öğretim görevlisi kendisinden yine büyük bir saygıyla, sevgiyle bahsettiler. TEGV'nin de ilk yönetici üyelerinden biri olması sebebiyle birçok haberde yer aldı. Ardında faydalı izler bırakmak ne güzel. Açık öğretim sisteminin de koordinatörlerindenmiş ve ben de onu bu vesileyle tanımıştım. Onun akademik kitaplarından farklı olan Avare Adımlarla Eskişehir'i okuyup, bir de geçmişe ve bugüne dair öğrendiklerimle, farklı bir gözle gezmiştim bu kenti. Mekânı cennet olsun. 

    Bir müzeler kenti olan Eskişehir'de her birini layığıyla gezmek için bir günün yeteceğini düşünmüyorum. 
Ben yıllar içinde o anki isteğime göre seçerek ziyaret ettim her birini. En sevdiğim, en yenilerden biri olan OMM'dir. Yani Odunpazarı Modern Müze. Görmeden dönülmez. Biz de öyle yapmıştık.

    Bir önceki seyahatte yeni açılmış bir müzeyi daha ziyaret etmiştik. Kendisi yeniydi ama konsepti gelenekseldi. 
Eskişehir Hamam Müzesi. 

    Yeraltı suları bakımından zengin bir bölgede yer alan ve dolayısıyla hamam geleneği de olan kent açısından iyi düşünülmüş bir müze. Çok sevdik, ilgiyle gezdik. Bölgenin sıcak yeraltı kaynaklarının tarihini anlatan video gösterimini de izledik. Ortam buram buram beyaz sabun kokuyordu, dışarıda hava çok soğuktu. Huyumuz değildir ama canımız hamama gitmek istedi. Hemen bir araştırma yaptık. Yakınlarda yüksek puanlı bir hamam seçtik:) Akşam üzeriydi. Kadın bölümleri kapalıymış. Bizim gibi o saatte gelen bir kadıncağız nasıl kızdı. Almanya'dan geliyormuş, heveslenmiş.  İnternetteki saatlere aldanmış. "Sabah ben döneceğim, gelemem" diye sinirlenip gitti. Kış tarifeleri farklıymış. Velhasılı Orhun hamama girdi:) Ben de onu beklerken Adımlar'da kahve-kitap keyfi yapmıştım. Yani müzenin böyle bir etkisi var:) Az önce kitaba bir şey için baktım, arasında müzenin biletini bile sakladığımı fark ettim:) 

    O kış gezisinde başka neler yapmıştık? Örneğin şöyle çok tatlı bir İtalyan lokantası keşfetmiştik. 

    Kentin turistik merkezinin bir miktar dışındaki bölgelerde bol bol modern şehir heykeline rastlamıştık. 


    Bazen havalı fotoğraflar çekip, bazen "yol hâli" demiş ve estetiği umursamamıştık:) 


        İşte böyle! Son iki Eskişehir gezisini birleştirip böyle ufak bir yazı çıkardım ortaya. Yıllar içinde gezip gördüğüm, sevdiğim çok daha fazla şey var oysa. İlk kez gidecek olanlar önceden güzelce bir araştırma yapmalı. İlgisi olan Devrim Arabası'na uğramayı ihmâl etmemeli örneğin. Müzeleri güzelce listelemeli. Tüm sokak heykellerinin izini sürmeli. İsteyen gondola binmeli. Porsuk çayı kıyısında bolca vakit geçirmeli. Havacılık şehrinde olduğunu unutmamalı, ara ara yükselen jet seslerine alışmalı. Hâttâ Vecihi Hürkuş Havacılık Müzesi'ni gezmeli. Görüldüğü gibi burada yapacak şey çok. Bazen İstanbul'dan kaçıp gitmekte haklıyım. Yerli turisti zaten bol. Az da olsa Japon turistleri gördüğümü de söylemeliyim. Bu kadar renkli olmasına rağmen yine de sakin bir şehir Eskişehir. Levend Kılıç'ın Porsuk Çayı'na ve bu duruma dair sözleriyle yazıyı bitirmek isterim:

    "Bu küçük çayın acelesi pek yoktur. Aktığı bile belli değildir. Kendine özgü yavaş temposu, şehre de sinmiştir. Eskişehir yavaş bir şehirdir aynı Porsuk Çayı gibi. Etrafını gençler çevirmesine rağmen su onları umursamaz, onların enerjisinden bihaberdir, çevresini kendine uydurma çabasındadır sanki. Kıyısında koşuşturan insan görmek zordur. O hayatın yavaş yavaş ilerleyen bir şey olduğunu hatırlatır herkese. Porsuk'un bu yönünü sevmemezlik edemem". 




    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan?