6 Ekim 2016 Perşembe

ESTONYA...TALLİNN...VE DİĞER ŞEYLER...

    Nihayet geldik Tallinn'de nereleri gezdik, neler gördük konusuna. 
    Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi Estonya'nın başkentinde uzun süre kaldık ancak işlerimiz ve kişisel aksilikler dolayısıyla gezip görmeye birkaç gün geç başladık. 
Nasıl olsa yine geliriz düşüncesinde olduğumuz için birçok yeri de atladık. Ancak tüm bunlara rağmen epeyi bir yer görüp keyif aldık. Bence, bu ve bir sonra gelecek olan yazı "Tallinn küçük bir şehir, gezmek için bir gün yeter" diyenlere bu düşüncelerini sorgulattıracaktır:)
 
    Anlatmaya havaalanından başlamak en iyisi olacak sanırım. Zira bir yere kendi şartlarımızla gidiyorsak gezi yazılarında ilk aradığım şey havaalanı-şehir merkezi arası ulaşım konusu oluyor. Tallinn'in küçük ama oldukça renkli ve şık bir havaalanı var. (İstanbul'dan uçuş süresi yaklaşık 3 saat 10 dakika).
    Pasaport polisi kibar ancak biraz fazla inceliyor. Pasaportu evire çevire baktılar, "ilk defa mı geliyorsunuz?" dediler ve parmak izimizi aldılar. İlk kez bir Avrupa şehrinde pasaportta bu kadar bekledim. Neticede Estonya'ya ayak bastık mı? Bastık. Havaalanından çıktığımızda direkt taksilere yöneldik, o yüzden otobüsler hakkında bir yorum yapamayacağım. Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki uzaklık otomobille yaklaşık 10 dakika sürüyor. Taksi ücreti şirkete ve otomobilin modeline, markasına göre 5 ile 10 Euro arasında değişiyor. Bakmakta, sormakta fayda var.

    Evet Tallinn küçük bir şehir. Ancak bu küçük şehirde benim gibi meraklısını sevindirecek sayıda müze mevcut. Gözünüzün, ruhunuzun, ciğerlerinizin bayram edeceği parklar da çok. Alışverişi seviyorsanız şehrin modern kesimlerinde AVM'ler, Outlet mağazalar da var. Belli ki kış mevsimi çok soğuk geçtiği için AVM'lere önem verilmiş.
    
    Tallinn, ülkemizden genellikle Baltık turu ile gidilen ve 1 ya da 2 gece kalınan bir şehir. Ki ikinci gün zannediyorum Helsinki ile değerlendirildiğinden dolu dolu 1 gün kalıyor bu şehri keşfetmek için. Bu durumda sadece Old Town civarı gezilebiliyor. 
Old Town en fazla bilinen, tanınan bölge. O yüzden bu bölgeye anlatabileceğimden az değinip, işin tarih, coğrafya kısmına çok fazla girmeyerek gördüğüm yerleri listelemek istiyorum ki Tallinn'e gidecekler için farklı fikirler oluşturabileyim.

    Fakat yine de şehrin kalbi olan Old Town'dan başlayacağım tabii. Geçmişi eskilere dayanan her kent gibi burada da tarihi ve turistik bir merkez mevcut. Geçmişin izlerini arnavut kaldırımlı geniş sokaklarıyla, surlarıyla, kuleleriyle, her an karşınıza çıkabilecek Ortaçağ kostümlü insanlarıyla, iyi korunmuş binalarıyla, müzeleriyle görünür kılmada başarılı bir eski kent burası. Tarih boyunca Danimarka, Almanya, İsveç, Polonya ve Rusya hakimiyetini iliklerine kadar hissetmiş Estonya'da ve dolayısıyla Tallinn'de en çok Alman ve Rus etkisini gözlemleyeceksiniz.
Eski merkezin hemen dışındayız, birazdan içeri gireceğiz
 
 
 
 
     Biz bu bölgede çok fazla vakit geçirdik. Kimi zaman Ortaçağ temalı restoranlarında tarihe yolculuk eder gibi farklı akşam yemeği deneyimleri yaşadık; kimi zaman havanın güzelliğinden faydalanarak kafelerinde kahvelerimizi ya da çok beğendiğim ballı biralarını yudumlarken turist kalabalığını seyredip anın tadını çıkardık; kimi zaman surlarında dolaşıp kenti bir de yükseklerden izledik; kimi zaman müzelerinde ziyaretçi olup geçmişin izini sürdük; kimi zaman dükkanlarında cicili bicili hediyelik eşyalarla, rengarenk keten kumaşlarla, el yapımı takılarla, ahşap malzemelerle oyalandık.

Old Town'daki pazar belirli günlerde kuruluyor. Kış soğuk geçeceği için eldivenler, atkılar, şapkalar satılıyor bolca. 

 
 
   
   
Ortaçağ'dan günümüze açılan St.Catherine Pasajı... Zamanında manastıra bağlıymış. Bugün el yapımı eşyaların satıldığı dükkanlarla bezeli.


    Old Town'da Tarih Müzesi'ni, Şehir Müzesi'ni, Avrupa'nın en eski eczanelerinden birini, Fotoğraf Müzesi'ni, Denizcilik Müzesi'ni, St. Olav's ve St. Nicholas gibi kiliseleri ve birkaç müzeyi daha gezebilir; birbirinden şık tarihi binaları mesken edinmiş sanat galerilerine göz atabilir; ziyarete açık olan kule ve surların merdivenlerini tırmanmayı göze alarak şehre kuşbakışı bakabilir, Ortaçağ'ın karanlık birtakım yönlerini show haline getirmiş gösterilerinden birine katılabilirsiniz. Bahsettiğim show için kukuletalı, veba maskeli gençler sizi çevirip davette bulunacaklardır. Panik yok:)
Tarih Müzesi kentin Ortaçağ'daki Hansa Birliği'nin, yani Alman ticaret birliğinin binasını mesken edinmiş. Hem binasıyla hem içeriğiyle görülmesi gereken müzelerden biri. 
 
Tarih Müzesi'nin çıkışından meydana doğru uzana yolda, yere çakılan metal harflerle, Buzul Çağı'ndan başlayıp günümüze uzanan Estonya tarihi anlatılmış. Fikir güzel, okumamak imkansız.
15.yy'ın başında inşa edilmiş olan belediye binasının kulesinden Old Town'a bakış... Kulenin çatısının ucundaki Yaşlı Thomas (şövalye şeklindeki bir nevi rüzgar gülü) 1530 yılından beri şehrin simgesi ve koruyucusu konumunda... (Orijinali saklanıyormuş yalnız)
 
    
    Eski şehir surlarının hemen bitişiğinde yer alıp Old Town'ın devamı olan Toompea bölgesindeki St.Mary Katedrali'ni, Sırık Hermann Kulesi'ni, St.Alexander Nevsky Katedrali'ni de atlamamak gerekir.
1800'lerin son yıllarında, Aziz Alexander Nevsky için yapılmış Rus Ortodoks kilisesi...
Tarihi kiliseler haricinde Estonya'da kilise görmek pek mümkün değil. Konsolosluğun kitapçığından okuduğuma göre Estonyalıların nerdeyse %75'i herhangi bir dine inanmıyor. 13.yy.'da Almanlar tarafından baskıyla Hıristiyanlaştırılan  Estonya'da günümüzde de Pagan geleneklerin izine rastlanabiliyor. Azınlıklar içerisinde Müslüman Tatarlar da mevcut.
   
   
   Ayrıca 3 adet manzara platformu var ki bu noktalardan çekeceğiniz fotoğraflar sizi memnun edecektir. Hemen isimlerini yazıyorum: Kohtuotsa, Patkuli ve Piiskopi:) Unutursanız da yolunuz bir şekilde bu noktalardan birine çıkacaktır, merak etmeyin.
Kohtuotsa Manzara Platformu
 
Kohtuotsa
 
     Kısacası Old Town bölgesinde görülecek şey çok. Turist Danışma'dan ücretsiz alacağınız envai çeşit harita size yardımcı olacaktır.

    Şimdi biraz merkez dışına uzanıp 3 numaralı tramvaya binelim ve Kadriorg Park'a gidelim isterseniz. "Tramvaya gerek yok" diyenlere yürümek serbest. 
    Tramvay demişken... Kadriorg civarında turistik bir tramvay kafe'ye rastladık. Geniş pencere önlerindeki masalara servis yapan garsonlar görülüyordu. Nostaljik bir tramvayda bir yandan şehri gezip bir yandan kahveni yudumlamak keyifli olmalı. 
Bir başka sefere denemeyi düşünebilirim:)

    Kadriorg Park adeta şehrin incisi. Gece gündüz spor yapan, çocuğunu gezdiren, kitap okuyan yerlilerle ve Rus Çarı Muhteşem Petro'nun karısı Katerina için yaptırdığı sarayı, Kumu Sanat Müzesi'ni görmeye gelen turistlerle dolu. Arada yapılan etkinlikler ve konserler de cabası. Bizim şansımıza Işık Festivali denk geldi ki o gece bütün şehir Kadriorg Park'taydı. Elimde o geceye dair kaliteli bir fotoğraf yok ne yazık ki. Yerlere serpiştirilmiş mumlar, ışıklandırılmış ağaçlar ve gece karanlığında parıldayan bilumum ışıkla şahane bir ortam yaratıldığını söyleyebilirim ancak.


       Park çok geniş. İki gün müzeleri dahil gezdik yine de eksik kalan bölgeleri oldu.

    Göletteki ayrıntılara dikkat ettiniz mi? Kadriorg Park'ın göletinde Mevleviler sema ediyorlar. Elo Liiv isimli  Estonyalı bir sanatçının çalışması bu. Parkın içerisinde yer alan modern sanat çalışmalarından biri.

    Kadriorg Park içerisinde birkaç önemli müze mevcut. Bunlardan biri kimilerine göre "Muhteşem" kimilerine göre "Deli" addedilen, Rusya'nın Boğazlar'a açılma emelinin mimarı olup Osmanlı ile savaşmış ve devamında Prut Anlaşması'nı imzalamış Rus Çarı I.Petro'nun (1672-1725), karısı I.Katerina için yaptırdığı saray müzesi.
 
    Tallinn'e sık sık avlanmaya gelen Petro'nun yaptırdığı saray, Batı hayranlığının izlerini taşıyan Barok bir yapı. Koleksiyonunda zamanın kullanım eşyalarının yanı sıra resim ve heykeller de mevcut.


        Rönesans'ın kuzeydeki en ünlü temsilcilerinden biri olan Hollandalı ressam Bosch'un eserini burada görmek şaşırttı beni. Neden şaşırdım onu da bilmiyorum ama şaşırdım işte:) Hollanda, İtalya gibi Avrupa ülkelerinin dışında bir Baltık ülkesinde rastladığım için olsa gerek. Ayrıca çok severim kendisini.

    İlya Repin gibi sevdiğim Rus sanatçıların ve Sultan Abdülmecit'in davetiyle ülkemizde de eserler üretmiş tanıdık bir isim olan Ayvazovski'nin tablolarını görmek güzeldi.
 
 
    Petro'nun yeniden inşa ettirdiği St.Petersburg'daki yazlık ve kışlık saraylar kadar görkemli olmasa da elden gelen süsleme gayreti gösterilmiş burada da.

     Bu saray yaptırılmadan önce avlanmak amacıyla şehre gelen Petro'nun kaldığı ev de bugün bir müze olarak ziyaretçilere açık. Estonya'nın en eski müzesi olduğu söyleniyor. Küçücük bir orman evi burası. İçerisinde zamanında kullanılmış gündelik eşyalar sergileniyor.


Denizcilik aşkı uğruna kimliğini gizleyip gemilerde en alt kademede çalışmış, hatta bu yüzden "Deli" ve "Muhteşem" ünvanlarını almış Petro'nun odası...

    Kadriorg Park içerisinde sadece tarihi müzeler yok. Bir de olanca modernliğiyle yükselen bir Kumu Sanat Müzesi var ki koleksiyonundaki Estonya resim ve heykel sanatının klasik örnekleriyle fazlasıyla beğenimi kazandı.

 

     Kumu'da 1400'lü yıllardan günümüze kadar Estonya'nın sanatsal ve politik gelişmeleri en estetik anlatımıyla yer almakta.

        Bir de bonus olarak şahane bir başka sergiye denk geldim Kumu'da. Ünlü moda tarihçisi, birçok film ve tiyatro oyunu için kostümler hazırlamış Alexandre Vassiliev'in (itiraf ediyorum bu sergiyle tanıdım kendisini) koleksiyonunda yer alan Viktorya dönemi elbise ve aksesuarlarından oluşan enfes bir sergiydi.








    Serginin ziyaretçileri kadınlardan oluşuyordu ve bana öyle geliyor ki dünyanın farklı yerlerinde yaşayan kadınlar olsak da hepimiz aynı hayranlık, aynı hayaller içindeydik.

    Kadriorg Park'ta görülecek şey çok. Yanındaki lunaparkla birlikte Çocuk Müzesi, özel bir resim koleksiyonunun sergilendiği Mikkel Museum gibi... Tallinn'de vakit geçirilecek en özel yerlerden biri bu park.

    Açık hava, göz alabildiğine yeşillik ve oksijen demişken asla atlanmaması gereken bir yerden bahsetmek istiyorum şimdi. Estonian Open Air Museum...

       Saatler geçirdik burada. Hava da mis gibiydi. 18.,19. ve 20.yy Estonya kırsal hayatını anlatan evler ve eşyalarla kurulmuş çiftlikleri gezip yerel hayatı tanırken film platosunda gibi hissettik kendimizi. Evler dahil objelerin her biri ülkenin çeşitli bölgelerinden getirilmiş orijinal eşyalar.

    Burası sanki bir müze değil de hala yaşayan bir köy gibi. Okulu, itfaiyesi, kilisesi, tavernası, ayakkabıcısı, demircisi... Hepsi mevcut. Dönem kıyafetleri giymiş teyzeler ortama uygun işleriyle meşguller ve kendimizi 19.yy'da hissetmemizi sağlıyorlar. (Gerçi bu his müze kapandıktan sonra onlarla aynı otobüse binip şehir merkezine döndüğümüz sırada kayboldu ama olsun:))

    Saaremaa Adası'ndan getirilen balıkçı köyüne bayıldım.



    İnanılmaz lezzette salamura ringa balığı yediğimiz, ev yapımı birasını içtiğimiz yerel restoranına bittim. 

Enfes yemekler bir sonraki yazıda
    Yüksek sezonda bir çok etkinliğin düzenlendiği bu müzeyi, yolu Baltıklar'a düşecek olanlara tavsiye ederim. Litvanya'da bu müzeden çok daha büyüğü varmış ki o da aklımızda bulunsun.

    Yaklaşık 5 saat vakit geçirdiğimiz açık hava müzesinden ayrılırken ancak yarısını görmüş olduğumuzu anlayınca çok şaşırdık. O kadar keyifliydi ki zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamadık. Bahar aylarında Tallinn'e gittiğimde muhakkak uğrayacağım bir mekan burası. O kadar sevdim.

    Açık hava, yerel tarih, pastoral ortam... Ruhumuz dinlendi, gevşedik, mutlu olduk. Ama burada duyduğumuz huzur gibi, hüzün de hayata dair... Şimdi bambaşka bir yere götüreceğim sizi. Kara Turizm terimine uygun Patarei Prison'a...

    Patarei, 1800'lerin ilk yarısında, yani yine Ruslar'ın zamanında kışla olarak inşa edilmiş. Fakat tamamen boşaltılan 2004 yılına kadar hapishane olarak kullanılmış. Her iki dünya savaşı sırasında ve Soğuk Savaş döneminde inanılmaz acılara sahne olmuş. Sadece Ruslar değil, 2.Dünya Savaşı sırasında ülkeyi işgal eden Naziler de bu hapishanede pek çok insanlık dramının yaşanmasına neden olmuşlar.

    Ne yazık ki tarih boyunca dünyanın her yerinde bu tip acılar yaşandı ve yaşanmakta ancak mekanın bu yüzyılın başında terk edildiği haliyle duruyor olması, o acıları iliklerimize kadar hissederek ürpermemize sebep oldu.




        Bugüne kadar gördüğüm en enteresan ve üzücü mekandı. Aslında toplama kampı, göç müzesi vb. yerleri gezmekten çekinirim. Buraya da "eski hapishaneymiş canım ne olacak?" düşüncesiyle girdim ancak olumsuz anlamda etkilendim. Etkilenmemek mümkün mü? Bu duvarların arasında insanlar işkence görmüşler, öldürülmüşler, fiziksel ve psişik deneylere maruz kalmışlar. Özellikle Soğuk Savaş dönemi için anlatılanlar korkunç. 1868-1941 yılları arasında yaşamış, Rusya'nın egemenliğine kesin surette karşı çıkmış Estonya başbakanı ve devamında cumhurbaşkanı olan Jaan Tonisson da yüksek ihtimalle burada öldürülmüş. Üzüldüm fakat yakın bir geçmişin katı gerçeğini yansıtan bu mekanı gezmek maddi, manevi çok şey öğretti bana.

    Bir an önce kaçıp gitmekle biraz daha ilerleyip olan biteni anlamaya çalışmak arasında kaldığım enteresan bir çekiciliğe sahipti Patarei...

 
     Ardı ardına sıralanmış koğuşlarıyla, hala bazı tıbbi malzemelerin görüldüğü ameliyathanesiyle tüyleri diken diken eden bir hastane bölümü vardı ki... Burada neler olmuş olabileceğini düşünmek istemeyiz sanırım. 

   


    Oldukça geniş bir alana yayılan bu tarihi mekan bugün harap bir halde fakat bu şekilde kalması istenmiyor tabii. Patarei'nin geleceği hakkında çeşitli projeler geliştirilmiş. Gel gör ki burayı restore etmek, farklı bir kullanım için düzenlemek oldukça külfetli olacak gibi. Deniz kıyısında olduğu için günden güne çürümekte ve bir an önce kurtarılması hedeflenmiş. Biraz incelediğimde otel, savaş müzesi veya sanata ayrılan bir mekan olması konusunda fikirler olduğunu gördüm. Doğrusu akıbetini merak ediyorum. Bence her üç alanı da kapsayan bir düzenleme yapılacak.
    Kaderinin ne yönde şekilleneceğini bekleyen bu enteresan mekan bugün çeşitli sanat projelerine ev sahipliği yapıyor. Savaşla işi olmayan, sanata gönül vermiş insanlar tarafından boyanıyor, mesaj içeren yazılarla bezeniyor.






 
 
Arkamda deniz kıyısındaki Patarei
    Fotoğraflar gerçeği yansıtmaktan çok uzak. Fırsatınız olursa ve hijyen açısından da dikkatli olacağınızı hesaba katarak gezmeyi göze alırsanız kesinlikle tavsiye ederim bu enteresan mekanı. 

    Ne diyelim? Gerçekleşmesi çok ama çok zor olsa da kötülüğün, iktidar hırsının, savaşların olmadığı; insanlık suçlarının işlenmediği bir dünya dileyerek ve mesajımızı vererek kapatalım bu bölümü.

 
   Madem deniz kenarına indik, bir de Seaplane Harbour'a, diğer adıyla Estonya Denizcilik Müzesi'ne bir göz atalım isterseniz. Denizcilik Müzesi belli bir tarihte ikiye ayrılmış. Old Town'da da Denizcilik Müzesi bulunuyor ancak burası daha farklı. 
Bir kere gerçek bir deniz uçağı hangarı burası.

    Hangar 1916-1917 yıllarında St.Petersburg'un savunması için yapılmış. Müze bünyesinde 200'e yakın deniz uçağı, buzkıran ve denizaltı bulunuyor. Özellikle çocuklar için oluşturulmuş interaktif sergiler ve belli günlerde düzenlenen etkinliklerle oldukça canlı bir müze. 
    Patarei'den sonra biraz kafamızı dinlememiz gerekiyordu ve kapalı müze bölümüne girmeyi tercih etmedik. Oldukça şık kafeteryasında vakit geçirdikten sonra liman kısmındaki gemilerle oyalandık. 
     Limanda sergilenen gemilerden en ilgi çekici olanı Suur Toll isimli buzkırandı. 1914 yılında bir Alman şirketi tarafından yapılmış olan bu gemi 1.Dünya Savaşı sırasında Finlandiya ile Estonya arasında görev yapan emektar bir gemiydi ve döneminin en büyük buzkıranı olma özelliğini de taşıyordu.

    Suur Toll gezilebiliyor. Kaptan kamarası, tayfaların kamaraları, mutfağı, salonu, kazan dairesi vs. aynen yerli yerinde. Gemiye ve yolculuklarına dair bilgiler ve fotoğraflarla desteklenmiş bölümler de mevcut. Hatta mutfağında zamanın çalışanlarının yemeklerini de yiyebiliyormuşsun fakat biz öyle bir etkinliğe denk gelmedik. Merak edenler, denemek isteyenler araştırmalı.



         Deniz Müzesi'nin yer aldığı liman bölgesinde epeyi bir vakit geçirdik o gün.
Hint filmi çekimine bile rastladık:) Hintli bir ekip vardı, bir tane de başrolde olması kuvvetle muhtemel sarışın bir kız. Hint müziği eşliğinde deniz kıyısında dans ediyorlardı. Tabii yönetmenin komutuyla defalarca baştan ala ala. Ya biz neler yaşamışız o gün? Duygudan duyguya, dönemden döneme savrulmuşuz, enteresan şeyler görmüşüz resmen:) Tüm bunları yaşadıktan sonra Baltık kıyısında aheste aheste ilerleyerek cruise limanına vardık. Tallinn turistik ve ticari açıdan oldukça canlı bir limana sahip. Üstelik sadece bugüne ait olmayan, yıllar öncesine uzanan bir canlılık bu. 10.yy.'da nasıl gemiler gidip geliyorsa bu limana bugün de hala aynı şekilde gidip geliyorlar.
    Tallinn Limanı'nın çevresi alışveriş ve yeme-içme açısından tabii ki hareketli. Cumartesi günleri kurulan ama bizim göremediğimiz balık pazarını ziyaret etmek lazım örneğin. Bunlar tamam ama limanın arkasında bulunan ve limanı tepeden gören bir bölge var ki çok enteresan.
Liman hemen arkamda. Bu kısım denize göre oldukça yüksek.
     Merdivenlerle yükselen, duvar resimleriyle renklendirilmiş, gençlerin oturmuş denize bakarak hislendikleri, sohbet ettikleri bir alan. Terk edilmiş gibi... Eskiden bir işlevi varmış belli ki. Belki dükkanların yer aldığı bir alt geçit kapatılmış. Onun hemen önünde pazar yeri gibi bölüm bölüm ayrılmış olduğu belli olan fakat pazar yeri gibi de durmayan geniş bir alan yer alıyor. İlginçti. Zamanında ne olduğunu bilen varsa beni aydınlatsın lütfen. Bu sefer öğrenemedim ama Orhun'un arkadaşları aracılığıyla öğreneceğim ben bu bölgenin geçmişini. 

    Çok anlattım biliyorum. Biraz daha sabrınız varsa şehrin modern ve popüler iki mekanından daha bahsedip bitireceğim bu yazıyı. İlki Rotermanni denen bölge. Modern görünümlü ancak yaşı 200'e yaklaşan bir yaşam merkezi burası. 1829 yılında kurulan Rottermann Fabrikaları (ilk işleri inşaat malzemeleri üretimi) bugün farklı bir çehreye bürünmüş. Evler, ofisler, tanıdık mağazalar, sanat galerileri ve şık restoranlarla keyifli bir alan olmuş. Ülkenin meşhur çikolata markası Kalev'in ana mağazası da burada. 

Sol alt köşedeki iki genç kız belli ki akademi öğrencisi. Açık havada çizim yapıyorlardı.

        Ve zamana uygun düzenlenmiş bir bölge daha... Telliskivi Creative City... 
Benim tabirimle Tallinn'in Karaköy'ü... Kesinlikle favorim. 
    İsminden de anlaşılacağı gibi sanat atölyelerinin, yaratıcı şirketlerin, galerilerin, el yapımı ürün mağazalarının, birbirinden renkli kafe ve restoranların, gece klüplerinin yer aldığı yaratıcı bir kent burası. Eski tren istasyonun yanında, eski sanayi merkezinin yerine kurulmuş. 

 

    Hipster mekanı tabir edilen, yeni neslin takıldığı kafelerin, kulüplerin yanı sıra eski eşyaların satıldığı antikacılar ve Rus pazarları da var burada. Cumartesi günleri kurulan bit pazarını bu sefer göremedim ama aklıma yazdım.

    Zannediyorum hafta sonları çok daha renkli bir yer burası. Sokak yemeklerinin satıldığı bölümde kapalı olan satış yerleri ve kapalı olan antikacılar nedeniyle böyle bir sonuca vardım. Biz hafta içi oradaydık ve bahsettiğim yerlerde tek tük satış yapılıyordu. Fakat restoranlar ve kafeler gün fark etmeksizin kalabalık tabii. Şahane bir yer burası. Yolunuz düşerse muhakkak görün derim.

    Benim gözümden Tallinn'de gezilecek görülecek yerler şimdilik bu kadar. En azından bir bu kadar müze daha var şehirde. Bahsettiğim müzelerin fiyatları 2-14 Euro arasında değişiyor. Fiyatlar genelde uygun. Deniz uçağı hangarı olan Denizcilik Müzesi 14 Euro ile en pahalısı olma özelliğinde fakat oldukça kapsamlı ve interaktif bir müze burası. Her şehirde olduğu gibi burada da Tallinn Card var tabii fakat biz biraz geç kaldığımız için almadık. Turist danışmalarda inceleyebilirsiniz. Bahsettiğim her yerin adresini ve nasıl gidileceğini yazmadım. Zira zaten uzun olan yazı iyice içinden çıkılmaz bir hal alacaktı. Turist danışma noktalarındaki (Havaalanında, Old Town'da var) ücretsiz haritalar o kadar kapsamlı ki aradığınız her yeri bulabilirsiniz. Şimdiye kadar gezdiklerim arasında en iyi rehber ve haritaların bulunduğu şehir Tallinn'di. Şöyle bir tüyo verebilirim. Arabayla ya da toplu taşımacılıkla gidilmesi şart olan ama yine de çok uzak sayılmayan yer Açık Hava Müzesi'ydi. Buna yakın bir de hayvanat bahçesi var. Diğerlerinin hepsine yürüyerek de ulaşmak mümkün.
    Bir sonraki yazı bu yazının tamamlayıcısı olacak. Tüm bu bahsettiğim yerlerin hoş kafelerini, leziz yiyeceklerini anlatacağım. Ki hak ediyorlar. O zaman görüşmek üzere...




İlgili yazılar: Tallinn'den Merhaba
                         Estonlar Şarkı Söyleyince
                         Tallinn'de Neler Tattım?


















18 yorum:

  1. Nihayet beklediğimiz yazı gelmiş :)

    Tarihi olan kentleri seviyorum... Hele ki yaşanmışlıklarına sahip çıkıyorlarsa tadından yenmiyor...

    Patarei'yi sen anlatınca nedense aklıma çizgili pijamalı çocuktaki toplama kampı geldi aklıma.. Hüzünlü, acı veren bir yer...
    Orada olsaydım bende gezmek isterdim sonrasında kendimi nasıl toplardım bilemiyorum ama...

    Savaşlar her ülkeye çok acılar, çok kayıplar verdi... Hele ki savaşlarla birlikte egosu yüksek, vicdandan nasip almamış liderlerle birleşince tarifi inanılmaz acılar yaşandı dediğin gibi tarihte...
    Barış ve sevginin bol olduğu günler yaşayalım hep birlikte bundan sonra inşallah...

    Diğer yazını da sabırsızlıkla bekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geç oldu ama geldim:)
      2.Dünya Savaşı sırasında Naziler Yahudileri toplamışlar buraya. O filmin aklına gelmesi normal.Yorumun için çok teşekkür ediyorum Şebnemcim ve dileklerine gönülden katılıyorum. Öptüm çok çok çok...

      Sil
  2. Her yer çok güzel görünüyor. Bi gün Esyonyaya gidebilirsem bu yazılardan muhakkak faydalanacağım cok güzel anlatmışsınız. Dönem kıyafetlerine ve şapkalarınıysa bayılddımm❤

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gidin gidin, gerçekten çok güzel. Beğendiğinize sevindim, çok teşekkür ediyorum.

      Sil
  3. Hepsi de çok güzeldi tek hapisane, toplama kampı hariç:( hele minik bebeklere ve giysilerine hayran kaldım. Unutmadan hoşgeldin:) fotoğraf ve güzel bilgiler için çok teşekkürler.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Sayenizde mükemmel bir gezi turu yaptık. Pattarei benzerlerini gördüğüm için duygularınız anlıyorum. Keyifli gezi için teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim Bilgehan Bey. Beğendiğinize sevindim.

      Sil
  5. Sen bana bir şey bırakmamışsın anlatacak:)) Hoş, ben senin kadar kalmadım oralarda. 5 gün kaldık ama bu bile yeterli değildi bana sorarsan. Görmediğim çok müze, mekan, park kaldı. Şu koleksiyon sergi fenaymış yalnız, iyi ki denk gelmişsin.
    Sorduğun yer var ya sanırım biliyorum, önünden geçtiğimizde araştırmıştık. Linnahall adı. 1980 ollimpiyatları için yapılmış ve tabii ki hemen hemen her olimpiyat binasının başına gelen olmuş. Kaderine terk edilmiş. http://www.failedarchitecture.com/photo-essay-how-long-is-the-life-of-a-building-tallinns-linnahall/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayıııır! Anlatmalısın, merak ediyorum:) Benden farklı yerlere de gittiğini biliyorum. Bir dahaki sefere beraber gidelim bence Semi:) Benim de görmediğim yerler var daha.
      Demek Linnahall ve olimpiyatlar için yapılmış. Cevap gelse gelse senden gelebilirdi zaten:) Çok teşekkür ederim internetten araştırabilirim şimdi. Öpüyorum seni.

      Sil
  6. Tam bir Tallinn rehberi olmuş, kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  7. Fotoğraflarla, verdiğin bilgilerle harika bir 'Estonya - Tallinn tanıtımı olmuş Sezer'cim..Ellerine, emeklerine sağlık.. Tatil dönüşünde yazına bir kez daha bakacağım..En içten sevgilerimle..

    YanıtlaSil
  8. Korkarım mim arızalısı Mimikli tarafından mimlenmiş bulunuyorsunuz efenim. Her nasıl oldu da katıldıysa artık. :D Sevgiler. <3

    http://mimiklibocek.blogspot.com.tr/2016/10/mim-en-sevdigim-15-kitap_16.html#more

    YanıtlaSil
  9. Varligindan bile habersiz oldugum bir sehire birden gidesim gezesim geldi:) Sen bu isi cok iyi yapiyorsun yaa Sezer'cim, ellerine saglik. Yine , yine , yine mükemmel ve cok keyifli bir gezi rehberi olmus. Vay be... ne enteresan ve güzel bir sehirmis meger Talinn.

    YanıtlaSil

Yorumu olan?