9 Haziran 2014 Pazartesi

CEMİL ŞEVKET BEY, AYNALI DOLABA İKİ EL REVOLVER

    Geçtiğimiz günlerde bir akşam Okan Bayülgen'in konuğu Selim İleri'ydi. Konu ise yazarın romanı "Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver" üzerinden   "Bireyin Özgürlüğü" idi. Programın konusu özellikle ilgimi çekti çünkü söz konusu romanı henüz okuyup bitirmiştim, çok sevmiştim. Tam da burada tavsiye etmeyi düşündüğüm günlerde hoş bir tesadüf oldu benim için. Öyleyse şimdi tanıtım zamanıdır, tavsiye zamanıdır.
    Çok sevdiğim yazar Selim İleri'nin "Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver" adlı romanına esin kaynağı olan kişinin Nahid Sırrı Örik olduğunu öğrendiğimde hemen alıp okumaya başladım. Aslında uzun zamandır adını bildiğim ancak son zamanlarda daha fazla ilgimi çeken, araştırmak ve eserlerinin tamamını okumak konusunda hevesli olduğum Nahid Sırrı Örik hakkındaki düşüncelerimi daha önce şu yazımda belirtmiştim. (Buraya bir tık!) O yüzden şimdi sadece Cemil Şevket Bey'e değinmek istiyorum.
   

    Selim İleri'nin belirttiği gibi romanın kahramanı Cemil Şevket Bey, Nahid Sırrı Örik'ten esinlenerek yaratılmış. İleri, Nahid Sırrı'nın kesinlikle zamanının ilerisinde bir yazar olduğunu, bu yüzden kendi döneminde anlaşılamadığını, dışlandığını söylüyor. Bir de tabii cinsel tercihi etkili oluyor zamanında kıymetinin bilinememiş olmasında. Tam da bu yüzden Cemil Şevket Bey de anlaşılamayan bir roman kahramanı. O da Nahid Sırrı gibi bir yazar. Tıpkı onun gibi eserleri sadece tefrika halinde yayınlanıyor, roman şeklinde basılmıyor. Efemine tavırları yüzünden müstehzi gülüşlere, alaylara maruz kalıyor. O da Nahid Sırrı gibi hem Osmanlı zamanını hem Cumhuriyet'i yaşıyor, iki tarafın savunucularına da yaranamıyor. Çünkü doğru bildiğini söylemekten kaçınmayan, objektif bakabilmeyi bilen bir yazar. O da Nahid Sırrı gibi kadınları kötülüyor da kötülüyor, erkeklere daha ılımlı yaklaşıyor. Yani Nahid Sırrı Bey ile Cemil Şevket Bey arasında benzerlikler çok. Ancak Selim İleri bunun kesinlikle Nahid Sırrı Örik'in biyografisi gibi görülmemesi gerektiğini, çünkü kendisi hakkında çok az bilgi olduğunu, onu tanımış olanların anlattıklarına dayanarak böyle bir roman yazdığını ve yazarı anarken zamanın İstanbul yaşamına, olaylarına değinmek amacında olduğunu söylüyor. Ve Nahid Sırrı'nın kitaplarının hala yeterli sayıda okura ulaşmadığını belirtiyor. 
    Ben bu romanı hem Nahid Sırrı hakkında ipuçları verdiği için, hem de başlı başına bir kurgusu olduğu için sevdim. Cemil Şevket Bey, bir komşu çocuğunun gözünden anlatılmış. Çocuk bu ilginç adamı ilk olarak annesinin kabul gününde görüyor. Evet! Cemil Şevket Bey mahallenin kadın günlerine katılan tek erkek! Kadınlar onu kendilerindenmiş gibi benimsiyorlar, muhabbetlerine katıyorlar tabii ama eşleri bu durumdan memnun değil. Fakat Cemil Şevket Bey bildiğini okuyor. Çocuk büyüdükçe Cemil Şevket Bey de yaşlanıyor, iyice yalnızlaşıyor, gitgide kendine ait dünyasından çıkmaz oluyor. Tek arkadaşı sayılabilecek Solmaz Hanım'la yıllarca dertleşse de, aslında çok yalnız Cemil Şevket Bey. Onun o yalnızlığı, o herkesten farklı oluşu içimi acıtıyor, hüzünlendiriyor beni. 
    Hüzünleniyoruz hüzünlenmesine ama salt duygusal bir roman olduğu düşünülmesin bu eserin. Dönemin siyasal ve toplumsal olaylarına da şahit oluyoruz. Selim İleri her zaman olduğu gibi bir zamanların İstanbul'una ustaca dahil ediyor bizi. Ve bir de, uzunca bir bölümde, Nahid Sırrı Örik'in -filmi de çekilen- "Kıskanmak" isimli romanının incelemesi var ki konuyla ilgilenenler için dört dörtlük bir kaynak niteliğinde. 
    Ben bu naif romanı çok sevdim. Hem Nahid Sırrı'yı andırdığı için sevdim, hem de başlı başına bir roman kahramanı olarak Cemil Şevket Bey'i sevdim. Beni derinden etkileyen bir bölümü buraya almak istiyorum. Böylece hem sanal günlüğüme kayıt düşeceğim, hem de kitap hakkında küçük bir ipucu vermiş olacağım. Kesinlikle tavsiye ederim efendim. İyi okumalar...

    "ESKİ ELBİSELER
    Cemil Şevket Bey o zaman Solmaz Hanım'la yakınlık... bir dostluk kurarken, bir gün de eski elbiselerin hayat hikayelerine dalıp gitmiş.
    Solmaz Hanım'a eski elbiselerini ne yaptığını sormuş.
    Solmaz Hanım, 'Bazılarını evde giyerim, bazılarını muhtaç kişilere veririm. Zaten çok elbisem yok' demiş.
    Bu yanıt muharrir Cemil Şevket'i şaşırtıyordu. O, eski elbiselerin evlerimizin bir köşesinde unutulmuş yaşlı sığıntı akrabalara benzediği kanısındaydı. Onların birer hayatı olmuş, sonra bu hayatlar hep sönmüştü. 
    Cemil Şevket Bey eski elbiselere... bir 'laci' takıma, bir gömleğe, yıpranmış paltolara, şapkalara, boyunbağlarına, tarazlanmış ipek mendillere, hanımların 'robalarına', kısacası, eski elbiselerle birlikte bütün bir gardıroba acıyordu. Bize eşlik etmiş, bizimle birlikte yıllarca çile çekmiş bu paltolar, mantolar, pardesüler, yağmurluklar, öyle sokaklarda kış günlerinin soğuğunu yemişken, ipekliler, Şile bezleri, pamuklular yıllar yılı her yaz güneş altında kalmışken, şimdi birer gardırop bekçisi, birer ev giysisi olup çıkıyor; sokaktaki hayattan habersiz yaşamaya mahkum ediliyorlardı...
    ... Oysa her birinin bir köşe başında, bir sinema koltuğunda, lokantalarda, şurada burada birer hatırası kalmıştı. Mesela şu laci takım, Tepebaşı'nda daha üç beş sene öncesine kadar boy göstermiş, hatta saz bahçelerinde Safiye'yi, Müzeyyen'i, Hamiyet'i dinlemişken, şimdi rengi ağarmış, kalıbı bozulmuş, işte bir köşeye de atılmıştı. Onun Tepebaşı'nı, saz bahçelerini özlemediğini kim ileri sürebilirdi?
    İşte bu yüzden, Cemil Şevket Bey, bazı yaz akşamları, hava iyice karardıktan sonra, ince lacivert takımını giyiyor, onu yine Tepebaşı'na götürüyor, Beyoğlu'nda gezdiriyor, Taksim Belediye Gazinosu'nun önünden geçiriyor ve onun gönlünü aldığına inanıyordu.
    Bazan, geçmiş zamanlardan kalma, dirsek yerleri erimiş bir hırkasını giyiyor, üstüne yenice yağmurluğunu geçiriyor, öylece sokaklarda dolaşıyor-dolaşıyor ve eski hırkasını da gezmeye götürmüş gibi oluyordu.
    Bazan, gece yatakta bile giyilemeyecek kadar eskimiş çizgili pijamalarını sırtından çıkarmadan bir ceket-pantolonunu giyiyor ve öylece Sarayburnu'na gidiyor, rüzgarlara karşı duruyor, sonra, Gülhane Parkı'ndan geçirerek, çizgili pijamasına sonbaharın nasıl geldiğini gösteriyordu.
    İhtiyarların da böyle özlemleri olmaz mıydı? Sonbaharın geldiğini görmek, teneffüs etmek istemezler miydi? Sonbaharın kendine özgü, çürük yaprak ve rutubetten oluşma bir rayihası yok muydu?
    Zaten çizgili pijaması da ceket-pantolon altında, yün atkı altında önce rüzgarlarla Sarayburnu'nda ürperiyor, hırçın dalgaların kıyıya güm!güm! çarpışına dalıyor; sonra Gülhane Parkı'na geldiklerinde, yazların ve kendi hayatının bu kadar çabuk geçmiş olmasına hem üzülüyor, hem de güneşli bir sonbahar günü, böyle dimdik ayakta, ulu ağaçlar altından geçiyor oluşuna şükrediyordu...
    Cemil Şevket Bey, bazan, yün takkesini şapkasının altında saklayarak ve eski, yırtık çoraplarını da yeni şosetleriyle gizleyerek sokağa çıkıyor, hatta vapura biniyor, Boğaziçi iskelelerinin hiçbirinde inmeyerek, bir yandan da Boğaziçi iskelelerinin her birini seyrede seyrede geziyor, daha doğrusu, yaşlı takkesiyle çoraplarını gezdirmiş oluyordu.
    Hem, onların her birinin, bu gezintilerden mutluluk duyduğuna inanıyordu.
    Hem, onların her birinin, bu gezintiler, gezmeler dolayısıyla 'hayır duası'nı aldığına inanıyordu.
    Sonra eve dönüşlerde, onların biraz yorgun, güleryüzlü, biraz ürkek, değişen zamana, değişen sokaklara, değişen insanlara biraz alışamamış, gelecek ve ne zaman gerçekleşeceği meçhul bir gezintiye kadar dinleneceklerini bildiklerini, muharrir Cemil Şevket hissediyor, adeta görür gibi oluyordu.
    Eski elbiselerine baktıkça, her birinin söküğünde, yırtığında, epriğinde, tarazında, günleri, yılları, bir hayat hikayesini okuyordu. Kumaşların rengi soluyor, kumaşlar parlıyor, kumaşlar deliniyor ve elbiseler birçok zamana tanıklık ettikten sonra, öyle renkleri ağarmış, eskilikten, aşınmaktan parlamış, artık ömürlerinin sona erdiğinden üzünçlü, adeta muharrir Cemil Şevket'ten yardım umuyorlardı.
    Cemil Şevket Bey, Solmaz Hanım'a 'Kuzum, siz eski elbiselerinizi hiç sokağa çıkarmaz mısınız? Hiç gezmeye götürmez misiniz? Yazık değil mi onlara? Bir gün gizlice giyinin de, ben de gizlice giyineyim de, hep beraber Eyüp Sultan'a gidelim...' diyordu. "



    
    

4 yorum:

  1. Kitabı da Nahid Sırrı'yı da not ettim bir kenara. Selim İleri'yi sevdiysem onu da severim kesin. :)

    YanıtlaSil
  2. Okan Bayülgen`i izlemiyorum artık. Yeni sezonda bir iki kez bakmıştım, programın eski tadı kalmadı deyip izlemedim bir daha. Senin gibi kitap okuyanlara saygım sonsuz. Ben beceremiyorum o kadar iyi. Ya da okusam bile analiz falan zor yaparım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Artık ben de pek izlemşyorum Semicim, Twitter'da gördüm o akşam konunun bu kitap olduğunu, uzun zamandır ilk defa seyrettim.
      Olsun sen de kitap yorumu yapmayıver, dolu dolu zaten blogun:) Öptüm seni.

      Sil

Yorumu olan?