Bir süredir maddi manevi telaşlardaydım dostlar. Annem Kuşadası'na taşındı. Bildiğin şehir değiştirdi.
Fiziken ve ruhen çok yoruldum. Yıllardır buraya yerleşmek istediğini söylüyordu. Hem kendisinin büyüttüğü torununu bırakmak istemediği için hem de iyi düşünmesi adına onun önüne sorular çıkardığımızdan ve pek desteklemediğimizden eyleme geçemiyordu. Yeğenim büyüdü, üniversiteye başladı. Annem Kuşadası konusunu yeniden gündeme getirdi. Bu arada devamlı surette kendi yaşadığı apartmanı kötüleyip illallah dedirtti.
"Bana yakın gel" dedim, kabul etmedi. "Büyükçekmece'de ev tutalım, orası da sakin, orası da sahil kasabası gibi, hem bize yakın" dedim, istemedi. Konuya mesafeli oluşumun başlıca nedeni, kendimi bildim bileli annemin her şeyden şikâyet etmesine ve kendini her daim bahtsız görmesine dayanarak, yeni bir hayat beklentisiyle gittiği yere aynı ruh halini götürüp bir süre sonra pişman olursa korkusuydu. Bir-iki senedir aklım bu konuyla meşgûldü.
Biraz da yaşla birlikte gelen sorgulama halleri sayesinde düşündüm de düşündüm. Düşünceler geniş bir alana yayılmaya başladı. Geçmişe gidiyordum, bugüne dönüyordum. Anneanne ve teyze de giriyordu işin içine.
Nasıl yetiştirildim, en önemlisi kendimi nasıl yetiştirdim gibi konularda vardığım sonuçları burada uzun uzun anlatamam. İddia ediyorum tüm analizlerimi ve vardığım sonuçları, hislerimi orta kalınlıkta bir kitapta toplayabilirim. Louis Althusser'in hayatını didik didik ettiği "Gelecek Uzun Sürer"i kadar kalın bir kitap olmasa da en azından onun yarısı kadar sayfa kullanabilirim ve tıpkı onun gibi anlamca yoğun bir anlatı oluşturabilirim.
O kadar dolmuşum yani. Daha doğrusu dolmuştum. Şimdi daha iyiyim.
İşin özü şu ki ben hep annemin annesiydim. Çocukken de böyleydi. Annem mutsuzdu, hastaydı, mutsuz yaşamının sebebi ona göre tamamen çevresindeki insanlardı. Ben onun dert ortağıydım. Kardeşimi de beni de çok sever. Bizi sevgiyle büyüttü. Hep öptü, kokladı. Öyle ki yaşıtlarımdan imrenenler, kendi anne ve babasıyla anlaşamadığı için bana bunu hatırlatanlar oldu. Ama işte işin bir başka yanı daha var. Anne anne olmalıdır, baba da baba. Anne ve baba çocuğuna rehber olmalıdır. Gerektiğinde katı olmayı bilmelidir. Güçlü durmalıdır. Annem sanki onun arkadaşıymışım gibi her derdini her sıkıntısını bana anlatırdı. Sadece güncel olanları değil, eskiye de dönük her şeyi ağlaya üzüle anlatırdı. İçten içe üzülürdüm tabii. Ve onu ben de üzmemek adına hep ağırbaşlı bir çocuk oldum. Orta birinci sınıfta Türkçe öğretmenimiz konusunu net hatırlamadığım bir kompozisyon istemişti bizden. Ben de annem için ne kadar üzüldüğümü anlatmıştım. "Anneannem şöyle üzüyor annemi, babam böyle üzüyor. Zaten hasta" diye baya bir dökülmüştüm. Tabii öğretmen annemi çağırdı. "Kızınız çok hassas" demiş. Yani bugünkü aklımla düşündüğümde diyebilirim ki öğretmen "Dikkat edin, kendi hayatınızın sıkıntılarını çocuğunuza yansıtmayın" demek istemişti. Annem hiç üzerine düşünmeden, sen bunları kafana niye takıyorsun demeden, yine bana olağan bir şekilde anlatmıştı. "Öğretmenin senin için hassas dedi" demişti. Belki hiç konuyu açmasına gerek yoktu, sadece kendi tavırlarını düzeltmesi gerekiyordu. Çok ağlardı bir de. Hâlâ çok ağlar. Her şeye ağlar. O yüzden ben ağlayamam. Ağlamayı güçsüzlük sayarım. Velhasılıkelam kendimi her daim anneme karşı sorumlu hissettim.
O da beni iyice bazen anne, bazen arkadaş yerine koyarak tamamen benim yörüngemde hareket etmeye başladı. Bence ben annemin yörüngesinde olmalıydım. Çocukluktan beri ben ne dersem o oldu, ben ne dersem dinlendi. Enteresan şekilde babam da bana sonsuz güvenirdi. Olgunluğum, akıllılığım işlerine geldi. Hep arkamdalardı, hep desteklerdi ama biraz da önümde olmalılardı. Ne kariyer yolunu çizerken fikir belirten oldu, ne 21 yaşında evlenirken "Erken değil mi kızım?" diyen. Dese de dinlemezmişim. Öyle söylüyor. Evliliğimden memnunum, erken anne olmanın olumlu yanları da var ama yine de erkendi işte. Keşke bir deneseydiniz. Sizi dinlemediğim, dikkate almadığım zaman haklı olurdunuz. Bugün bile özel günlerde annemde toplanılmaz biliyor musunuz? Bugün dedim ama hep öyleydi. Herkesi Sezer toplar, Sezer masalar hazırlar. Son yıllarda kardeşim de toparlar oldu ama annemde toplanılmaz. Fakat kendime yüklenmeyi azaltmaya başladım. Şu son bir-iki yıldır düşüne düşüne bir miktar tavır değiştirdim. Orhun'un uzun süren sağlık sorunları nihayet ve çok şükür ki düzeldiğinde kendimi dinler oldum. Kardeşim beni çok iyi anladı ve destek oluyor. Sevdiklerime karşı sorumluluğum baki, biz hep biriz ve beraberiz ancak en yakınım dahi olsa -çocuğum hariç- kimsenin kendine uygun gördüğü hayattan ben sorumlu olamam. (Hâttâ çocuğumunkini bile bir yere kadar kontrol edebilirim). Bu konudaki üzülmelerimi, kendimi faydasız kahredişlerimi minimuma indirmeye çalışıyorum.
Günün sonunda geldiğimiz nokta annemin şehir değiştirme isteğine destek olmaktı. En ufak bir fikir belirtmenin neticesi, konu hoşlanmadığı noktaya gelirse, pişman olursa "Seni dinledim" alt metinli "Sen öyle demiştin ya" cümlesi ile sonuçlandığı ve beni aşırı öfkelendirdiği için bir süredir kendimi alıştırdığım gibi "Sen bilirsin, ben her türlü kararında destek olurum" dedim. İnanın tüm bunların yaşlanmakla ilgisi yok. Hep böyleydi. "Sen bilirsin" dedim ama tabii ki kendi kendime durumu her açıdan düşündüm. Geçen yaz tatilini eşimle Kuşadası'nda geçirdik. Alıcı gözle bakmak istedim. Evet aman aman bir yer değil. Küçük bir kent gibi. Biraz kalabalık. Ancak annem belli bir yaşta olduğu için hastanesinin olması, market vs. alışveriş olanaklarının ulaşılır olması, yaz kış yaşanması önemliydi. Zaten annemin "Küçük bir kasabaya yerleşeyim, küçük bir bahçem olsun, ekeyim biçeyim, kafamı dinleyeyim" gibi hevesleri de yok. Hiçbir zaman doğa insanı olmadı. Birçok kıyı kentine göre ekonomik açıdan da uygun. Emeklisi bol. Kendisi sağa sola gitmez ama biz gittiğimizde gezecek görecek yerlere ulaşılabilir mesafede. Çevresi güzel. Dilek Yarımadası'nda deniz güzel. Epeydir inceliyorum, belediyesinin yaz-kış kendine has etkinleri iyi. En önemlisi ve kardeşimle benim açımdan içimizi bir nebze rahatlatan şey, annemin benimle akran olan arkadaşının yıllardır orada yaşıyor oluşu. Maşallah diyeyim, uzun yıllardır abla-kardeş gibi görüyorlar birbirlerini. Eğer o orada olmasaydı ağırlığımı koyardım ve gitmesini muhakkak engellerdim.
Öyle böyle derken yaklaşık iki ay kadar önce ciddi ciddi ev aramaya başladık. Bu sırada yeğenime sarılıp bol bol gözyaşı döktü. "Hem gitmek istiyorsun hem ağlıyorsun" diyeceğimi bildiği için bana karşı pek duygulanamadı. Zaten yeni sırdaşı Nisan. Yani yeğenim. Bana küçükken neler anlattıysa, nelerden dert yandıysa aynılarını ona da anlatıyor. O da üzülüp duruyor. Biraz uzaklaşmaları bu açıdan iyi olacak. Merkezde güzel bir daire bulduk.
Ben önünün açıklığını, manzarasını, merkeziliğini, komşuların kimler olduğunu kontrol ettim; annemin önceliği pencere kolları, kapılar, yer karoları, duvarların rengi falandı. Eğer orada bir aydınlanma yaşamazsa sanırım balkonun keyfini en çok ben çıkaracağım. Sonra evi tuttuk. Uzaktan işleri halletmek çok zordu. Evde hâlledilmesi gereken şeyler vardı. Emlakçıyla arada gerildik, arada iyiydik. Kardeşim internetti, elektrik aboneliğiydi onları buradan halletti. Annemin tüm şifreleri, bilgileri senelerdir onda. "Ben telefonla konuşmayı sevmiyorum, ben resmi işlerden hoşlanmıyorum, beceremiyorum" dediği için normalde de kontrol genelde bizdedir. Sonra taşınma zamanı geldi. Evin beyaz eşyaları, yatağı, koltuğu, masası olduğu için (ve sıfırdan alınacağı için kabul ettiğimizden) kalan özel eşyaları bir tanıdığın geniş arabasına doldurduk, iki damat tam da en karlı günlerde yola çıktılar. Öyle denk geldi. Şöyle fena yağacak, böyle fena yağacak söylentileri olduğu için epeyi bir gerildik ancak tarihi önceden ayarlamıştık. Erkekler eşyaları bıraktılar, evin içinde onlara düşen işleri yaptılar. Annem ve ben bir-iki gün sonra gittik. İnce temizliği yaptırdık. Su aboneliğini orada hâlletmek zorunda kaldık. Nüfus müdürlüğüne gidip ikâmetgâh çıkardık. İnterneti bağlattık. Klozet musluğunun çalışmadığını gördük, tesisatçı bekledik vs.vs. vs. Yerleşmek yaklaşık bir hafta sürdü. İlk birkaç gün hava orada bile nasıl soğuktu anlatamam. Yine de her fırsat bulduğumda kendimi dışarı attım. Sonra sonra güneş çıkınca mutlu oldum, yürüyüşler yaptım. Hava birkaç gün içinde şundan şuna geçiş yaptı:
İşler biraz kolaylaşınca, hem fiziksel yorgunluğu hem de annemi orada bırakıp dönecek olmanın tedirginliğini atmak için günlerdir okuyamadığım kitaplara sığındım yine. Sabah erken kalkıp sakin kafelerde kitabımı okudum.
Eksikleri tamamlarken, gerekli alışverişleri yaparken çevre esnafla muhabbeti ilerlettim. Tanıdığımızın bile ayarlayamadığı tesisatçı işini fotokopi çektirirken sohbet sırasında sorup hâllettim. "Teyzeyi getirip tanıştırın, bir şey lâzım olursa söylesin" diyenler oldu. Aslında huyum değil sanıyordum ama küçük bir yere taşınırsam komşuluk müessesesine rahatlıkla dahil olabileceğimi fark ettim. Semt pazarına da gittim. Görmemiş bir İstanbullu sıfatıyla şu çiçekleri aldım:
Sanırım çiçeklerin fiyatı konusunda kazıklandım. "Olsun" dedim, "Gide gele alışırız". Bir başka tezgâhtaki satıcı kadın, elimdekileri görünce "Şu sümbül gibi olanların adı neymiş ki? Bizim bahçede hep çıkıyor. Yabani diye yolup atıyorum" dedi. Bence "Salak mısın bunlara para verdin? Çayıra çimene çıksan bulursun" demek istedi. Sümbüller fotoğrafta çıkmamış.
Sonra ben döndüm işte. Annem "Hayalimi gerçekleştirdim" dediği için bir yandan mutluyum, bir yandan bir süre sonra şikâyete başlarsa diye gerginim, çocuğumu merak eder gibi meraktayım. Hep birlikte alışmaya çalışacağız. Kendi kendini idare edebileceği kaç yılı varsa istediği gibi yaşamasını, memnun olmasını istiyorum. Belki orası ona iyi gelir. "Madem öyle, en olmadı bir sene denersin" dedik ama taşınmak berbat yorucu bir iş. O fikrimden vazgeçtim:) Ben ki istediğim hâlde taşınma işini göze alamadığımdan, satma ya da kiralama durumlarından gözüm korktuğundan yıllardır bir yere kıpırdayamıyoruz. Annem için resmen sınırlarımı zorladım. Dün oturdum telefonumdaki emlakçı, tesisatçı, kornişçi vb. herkesin numarasını sildim. Bu süreçte yıllık telefon görüşmesi kotamı doldurduğumu düşünüyorum.
Belki fazla sitem ettim ama annemi tanısanız seversiniz. "Negatif dediğin kadın bu mu?" diye şaşırırsınız.
Aile dinamikleri, anne-çocuk ilişkisi farklı durumlar malûm. Annemin de su gibi kolay akan bir hayat yaşamadığını biliyorum. Ancak hangimiz yaşadık ki? Şükürsüz bir insan olduğunu söyleyemem. Öyle değil. Farklı bir kafa.
O yüzden, "Nasılsın?" diye sorunca bir kere bile "İyiyim" diyemeyen, demek istemeyen annemin artık "İyiyim kızım" demesini istiyorum. Kendim için de fazla takmamayı, her dediğinin altında bir şey arayıp iyi olup olmadığını sorgulamayı bırakmayı, iyiyim diyemiyorsa bunun artık doğalı haline geldiğini kabul etmeyi, herkesi olduğu gibi görmeyi diliyorum. Bir çocuk için annesinin huzurlu olduğunu bilmek o kadar önemli ki.
Toparlayıp olumlu yönleri öne çıkaracak olursam... Küçük yerde insanlara kibar yaklaştığın zaman kibar karşılık aldığını gözlemledim. İstanbul'da yaşayanlar öyle tuhaflaştı ki nazikçe lâf anlatmaya çalıştığım birinden "Öyle kibar kibar konuşarak beni ezmeye çalışamazsın" çıkışını duydu bu kulaklar. Her yerin iyisi de var kötüsü de ama yüksek sezon haricindeki sakin dönemler Kuşadası'nı daha yaşanır kılacaktır. Orada yaya geçidinde duran şoförlerin varlığı İstanbul'daki gibi tükenmemiş henüz.
Annem benim dönüşümden birkaç gün sonra devlet hastanesinden randevu alıp doktora gitti. Kalça ağrısı yürümesini engelleyecek kadar ayyuka çıktığı için gitmesi gerekiyordu. Gel gör ki doktora gitmeme huyu var.
Biz burada devletten veya özelden ne zaman randevu alsak bir gün önce arayıp "Kızım çok fenayım, ben yarın gelemem" deyip iptal ettiriyordu. Orada, biraz da arkadaşının zorlamasıyla ve ona ayıp olmasın diye iptal etmemiş ve beraber gitmişler. Üstelik hemen randevu almışlar ve MR da hemen ertesi gün çekilmiş. Bu annem için -ya da belki bizim için- mucize gibi bir şey. Yarınlar adına umut verici. Belki de her şey güzel olur.
Ve son olarak... Allah sağlık sıhhat versin, belli ki sık sık İzmir üzerinden Kuşadası'na gideceğim. Yaz gelince daha fazla denize gireceğim. Civar bölgeleri keşfedeceğim. Hani geçen sene blog dostlarımın kıl payı kaçırdığım İzmir buluşması vardı ya? Bu sene tekrarını talep ediyorum:) Ve Ege civarında kim varsa buluşma, görüşme tekliflerine de açığım:)
Çok anlattım, epeyi kafa şişirdim. Ne diyeyim? Hayırlı uğurlu olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumu olan?