24 Mart 2022 Perşembe

ADALAR'DA ZAMAN...

     İstanbul'da bu sene güzel kar yağdı, tuttu, hepsi iyiydi hoştu fakat biraz sıkmaya başladı sanki. Şu satırları yazarken ara ara pencereye göz atıyorum. Kar mı yağsın, güneş mi parlasın kararsız bir hava görüyorum. Biri diğerine baskın çıkmaya çalışıyor. Ee ne de olsa Mart ayındayız. 3 gün sonra ayın 21'i olacak fakat söylenene göre kar yağışı devam edecek ve bu sene ilkbahara enteresan bir giriş yapacağız. Neyse ki enteresanlıklara alıştık. 
Karlı günleri atlatıp mutlaka bahara da uyum sağlarız. Ortam yumuşamaya başladığında Adalar'a uzanabiliriz örneğin. Ya da iyisi mi "Uzanabilirsiniz" diyeyim. Zira biz birkaç hafta önce güneşli günleri değerlendirip yaptık bunu. Kalabalık yaz aylarına kalmadan güzel güzel gezdik. 

    Bu kez zamanımızın çoğunu Heybeliada'ya ayıracaktık. Ancak Büyükada'yı asla pas geçemezdim. Kadıköy'den atladık vapura, önce Prens Adaları'nın en büyüğünde aldık soluğu. Bir gece orada konaklayıp, ertesi gün erkenden Heybeliada'ya geçtik. 

    Büyükada sokaklarında yürüdük, eski evlerine bir kez daha hayran olduk, açık gökyüzünün keskinleştirdiği İstanbul manzarasını izledik, akşamına rakı-balıkla keyiflendik. Bize kediler eşlik etti her zamanki gibi. Bir de artık kendini insandan sayan, baya baya yürüyüşe çıkan İstanbul martıları. 



    

    Yine Mizzi Köşkü'ne takıldım. Şu köşede görmüş olduğunuz gözlem kulesinden, tıpkı bir zamanlar sahibi olan Lewis Mizzi gibi gökyüzünü izlemek istedim. 

    Her şey iyiydi de elektrikli araçların çokluğu hiç hoşuma gitmedi. Faytonlara, daha doğrusu faytonları çeken atlara yapılan kötü muameleye karşıydım. Karşı olanlar ısrar etti, adalara elektrikli araçlar geldi. Ancak her konuyu abartma eğilimimiz var ve adalar şimdi bu araçlardan geçilmiyor. Biz kış mevsiminde, oldukça tenha bir cuma günü orada olduğumuz halde bu dikkatimi çekiyorsa, yaz kalabalığında nasıl bir ortam olacağını düşünemiyorum. Nitekim otel görevlisi delikanlı da beni doğruladı. "Bu mevsimde araçların sadece yüzde 10'u dışarıda" dedi. Anladığım kadarıyla neredeyse her evde birer, ikişer var bu araçlardan. Dükkanlarınkiler ayrı. Onlar da mal taşımak için büyütebildikleri kadar büyütmüşler. Kimi neredeyse küçük bir kamyonete dönüşmüş. Faytonlara da dikkat etmek zorundaydık ama onlar hiç olmazsa çıngır çıngır sesleriyle kendilerini belli ediyorlardı. Şimdi bilhassa Büyükada sokaklarında tedirgin tedirgin yürüyorsun. Artık güzel fotoğraf çekmek başlı başına bir uğraşı çünkü evlerin önüne park etmiş araçlar çirkin bir görüntü oluşturuyor. 

    "Fayton kötü, elektrikli araç kötü, peki ne yapılabilirdi?" diyenler olacaktır. Bisiklet çoğalabilirdi. Elektrikli araç gelince resmen bisikletliler azalmış. Ada hayatı için bundan daha uygun ve romantik ulaşım aracı düşünemiyorum. Güzel havada yürünür, bisiklet kullanılır. Soğuklarda belediyenin devamlı sefer yapan elektrikli minibüslerine binilir. Bomboş dönüp duruyordu bunlar. Evlerin önünde ise fazla fazla özel araçlar vardı. Anlatabildim mi bilmem? Bu noktada aklıma seyrettiğim bir belgeselin Sardunya Adası bölümü geldi. 90 yaşında bir ada yerlisi her akşamüstü inişli çıkışlı ada yollarında sakin sakin yürüyüşünü yaparak bara gidiyor ve bir kadeh kırmızı şarabını içerek evine geri dönüyordu. Buyurunuz... Sardunya adasının dünya üzerinde en uzun ömürlü insanların yaşadığı yerlerden biri olmasına şaşmamak gerek. Hayattan keyif alma tarzımız farklı. Ve gözümüzün gördüğü yerleri güzelleştirerek, sadeleştirerek huzur bulacağımıza tembellik ve abartıyla birçok değeri önemsizleştirme huyumuz da var. Neyse... Biraz daha tenha ve dolayısıyla rahat olan Heybeliada'yla devam edeyim.

    Nasıl sakin, nasıl güzeldi Heybeliada. Bu adayı en son yıllar önce, genç yaşlarımda görmüş olduğumu anımsadım. Ondan da kayda değer bir şey kalmamıştı hafızamda. Bu kez vakit yettiğince, dikkatlice gezecektim. Önce Heybeliada Ruhban Okulu'nu görmek için Ümit Tepesi'ne çıktık. 

    Şu an eğitimin sürmediği, bu konuda yıllardır tartışma ve görüşme haberlerini okuduğumuz 1844 tarihli okulun bazı bölümlerinin ziyarete açık olduğunu biliyordum. Saat 16.00'ya kadar gidip görebilirdik ancak o günün cumartesi olduğunu hesaba katmamışız. O gün 12.30'da ziyaret bitiyormuş. 15 dakika ile kaçırdık. Üzüldüm tabii. Kuş seslerini dinleyerek ağır ağır yürürken, öğlen güneşinin tadını çıkarmaya çalışırken,saf şehirliler olarak ağaçlara zarar veren tırtılların kozalarını toplayan görevlileri izleyip onlarla sohbet ederken epeyi bir gecikmişiz. Bunu adaya tekrar gelmek için bir bahane sayarak, yine yola düştük. Daha sırada ve aklımda İnönü Müzesi, açık mı kapalı mı olduğunu anlayamadığım Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi ve Heybeli Sahaf vardı. 

    Manzarasının şahane olduğu bizzat adalılar tarafından söylenen Hagios Spyridon, yani Terk-i Dünya Manastırı konusunda ise kararsızdık. Her birine vakit ayırıp ayıramayacağımızdan emin değildik. Ancak internetten adanın haritasını incelediğimizde önce oraya yürüyüp daha sonra merkeze inerek diğerlerini görebileceğimiz kararına vardık. Enfes ada ağaçlarının altında, yine kuş sesleri eşliğinde bir uçtan bir uca yürümeye başladık. İyi ki yapmışız. 1868 tarihli manastır binasının küçük kilisesine giriş kısmı açıktı ancak asıl ibadet mekânına kapının camından bir göz attık. Zira her ne kadar ada tarihini yansıtan yapılardan biri olsa da burası müze statüsünde değil, yazın belli günlerde ibadete açık. Bir de bahar ve yaz aylarında bahçesinde oturup bir şeyler içebileceğimizi biliyorum.



    Zamanında onca yürüyüşün ardından bu manastıra gelen keşişlerin amacı dünya nimetlerinden elini eteğini çekip inziva hayatı yaşamaktı, bugün turistlerin yaptığı yürüyüşün amacı ise muhteşem manzaranın tadını çıkarmak. Manastır binasına sırtını verip gözünü güzelim maviliğe açtığında sağında uçsuz bucaksız denizi, solunda çam limanını ve onun tepesinde eski sanatoryumu izlemek mümkün. Bakalım fotoğrafta sanatoryumu seçebilecek misiniz?

    Antik çağlarda çam limanı bölgesinde maden ocağı işletilirmiş. Ada hem bakır, hem demir madeni açısından zenginmiş. Sanatoryum binasına gelince... Klasik Türk romanlarında şifa bulmak için misafiri olan veremli hastalarına üzüldüğümüz, Kelebeğin Rüyası filmiyle fiziksel varlığı hakkındaki merakımızı giderdiğimiz hüzünlü bina... 1924 yılında Atatürk'ün talimatıyla kuruldu. Zira verem, toplum sağlığını tehdit eden önemli bir sorundu. 1980 sonrasında sanatoryumdan devlet desteği çekilince çöküş başladı, 1999 depremi mevcut durumu daha da kötüleştirdi ve bir ara toparlansa da nihayetinde 2005 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildi. Ara sıra çıkan haberlerden takip ettiğimize göre tartışmalar muhtelif. 
    Gözümüz gönlümüz maviye ve yeşile, ciğerlerimiz temiz havaya doyduğuna göre artık merkeze doğru inebiliriz. Burada bir parantez açmak isterim ki bana kalırsa yokuş inmek, çıkmaktan daha sinir bozucu. Üstüne üstlük hangi akla hizmet, yürüyeceğimi bile bile kısa topuklu botlarımı giymiştim. Normalde çok rahatlar, düz yolda saatlerce yürüsem bana mısın demezler ancak yokuşlardan inmek çok zor. Heybeliada Büyükada'dan daha inişli çıkışlı. 
Rum Okulu'na ve ardından diğer uçtaki manastıra tırmanırken, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın evini ararken hem keyif aldım, hem zorlandım. Minik bebek adımlarıyla yokuş aşağı yürümek yüzünden çektiğim kas ağrısı 2 gün boyunca sürdü. Akılsız başın cezasını yine ayaklar çekti anlayacağınız:) Siz benim yaptığım yapmayın. 

    İsmet İnönü Evi'ni görevli hanımefendinin nazik eşliğinde gezdik. Canla başla, büyük bir hevesle anlattı bize evin tarihini. İsmet İnönü geçirdiği bir rahatsızlık sonucunda dinlenmek için doktor tavsiyesiyle 1924 yılında gelmiş Heybeliada'ya. Bu evi kiralamışlar. Yazları gelip gitmeye başlamışlar. Çocuklar adada mutluymuş. 1934 yılında evi satın almak istemişler. Fiyat yüksek olunca Atatürk eşyasız satın almak için pazarlık yapmalarını önermiş. Eşyaları Atatürk hediye etmiş. Bugün evde sergilenen eşyaların hepsi orijinal. 

    Yıllar boyunca kim bilir kimler gelip gitmiş, kimler konuk olmuş, neler konuşulmuş bu evde ancak bugün sergilenen halinde siyasete değil aile yaşamına bir vurgu var. Mevhibe-İsmet İnönü çiftinin çocukları Ömer, Erdal ve Özden'in odaları... Hattâ anneannelerinin yatağı... Giysiler, okunan kitaplar, satranç tahtası, İsmet İnönü'nün sağlık nedenleriyle her gün kullandığı tartı, çocuklara yazılan mektuplar, çocuklarından gelen mektuplar, aralarında meşhur çivileme atlayışının da yer aldığı bolca fotoğraf... Sade ama yaşanmışlıkla dolu bir ev. Erdal İnönü eşini bu ev sayesinde bulmuş. Komşu kızı Sevinç'le birleştirmişler hayatlarını. Duvarları süsleyenler arasında Ada'da yapılan nişan töreninden fotoğraflar da var. 

    

    İsmet İnönü'nün ölümünden sonra Heybeliada'ya gidip gelmeler azalıp da ev bakımdan yoksun kalmaya başlayınca, aile binayı İsmet İnönü Vakfı'na bağışlamış. Ve bina Cumhuriyet tarihimizin en önemli isimlerinden birine ait hoş ve başarılı bir "Anı Evi" olarak düzenlenmiş. 

    Bunlar tarihine sahip çıkan bir ülke açısından olması gerekenler. Bir de olmaması gerekenler var. Türk Edebiyatı'nın sevilen isimlerinden Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın da bir evi var Heybeliada'da. Mizahi tarzıyla biliriz Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı. Günümüzün gençleri ne kadar tanırlar bilemem ama ben ortaokul ve lise yıllarımda kitaplarını bol bol okumuşumdur. Bugünün gençleri kitaplarını okumasalar dahi sanırım Süt Kardeşler filmini bilirler. Gürpınar'ın "Gulyabani" romanından uyarlanmıştır ve olur da televizyonda yayınlanışına denk gelirsek daha önce defalarca izlemiş olmamıza rağmen tekrar takılırız. İşte bu yazarın da ömrünün son 30 yılını geçirdiği mekân bir anı evi olarak düzenlenmeliydi. Aslında bir süre müze olarak ziyarete açıkmış. Heybeliada'ya giderken o sıra açık olup olmadığından emin değildim. İnternette karma karışık bilgiler vardı. Kimi yerde saat 17.00'ye kadar açık olduğu belirtilirken, kimi yerde şu an faaliyette olmadığı yazıyordu. Ufak araştırmam sonrasında müzenin aktif olmadığını düşünsem de aklımızda halâ bir şüphe vardı. En iyisi gidip yerinde görmek dedik. Epeyi bir aradık evi. Sapa bir yerdeydi (fakat manzarası şahane), bol bol yokuş tırmandık, ara sokaklara girdik. En sonunda bulduk. Kapalı kapısı, bakımsız görüntüsü, yazarın aslında burada yaşamış olduğunu ama eşyaların başka bir binaya taşınıp o binanın müze yapılmış olabileceğini düşündürttü bana. Yani adada ısrarla bir Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi olduğunu düşünüyordum. Pek safmışım. Ada'dan döndükten birkaç gün sonra önüme çıkan bir imza kampanyası ve daha ayrıntılı bir araştırma sayesinde anladım ki şu an orada yazar adına bir müze yok. Uzun süredir kapalıymış, 2017 yılından beri tadilatta olduğu söyleniyormuş ancak bunun için yapılan herhangi bir çalışma görünmüyor. Sadece içerisindeki eşyalar Aşiyan Müzesi'ne taşınmış. Eşyalar bizzat Hüseyin Rahmi Gürpınar'a aitmiş. Öyle ki bunların arasında yazarın elleriyle ördüğü dantel yatak örtüleri, masa örtüleri dahi varmış. Yıllar önce müze açıkken gidip göremediğimiz, bir yandan kişiselliğiyle bir yandan dönemi yansıtması açısından önemli eşyalar bunlar. Yaşamaları için bizler de bu tür müzelere özen göstermeliyiz. İhmâl ettiğim için kendi adıma üzüldüm. Binanın tekrar müze ve kültür-sanat merkezi yapılması için çaba sarf edenlere destek olması adına şimdilik en azından imza kampanyasına katıldım. İlgilenenler ve imza vermek isteyenler olabilir, linki buraya ekliyorum:
    Uzun aramalar sonucu bulduğum evin köşesinde bir hatıra fotoğrafı çektirebildim ancak. Elimdeki mimozalar "Al abla bunlar da senin olsun" diyen, bir kucak dolusu mimoza taşıyan bir kız çocuğundan hediye. 
Halâ masamda duruyorlar. 


    Birkaç saat içinde, pek de rahat yürüyememe rağmen epeyi bir yer gördük dolaştık. O saatten sonra artık yapmak istediğimiz, adanın sevimli sahaf dükkanında biraz vakit geçirmek, birkaç kitap satın almak, ardından bir yorgunluk kahvesi içmekti. Devamında evimize dönüş yoluna geçecektik. Onca hayalini kurduğum sahaf ziyareti ne yazık ki gerçekleşemedi. Dükkân kapalıydı. Cumartesi günü kapalı olmasına şaşırdım. Dönüşte Twitter'dan yoklayayım dedim. Meğer adamcağızın Covid testi pozitif çıkmış, dükkânı açmamış. Herkes iyi olsun, bir daha ki sefere yine uğrarız nasıl olsa.

    Yorgunluk kahvemizi şirin mi şirin Torpi Kafe'de yudumladık. Deniz tarafından değil de arka sokaktan giriş yaptığımız için dükkânın en sevimli kısmına denk geldik. Zaten sigara içilmeyen taraf da orası. Bol kitaplı, bol çiçekli, el yapımı seramiklerle renklendirilmiş bir ortamda güzelce dinlendik. Yaz mevsiminde olsaydık yer bulmak zor olurdu muhtemelen. İşte bu yüzden Adalar'ın diğer mevsimlerini daha çok seviyorum.

    Ve bu gezinin kitabı... Mahallede Kaybolma Diye. Adını çok beğendiğim için satın aldım. Yani daha önce hiç Patrick Modiano kitabı okumamıştım. Hata etmişim. Tarzını sevdim. Polisiye havasında ilerliyor ancak belli bir kurgu içerisinde başlayıp biten bir roman değil. Hatırlamak üzerine, zaman zaman geçmişe kayan anlatımıyla, neyin doğru olup neyin doğru olmayacağını sorgulatan bir roman. Diğer kitapları da böyleymiş. Yazarın hayat hikâyesini incelediğimde bu romandaki karakterle ortak noktaları olduğunu gördüm. Demek ki oto-biyografik izler taşıyor. Diğer kitaplarını da aklımın bir köşesine yazdım.

    İşte böyle... Daha önce birkaç Büyükada ve hattâ Burgazada yazısı yazmıştım. O zaman ne anlattım hiç hatırlamıyorum. Yazıyı yayınlayınca dönüp bakarım belki. Bu seferki Adalar gezisinin özelliği, bizi neredeyse 2 yıl evlere kapatan meşhur salgınımızın hafiflediği zamanlarda gerçekleşmiş olması. Dikkati elden bırakmış değiliz. Maske hâlâ yüzümüzde. Hâlâ çok kalabalığa girmiyoruz, tenha zamanları kolluyoruz. Ancak şu bir gerçek ki sokaklarda olmayı özledik. Bu yüzden çevremizdeki her şeye daha bir farklı bakıyoruz. Bu kez daha bir kıymetliydi ada gezisi. Dalgalar daha köpüklü, martılar daha neşeli, ada sokakları daha bir davetkârdı. 
"Oh be!" Dedim. "Dünya varmış! İstanbul'un güzelim adaları iyi ki varmış!"


  

34 yorum:

  1. "Oh be!" iyi ki gitmişsiniz, sayenizde ben de sebeplendim. Çok severim Adalar'ı. Büyükada'ya ilk gittiğimde büyülenmiştim adeta. Atların tüm zorlanmasına rağmen faytonlar sanki Adalar'ın alamet_i farikasıydı, sen de yazmışsın her şeyde olduğu gibi elektrikle çalışan araçlar da abartılmış. Bir nevi arabamız var havasına girilmiş sanki. Bu müze olayına çok tutuluyorum, elimizdeki cevherlerin kıymetini bilmiyoruz, bu eski yazarların bırak evi kendi de unutulacak yakında diye korkuyorum.
    İçinize sinsin, yeni gezmeler gelsin Sezercim, ne iyi etmişsiniz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Büyükada'nın evleri bambaşka. 19.yy'a gidip gidip geliyorsun sanki:) Faytonlar bence de Adalar'ın alamet-i farikasıydı Nurşen Hocam. Hayvancağızları bakımsız bırakmaları her açıdan berbat bir durum oldu.
      "Gençler tanır mı bilmem" derken ben de sizin dediğiniz gibi bahsettiğim devir yazarlarının unutulacaklarını düşündüm ve üzüldüm. Müzeler bari anıları yaşatmalı.
      Çok teşekkür ediyorum, sizi sevgiyle kucaklıyorum.

      Sil
  2. Kutluyorum...İnsanların birçoğu ,huzurun,değişimin,dönüşümün ve moralin hep uzak tatillerde,gezmelerde olduğunu sanır.Oysa,bazıları teleskop ile mutlu olur,bazıları mikroskopla dünyalara dalar,enginlerin içinde savrulmadan,gözleyerek,dokunarak eylenir...Aşiyan müzesi dikkatimi çekti,orada sadece Tevfik Fikret'in müzesi olduğunu sanıyordum!Acaba Hüseyin Rahmi'nin ki nerede? Selamlar,teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dediğiniz gibi en önemlisi farkında olarak keyif almak. İsteyen ve yola koyulan herkesin mutlu gezileri olsun.
      Eşyaların Aşiyan Müzesi'ne gittiğini okudum. Sergilenmiyor olabilir, Hüseyin Rahmi Gürpınar -ya da kim bilir farklı türde bir edebiyat- müzesi düzenlenene kadar depoda saklanıyorlardır diye düşünüyorum. Aşiyan Müzesi'ne epeydir gitmedim, havalar iyileşince gidip anlayabilirim aslında:)
      Çok teşekkürler, iyi günler Güven Bey.

      Sil
  3. Çooook güzel! Ellerine ayaklarına sağlık biz de gezmiş olduk böylece..
    Yazın haftaiçleri ya da kışın daha güzel geliyor adalar genel olarak bana ama en güzeli baharmış gerçekten :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim Ceren:) Kocaman sevgiler benden sana...

      Sil
  4. Bahardan başlar yaz bitene kadar adalara en üç dört kere giderim. Heybelide ki sahaf vazgeçilmezimdir.özlem hissettim okuyunca .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de yaz aylarını hep es geçerim ama güneşli günleri seçeriz yine de:) Bir kere haziran ayında gitmiştik ve birden fırtına çıkmıştı, kocaman kocaman dolu yağmıştı:)
      Teşekkürler, sevgiler...

      Sil
  5. Karanlık Dükkânlar Sokağı da iyidir, biraz da gizemleri vardır:) Baktım şimdi de yazıyı okumuşsun yazdığım zaman:)

    Adalar ya!

    Burgaz'da bir oteli kafama takmıştım, onu merkez alıp adadan adaya gezeriz planı yapmıştık. Özellikle balık mevsimine ki adada rakı balık olsun diye. Pat pandemi. Yazın iyi geldi, teselli ikramiyesi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özellikle kitap yazılarını, hangi arkadaşımdan hangi kitabı gördüğümü çok karıştırıyorum:) Muhakkak okumuşumdur, şimdi dönüp tekrar bakacağım:)
      Umarım bu yaz istediğiniz gibi Adalar turu yaparsınız. Ne güzel olur, gerçekten yetti artık pandemi:)
      Çok teşekkür ediyorum. Sevgiler...

      Sil
  6. Adalara gitmek nasip olmadı ama sayenizde bilgilendim teşekkürler

    YanıtlaSil
  7. İstanbul başka bir aşk, Adalar bambaşka. :)
    Bir arkadaşım der ki, "havayı seven adaya iyi havada gider, adayı seven her havada adaya gider". Bence çok doğru bir tespit, adaların en güzel hali sade halidir. :)
    Ne iyi yapmışsınız, hem özlemim depreşti, hem özlem giderdim bu yazı sayesinde. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel söylemiş arkadaşınız, kendimi gördüm:) Yaz aylarını pek tercih etmeyiz ama bir kere haziran ayında gitmiştik ve onda da dolu yağmıştı:) O bile keyif vermişti.
      Özlem depreştiyse size daha yakın aslında, hemen atlayın vapura:) Biz vapura ulaşana kadar bile ortalama iki saat yol gidiyoruz:) O yüzden konaklıyoruz, zaman kısıtlaması olmadan tadına varmak için.
      Çok teşekkür ediyorum. Kocaman sevgiler benden...

      Sil
  8. Ah nasıl güzel fotoğraflar, nasıl güzel satırlar. Öyle iyi geldi ki bu yazıyı okumak hemen ilk vapura atlayasım geldi. Yıllardır uğrayamadım Adalar'a, pişman oldum. Yazın bu yazıyı da referans alarak detaylı bir tur yapmak isterim.

    Hüseyin Rahmi'nin evinin kendi haline terk edilmesi beni çok üzdü. İmza kampanyaları çok iş görmüyor ama yine de kamuoyu oluşturulabilir umarım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ilk fırsatta o zaman:) İnan şu salgının üzerine çok iyi gelecek:)
      İmza kampanyaları bazen işe yaramıyor ama bu kampanyayı düzenleyen kişilerin çeşitli yerlerde bunu duyurduğunu, röportajlar verdiklerini gördüm. Gayret ediyorlar. Umarım olumlu olur.
      Teşekkür ediyorum, kocaman sevgiler...

      Sil
  9. ah işte gezilerin en güzeli buuuuu, oh be :) hüseyin rahminin evine bir türlü giremedim ben de yaaa hiç :)

    YanıtlaSil
  10. Sakin zamanlarda gerçekleştirdiğiniz ada gezisi ne ne iyi olmuş Sezer'cim. Biz de uzun zaman oldu adalara gitmeyeli. Yazını okuyunca bir an bunu düşündüm. Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi'nin öyle kendi haline terk edilmesi beni de üzdü doğrusu. Bundan 7 yıl önce, Müzeler Haftası'na denk gelen bir günde Büyük Ada'daki 'Adalar Müzesi'ni ziyaret etmiş ve orada adaların kentsel tarihine yolculuk yaparken, adada yaşamış olan önemli şahsiyetlerin araç gereçleri sergilenmişti aralarında Hüseyin Rahmi Gürpınar'a ait bazı şeyler de vardı hatta dönüp blog yazıma baktım:) Yazarın takım elbisesi sergilenmişti. Müze güzel bir derlemeydi. Ama kesinlikle yazarın yaşadığı evin bir kültür-sanat merkezi yada 'Anı Evi' olarak düzenlenmesi çok daha anlamlı olacaktır. Öncelikle verdiğin linkte gidip bir imza da ben atıyorum :) Bu arada sarı mimozalar, sarı kazağınla da ne hoş olmuşsun :) Kültür, sanat, estetik hepsi bir arada. Daha ne olsun okurlarına. Yıllardır kalabalıktan göze alamadığımız adalara, bir hevesle bir an önce gitme isteği uyandırdığın bu güzel yazı için sana çok teşekkür ederim. Sağlığın, keyfin yerinde, her şey gönlünce olsun Sezer'cim. İçten sevgilerimle...💝

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adalar Müzesi'ni yıllar önce ben de ziyaret etmiştim ve sen söyleyince yazarın eşyalarını hatırladım, unutmuşum:)
      Canım Esincim, güzel sözlerine, her zamanki zarifliğine teşekkür ediyorum. Seni çok çok öpüyorum.

      Sil
  11. Biz de Metehan'la artık evde durup durmayalım, kıpraşalım planları yaptık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çıktınız mı gezilere? Ne zamandır burada yoktum, birazdan yazılarına bakacağım:)

      Sil
  12. Allah Allah senin blogda yorum yazarken bir anda kayboluyor yazdıklarım, deminki yorumu üç defa da yazabildim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başkasından böyle bir problem duymadım ama niye oluyor ki acaba? Daha önce de bahsetmiştin. Zorlandığına üzüldüm.

      Sil
  13. Bu arada bloğumda kulağını çınlattım :)

    YanıtlaSil
  14. Nasıl iyi geldi buraya uğramak:) Sizinle adada gezmek.. Çok özledim İstanbul'u, çok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bekleriz Tülin Hanım:) Sevgiyle kucaklıyorum sizi.

      Sil
  15. Bu bahar henüz gidemedik ,biraz daha ısınsın diye bekliyoruz:) Malum hastalık korkusu uzun süre yakamızdan düşmeyecek gibi.
    Adalardaki o elektrikli minibüs benzeri araçlar hiç hoş gözükmüyor, zaten skakları dar ha bre arkamıza bakıp durduk bizde gezerken son gittiğimizde. Ben faytonlara karşı değildim sadece bakımsız, başıboş ,düzensiz halleri çirkindi, üzücüydü. Bu konularda milletçe notumuz zayıf, bir şeyi düzelteceğimize yok edip başka bir şey yapmaya kalkışıyoruz hızlıca, o da bir şeye benzemiyor. Maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Salgın çoğumuzun enerjisini düşürdü. Ben de zorlaya zorlaya çıkıyorum, yoksa iyice kapanıp delireceğim:)
      Atlara haşin davranıyorlardı gerçekten. Haklısın Mehtap, acayip insanlarız.

      Sil
  16. Adalar güzeldir. Eşim doğma büyüme Heybeli adalı ben de 10yıl yaz kış yasadım. Ulaşım sorunu olmasa çok güzel ☺️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa, ne güzel Heybeliada'da yaşamak. Keşke ben de orada doğmuş olsaydım:)

      Sil
  17. Sezeeer, iyi misin? Merak ettim seni .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geldim, geldim Handancım. Yeni yazıda anlattım bir şeyler. Çok teşekkür ediyorum.

      Sil

Yorumu olan?