15 Mayıs 2012 Salı

BOL FOTOĞRAFLI ANKARA...

    Havalar düzeldi, bahar geldi ya hani... Gezi sezonu açıldı. 2 hafta kadar önce en birinci seyahat arkadaşım Aslı'yla birlikte ufak bir Ankara turu gerçekleştirdik:) Biz beraber müthiş gezeriz. Kafalarımız uyar. İlgi alanlarımız aynıdır. Yanımıza mızmızlanacak kimseleri almak istemeyiz:) Çünkü o ören yeri senin, bu müze benim; o kilise senin, bu cami benim ayırt etmeden ziyaret ederiz. Herkes bize uyamaz, bu tip bir gezi herkesin hoşuna gitmez. Mesela ben aslında geçtiğimiz Ekim ayında Ankara'ya gitmiştim ama çoluk çocuk 3 aile olduğumuz için kafamdaki yerleri gezemeden dönmüştüm. Çoğunluğa uymuştum haliyle. Eşime "ben buraya bir de Aslı'yla geleceğim tamam mı?" dedim. "Tamam" dedi:) Bazen beni bu konuda serbest bırakıyor sağolsun çünkü kendileri ailecek tatile gideceğimiz zaman beni önceden uyaran ve "lütfen her müzeye girmeyeceğine söz ver" diyen bir kimse:) Ben de böyle durumlarda plan yapıyorum. Bazı müze ve ören yerlerini ya da sergileri ailecek ziyaret ediyoruz, çoğunu oğlumla ziyaret ediyoruz, bazılarını da sadece ben ziyaret ediyorum. Ne yapalım? Herkesin ilgi alanları aynı olamaz. Önemli olan orta yolu bulmak ve kimseyi sıkmamak, zorlamamak. Fakat oğlum bir istisna:) Henüz yetişmekte olan bir delikanlı olduğu için onu genelde zorunlu tutuyorum. Ne görse, ne öğrense kar. Allah'tan o pek şikayet etmiyor. Gerçekten:)
    Kısacası Aslı arkadaşımla bu anlamda kafalarımız müthiş uyar. Geçen sene de güzel bir Mudanya-Trilye-İznik-Cumalıkızık gezisi yapmıştık.Önce gideceğimiz yerle ilgili araştırma yaparız. Plan yaparız. Vaktimiz yettiğince planı gerçekleştirmeye çalışırız ama rastgele gördüğümüz yerleri de atlamayız. İşte Ankara'yı da aynı şekilde gezdik. Başkentle ilgili izlenimler bir sonraki yazıya kalsın. Ben şimdi Ankara'ya ziyaret gerçekleştirmek isteyenlere ipucu olsun diye bol resimli bir paylaşım gerçekleştireyim.

    İlk durak tabii ki Anıtkabir. Hava mis... Anıtkabir her zaman ki gibi sakin ve haşmetli... Etkileyici... Yerli yabancı turist kaynıyor ortalık. Bir de çocuklar... Çünkü 23 Nisan yaklaşmış. Türkiye'nin her yerinden gelen okullar var. Bir eşi daha yeryüzüne bir daha gelmeyecek güzel insan... Rahat uyu... Allah senden razı olsun...

Kabartmalar: İlhan Koman - Sakarya Meydan Savaşı


    Aslanlı Yol. Yolun iki tarafında 24 Oğuz Boyunu temsil eden 24 aslan heykeli.                                 Hitit üslubunda yapılmışlar.



Aslanlı Yol'un başında sol tarafta yer alan Erkek Heykel Grubu. Biri Türk askerini temsil ediyor. Biri Türk gencini ve aydınını... Bir diğeri ise Türk köylüsünü... Heykeltraş Hüseyin Anka Özkan.



    Sağ taraftaki Kadın Heykel Grubu. Bereketi simgeleyen başak demetleri... Elinde tuttuğu kapla Atatürk'e Tanrı'dan rahmet dileyen Türk kadını... Ve ortada Atatürk'ün ölümüne ağlayan kadın... Heykeltraş yine Hüseyin Anka Özkan. Anıtkabir'de ayrıca İlhan Koman, Zühtü Müridoğlu, Hakkı Atamulu ve Nusret Suman'ın eseleri de var.




    Bir başka açıdan Anıtkabir...



   Anıtkabir'in her bir kulesi rölyeflerle, belgelerle, aşağıdaki gibi Atatürk'ün kullandığı eşyalarla dolu...




 
    Nöbet bekleyen Türk Askeri...





    Anıtkabir'in güzelim bahçesi. Oturduk dinlendik. Huzurlu... Tertemiz ve düzenli... Yemyeşil... Bahçedeki ağaçlar hakkında bilgiler yazılı bir tabelada. Ben Ankara'da yaşıyor olsam arada bir gider bu bahçede vakit geçirirdim.




    Polatlı Gordion Müzesi. Frigya Krallığı'nın başkenti Gordion'dan, Yassıhöyük'ten çıkan buluntular sergileniyor. Ayrıca Kral Midas'a ait olduğu düşünülen mezar odası da var. Hani var ya Eşek Kulaklı Midas:) O işte. İlginç bir müze. Ankara'nın 1 saat dışında ama bir çok turistin uğrak yeri. Bu müzeyi ve Polatlı gezisini daha sonra anlatacağım.








İşte Midas Tümülüsü. İçinde Midas'ın mezarı var. Çok güzel düzenlemişler. Uzun bir koridordan ulaşıyorsun mezara. Etkileyici...





İşte tünelin başı:)




İçeride ahşap bir mezar odası var ama alan dar olduğu için fotoğraf çekmek çok zor.              Bu ağaçlar yaklaşık 2700 yıllık.



Zamanındaki görünümü böyleymiş.
Kral Midas'ın kulakları gerçekten de bir hastalıktan dolayı asimetrikmiş ve bu yüzden her zaman kulaklarını kapatan bir başlıkla gezermiş.






Çok şey borçlu olduğumuz insanların ebedi istirahatgahları: Sakarya Şehitleri Mezarlığı - Polatlı








Sakarya Şehitleri Anıtı ve Müzesi










Sakarya Şehitleri Müzesi içi




Ulus'ta Roma Dönemi'nden kalma Augustus Tapınağı. (M.Ö 25)




Caracalla'nın emriyle yapılan Roma Hamamı'nın havuz kısmı. (M.Ö 25) Ulus semtinde.




Soyunma odaları




Bir zamanlar hamam.



23.Nisan.1920'de açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası. Yapımında Ankara taşı kullanılmış. Açıldıktan sonra tamamlanmış.




23 Nisan'a hazırlanan 1.TBMM binası. İçeride fotoğraf çekmek ziiiinhar yasak:)



2.TBMM binası. 1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası toplantı yeri olarak inşa edilmiş.  Daha sonra 1924-1960 yılları arasında meclis binası olarak kullanılmış.







2.TBMM aynı zamanda müze tabii. Atamızın fotoğraflarından çok iyi tanıdığımız yeleği.



Fotoğraf çekme gayretleri:) Mikrofon tanıdık geldi mi? Atatürk'ün 10.Yıl Nutku'nu okuduğu mikrofon.




Ankara Kalesi. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor ancak M.Ö 2.yy başlarında Galatlar'ın Ankara'ya yerleşmeleri sırasında var olduğu biliniyor.


Anadolu Medeniyetleri Müzesi. Ben bu müzeyi çok sevdim. Geçen sonbaharda da ziyaret etmiştim. Sabah beni bırakın akşam alın:) O derece. Paleolitik Çağ'dan başlayıp Asur, Hitit, Frig, Urartu, Lidya uygarlıklarının buluntuları sergileniyor. O devasa taş kabartmalar var ya... Bayılıyorum. Müze 15.yy'a ait Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han restore edilerek oluşturulmuş.(1921) Maalesef şu anda üçte biri açık sadece:( Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi 1997 yılında Avrupa'da Yılın Müzesi seçilmiş.










Hitit yani Eti güneş kursu. Tanıdık geldi mi?:)




Ankara Resim Heykel Müzesi. Binasıyla, bünyesindeki eserlerle... Muh-te-şem! Bu arada bir dip not: İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne bağlıydı fakat iyi bakılmadığı gerekçesiyle elinden alındı.  Cılız tepki sesleri duyuldu medyada. Şu an durumu belirsiz. İstanbul'un ki kapalı yani:(



Ankara Resim Heykel Müzesi 1950 yılına kadar Halk Evi olarak kullanılmış. Geçenlerde Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonnası'nda rastladım. Raif Bey halk evine uğradığını söylüyordu. Tanıdığım birini görmüş gibi sevindim. "Müze bu, müze" diye sevindirik oldum kendi kendime:)



Neşet GÜNAL... Çok severim...







Müzenin bahçesi:) İbrahim Çallı ve biz:) O gün bize Aslı'nın kardeşi de katıldığı için beraber fotoğraf çektirebildik:)




    Etnografya Müzesi... ARHM ile yan yana. İkisi de Cumhuriyet dönemi mimarisine ait. Etnografya Müzesi, Cumhuriyetimizin ilk müzesi. 1953'e kadar Ata'nın naaşı buradaydı.

    Arkadaki gelin ve damada dikkat:) Demek ki Ankaralı genç çiftler fotoğraf çekimi için bu müzeyi tercih ediyorlar.








Bu müzede daha çok Selçuklular'dan günümüze Anadolu folklorunu yansıtan eserler sergilenmekte.




Kahve kültürümüzü anlatan düzenleme... Çok beğendim.




Rahmi Koç Müzesi. Ankara'nın ilk sanayi müzesi. Atpazarı'nda. Tarihi Çengelhan restore edilerek oluşturulmuş bu müze. Çengelhan'da Vehbi Koç'un ilk ticarete atıldığı dükkan da yer alıyormuş ki o da şu an müzenin avlusunda. Çengelhan'ın tarihine gelecek olursak... Hürrem'in kızı Mihrimah var ya:) İşte onun kocası Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış. 





İşte Vehbi Koç'un ilk dükkanı. Avluda. Bu avluda kafeterya var ve sağ alt köşede de görüldüğü gibi hafta sonu bu güzel mekanda hem kahvaltı yapıyorsunuz, hem de nefis klasik müzik 
parçaları dinliyorsunuz. 







Bayılıyorum ben bu Koç Ailesi'ne:) Özellikle Fenerbahçeli Ali Koç'a:)




Tıpkı İstanbul'daki gibi Ankara'daki Rahmi Koç Müzesi de çok güzel.




Kuğulu Park:) Ben bu parkı görmeyi çok istiyordum. Tabi daha önce görenlerden ya da Ankaralılar'dan beklenen tepki: "Bir şey yok orada!" Olsun! Ben görmek istiyorum. Neden? Çünkü çocukluğumdan beri romanlarda, anı kitaplarında okumuşum ve hep merak etmişim. Ankara'ya gidip görmemek olur mu? Ve bu zaman şartları içinde değerlendirilebilir mi? Evet şu an çok ufak, çok kalabalık. Ama Ankara'nın nüfusu daha azken ve çevresinde koca koca binalar yükselmemişken böyle değildi kuşkusuz.




Peki Ankara'da ne yedik? İşte bunu yedik:) ASPAVA döner. Ankara'da çok meşhurmuş. Dürüm döner ama domates soslu. Soğan ve kaşar ekleniyor istersen. Döneri çok kalındı, ben pek beğenmedim. Cacık ve salata ikram.




Her yerde "falan Aspava", "filan Aspava" diye dönerciler var. Fakat Küçükesat'takilere ve hatta oradaki Özçelik Aspava'ya gitmek lazımmış. Biz onun yanındaki Yıldız Aspava'ya gittik çünkü bilmiyorduk. Dönünce öğrendik. Behzat Ç. dizisindeki Aspava oymuş:) Peki nedir bu Aspava'nın anlamı? Allah Sağlık Para Afiyet Versin Amin:))




İşte böyle. Güzel gezmişiz. Fakat her zamanki gibi bazı yerleri yetiştiremedik. Örneğin Atatürk Orman Çiftliği'ni görmek istemiştik. Devlet Mezarlığı'na gidip Bülent Ecevit'in mezarını ziyaret etmek, Rahmi Aksungur'un heykellerini görmek istemiştik. Ve aklımız Ulucanlar Cezaevi Müzesi'nde kaldı çok fena. Bir de Çankaya Köşkü Müzesi var. Müzelerin sadece 17.00'ye kadar açık olması iyi olmamış:( Ama belli mi olur? Belki bir gün yine ziyaret ederiz Ankara'yı... Umarım Ankara gezisi düşünenler için biraz da olsa faydalı olmuştur bu yazı. Ankara izlenimlerim de gelecek. Çok yakında:))

13 Mayıs 2012 Pazar

TEŞEKKÜRLER FENERBAHÇE!

    Saçma sapan geçen 2011-2012 futbol sezonu bitti. İnsanları bir de futbol üzerinden ayırmak için ne gerekiyorsa yapıldı bu yıl. Bunu görebilen gördü, göremeyen insafsızca Fenerbahçe'ye saldırdı. 
    Kendimi bildim bileli takip ederim Fenerbahçe'yi. Maçların şifreli yayınlanmadığı, paranın efendi olmadığı günlerdi o günler. Hafta sonu maçları seyreder, pazartesi günü ilk iş olarak okula gitmeden önce spor gazeteleri alırdım. Medya bu kadar ayrıştırıcı, taraftarın damarına basan bir duruma gelmemişti henüz. Kardeşimle paylaştığımız odanın duvarlarında Rıdvan'ın, Aykut'un posterleri asılıydı. Büyüdüm. Fırsat bulunca Şükrü Saracoğlu'nun atmosferini de soludum. Fenerbahçe sevdam hiç bitmedi. Hatta bu yıl daha da arttı. 3 Temmuz'dan beri yaşadığım üzüntüyü Fenerbahçeli olmayan anlayamaz. Üzüldük... Fakat yöneticisiyle, futbolcusuyla, taraftarıyla bir bütün olmayı ve dik durmayı bildik. İnanılmaz bir sivil toplum hareketi oluşturduk ve örnek olduk. Ben Fenerbahçe'yle gurur duyuyorum.
    2011-2012 Lig Şampiyonu Galatasaray'ı gönülden tebrik ediyorum. Sevinmek haklarıdır.
    Fenerbahçe'li futbolcuları, teknik direktörümüz Aykut Kocaman'ı ve Fenerbahçe Spor Kulübü yöneticilerini ise hem tebrik ediyorum, hem de kendilerine bütün kalbimle teşekkür ediyorum. Zor zamanlar yaşayıp pes etmedikleri için... Medya ve diğer takım taraftarları yalan yanlış bilgilerle üzerlerine gelirken psikolojilerini sağlam tutabildikleri için... Tüm sezon boyunca kırk kere değişen uygulamalara rağmen yollarına devam ettikleri için...  Lugano, Niang gibi futbolcuları yollamak zorunda kalınmışken hem Süper Lig'de, hem Türkiye Kupası'nda final oynadıkları için... Taraftarı dillerinden düşürmedikleri için... Bizlere büyük bir aile olmanın gurunu ve mutluluğunu hissettirdikleri için... Ve şimdi aklıma gelmeyen pek çok güzel şey için... Teşekkür ederim. 
    Daha önceki tüm maçlarda aşırı heyecanlandığım halde, Fenerbahçe-Galatasaray final maçında sakindim. Çünkü zorluklarla dolu bu sezonda Trabzonspor-Fenerbahçe maçını da başarıyla atlatıp finale gelmek benim gözümde çok, çok, çok büyük bir başarıydı. Deyim yerindeyse "ölsem de gam yemem" demiştim bu maçtan önce. Bir de üzerine şampiyon olsaydık harika olurdu tabii... Olsun... Her şey yolunda giderken başarılı olmak kolaydır. Fenerbahçeli futbolcular hiçbir şey yolunda gitmezken başarılı oldular. Onlara "helal olsun!" denir ancak. Şampiyonluk kaçtı diye üzülmedim, futbolcuların gözyaşlarını görünce üzüldüm. Futbolcu kardeşlerime şunları söylemek isterim : "Siz elinizden geleni yaptınız. Hatta daha fazlasını yaptınız. Geçen seneki şampiyonluğun satın alınmamış bir şampiyonluk olduğunu cümle aleme gösterdiniz. Bu zor süreçte dik duruşunuzla taraftarı motive ettiniz. İnancımızı kaybetmemize izin vermediniz. Helal olsun size! Yüz kere,bin kere helal olsun!!! Sizlerle ve Fenerbahçe'yle gurur duyuyorum."
    


Not: Bu yazıyı yazdığımda henüz Ziraat Türkiye Kupasını almamıştık. Şimdi yukarıdaki yazıya ekleme yapmam gerekiyor:) "29 yıl aradan sonra Ziraat Türkiye Kupası'nı  aldıkları için...":))) (16 Mayıs 2012)

8 Mayıs 2012 Salı

VERSATILE BLOGGER YAZISI...

    Şimdi efendim sevgili blogger kardeşim Greta, beni de Versatile Blog Ödülü'ne, yani Çok Yönlü Blogger Ödülü'ne layık görmüş:) Kendisine çok teşekkür ediyorum. Tıpkı geçenlerde Sevgili Saçaklı'nın blogumu mimlemesinde olduğu gibi elimden geldiğince yanıtlamaya çalışacağım. Blogger arkadaşlarım o kadar şekerler ki onları kırmam imkansız:)
    Şimdi kurallar gereği öncelikle ödülümüzün görselini paylaşıyorum.


    Şimdi de okuma sırasında dinlenmesi gereken müziği paylaşıyorum:)




    Şimdi sıra kendimle ilgili paylaşmam gereken 7 gerçeğe geldi. Ne yazsam acaba? Her zaman değinmediğim şeyler olmalı tabii ki. Çok açık verilmemeli ama samimi de olunmalı :) Dur bakalım:) 

    1- Ben de Greta gibi kardeşimden söz ederek başlayayım. Çünkü garibim benim yazılarımda pek yer almıyor:) Bir tane güzeller güzeli kız kardeşim var. Benden 3 yaş küçük. Yazılarımda pek yer almıyor çünkü özel yaşantımıza dair pek fazla şey paylaşmıyorum ve genellikle gezip gördüğüm yerleri, okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri vb. şeyleri yazıyorum. Ve ne yazık ki kardeşimle pek fazla gezemiyorum:( Çünkü kendisinin yoğun bir çalışma temposu ve ilgilenmesi gereken 7 yaşında dünyalar tatlısı bir kızı var. Dolayısıyla konuları itibariyle yazılarımda pek yer almıyor.      Bu vesileyle kendisini tanıtmış oldum:) Her zaman beraberiz tabii ki. O ayrı... Ama               baş başa pek vakit geçiremiyoruz. O tam bir işkoliktir. Tipik çalışkan bir Boğa burcudur. Ben ise gezmeyi tozmayı seven rahat bir Yay burcu insanı:) Zevklerimiz, huylarımız çok farklıdır ama böylece birbirimizi tamamlarız. O benim her şeyimdir, gurur kaynağımdır.
    2- Yazılarımda yer almayan bir bilgi daha... Sıkı bir Fenerbahçe taraftarıyım. Futbolu çok severim. Kendimi bildim bileli Fenerbahçe'yi (diğerlerini de tabii) takip ederim. Bu saçma sapan futbol sezonunda yazacak söyleyecek çok şeyim vardı aslında ama... Yazmadım. 
    3- Hazır fırsat bulmuşken bir şeyi belirteyim. Yazım kurallarına uymayanlar hakkında hiç iyi şeyler düşünmem:) -de, -da, -ki ekleri mesela... Bitişik olması gerekirken ayrı yazan, ayrı olması gerekirken bitişik yazan hemen eksi puan alır benden. Soğurum:) Yazdıklarımızı dönüp bir kez okumalıyız bence. 
    4- 2 yıl önce kaybettiğimiz babamı çok özlüyorum. Bu benim en acı gerçeğim. İyi bir evlat olduğumu düşünüyorum ama söylemediklerim ve söylediklerim için pişmanlık duyuyorum babamın arkasından. Öyle oluyor... O yüzden annenizin ve babanızın kıymetini bilin diyorum.
    5- Ve bir itiraf daha... Bugünlerde zaman üzerine çok düşünüyorum. Daha doğrusu zamanın ne kadar hızla akıp gittiği gerçeği üzerine... Beraber büyüdüğüm arkadaşlarım... Hepimiz... Kocaman kocaman kadınlar, adamlar olduk... Anne olduk... Baba olduk... İnanamıyorum bazen. Oğlumun 14 yaşına gelip (hatta 15'in içinde) yavaş yavaş çocukluktan çıkmasını gözlemek de çok tuhaf bir duygu. Geçenlerde okul gezisine tek başına gitmesi mi beni böyle yaptı acaba?:) Çok klişe gelebilir ama gerçekten de kucağımda gezdiği günler daha dün yaşanmış gibi. Ama öyle değil. Ne çabuk geçti 14 yıl. Yaaa! Ben kendimi hiç ama hiç 37 (38'in içinde hatta:)) yaşında hissetmiyorum:)             Ne olacak şimdi? :)
    6- Geç yatıyorum ve bu durumdan nefret ediyorum. Şu anda da uyuyor olmam lazımdı mesela:) Ama bu bizde anne tarafından gelme bir sülale hastalığı :) Erken yatmayı hiç sevmiyorum. Fakat sağlıklı ve normal olanı bu. Şu an çalışmadığım için de ipin ucunu kaçırıyorum tabii:( Güya düzene sokmaya çalışıyorum bugünlerde.
    7- Bu kadar bilgi yeter. Çok bile söyledim:) Son olarak şunu söyleyeyim bari. Sevdiklerimle birlikte mutluyum... Huzurluyum... Hayatı seviyorum... Çok şükür....

    Aslında benim de 11 kişiyi ödüllendirmem gerekiyormuş ama bu ödülü bir çok kişi aldı ve soruları cevapladı zannedersem. Ayrıca takip ettiğim ve yazılarına bir şekilde yorum yaptığım her arkadaşım benim için ödüle değer. Yine de boş geçmemek için       ben de Nuray İlbars, Saçaklı (Saçaklı'nın Not Defteri) ve Tuğba (Tuğba'nın Dünyası) arkadaşlarımı ödüllendireyim. Greta'ya (İçimdeki Kelebekler) tekrar teşekkür ediyorum.



2 Mayıs 2012 Çarşamba

ANADOLU KAVAĞI...MARMARA'DAN KARADENİZ'E...

    Geçtiğimiz hafta sonu oğlumuz okul gezisindeydi. İlk kez tek başına yolladık. Hemen hemen tüm sınıf katıldı geziye çünkü bu yıl ortaokul bitiyor ve son kez bir arada tatil yapmak istediler. Bursa, Bergama, Ayvalık, Asos, Çanakkale... Bir güzel gezdiler. Çok da eğlenmişler. Gençlik güzel şey. Bu tatillerin tadı ömür boyu unutulmaz. 
    Delikanlı olmayınca ev çok boş geliyor tabi bize ama bu duruma yavaş yavaş alışmamız lazım sanırım. Çünkü oğlumuz büyüyor. Daha çok gezileri olacak. Belki şehir dışında, belki yurt dışında okuyacak. Biz kalacağız karı-koca baş başa... 
    Geçtiğimiz hafta sonu bu anlamda bir alıştırma oldu. Oğlumuz gezmelerdeyken biz de gezelim dedik:)  Bir gün kalktık Anadolu Kavağı'na gittik. Ne hikmetse aşırı bir trafik yoktu. Hava mis gibiydi. Ve manzara çoook güzeldi. Gözümüz gönlümüz açıldı. 

 
     Anadolu Kavağı'na vardığımızda arabayı park ettik ve yukarıya Yoros Kalesi'ne tırmandık. (Arabayla da çıkılıyor, biz yürümeyi tercih ettik.) Şansımıza kale kapalıydı. Bazen böyle kırk yılda bir gittiğim ve görmek istediğim herhangi bir yer tadilatta veya restorasyonda oluyor ya... Deli oluyorum. Ve bu durum sıkça yaşanıyor çünkü burası bitmeyen tadilatlar ve restorasyonlar ülkesi. Haliyle biz de sadece dışarıdan bakıp muhteşem manzarayı seyrettik. Kalenin yanındaki kafede bir şeyler içtik Marmara Denizi ile Karadeniz'in kucaklaştığı muhteşem deniz manzarasına karşı... Yoros Kalesi Doğu Roma döneminden kalma bir kaleymiş. Cenevizlilerin ve Osmanlıların eline geçmiş daha sonra. 

 
     Kaleden inince deniz kenarında yürüdük bir süre. Bata çıka ilerleyen yunusları seyrettik. Çok vardı. İnanılmaz mutlu oldum yunusları doğal ortamlarında görünce. (Yunus parklarını hiç sevmem, onaylamam.)

 
    Biz böyle kaleydi yunustu derken gün akşama yaklaştı. Acıktık. Balıkçı lokantalarının yer aldığı iskele tarafına döndük.  Çok çabuk kandırıldık. Müşteri kapma yarışındaki ilk lokantalardan ilkine tav olduk:) Memnun da kaldık açıkçası. Yine güzel manzaraya karşı, güzel balıklar yedik.

 
    Anadolu Kavağı çok hoş bir balıkçı köyü. Marmara Denizi ile Karadeniz'in birleştiği noktada. İstanbul'da ama İstanbul'un karmaşasından çok uzakta. Dinlendiren, huzur veren bir yer... "Maviyle yeşilin kaynaştığı" tabiri vardır ya hani... İşte aynen o durumda. Ulaşımı zor değil. Arabayla gelmeyecek olanlar için şehir hatlarının düzenlediği seferler ve belediye otobüsü seferleri var. Yabancı turistlerin çokluğu dikkatimi çekti. Millet ta nerelerden gelmiş. Ben İstanbul'da doğdum, büyüdüm ama ancak ikinci kez ziyaret etmiş oldum Anadolu Kavağı'nı. Ve şunu idrak ettim. Seferleri sıklaştırmamız lazım.














 

26 Nisan 2012 Perşembe

MEHMET AKSOY... HEYKEL OBURU...

   
  Mehmet Aksoy'la yapılan nehir söyleşi kitabı HEYKEL OBURU'nu yeni bitirdim. Mehmet Aksoy'a ve heykellerine bayılıyorum. Dolayısıyla kitaba da bayıldım. Sanatçının çocukluğu, öğrenciliği, aşkları, Berlin günleri, sanat hakkında düşünceleri, heykel hakkında düşünceleri, devlet büyüklerimizin(!) heykele bakışı ... ve daha bir sürü şey... hepsi var bu kitapta. Bir solukta okudum. Tavsiye ederim.
    Daha önce bilmeyenler nasıl tanıdılar Mehmet Aksoy'u? Yapımı kendisine ait olan Can Yücel'in mezar taşının saldırıya uğramasıyla tanıdılar. Kars'taki İnsanlık Anıtı'na "ucube" denmesi ve yıkımına karar verilmesiyle tanıdılar. Bir de yıllar önce Melih Gökçek'in "tükürürüm böyle sanatın içine" diyerek sanatçının Periler Ülkesinde isimli heykelini kaldırtması ve ardından ceza alması olayı var :( Var da var... Heykel sanatıyla barışamamış ülkemin, amacı sadece heykel yapmak olan, anlaşılmak olan sanatçısı Mehmet Aksoy... Üzüldüm kitabı okurken. Özellikle de şu bölümü okurken... "Bir heykeltraş için, heykel dikmek, açık havaya, bir şehre heykel dikmek en büyük onurdur aslında." Bu sözleri okurken Kars geldi aklıma... İnsanlık Anıtı geldi aklıma... "Ucube" sözünün yaralıyıcılığı geldi aklıma...

    
    Olsun... Anlayan anlar onu. Heykellerini... Yine kitaptan okudum ki bir hayali var Aksoy'un... Boğazın girişine Boğaz'ın efsanesini yaşatacak bir İo heykeli yapmak... Aynen şöyle diyor: "Boğaz'a girişte, İstanbul'a girerken. Kızkulesi'nin biraz açığında, Sarayburnu'nda mesela... Denizden çıkmış iki ayak üstüne... Olmayacak biliyorum. Ama düşünmek serbest... Düş kurmak serbest..." Evet... Düş kurmak serbest. Umarım bir gün bu hayalini gerçekleştirirsin Heykel Oburu.

   
 Kitabı okuduğum günlerde Mehmet Aksoy'un Tophane-i Amire'deki sergisine de gittik. Yine oğlumla. Vallahi ben aşılamadım:) Benim oğlum gündemi takip eden değişik bir çocuktur. "Ucube" olayına o kadar üzüldü ki o vesileyle tanıdı Mehmet Aksoy'u. Sergisine de bayıldı. Henüz görmemiş olanlara şiddetle tavsiye ediyorum sergiyi.
20 Mayıs'a kadar görülebilir. "50.Yıl Mehmet Aksoy - Zamanın ve Mekanın Suretleri"... Eserlerin bir kısmı Tophane-i Amire Binası'nda, bir kısmı da karşısındaki benim güzelim okulum MSGSÜ-Osman Hamdi Salonu'nda. Üstelik sergi bedava. 
Tam karşısındaki Van-Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi 15 lira iken; Mehmet Aksoy sergisi bedava. Heykelleri doya doya seyredebilirsiniz, dokunabilirsiniz. Dijital değil... Gerçek...


Sergide bunu görebilirsiniz mesela. "EL"


Ya da bunu. "1 MAYIS"
    


İsterseniz bunu. "NAZIM HİKMET"