Gelelim şimdi Eindhoven'a... Eindhoven, Rotterdam kadar şık bir kent değil. Şehir merkezi oldukça ufak. Yine de turistlerin ilgisini çekebilecek şeyler mevcut. Ve yine insanlar sıcak, kibar.
Alışverişten hiç hoşlanmam ama burada marketler gerçekten renkli. Mesela şeker çok Hollanda'da. Renk renk, çeşit çeşit şekerlere bakarken vakit geçiyor zaten. Bizim peynir şekerine benzeyen bir şekerleri çok meşhur. Farklı farklı tatlarda yapmışlar. Her yerde karşına çıkıyor. Restoranlarda bile para üstünü getirdiklerinde yanına ekleyebiliyorlar. Tabii bir de "Drop" var. Ana maddesi meyan kökü olan, siyah renkli, iç gıcıklayıcı tuzlumsu bir tada sahip meşhur Hollanda şekeri. Tarifimden anlaşılacağı gibi ben pek beğenmedim:) Bizde de var bu droplardan tabii ama Hollanda'daki çok daha farklı. Seveni, ısmarlayanı çok. Orhun da meraklısı oldu çıktı. Ben burun kıvırıyorum ama Hollanda'da kişi başı yıllık drop tüketimi 2 kg.'mış. Var demek bir bildikleri:)
Bu siyah renkli, enteresan şekeri de çok çeşitli şekillerde üretiyorlar. "Aa bu da var! Şu da ne güzel!" derken epeyi bir vakit geçiriyorsun şeker reyonlarında. Sonra bir de "Stroopwaffle" var. Bu da çok meşhur. Hani Starbucks'larda satılan yuvarlak, ballı waffle var ya? İşte o Hollanda'da her yerde. Oldukça da lezzetli. Ya Hollanda peynirlerine ne demeli? Çeşit çeşit, dizi dizi peynirler... Peynir reyonlarından ayrılmak da çok güç. Bir de içme suları çok dikkatimi çekti. Meyve esanslı sular var, içinde taze nane gibi yeşillikler olan su şişeleri var.
Hediyelik eşya satan dükkanlar da çok renkli. Tahta ayakkabılar, yel değirmenleri, mavi-beyaz porselen biblolar, Hollanda evleri... Hepsi çok cici.
Eindhoven'daki ilk saatlerimizi tüm bunları inceleyerek geçiriyoruz. Akşam yemeği saati gelince şehrin meydanını çevreleyen restoranlardan birini tercih ediyoruz. Hava çok güzel. Eylül ayı ortalarında Hollanda'da hava sıcaklığı genelde düşük olurmuş ama şansımıza biz oradayken oldukça iyiydi. Bu yüzden herkes gibi biz de açık havada, meydana bakan masalarda oturduk. Cuma ve cumartesi akşamlarının keyifli kalabalığına karışma fırsatı bulduk.
Eindhoven'daki ikinci günümüzde arkadaşlarımızla buluşacağımız için heyecanlıyız. Benim arkadaşım Almanya'dan geliyor beni görmeye. Orhun da ben de arkadaşlarımızla öğle saatlerinde görüşeceğimiz için öncesinde farklı bir şeyler yapmak istiyoruz ve pastane tarzı bir yerde tost ve meyve suyuyla kahvaltımızı yaptıktan sonra, bir gün önce şehri keşfederken rastladığımız Philips Stadyumu'nu gezmeye karar veriyoruz. Hollanda'nın 3 büyük spor klübünden biri olan PSV Eindhoven'ın stadyumu ziyarete açık. Belli saatlerde rehber eşliğinde turlar düzenleniyor. Büyük bir kulübün stadını gezerek; localara, futbolcuların soyunma odalarına girerek oldukça keyifli bir deneyim yaşıyoruz. Bu konuda ayrıca bir yazım olduğu için burada tekrar uzun uzun anlatmak yersiz olacak. Kulübün ilginç kuruluş hikayesini, stadın ayrıntılı fotoğraflarını görmek isteyenleri buraya davet ediyorum efendim: (Haydi Bastır PSV!)
Araya bir stadyum gezisini sıkıştırdıktan sonra vakit gelip çatıyor ve arkadaşlarımızla buluşuyoruz. Önce Sevgili Ayşe geliyor, sonra Orhun'un arkadaşları ve anneleriyle buluşuyoruz. Çocukları birkaç saatliğine serbest bırakıyoruz, anneleri bizimle tanışıp içi rahat ettikten sonra işine gücüne dönüyor, biz de arkadaşımla hasret gidermek için oturup sohbet edebileceğimiz bir mekana yöneliyoruz. Ama öncelikle turistiz. O yüzden ilk olarak yolumuz üzerindeki St.Catherine Kilisesi'ne uğramayı ihmal etmiyoruz. Zira kendisi 13.yüzyıla tarihlenen, etkileyici gotik mimarisiyle dikkat çeken bir dini yapı. Geçici midir bilemiyorum ama kilisenin içerisinde Eindhoven şehrine ait arkeolojik buluntular da sergileniyordu. Geçici bir sergi ise hoş bir tesadüf oldu bu.
Herkes görüşüp hasret giderdikten sonra akşam üzeri anne-oğul tekrar buluşuyoruz. Hava yine güzel, yine atıyoruz kendimizi şehir meydanına. Uzak Doğu, Türk, İtalyan restoranları bol ama yerel yemek yiyebileceğimiz bir mekan bulamıyoruz. Orhun'un arkadaşlarına da sorduk onlar da "Bizim öyle özel yemeklerimiz yok ki!" dediler. Onların yalancısıyım:) Hollanda'nın patatesi meşhur diye biliyordum ama onu da sokakta kızarmış patates satan seyyar satıcılar dışında bir yerde göremedim. Dolayısıyla kafe-restoran tarzı bir mekanda klasik ızgaralar yedik yine Eindhoven'da geçirdiğimiz ikinci akşamda.
Ertesi gün çok sevdiğimiz Hollanda'ya veda edeceğiz. Gelirken Rotterdam üzerinden gelmiştik, dönüşümüz Amsterdam'dan olacak. Fakat Amsterdam'ı gezmek için vaktimiz yok ne yazık ki. Birkaç saat ayırabilirdik belki ama hem bu şehri bir başka zaman hakkını vererek gezmeyi tercih ediyorum, hem de Orhun o gün arkadaşlarıyla biraz daha vakit geçirmek istiyor. Sabah erkenden kalkıyoruz, kahvaltıdan sonra o yine arkadaşlarıyla buluşuyor, ben ise Philips Müzesi'ne doğru yola koyuluyorum.
Bilindiği gibi Philips dünyanın en büyük elektronik şirketlerinden biri. Philips Ailesi, Eindhoven'ı -deyim yerindeyse- her anlamda inşa eden önemli bir aile. 1891 yılında bu kentte kurulan ilk fabrika, ampul ve ufak tefek elektrikli aletlerin üretimiyle faaliyete geçiyor. Şirket büyüdükçe Eindhoven şehri de büyüyor. Üniversite ve futbol kulübü dahil şehrin her yerinde Philips'in imzası var. Philips Stadyumun arkasındaki, fabrikanın ilk çalışanları için kurulmuş olan Philips Köyü görülmeye değer. Stadyumu anlattığım yazıda bahsettiğim gibi, PSV spor kulübünün ilk futbolcuları fabrika çalışanları.
Philips Müzesi |
Yani Philips benim için nostalji demek.
Müzenin girişinde markanın kurulduğu ilk günden itibaren görev alan aile üyelerinin fotoğrafları yer alıyor. Bu isimlerden özellikle Frist Philips'i Eindhoven halkı çok seviyor. Şehir merkezinde onun heykeli var. Stadyumu gezerken bile tur rehberimiz özelikle onun fotoğrafını gösterdi bizlere. 2.Dünya Savaşı sırasında Almanlar'dan kaçmak için şirket kağıt üzerinde Amerika'ya taşındığında Eindhoven'ı terk etmeyen tek aile üyesi Frits Philips'miş. 400'e yakın Yahudi'nin hayatını kurtardığı da söylenmekte. Tavşan dişleri o kadar dikkat çekici ki biz de artık nerede görsek tanır olduk Frist Philips'i:)
Şirketin kuruluş aşamalarının anlatıldığı bölümlerden sonra asıl müze kısmına geçiyoruz. İlk ampul, ilk floresan vs. derken, bir kısmı geçmişe yolculuk hissi veren,
bir kısmı uzay üssü gibi düzenlenmiş bir dünyaya adım atıyoruz.
Bu dünyada neler yok ki? Bana çok tanıdık gelen radyolar, televizyonlar, teypler, walkmanler... Mutfak aletleri... Kameralar, telsizler, telefonlar, fotoğraf makineleri, kişisel bakım ürünleri...
Ama en güzeli 50'ler, 60'lar, 70'ler, 80'ler 90'lar şeklinde düzenlenmiş bölümler.
Biri bir mutfak şeklinde, diğeri oturma odası, bir başkası genç odası...
Televizyonlar çalışıyor ve dönemin reklamları dönüyor ekranda. Teypler de çalışıyor. Ziyaretçiler çocuklar gibi şen:)
Müzik sektörüne de geniş yer ayrılmış. Bir bölüm sokak gibi düzenlenmiş ve sokak dansları anlatılmış. Dans müzikleri nereden yayılıyor? Tabii ki Philips marka kaset çalardan...
Benim telefon kılıfım kırmızı bir kaset şeklinde. Her zaman olduğu gibi telefonumla fotoğraf çekiyorum. Gelen geçen herkes telefonuma bakıp gülümsüyor bu bölümde:)
Müzik demişken, Michael Jackson da unutulmamış. Çünkü kendisi ölmeden hemen önce özel ışıklı bir eldiven istemiş Philips'ten. Fakat kullanamamış bu eldiveni. Müzede sergileniyor şimdi.
Philips sağlık alanında iddialı. Bir bölüm bu konuya ayrılmış. Çocuklar için öğretici küçük bir alan da var burada.
Müzede çeşit çeşit hareketli ekranla Philips markası hakkında bilgiler veriliyor. Örneğin dünyada hangi köprüleri, hangi binaları ışıklandırdıkları gibi... Elektronik bir Eindhoven haritasının üzerine tıklayıp seçtiğin yerlerde Philips Ailesi'nin ne gibi hizmetler yaptırmış olduğu görülüyor. Philips bu şehir için çok şey demek.
Yazı içerisinde çok fazla fotoğraf paylaşamıyorum haliyle.Gerçekte gördüklerim çok daha fazlasıydı. Ben bu müzeye bayıldım. En son bölümde yıllar içinde marka için hazırlanmış rengarenk reklam afişleri yer alıyordu. Belli bir süre de burada takıldım.
Müzenin mağazasından bu afişlerden satın alınabiliyor. Çok hoş hatıra eşyaları var. Özellikle kutular çok hoşuma gitti. Şunları almadan çıkamadım mağazadan.
Müzeden çıktıktan sonra Orhun ve arkadaşlarıyla buluştuk. (Bir kız bir erkek, 2 kardeş) Artık bizim için dönüş vakti. Hep beraber tren istasyonuna doğru yola koyulduk. Biletimiz Rotterdam'dan buraya gelirken olduğu gibi yine tüm gün boyunca geçerli. Yani belirli bir saati yok. Biz 15.00 trenine bindik. Çocuklar tren hareket edip biz gözden kaybolana kadar bizi bırakmadılar. Sarılıp ayrılırken gözleri doldu. Biz de duygusallaştık tabii. Yolculuk boyunca internet üzerinden yazışmaya devam ettiler. Arkamızdan ağlamışlar:( Zaten kendilerini nasıl zor tutuyorlardı anlatamam. Çok ama çok tatlılar. Orhun'la dostlukları devam ediyor. İnternet üzerinden her gün görüşüyorlar. En son yeni yıl hediyeleri yolladılar birbirlerine karşılıklı olarak. Thijn devamlı "Size stroopwaffle göndereyim mi?" deyip duruyor:) Hollandalılar gerçekten çok iyiler, çok sıcaklar. Kibarlıklarına, görgülerine, sıcakkanlı tavırlarına hayran kaldım.
3 günlük Eindhoven gezimize bir stadyum, bir kilise, bir müze ve dostlarla bol bol sohbet sığdırdık. Aklımda kalan tek yer Van Abbemuseum çağdaş sanat müzesi oldu. Vakitsizlikten onu es geçmek zorunda kaldım. Belki bir başka sefere... İlgilenenler için şehirde otomobil ve tır üreticisi DAF'ın bir müzesi olduğunu da belirtmek isterim.
Türkiye'ye Amsterdam üzerinden döndük. Eindhoven'dan bindiğimiz tren yaklaşık 1 saat 20 dakika sonra Amsterdam'da, hatta tam Schiphol havalimanının içinde oldu. Ulaşım konusunda hiç bir sıkıntı yaşamadık Hollanda'da.
Buradan giderken verilen tavsiyeler şunlardı: Mesela, "Bisikletlilere dikkat edin. Farkında olmadan onların yoluna girersiniz, hiç acımazlar çarpıverirler". :)))) Arkadaş, nasıl yürüyeceğini bilmezsen sana her yerde her şey gelip çarpar. Hollanda'ya giden herkes ilk olarak bunu söylüyor ve ben bu duruma inanamıyorum. (Bu arada hayatımda bu kadar çok bisikleti ilk kez bir arada gördüm. Çoluk çocuk herkes bisikletle ulaşım sağlıyor. Özenilesi, şahane bir durum). İkinci uyarı şuydu: "Aman dikkat edin, yanınıza yanaşanla konuşmayın, size uyuşturucu satmaya kalkarlar". Amsterdam'da durum nasıldır bilemiyorum ama Rotterdam ve Eindhoven'da böyle bir şeye şahit olmadık. Bence çok fazla abartılıyor. Bazı insanlar Hollanda'yı öyle bir anlatıyorlar ki sanırsın herkes her daim kafası güzel geziyor. Bu konu hakkında en ufak bir olaya, en ufak bir görüntüye şahit olmadık. Turistlerin hafif uyuşturular denediği meşhur coffee shoplar vardı tabii ama çocukla girecek halim yoktu tabii ki:) Normalde de girer miyim bilmiyorum ama insan merak etmeden duramıyor. Yalnız bilmeyen biri coffee shopları rahatlıkla kahve içilen bir yer zanneder. Acayip masum duruyorlar dışarıdan. Aman dikkat! :)
Kısacık Hollanda seyahatini dört bölüme ayırıp anlattığım için kendimi tebrik ediyorum. Artık nasıl sevdiysem... Eindhoven hakkında da benim kadar uzun yazı yazan olmuş mudur bilmiyorum:) Seyahat ettiğin yerleri güzel yapan şeyler sadece maddi varlıklar değildir bence. Orada yaşadığın anlar, hissettiğin duygular, beraberindekilerle geçirdiğin keyifli zamanlar, o yerlerde tanıştığın insanların sıcak davranışları şekillendirir seyahatini. Çok şükür gittiğimiz her yeri sevdik. Her birinden ayrı keyif aldık. Hep iyi insanlarla karşılaştık. Zannediyorum yola olumlu duygularla çıkınca her şey aynı şekilde devam ediyor. Aksiliklerle de karşılaştığımız oldu tabii ama özellikle ben devamlı "Olsun bu da bir deneyim oldu işte" şeklinde dolaştığım için ne eşim ne de oğlum ses çıkaramaz oldular:) Ve geriye dönüp bakınca aklımızda kalanlar hep güzel hatıralar oldu. Velhasılıkelam... Hollanda güzel anılarımızın içinde ilk sıralara yerleşti bile. Tekrar gitmeyi, görmeyi çok isterim. Yazının sonuna kadar sabredenlere de teşekkür ederim:)
Diğer Hollanda yazıları: BUGÜNLERDE...
HAYDİ BASTIR PSV!
ROTTERDAM'DA 24 SAAT.
Rotterdam ardından Eindhoven..harika bir Hollanda gezisi olmuş Sezer'cim.. geriye pek çok anı ve fotoğraf kalıyor böyle... çok güsel:) yine yeni yılda da öncelikle sağlık, sonra huzur ve mutlulukla, sevdiklerinle birlikte geçireceğin nice güzel yollar, yolculuklar...unutulmaz an'lar yaşamanı dilerim.. Şimdiden mutlu yıllar dilerim..sevgilerimle...
YanıtlaSilCanım Esincim, güzel dileklerin için çok teşekkür ederim. Ben de tüm kalbimle sana ve sevdiklerine sağlıklı, huzurlu, başarılı, keyifli bir yıl diliyorum. Sevgiler...Öpücükler...
Sil