Ben aslında bir süre önce bir yazı yazmıştım. Taslak halinde duran bu yazıyı tamamlamaktan ve yayımlamaktan vazgeçtim. Yine bol bol iç dökmüştüm. İlgi çekiciydi fakat depresifti ve ben bundan hiç hoşlanmamıştım.
Velhasılı bugün bir yenisi için oturdum klavye başına. Bu kez yarı depresif yarı umutlu olsun diye...
Buralara uğramadığım zamanlarda neler oldu? Eşimin büyük bir trafik kazasına karıştığını söylemekle başlayabilirim. Tamamen karşıdan kaynaklanan bir kaza sonucu aracımız pert oldu, şükür ki ona bir şey olmadı. Eğer arka koltukta bizden birisi olsaydı işi çok zordu. Bin kere milyon kere şükretsem az. Yalnız şöyle bir durum var ki her şeyi didiklediğim bu dönemde arabanın başına gelenlere de anlamlar yükledim. Yaklaşık sekiz senedir arabamız yoktu. Orhun'un sağlık harcamaları ve devamında gelen üniversite eğitimi için satmıştık. O tarihten beri herhangi bir hevesimiz, girişimimiz olmamıştı. Zaten İstanbul'da trafik de berbat. Ve tüm samimiyetimle söylüyorum ki maddi birikimde gözüm yoktur. Eşimi de yıllar içinde bu konuda etkiledim sanırım. Fakat işte araya salgın girdi ve aslında bir araba sahibi olmanın iyi olacağını hatırlattı, bizim rahat bir dönemimize denk geldi, kazadan birkaç ay önce satın aldık. Orta karar bir şey fakat ben ilk defa bir arabayı bu kadar sevdim. Mutlu etmişti beni. Ömrü birkaç aymış. Yanlış anlaşılmak istemem. Mal mülk meraklısı olsaydık farklı bir konumda olurduk. Deneyim ve anı biriktirmek önceliğimiz oldu her zaman. Eşim ölümden dönünce; ilk defa bu kadar içime sinen, ilk defa rahatça sahip olduğumuz bir eşya kısa sürede hayatımızdan çıkınca, maddiyatla ilişkimi sorgulamaya başladım. İstemeyi mi bilmiyorum? Hak etmiyor muyum? Nerede yanlış yapıyorum? 20 ve 25 yaşlarında evlenip, erkenden anne-baba olup, gençliğini sorumluluk altında geçirip, kendi kendine tırmalayıp, ancak "oh!" derken gelen bu kazanın anlamı ne? Ben kendi kendime, sevdiklerime nazar mı değdiriyorum? Benden beklenmeyecek bin türlü düşünce sardı zihnimi. Ağladım da. Ve ağlamayı hiç sevmem. Tabii ki sigortadan arabanın parasını aldık. Konu o değil. Konu bambaşka. Ve benim öyle didikleyen bir dönemime denk geldi ki... Bir de hangi döneme denk geldi biliyor musunuz? Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptal edildiği güne:) Gülme işareti koymama bakmayın. Tamamen sinir bozukluğundan gülüyorum. Üzüntüyle haberleri dinlerken eşim aradı, ben başladım feryat figan etmeye. Üstelik şu yaşa kadar sakin bir insan olarak bilinirken. Kısacası 18 Mart 2025 berbat bir gündü. Devamında gelişen ülke gündemi malûm. Üzgünüm. Özellikle o ilk günlerde, seçme hakkımızın hiçe sayıldığını içime sindiremeyerek, mevcut adalet sisteminin yanlılığına isyan ederek, en azından yakınımdaki mitinglere katıldım.
Üst üste günlerce dışarıdaydım ve yoruldum. Belli bir yaşta bu gibi işlerin nasıl zor geldiğini, gençlik enerjisinin bambaşka olduğunu iyice idrak ettim:) Yine de genciyle yaşlısıyla, hep beraber haksızlığa karşı durmanın önemli ve gerekli olduğunun bilincindeyim. Bunun bilincinde olanların tahminimizden fazla olduğuna inanmak istiyorum.
En son annemin Kuşadası'na taşındığından, bizi nelerin beklediğini bilemediğimden bahsetmiştim. Zira daha önce de bahsettiğim sebeplerle kendisine güvenmiyorum. Neticede insan gittiği yere kendisini götürüyor durumu. Taşınalı dört ay oldu ve bunun iki ayı İstanbul'da geçti. "Yerime alışayım" yok, "bir sahil kasabasına yerleşme hayali kurmuştum, çocuklarımı bu konuda bunaltmıştım, gelmişken tadına varayım" yok. Gelip giden yolcu gemilerini, yelkenlileri takip edip bir tek bu konuda beğenisini belirtti. Onun dışında devamlı bize "Rüzgâr var, yağmur var, elektrik gitti, su gitti, deprem oldu, yandaki adam çok öksürüyor" gibi mesajlar atıp kızgın surat eklemekle meşgul. "Nasılsın?" denince asla "İyiyim" demeyen bir kişiye göre normal hareketler ancak 50 sene maruz kalınca yoruluyorsun. Annem şu an yine İstanbul'da. Yeğeninin düğünü için gelmişti ve dönemedi.
Neden dersiniz? Çünkü geçtiğimiz hafta apartmanında büyük bir yangın çıkmış. Benim için bir şükür sebebi daha annemin İstanbul'da olmasıydı. Yoksa alt katında, çaprazındaki dairede çıkan yangın yüzünden belki zamanında aşağıya inemeyecek ve mahsur kalacaktı. O çok öksüren adamcağız uyuyormuş ve mahsur kalmış. Kurtarmışlar neyse ki. Daha evin halini bilmiyoruz. Arkadaşı girip baktı ve sadece giriş duvarı ve tavanında is olduğunu söyledi ama annem emin olamıyor tabii. Açıkçası benim de gözümle görmem lâzım. Ve haftaya bir de bana bol sabır lâzım. "Niye kızıyorsun?" diye düşünen olabilir. Annem yangın sırasında evinde olmadığı için ne kadar şükretsek az. Her gün şükrediyorum. Yalnız şöyle de bir durum var ki evi tuttuğumuz andan itibaren "apartmanın altında (tam altı değil bu arada) fırın var, ya yangın çıkarsa" deyip durdu. Her seferinde "bu kadar korkuyorsan tutmadan önce niye söylemedin, vazgeçmedin?" dedim. O yangın düşünmeye devam etti. Bildiğin çağırdı. Ve inanın böylesi bir olay ilk değil. "Allah aşkına bir şeye başlarken olumlu düşün, iyi niyetlerle başla" derim, dinlemez, dillendirmeye devam eder. İlaç zehirlenmesinden tut, elektrik çarpmasına kadar onun başına gelir. Vallahi de billahi de abartmıyorum. Kardeşim ve ben böyle büyüyüp de nasıl pozitif insanlar olduk inanamıyorum. Şimdi yangın çıkınca rahatladı:) Şaşılacak derecede sakin çünkü geri dönmek için aradığı bahaneyi buldu. Bir yıllık kirayı peşin verdiği için şu an dönemese de görünen o ki 5-6 ay sonra bizi yine taşınma işleri bekler. Orada gönül rahatlığıyla yaşayamazmış bu olaydan sonra. Beylikdüzü'nde bana yakın olsun diye önerdiğim yerlere burun kıvırırken şimdi o yerler kıymete bindi. "Artık iyi düşün, bu sondur" dedim. Hiçbir yerden memnun olmamanın psikolojik bir sebebi olmalı. Bu ilk taşınması değil. Sever ev değiştirmeyi. Ama ben artık yoruldum. Ve tavrım artık buna göre olacak. Herkese karşı, en çok kendime karşı net olduğum bir dönemdeyim Gerçi hep nettim ama yakın çevrem bunu göremiyordu.
Daha doğrusu görmek istemiyorlardı. "Sezer sert görünür ama yumuşaktır, ne istersem ikna ederim" devri bitti. "Senden korkuyorum" derler bana ama her şeyi ama her şeyi yaptırırlar:) Nisan küçükken "Teyzeme ben söylerim, yapar" dermiş kardeşime:) Kimsenin korktuğu yok. Sadece söylediklerim ve tepkim kimsenin işine gelmiyor. Ayrıca kimseye kıyamadığımı da biliyorlar. Şimdi bunu değiştirmeye başladım. Kardeşim, yeğenim, kuzenim, eşim, oğlum vs.açısından artık "Hayır" dediysem iş bitiyor gibi. Ufak ufak delirmeye başladığımı anladılar:) Kendimi tanıdığım için açık açık söylüyorum:"İyi değilim, ileride anne tarafımın kadınları gibi sinir küpü ve negatifi olmamam için beni anlayın, bana zaman verin". Şükür ki sevildiğimden ve "Bu böyle diyorsa vardır bir şey" duygusunu yerleştirdiğimden işler fena gitmiyor. Annem hariç:) O kendi bildiğinden devam. Kardeş, kuzen, en yakın arkadaş... Beraber büyüdüğümüz bu kişiler annemin beni annesi sandığını söylüyorlar ki bu çok ağır bir şey. Ama halledeceğim. Gerekirse psikolojik destek alacağım, az çok halledeceğim. Tamamen halledeceğime dair umudum yok:) En azından bunu biliyorum.
Güya dertlenmeyecektim değil mi? Dert demeyelim de "insanlık halleri" diyelim bunlara. Tek yaşayan ben değilim ne de olsa. Neyse ki kendimi tanımak konusunda fena değilim, bana nelerin iyi geldiğini biliyorum.
Mesela seyahat... Bunca hengâme içinde ayarladığım seyahatler olmasa işim zordu. Hep sıkıntıdan bahsetmeyelim, biraz da güzel şeylerden bahsedelim. Son 3 ay içinde 4 farklı ülke gördüm dostlar. Hepsinde elimizde telefon, Twitter üzerinden devamlı gündemi takip etsek de; Kopenhag'a iner inmez İstanbul'daki deprem haberini, Brüksel'e iner inmez annemin apartmanındaki yangın haberini alsak da, yani akıl fikir hep bu coğrafyada olsa da iyi gezdim. Dibine kadar yay burcuyum sanırım. Dikkat ettim de psikolojik olarak zorda olduğum zamanlar çok gezmişim. 2014-2015 yılları da hatırlamak istemediğim kadar zor yıllardı ve aynı zamanda seyahat açısından verimli bir dönem... Bilinçli olmadı bunlar. Yani "Aman çok bunaldım, şöyle bir gezeyim geleyim" demedim. Ya farkında olmadan içsel bir sezişle ayarlıyorum ya da bana mistik bir şekilde hediye ediliyor. En enerjisiz halimde kilometrelerce yol gitmeye üşenmemek enteresan geliyor. Şükür! Bin şükür! Peki bu seyahatlerden en ilginci, en mutlu edeni nereye oldu dersiniz? Tabii ki Buenos Aires'e! :) Yaptım dostlar. 16.5 saatlik uçak yolculuğunu göze aldım, aldırdım. İyi de geldi. 16.5 saat havada, her şeyden uzak olmak terapi gibiydi. Anlatacağım. Anlatmaya değer bir yolculuktu. Hani dillendirmek istemem, o moda girmek istemem ama elle tutulur maddi şeylerin hayrını pek görmedim. (Yine de bundan sonra görürüm umarım:)) Bana deneyim lâzım. Okumak, gezmek, yemek, içmek lâzım. Orhun genç. Onun yolu uzun. Fakat eşim açısından düşünürsek benim tarafıma kaymış gibi:)
Tövbe estağfurullah, savaş falan çıkmasın, sınırlar kapanmasın, ülkemize huzur gelsin, sağlık sıhhat olsun da bol bol gezelim. Daha doğrusu gezmek isteyen gezsin, oturmak isteyen otursun, herkes ne istiyorsa öyle mutlu olsun. Ben de şimdilik burada keseyim. Döneceğim. Yazacağım. Yazmam lâzım.
Okuyan, beni anlayan her kimse... Selam olsun!
Not: Yazmayı unuttum, yangın fırından çıkmadı tabii ki:) 7/24 açık fırında çıksa çabuk söndürürlerdi. Bir komşu ütüyü yatakta bırakıp başka odaya geçmiş. Ütü düşmüş. Alevi gören kadın paniklemiş. Böyle saçma sapan bir şey kısacası.