17 Mayıs 2018 Perşembe

HAFTA SONU KOMŞUDA... SELANİK...

    Bahar nasıl da canlandırıyor insanı. Kısa bir süre önce "Kozamdayım" diyerek depresif paylaşımlar yapan ben, güneşin güneşliğini yapmaya başladığı bu günlerde gezi yazıları yazar oldum. Kısacası şimdi minnak bir seyahat anlatısıyla buradayım.
    Nisan ayındaki evlilik yıldönümümüz için bu sene Selanik'teydik. Daha önce de bahsetmiştim, evlilik yıldönümlerimizde hediye yok, günün şanına uysun diye pahalı yerlerde yenen akşam yemekleri yok, küçük hafta sonu seyahati var:) Bu kuralı birkaç senedir uyguluyoruz. Roma'ya da gittik, Gaziantep'e de. Maksat gezmeye bahane olsun. Bu sene Selanik'i seçtik. Ben daha önce sonbahar zamanı annemle Kavala'yı da kapsayan bir tur kapsamında gitmiştim Selanik'e, eşim ise daha önce görmemişti. O zamandan isteğimdi beraber gitmek, tur programından dolayı vakit ayıramadığımız Kordon boyunda yürümek, Ano Poli'ye tırmanmak ve Türkçe-Yunanca karışımı tanıdık şarkıların söylendiği tavernalarda beraber uzo keyfi yapmak.

    Geçen sefer kara yolculuğu yaptığım Selanik'e bu sefer uçakla ulaştım. "1881" sefer sayılı ilk uçuşla sabah erkenden kentteydik. Küçük, pek de bakımlı olmayan havalimanından çıkarak 78 numaralı otobüse bindik ve merkeze doğru yol aldık. Otobüste hiç yabancılık çekmedik. Hatta dejavu yaşamış gibi olduk:) Bizim metrobüslerin aynısı. Aynı otobüsler olsa gerek.

    Daha önce şehirde bulunmuş olmanın verdiği rahatlıkla Beyaz Kule'yi görür görmez "Burada inelim" diye atladım. Turla geldiğimiz zaman kuleye girememiştim, bu kez içerisini görüp, seyir terasına tırmanmak planlarımız arasındaydı. İlk işimiz kuleyi ziyaret etmek oldu. Şehrin yeni yeni hareketleniyor oluşu faydamızaydı, kalabalığa kalmadan tırmanmaya başladık Beyaz Kule'nin merdivenlerini.

     Bugün Selanik'in simgesi olan Beyaz Kule, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış. 
7 km.uzunluğundaki surların Güneydoğu ucunda yer almaktaymış. Kanlı Kule ya da Yeniçeriler Kulesi olarak da bilinmekteymiş çünkü II.Mahmud'un yeniçeri tasviyesi (Vak'a-i Hayriyye) sırasında burada epeyi kanlı olaylar yaşanmış. Sonrasında bir ara benzeri her yapı gibi hapishane olarak da kullanılmış. Bunlar bizim bildiklerimiz. Kulenin içindeki ara odacıklarda yer alan fotoğraf ve belgelerde Yunanlılar'ın kuleyle ve şehirle ilgili neler anlatığını ise bilemiyorum. Çünkü anlatımların hepsi Yunanca.

    Kuleye girmeden önce Türkçe rehber isteyip istemediğimizi sormuşlardı, biz de nasıl olsa İngilizce bilgilendirme vardır diyerek almadık ama tongaya düştük. Tüm bilgilendirmeler Yunanca. 500 yıla yakın Osmanlı toprağı olduğu için, şehrin tarihini anlatan bilgiler arasında doğal olarak Osmanlı'ya ve Atatürk'e de yer verilmiş. Ama ne anlattıklarını anlamadık, umarım bize giydirmiyorlardır:)

    Beyaz Kule'nin zirve noktasından Termaikos Körfezi manzarasını ve kıyısında tüm kalabalığıyla uzanan kordon boyunu izlemek keyifli. Hava puslu değilse Yunanistan'ın en yüksek dağını, Yunan mitolojisinin kaynağı Olimpos'u görmek de mümkün. Burada "Hangi Olimpos?" diye soracak olanlara kendimce bir parantez açmak isterim. Olimpos eski Yunanca'da "Uludağ" anlamına gelmekte. Dolayısıyla birçok dağ Uludağ olarak adlandırılmış. Bursa'daki Uludağ, Kazdağları, Antalya'daki Olimpos bunlardan bazıları. Antik Yunan Mitolojisi'nde Tanrıların Evi olarak diğerlerine göre daha fazla ön plana çıkanlar Yunanistan'dakidir ve bizdeki Kaz Dağları'dır. 
Kuzey Ege yazımda Kaz Dağları'nı, bu yazıda ise Yunanistan'daki Olimpos'u Yunan mitolojisinin kaynağı olarak nitelemem bundandır:)


    Şimdi yükseklerden deniz seviyesine inme zamanı. Artık iyice hareketlenmeye başlamış olan kordon boyunda kalabalığa karışma zamanı.

    Selanik halkının hafta sonları geç saatlere kadar eğlendikleri, bu yüzden güne geç başladıkları söylenir ama kış günlerinin ardından gelen bahar güneşinin etkisiyle olsa gerek pazar günü olmasına rağmen kordon boyu çok kalabalık. Yürüyüş yapanlar, koşanlar, balık tutanlar... 
Her yaştan insan...

    Güneşli bir pazar sabahında, üstelik mevsimlerden baharsa deniz kıyısında olmak gibisi yok. İzmir'in kordonuyla kıyaslanan Selanik kordon boyunda bir ileri bir geri yürüyoruz; tarihimizin, kültürümüzün iç içe geçtiği Yunanistan'ın bize oldukça benzer insanlarını izliyoruz. Hazır yürümeye başlamışken George Zongolopoulos'un "Şemsiyeler" heykelini bulmak istiyorum, bulunca çocuklar gibi seviniyorum. Bir iki tek fotoğraf aldıktan sonra kadraja girmem tabii ki şart oluyor, "Bir de şöyle çek" diye diye eşimi biraz oflatıyorum:)


    Malûm Selanik bizler için Atatürk demek. Atatürk'ün doğduğu evi ziyaret etmeden önce kordon boyunun meşhur kafelerinden birinde kahvaltımızı yapıyoruz. Her gezimizde olduğu gibi ortamı tam bilmemekten ve nerede yiyeceğimize karar verememekten dolayı yine çok memnun kalmadığımız bir kafede oluyor kahvaltı. Yeni bir ülkede ya da şehirde yiyeceğimiz ilk yemekte eşim her zaman tedbirli davranıp bilindik ya da tahmin edilebilir yerler seçer, bense farklı yerlerde oturmak, farklı şeyler yemek isterim. Mesela seyahatlerde -absürt bir durum yoksa- kimse beni McDonalds'a sokamaz. O yüzden ilk yemeklerde tedbir kumkuması eşimle kesin tartışma yaşarız. Önce illâ ki erkeklerin karnının doyması gerektiği için, onun dediğini kabul ederim.Ve inanın sonrasında muhakkak bana hak verir, böylece daha sonra her yeri ben seçerim:)

 
    Selanik'in en güzel evindeyiz şimdi. Ata'mızın doğduğu evde... Bir önceki seyahatte ben ziyaret etmiştim ancak yolum ne zaman bu şehre düşecekse yine gelirim.
    Türkiye'den gelen turlar genellikle cumartesi günü Selanik'te oldukları için fazla yoğunluk yok. Tur dahilinde ve kalabalıkla değil de bir başımıza burada olmak daha güzel. Her yeri tek tek inceliyoruz, her fotoğrafa bakıyoruz, her belgeyi okuyoruz. Bahçe küçük ama orada da epeyi bir vakit geçiriyoruz. Ali Rıza Bey'in diktiği ağacın yapraklarını okşuyorum. İlk geldiğimde yaşadığım duygu yoğunluğunu hatırlıyorum, bu kez gözleri yaşarma sırası eşimde. Çok etkileniyor. Tabii ki ben de duyguluyum, o his hiçbir zaman geçmez ancak bu kez bu ev tanıdık bana, Atam'ın evindeyim yine.
    Bir önceki Selanik yazımda Atatürk Evi Müzesi'ne fazlaca yer ayırdığım için şimdi o yazıya bir yönlendirme yapmak istiyorum. Ev'in tarihi ve genelinde Selanik'le ilgili tarihi bilgiler daha yoğun yer alıyor o yazıda. Buyrunuz:Senden, Benden, Bizden...Selanik-Kavala

    Atatürk Evi Müzesi'nin hemen karşısında menüsünde Türk kahvesini ön plana çıkaran minik kafeler sıralı. Vakti olanlar oturup bir yorgunluk kahvesi içiyorlar. Kahveye eşlik eden sohbetlerin konusu tabii ki Atatürk oluyor.

    Kentteki ilk birkaç saatimizde epeyi bir yer görüp en önemli ziyaretimizi de yaptıktan sonra fazla acele etmeden ara sokaklara dalıp otelimize doğru yol alıyoruz. Deniz kıyısına nazaran kentin ara sokakları daha tenha. 
    Gözümüze çarpan tarihi mekanlara, günümüz ürünü mağazalara uğraya uğraya yürüyoruz. Önceki Selanik yazımda da bahsetmiştim, şehirdeki balkon kalabalığı başımı döndürüyor yine. Tüm binaların cephesi istisnasız boydan boya balkonlarla kaplı. Mimari tarzların karışıklığının yanı sıra girintili çıkıntılı sayısız balkon, çarpık yapılaşmaya kurban gitmiş yazlık bir kasaba havası veriyor Selanik'e. Evet karmaşık bir kent ama ben seviyorum bu kenti.
 
    Ve tüm karmaşasıyla dimdik yükselen binaların arasında aniden beliren, kentin eski sahiplerine ait izleri de seviyorum. Roma İmparatorluğu'ndan olduğu gibi...
 
    İmparatorluğun her köşesini Roma'ya bağlayan, "Her yol Roma'ya çıkar" sözünün ispatı yollardan biri olan M.Ö 2.yy'a tarihlenen "Via Egnatia" bugün de Selanik'in en önemli caddelerinden biri. Dolayısıyla civarı bu dönemden kalıntılarla bezeli.

    Batı Roma'nın yıkılmasından sonra 10 yüzyıl daha yaşamayı başarmış olan Doğu Roma'nın, yani Bizans'ın İstanbul'dan sonra en büyük ikinci şehri olan Selanik'te bu dönemden kalma yapılar da oldukça fazla. İstanbul Ayasofyası'nı görenlerin tanıdık mozaiklerle karşılaşacakları Selanik Ayasofyası gibi...
 
    Ve tabii Osmanlı'dan izler...


    Bir şehri gezerken az ya da çok tarihini bilmeyi, tarihten izler aramayı önemsiyorum. Bu yüzden gezi yazılarıma da yansıtıyorum fakat bu kez o topa girmeyecektim güya:)  Ucundan bucağından da olsa yine karıştı. O zaman burada keselim ve otelimize gidip biraz dinlenelim. Sabah çok erken saatte yollara düştük, üstelik ilerleyen saatlerde renkli Selanik gecelerine karışmayı düşünüyoruz. Bir-iki saat uyumak hiç fena olmayacak.

    Akşam yemeği için şehrin hareketli bölgesi Ladadika'dayız. Baharın gelmesiyle dışarıya atılan masalar dolmaya başlamış bile. Osmanlı zamanında çarşı olan bu bölgede bugün Yunan müziği ezgileri, yer yer Türkçe şarkılar, sohbetlere eşlik eden kahkahalar, leziz kokular, uzo kadehlerinin çınlaması yükseliyor. Her turistik ortam gibi burası da uluslararası.
    Bizim seçtiğimiz taverna Palati oluyor. Türk turistlerin ve tur şirketlerinin sıkça tercih ettiği bir yer burası. Paylaşamadığımız pek çok kültürel olgu gibi müziğimiz de ortak payda da buluşuyor  Yunanistan'la. Türk turistleri memnun etmek isteyen şarkıcılar, kulağımıza aşina şarkılara kendi dillerinde başlıyorlar, "Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam" şeklinde devam ediyorlar. "Esmerim, güzelim, dudu dillim" söylenmeye başladı mı Türkler dayanamayıp fırlıyorlar sahneye:) Birkaç seyahatte gözlemledim ki bizler Yunanistan'da çok rahat ediyoruz, yabancılık çekmiyoruz.
    O akşam da Palati Türk turistlerle şenlendi. Masaların kaynaşmasıyla gece sonunda fanatik Galatasaraylı eşim, Dortmund Fenerbahçeliler Derneği başkanı gurbetçi kardeşimizle karşılıklı göbek atıyordu:) Hayır, tanışıklık futbolla başlamıştı, onun için böyle ifade ediyorum. Gezmede de olsak önce telefonlardan Galatasaray-Beşiktaş maçı izlenmişti çünkü.
    O akşam Türklerin eğlencesini ilgiyle izleyen, devamlı el çırpan, gülen, sonrasında sohbet edilen 86 yaşında İsrailli bir çift vardı. 63 yıldır evlilermiş ve gezmeyi çok severlermiş. Enerjileri şahaneydi. Türkleri çok sevdiklerini söylediler, 4 kez İstanbul'a gelmişler. Ne güzel değil mi? Dünyanın farklı yerlerinden insanların bir araya gelip sohbet ettiği, eğlendiği ortamlarda bir yandan mutlu hissederken bir yandan üzülüyorum. Gezmek, görmek, farklı insanlar tanımak isteyenleri, tek amacı insanca yaşamak olanları rahat bırakmayan politikacılara lanetler okuyorum. Dünya vatandaşlarının çoğunluğu bir avuç yöneticinin isteğine göre yaşıyor ve bu bana gerçekten çok saçma geliyor. Neyse... Burada ana konu Selanik gecelerinin renkli oluşuydu ve gece yarısı Palati'den çıktığımızda sokaklar halâ cıvıl cıvıldı.
Gece Kahvesi
   
    Selanik'teki ikinci günümüzün sabahında herhangi bir mekânda kahvaltı etmek istemiyorum. Önceki gece farklı deniz ürünleri denemek bana ağır geldi çünkü. Selanik simiti yemek istiyorum. Şehir zaten pastane cenneti. Başta paskalya çöreği olmak üzere sağdan soldan enfes kokular yükseliyor her daim. Kalabalık gördüğümüz pastanelerden birine girip kendimize göre bir şeyler seçiyoruz. Starbucks'tan kahvelerimiz alıp Beyaz Kule civarına yöneliyoruz. Açık havada yiyeceğiz.

    Açık havada, denize nazır simit, börek, kahve derken kendimizi iyice bir şarj ettik. Şimdi yola düşme zamanı. Şehrin tepe noktası Ano Poli'ye tırmanacağız. Hava sıcak ve nemli. Fakat yılmak yok.

    Ano Poli... Yani Yukarı Selanik... Bir zamanlar Müslümanların yaşadığı bölge. Dile kolay, neredeyse 500 yıl. Bu yüzden surlar, evler, yollar bizler için çok tanıdık.
    Biraz sıcaktan, biraz meraktan duraklaya duraklaya arşınlıyoruz ara sokakları. Yürümeye alışık olmamıza rağmen sonraki birkaç gün adamakıllı ağrıyacak olan bacaklarımıza kuvvet git gide yükseliyoruz. II.Murad'ın şehre girdiği Trigonios Kulesi'ne ulaşıyoruz. Kapısı kapalı. Hemen önündeki banklara oturup Selanik'i ve arkasında uzanan Termaikos Körfezi'ni izliyoruz. Geçtiğimiz sokakları, belli başlı mekanları çıkarmaya çalışıyoruz. Şehri ele geçirmiş komutan edasındayız. Kolay mı? O kadar yol gelmişiz.
Arkamda görülen deniz kıyısından geldik buralara:)
    Burada oturmak öyle tatlı geliyor ki epeyi bir vakit geçiriyoruz. Gelen giden turistler eksik olmuyor.

   Artık bir noktada yola revan olmaya karar verdiğimizde Portara denen kapıdan geçip surlar boyunca bir miktar daha ilerliyoruz. 
    Geri dönüş yolunda isminde Yedikule bulunan küçük, şirin bir kafeye rastlıyoruz. Birer kahve içip soluklanmak şart. Eşim sıcak kahve tercih ederken, ben Yunanlılar'ın 7/24 ellerinden düşürmedikleri soğuk kahve frappeyi tercih ediyorum. Selanik hakkında okuduğum kitaplarda ve tanıdıklarımın deneyimlerinde rastlamıştım bu frappe düşkünlüğüne. Her gün her saat herkesin elinde frappe var. Haydi şimdi bahar aylarındayız ama Orhun daha önce Mart ayında oradaydı, ben Kasım ayında. Durum yine böyleydi. Yazın özellikle Yunan adalarında da rastlanan bir durum bu ama Selanik'te frappenin yeri başka. Yalnız bu kafede içtiğim ciddi başarılıydı.
 
    Gün akşam üzerine doğru yol almaya başlarken yine yavaş yavaş Aşağı Selanik'e iniyoruz. Şehrin en turistik noktalarından olan Aristoteles Meydanı'nda bir şeyler yiyip, biraz vakit geçirip havaalanına gideceğiz.
    Aşağı Selanik ve Aristoteles Meydanı'nın mimarı Ernast Hebrard isimli bir Fransız. Şehir, Yunanlılar'ın eline geçtikten 5 yıl sonra, 1917 yılında büyük bir yangın geçirmiş. Modern kalıplarda bir düzenleme için Fransız mimarla anlaşılmış. Selanikliler yeniden yapılanmayı modern olarak adlandırmışlar mıdır bilemem ama bugünün mimariden en anlamayan gözleri bile tarz karmaşasını rahatlıkla ayırt edeceklerdir. Eski ve yeni Selanik'i birbirine bağlayan Aristoteles Meydanı bu durumun en canlı örneklerinden biri. Ama her şeye rağmen eğlenceli. 
Büyük İskender'e de hocalık yapmış meşhur filozof Aristoteles'in meydanda bir heykeli var. 
Bu heykelin ayağını okşarsan şehre bir kez daha geleceğine inanılıyor. Bir öncekinde okşamadım ama tekrar gitmek kısmet oldu:) Yani inanıp inanmamak size kalmış. Ben bu sefer de gerçekleştirmedim o ritüeli.

    İşte böyle. Bir gece daha kalacağımızı bilmeden 2 tam gün dolu dolu vakit geçirdik Selanik'te. Dönüşte havaalanına giden 78 numaralı otobüsü tamamen tesadüf eseri algılayıp binebildik. Zira numarası yazmıyordu. İki günde Yunan alfabesine nasıl alıştıysak Havalimanı-Airport anlamına gelen kelimeyi tanıyıp son anda atladık. Havalimanına vardığımızda uçuşun rötarlı olduğunu öğrendik. Rötar saati de geçti halâ bir hareket yok. Eşim durumu anlamak için soruşturunca uçakta arıza olduğunu öğrendi. O anda onun THY'de görevli olduğu, üstelik arızanın onu ilgilendirdiği öğrenilince de apar topar uçağa gitti. Uçuş imkânsız. Herkes ertesi günü yolcu edilmek üzere otellere yollandı. Ben de aynı şekilde ve yalnız başıma... Burada bir parantez açayım yanlış anlaşılma olmasın. Sonradan, iniş sırasında dışarıdan gelen bir etkiyle oluşan bir arızaydı. Motora kuş girmesi gibi. Yoksa THY'nin uçaklarıyla, motorlarıyla alâkalı bir durum değil. Zaman zaman haksız yere suçlamalar yapıldığını gördüğüm için belirtmek istedim. İnanın ülkede en planlı ve ciddi çalışan kurumlardan biri THY. Ne denirse densin havacılık şansa bırakılmayacak kadar ciddi bir iş. Uluslararası Havacılık kurallarına uygun hareket etme zorunluluğu var ve bu kurallar çok sıkı. Umarım olumlu düzen aynı şekilde devam eder. Uçak deyince çoğumuzun içinde bir kıpırtı oluyor. Kimimiz az, kimimiz çok korkuyoruz. Eşimin olaylardan haberdar olduğunu bilen, beklerken tanıştığımız yolcular ertesi sabah neredeyse toplu halde bizim peşimizde gezdiler. "Aman iyi, siz biniyorsanız sorun yok o zaman" deyip durdular:) Halbuki aynı uçağa binmeyecektik, uçak ne yazık ki birkaç gün daha orada kaldı. Aslında hava taşımacılığı kara taşımacılığından kat kat daha güvenli ama korkmadan yapamıyoruz işte. 
    Selanik bizi sevmiş olsa gerek ki bir gün daha misafir etti. Ben de onu seviyorum. Selanik deyince aklıma karmaşa geliyor. Büyüklü küçüklü balkonlar geliyor. Türkçe-Yunanca şarkılar geliyor aklıma. Mis kokulu pastaneler, bir de soğuk soğuk frappe:) Ama bunlardan daha önemlisi her daim Atatürk geliyor aklıma. Hepimiz gibi... Onun bu şehirde doğduğunu, sokaklarında dolaştığını bilmek, sempatimizin baş sebebi. Düzenli, temiz, havalı bir Avrupa şehri değil belki ama görülesi yerlerden, kalbimize yakın şehirlerden biri Selanik. 




Hamiş: Yazıda geçen kitabi bilgilerin hatırı sayılır çoğunluğu için Serhat Öztürk'ün Can Yayınları'ndan çıkan "Selanik" isimli kitabından faydalandım. Şahane anlatıma, ayrıntılı bilgiye sahip bu kitabı meraklısı için özellikle tavsiye ederim.





18 yorum:

  1. zevkle okuduğum bir Selanik yazısı oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Mehtap. Mutlu oldum:) Sevgiler...

      Sil
  2. Önceklikle mutlu seneler size ve eşinize görmek istediğiniz her yeri görecek kadar kutlama yapın...
    Benim de çok görmek istediğim bir yerdi Selanik yazıdan sonra katlandı istediğim gerçekten

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim öncelikle. Amin diyorum:)
      Aslında şu vize işini de kaldırsalar, gidilebilecek en anlamlı yerlerden biri Selanik. Uçak bileti pahalı gelirse kara yolculuğu gibi bir seçenek de var meselâ. Umarım görürsünüz, gönlünüzce olsun.

      Sil
  3. Bir de arıza yapan uçağın, arızası çözebilecek kişinin uçak yolcusu olması çok büyük bir tesadüf olmuş

    YanıtlaSil
  4. O şemsiyeler heykelini belirli bir zaman diliminde kaldırıyor olabilirler mi? Zira biz hiçbir şekilde rastlayamamıştık. Bir dahaki sefere Ladadika en çok vakit geçirmek isteyeceğim yer. Ve tabii ki Beyaz Kule'ye çıkmak:)
    Ellerine sağlık Sezer. Çok büyük bir keyifle okudum ve Selanik gözümde tüttü resmen...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kaldırdıklarını pek sanmıyorum. 1997 yılında yerleştirilmiş. O ilk fotoğrafları gördüm, yüksek iskeleler kurulmuş dikimi için. Zahmetli bir iş gibi geldi. Benim gördüğüm Kasım ayında da oradaydı, Nisan ayında da. Bir de sembol diyorlar ya, kaldırmazlar sanki. Zaten hava şartlarının etkisiyle rengi de değişmişmiş bir miktar.
      Çok teşekkür ederim Zeugma. Keyif alınca keyif alınsın istiyorum:) Sen de tekrar gidince yaparsın o isteklerini. Sevgiler...

      Sil
    2. Fotoğraflara şu an inceleyerek baktım. Büyük İskender Anıtı'na fazla uzak değil. Şemsiyeler'den orası rahatlıkla görülebiliyor. Biz İskender'in önündeyken o kadar da yükseğe oluşturulmuş bir güzelliği neden göremedik acaba?
      Selanik'te toplamda 24 saat bile kalamamış olmanın yansımalarıdır belki de kim bilir:) Yorgunluk, uykusuzluk, koşturmaca vb. En az O nedenle, bir dahakine en az 3 gün inşallah.

      Asıl ben teşekkür ederim sevgili Sezer. Özellikle gezi yazılarından büyük keyif alıyorum. Hiç abartısız, anlatmayıp yaşatıyorsun. Bu arada unutmuşum hatta, evlilik yıldönümünüz kutlu olsun. Sağlıkla, mutlulukla dünyanın daha nice köşelerinden nice yazılarına...

      Sevgiler benden...

      Sil
    3. Şemsiyeler fotoğraflarda daha dikkat çekici duruyor tabii. Kendi yerindeyken mavilere ve grilere karıştığı için, bir de geniş kordonda tahminden daha ufak durduğu için gözden kaçabilir. Ben özellikle aradığım için buldum açıkçası:)
      Geziyi yaşatıyorsam gerçekten memnun olurum. Utandım şimdi:) Güzel dileklerin için de çok teşekkür ederim. Sevgiler...

      Sil
  5. Vuhuhuuuuu :)))

    Şahane bir Sezerin gezi rehberi yazısı okumanın keyfindeyim :))

    Ahh Orhuncum olsaydı yanında ne güzel artistik fotoğraflarını çekerdi senin o şemsiyeler altında :))
    Ortak zevklerimiz, benzer hayatlarımız olsa gerek ben de her Yunan memleketine gittiğimde kendimi rahat hissediyorum. Birbirimize çok benziyoruz. Gerçi biz aldığımız göçlerin ve stres seviyemizin fazlalaşmasından dolayı sanırım gayet asabi bir millet olduk gerçi ama oralara gidince sakinleşiyoruz galiba :)

    Ellerine ve ayaklarına sağlık ♥

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki "Buralar hep bizimdi" rahatlığı da yaşıyoruzdur Yunanistan'da:)
      Sinir stres konusunda haklısın. Bizden gergini zor bulunur, öyle olunca farklı her yer bir ferah geliyor bize:)
      Şebnemcim güzel sözlerin için çok teşekkür ediyorum. Kocaman öpüyorum seni.

      Sil
  6. Bu sene sınav ergeni senesi olduğumuzdan yerimizden kıpırdayamıyoruz, umarım yazın bunun acısını çıkarabilirim :)

    Dolu,dolu bir tatil olmuş, bayıldım .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah o lisenin son senesi berbat oluyor. Biz de hem sınav stresi, hem şu an okuduğu okula yaptığı başvurunun beklemesi vardı. Bir de ameliyat olmuştu o yaz. Hiç bir yere çıkamadık. Yani önce sağlık olsun Handancım. Sınavın sonucu da iyi olur inşallah ve güzel güzel gezersiniz.
      Teşekkür ederim yorumun için.

      Sil
  7. izmir gibi ayol bu fotolar :) pita gyros yediniz mii :)

    YanıtlaSil
  8. En kısa zamanda gitmek istediğim yer Selanik ve Varna. Köklerim orada çıktı. Bu arada seni mimledim. Son postuma bak istersen.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umarım gidersin. Köklerin olması da ayrı bir çeker tabii.
      Teşekkürler Kadriye.

      Sil

Yorumu olan?