22 Mart 2016 Salı

ANNE FRANK MÜZESİ - AMSTERDAM

    Savaşlar kötüdür. İnsanın insana yaptığı zulüm kötüdür. Savaşın ve zulmün ezeli ve ebedi olması daha da kötüdür. İnsan denen varlıkla yine kendi cinsi üzerinde denenmeye başlayan yok etme ve hakim olma duygusu insanlık yok olana kadar sürecek. Geçmiş zamanda yapılan savaşları, zulümleri kitaplardan okumaya devam edeceğiz, filmler seyredeceğiz; ülkemizde ya da bir başka ülkede ders olsun diye korunmuş eski savaş alanlarını, toplama kamplarını, aynı şekilde bırakılmış delik deşik binaları gezeceğiz ama hiçbir şekilde ders almayacağız. Çevrene bir bak, televizyonu aç, internete gir! Kötülüğün her yerde kol gezdiğini, hiç azalmadığını, belki daha da arttığını göreceksin. Kısa bir zaman önce Amsterdam'da gezdiğimiz Anne Frank müzesini anlatmak istediğim şu günlerde ülkemizde olan biten olumsuzluklar beni bu yazıya böyle bir giriş yapmaya mecbur etti. Kırgınım, üzgünüm, mutsuzum. İstediğin kadar savaşın, zulmün, işkencenin kötülüğünü anlatan müze aç, sonuç değişmeyecek. Bu yapılar turistik birer obje olmaktan öteye geçemeyecekler.
    Aslında savaş konulu müzeleri gezmeyi sevmem, savaşa dair gerçek olayları anlatan filmleri seyredemem, kitapları nadiren okurum. Hepsini bilirim ama yaklaşmak istemem. Elimde değil, yüreğim kaldırmaz çünkü. Saraybosna gezimizde, iç savaş nedeniyle yaşanan kuşatmada Boşnak halkın saklandığı yer altı şehirlerini gezmedim örneğin. İbret olsun diye kurşun izlerinin kapatılmadığı binalara ancak göz ucuyla bakabildim. Evet, Çanakkale şehitliğini, siperleri gezdim ama gözyaşlarıma engel olamadım, gencecik yaşta ölen askerler günlerce aklımdan çıkmadı. Asla 2.Dünya Savaşı'nın meşhur toplama kamplarından birini gezeceğimi zannetmiyorum mesela. Piyanist, Schindler'in Listesi, Çizgili Pijamalı Çocuk filmlerini kim yazdı, kim yönetti, kim oynadı bilirim ama seyretmedim. Aynı şekilde Anne Frank'ın günlüğünü de okumadım. Hikayesini ve günlüklerin nasıl ortaya çıktığını çok iyi biliyorum ama 14 yaşındaki bir çocuğun iki yıl boyunca Naziler'den saklanmak için bir binanın tavan arasında yaşadığı sırada aktardığı duyguları okuyamadım. Dolayısıyla ömrünün son iki yılını geçirdiği yeri gezmek planlarımda olmadı hiç. Geçtiğimiz şubat ayındaki Almanya seyahatimiz sırasında bizi misafir eden arkadaşımın teklifiyle cesaret buldum ve savaşın simgelerinden biri olan bu evi ziyaret ettik. 
    Sevgili arkadaşım Ayşe bir çok insan gibi Anne Frank'ın hikayesinden fazlasıyla etkilenmişti ve daha önce fırsat bulamadığı ama hep aklında olan bu müzeyi gezmek istiyordu. Çok rağbet gören bir mekan olduğu için biletleri haftalar öncesinden internetten temin etti. 2,5 saat süren bir otomobil yolculuğuyla Dortmund'tan Amsterdam'a ulaştık. Ben tereddütlerimi ziyaret sonuna kadar gizledim arkadaşımdan. Bilet üzerinde yazan saatte girilebilen müzeye adım atarken heyecanlıydım. En sonda söylenecek şeyi en baştan belirteyim ki kesinlikle duygu sömürüsüne yer vermeyen bir mekandı. Anne, ailesi ve onlarla birlikte birkaç dostlarının daha korku içinde saklandıklarını, kapı pencere açmadan, ses çıkaramadan iki yıl burada yaşadıklarını ve ne yazık ki en sonunda yakalandıklarını biliyorsun. Bu çok etkileyici. Ancak kalbinde abartıya kaçmayan ince bir hüzünle, hakikaten tarih dersi görür gibi yönlendiriliyorsun. Ajitasyon yok, tarih dersi var. Bu açıdan takdir ettiğim bir müze oldu burası. 
Şimdi "iyi ki gitmişiz" diyorum.

    
    Anne Frank 1929 yılında, Frankfurt'ta, Yahudi bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. 1933'te Nazilerin iktidara gelmesiyle Hollanda Amsterdam'a yerleşirler. Yahudilerin iş kurması yasak olduğu için babası bir arkadaşının üzerine reçel, konserve vb. üretilen bir imalathane açar. İşte bu imalathanenin ofis binasının çatı katı, Nazilerden saklandıkları 2 yıl boyunca onların barınakları olacaktır. Hollanda'da da Yahudiler için hayat zordur. 1942 yılına kadar idare eder Frank Ailesi. Müzedeki fotoğraflardan anlaşıldığı üzere maddi açıdan rahattırlar. Anne ve ablasının okulda, denizde, tatilde, sokakta, evde çekilmiş pek çok fotoğrafı var müzede. Hepsinde gülüyor Anne.


    
    Bir gün ablası için çalışma kampına çağrı yapılır. O çağrı artık kaçmaları, saklanmaları gerektiğinin habercisidir. Dört kişilik aile iş yerlerinin gizli odalarına yerleşirler. Bu odalara dar bir kitaplığın arkasındaki gizli kapıdan geçilmektedir. Yanlarına dostları olan bir aileyi ve yaşlıca bir tanıdıklarını da alırlar. 2 yıl boyunca ofis çalışanlarının yardımıyla, gün yüzü görmeden, çalışma saatlerinde çıt çıkarmamacasına saklanırlar. Anne 14 yaşındayken başlar zorunlu hapis hayatına. 
Bir önceki doğum gününde babasının hediye ettiği ve "Kitty" adını taktığı günlüğünü doldurmaya burada da devam eder. Çünkü yazmayı çok sevmektedir. Babasının ve arkadaşlarının söylediğine göre bir gün büyük bir yazar olmayı ister. Yazdıkları bugün milyonlarca kişi tarafından okunmuş durumda ve okunmaya devam ediyor. Yani bir anlamda Anne'nin isteği gerçekleşti ancak ne yazık ki buna feci bir savaş neden oldu. 



    Küçük kız için saklanarak, yazarak geçen 2 yılın sonunda kurtuluş yoktur ne yazık ki. Oysa ki günlüğünden anlaşıldığı üzere savaşın biteceğinden ve gün ışığına çıkacaklarından, bir gün sadece Yahudi olarak değil "insan" olarak değerlendirileceklerinden emindir Anne. Fakat kim olduğu bilinmeyen birinin ihbarıyla kapılarına dayanır Naziler. Çocuklar bir toplama kampına, anne ve babaları başka kamplara dağılırlar. Anne ve ablası tifüsten, anneleri ise açlıktan hayatlarını kaybederler. Oysa ki savaşın bitmesine çok az bir zaman kalmıştır. Karanlık tavan arasında kader birliği yapan 8 kişiden sadece baba Otto Frank kurtulur.  


Otto Frank, müzenin hazırlanması sırasında
    Aile Naziler tarafından götürüldükten sonra sekreterleri Miep Gies günlüğü bulur ve saklar. Yıllar sonra Otto'ya ulaştırır. Baba Frank günlüğü yayımlamaya karar verir. Bazı ülkeler önce çekinerek yaklaşsalar da zamanla baskı sayısı artar, dünyanın en çok okunan kitaplarından biri haline gelir. 2.Dünya Savaşı'nın simgelerinden biridir Anne Frank'ın Günlüğü.

    Şimdi gelelim söz konusu müzeye. Öncelikle çok fazla ziyaretçisinin olduğunu söylemeliyim. Özellikle yüksek sezonda biletinizi önceden internetten almanızda fayda var. Aksi halde çok uzun süre kuyrukta bekleyerek Amsterdam'da geçireceğiniz keyifli saatlerden çalmış olacaksınız. Müze girişinde içeride fotoğraf çekmememiz konusunda kibarca uyarıldık. İlk defa bir müzeyi fotoğraf çekmeme konusunda haklı buldum. Çünkü mekan dar ve ziyaretçi çok olduğu için fotoğraf çekme işi oldukça rahatsız edici olacaktır. Yani elimde -çıkıştaki bir bölüm ve konferans salonu hariç- bana ait fotoğraf yok. 

    İlk önce Otto Frank'ın iş yerinin ofis kısmını gezerek başlıyoruz ziyaretimize. Çalışanların odaları tek tek belirtilmiş. Duvarlarda kendi imalatları reçel, marmelat, sos afişleri... Ve ara ara zamanın Yahudi düşmanlığını belirten belgeler. Örneğin bir dükkanın kapısından sökülüp o müzeye gelmiş tabela oldukça çarpıcı. "Yahudiler ve köpekler giremez!"
    İlgiyle ve insanlık adına utanarak inceliyoruz her bir materyali, yavaş yavaş ilerliyoruz ve esarete giden kapıyı gözlerden gizleyen kitaplığın önüne geliyoruz. 



    Dar kapıdan geçerek Anne ve beraberindekilerin saklandığı mekana adım atıyoruz. Çok dar bir merdivenle birbirine bağlanan iki katta oluşturulan yaşam alanını görüyoruz. Mutfak, banyo ve ikişer, üçer kişi kalınan odalar... Pencereler kapalı. Odalar bugün boş. Daha önceki müze fotoğraflarında bazı eşyalar olduğunu gördüm. Hatta Anne'nin balmumundan bir heykeli de vardı aralarında ancak mekan bugün günlük kullanım eşyası açısından tamamen boş. Anlaşılan bu şekilde hem zaten dar olan odalarda yer açılmış, hem de dediğim gibi duygu sömürüsünden kaçınılmış. Bu bir tahmin. Belki tekrar konulacaktır eşyalar. Fakat tabii bunlar orijinal eşyalar değiller. Yalnızca Anne'nin odasının duvarlarına dergilerden kesip yapıştırdığı resimler unutulmamış. Greta Garbo, Ginger Rogers... Dış dünyayla bağını koparamayan genç bir kızın ruh halini yansıtması açısından oldukça etkileyiciydi bu resimler. Odaları gezdik, bir zamanlar mecburen misafir olan kaçakların hislerini anlamaya çalıştık. Ama sadece çalıştık. O korkuyu, o sıkıntıyı bütünüyle tahmin etmek imkansız.

    Yaşam alanının dışında kalan diğer bölümlerde günlüğün orjinali, Frank ailesine ait fotoğraflar, günlükten alınmış sözler, günlüğün dünyanın her yerinde basılmış örnekleri ve yaklaşık 6 milyon Yahudi'nin öldürüldüğü Holokost'a dair belgeler sergilenmekte. Bu belgeler iç acıtan fotoğraflardan ibaret değil. Biraz fotoğraf, çokça yazılı materyalden oluşmakta. Ve duvarlardaki ekranlarda Anne'nin çocukluk arkadaşlarıyla, sekreter Miep ve Otto'yla yapılan röportajlar dönmekte.En son bölüm ise konferans salonu. 



    Burada da Anne'nin hayatını ve günlüğün hikayesini anlatan belgesel yayınlanıyor. Çoğu ziyaretçi henüz dolaştıkları evin hüznüyle burada oturup gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu hazmetmeye çalışıyor. 

    Çıkışta ise her müzede olduğu gibi bir satış mağazası var. Ancak burada satılanlar cicili bicili hatıra eşyaları değil. Kitaplar, DVD'ler ve kartpostallar satılıyor yalnızca. 


Anne'nin odası
    Yazının sonunda Anne Frank'ın hayat hikayesinin beni ne kadar etkilediğinden ve insanoğlunun bitmek bilmeyen kötülüğünden tekrar tekrar bahsetmek istemiyorum. Yazının başında söylediklerimi, hatta daha fazlasını burada da söylediğimi varsayın. 
Ne diyelim? Umarım bu dünya bir gün herkesin özgür olduğu, kimsenin kimseyi yargılamadığı, kötülükten arınmış günleri görür.



  Hamiş: İlk fotoğraf ve son 3 fotoğraf hariç diğer görseller, müzeye ait www.annefrank.org sitesinden alınmıştır.













21 yorum:

  1. Offff:(((( ilkokuldayken Arkası Yarın'da her sabah annemle dinlerdik:(((ilk o zaman öğrenmiştim:( tüm bunların gerçek olması insanı kahrediyor ve onca müzeye, hala ibret için korunan kamplara rağmen savaşlar bir türlü durdurulmuyor. :(
    Nefesimi tuturak okudum, çok teşekkür ediyorum. Hem size, hem sevgili Ayşe'ye. Gidip görmüş kadar oldum.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dinlemek, okumak ve gerçek olduğunu bilmek üzücü. Evinde daha da hissediliyor tabii bu. Fakat dediğiniz gibi ne yazık ki savaşlar bitmiyor:(
      Ben teşekkür ediyorum güzel yorum için. Sevgiler...

      Sil
  2. Soylenecek bir sey yok. Cunku hepsi ustteki satirlarda anlatilmis.
    Merak ettigim bir muzeydi canim. Tesekkurler.

    YanıtlaSil
  3. 2002 Yılında gitmiştim bu müzeye..14 yıl geçmiş üzerinden! Anımsıyorum, upuzun bir kuyruk vardı ve biz saatlerce beklemiştik kuyrukta..Sağolsun Ayşe, önceden biletleri alarak bu sıkıntıdan ve zaman kaybından kurtarmış sizi.. Görüyorum ki, müze-ev restore edilmiş ve konferans salonu ve bazı ilaveler yapılmış. Bu müzeden etkilenmemek mümkün değil. Ve dediğin gibi, geçmiş ne yazık ki hiç ders olmuyor!. Emeğine sağlık Sezer'cim. Sevgilerimle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen gittiğinde yazıda da belirttiğim gibi eşyalar vardı herhalde. Böyle sade ve bol bilgilendirici daha iyi olmuş değil mi Esincim?
      Çok teşekkür ediyorum, öpüyorum seni...

      Sil
    2. Evet, o zaman gittiğimde evde eşyalar vardı, duvarlarda ise Anne Frank'in yazıları..ve çok daha iç burkucuydu gördüklerim. Böylesi müze havasına daha yatkın olmuş. Bilmukabele, ben de sana en içten sevgilerimi gönderiyorum Sezer'cim.

      Sil
  4. NEKADAR güzel bir yazi olmus yine Sezercim...ellerine saglik.

    Günlügü ve Anne Frank'la ilgili daha baska kitaplar da okudugumdan bei hep istemistim bu müzeyi gitmeyi. Seninle birlikte gitmek nasip oldu, daha da güzel ve unutulmaz bir ani oldu benim icin. Tekrar o günü, o anlari yasadim okurken adeta...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazının yazılmasına sebep sen oldun:) Çok teşekkür ediyorum arkadaşım.
      Ayrıca orada nasıl duygulandığını da unutmuyorum.

      Sil
  5. İnsanlar kötü. Bu kadar güzel bir dünyayı, bu kadar sevgisiz ve yaşanması imkansız bir yer haline getiren insanoğlu gerçekten kötü yaratıklar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi insanlar için, kendi halinde insanlar için feci bir durum:(

      Sil
  6. Amsterdam gezim esnasında vakit darlığından burayı gezememiştim.Çok bilgilendirici bir şekilde anlatmışsınız, bir daha yolum düşerse ziyaret etmeyi planlıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biz de Amsterdam'a günübirlik gittiğimiz için yaklaşık 7-8 saat geçirebildik. Önceliğimiz bu müzeydi, yoksa biliyorsunuz çok fazla ve güzel müzeler var. Aklım kaldı. İnşallah birkaç günlüğüne gidip tüm müzeleri gezmek istiyorum ben de:)
      Teşekkürler Gamze.

      Sil
  7. Yine en sadesinden, en güzelinden yazmışsın bu yazıyı da...
    Kitabından ben de uzak durmuştum, okuyamayacağımı düşünerek...
    Ama şimdi senden dinledikten sonra okuma zamanımın geldiğini düşündüm...

    Öpüyorum seni

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım Şebnemcim, beğendiğine sevindim. Günlüğü şimdi ben de okuyacağım sanırım. Zaten bir çok belgeyi ve alıntıyı gördüm orada.
      Öpücükler benden sana...

      Sil
  8. Acıı... Hala da dünya acılarla kavrulmakta. ..

    YanıtlaSil
  9. Etkileyici bir yaşam hikayesi... Milyonlarca olanlar gibi... İnsanlık vahşet türküleri söylerken dahi,merhameti,şefkati aziz bir tohum gibi ekenler yaşatıyor bu büyük yürüyüşü...

    YanıtlaSil
  10. Dünyada bunca olumsuz olayın, saldırının yaşandığı günlerde bu yazı daha da anlam kazanıyor.
    Kitabı yıllar önce en duygusal yıllarımda okumuş, günlerce etkisinden kurtulamamıştım.Tiyatroda da oyun olarak izlemiştim. Okumak, izlemek çok çarpıcı ama gene de bilmek gerekiyor.
    İnsanların geçmişten, yaşanmış felaketlerden ders almaması ne kötü.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizin, bizim gibi insanlar etkileniyorlar evet. Her bir insan etkilensin, ders alsın isterdim.Fakat olmuyor işte.

      Sil

Yorumu olan?