20 Kasım 2015 Cuma

GEZİ YAZILARINA DAİR...

    Aklımda yeni bir seyahat fikri olsun ya da olmasın ülke ve şehirlerle ilgili kitapları, gezi yazılarını okumaya bayılıyorum. Ufukta yeni bir gezi olasılığı varsa, gideceğim yerle ilgili bilgiler alabileceğim blogları didik didik ediyorum. Elime geçtiyse eğer konuyla ilgili kitapları da okuyorum. Ama dediğim gibi, yakın veya uzak gelecekte gitmeyeceğimiz veya gidemeyeceğimiz yerlerle ilgili keyfi okumalar da yapıyorum bazen. Seviyorum yani gezi yazılarını. Ve yazmayı da seviyorum. Bir seyahatten döndüğümüzde, bu blogda uzun uzun anlatıyorum yaşadıklarımızı. Daha çok hissi davranıyorum. Yani fazla kitabi bilgiye boğmayıp -ama ufak ufak muhakkak bilgi paylaşıp- gördüklerimi, hissettiklerimi anlatmaya çalışıyorum. Karşımda biri varmış da ona anlatıyormuşum gibi yazıyorum. Öylesini seviyorum. Dolayısıyla tüm anlattıklarım benim deneyimlediklerim, benim hissettiklerim oluyor. 
    Bunu niye anlatıyorum şimdi? Çok fazla okuyunca, bazı bloglardaki gezi yazılarında ortak tariflere; kitaplardan veya diğer yazılardan birebir alıntılara denk geliyorsun. 
Yani gezip gördüğü yerleri anlatma amacındaki kimi insanların kaynak belirtmeksizin başka kitaplardan, başka yazılardan alıntılar yaptığını görüyorsun. İşte bunu hiç sevmiyorum. Alıntı derken, öyle kesin kitabi bilgiler değil bahsettiklerim. Başka birinin hissedip yazdığını, gözlemlediğini kendisi deneyimlemiş gibi yazanlardan bahsediyorum. Çok var böyle, çok rastladım. Her birini not almadım tabii deli gibi.
"Ayıp yahu!" deyip geçiyorum. En son okuduğum kitaplardan birinde yer alan sözcükleri bir başka blogda görünce bahsetmek istedim bu konudan.
    Can Yayınları'ndan çıkan "Selanik" kitabını okudum geçenlerde. Şu sıra bir Selanik gezisi planımız yok ama istemiyorum anlamına da gelmiyor tabii. Neyse... Güzel bir kitap bu. Serhat Öztürk yazmış. Her açıdan Selanik'i ve Selanik'te geçirdiği günleri akıcı bir dille anlatıyor. Olimbu Caddesi'ndeki Paçacı Diko'yu anlatırken "Şahane müşteriler ve hayattan kam almış personel" tanımını kullanmış. Kitabı okurken bir yandan da bahsi geçen mekanları Google'da arayıp inceliyorum (Böyle okuyorum işte gezi yazılarını:)). Bir gezi blogunda rastladım Paçacı Diko'ya. Hanımefendi Selanik'i gezmiş ve anlatmış. Arada Paçacı Diko'dan fotoğrafsız şekilde bahsedip "Şahane müşterileri ve hayattan kam almış personeli" olduğunu söylemiş. Şarabından, sulu yemeklerinden bahsedişi de aynı. "Hayattan kam almış personel" lafının aynı yere giden iki ayrı kişinin aklına gelmesi ilginç değil mi? Sonrasını okumadım, başka ayrıntılar da vardır diye düşünüyorum. Belli ki kitap okunmuş ancak kaynak olarak gösterilmemiş. Hepimiz bazı bilgileri bir yerlerden alıyoruz tabii ki. Mesela bir kulenin uzunluğu gibi genel bilgiler için kaynak göstermeyebilirsin ama özel ve zor bulunabilecek bilgiler için tersi bir durum söz konusudur bence. Ve okuduğun, alıntı yaptığın ya da esinlendiğin yazıları, kitapları da belirtmelisin.
    Ben de gezi yazısı yazıyorum ve özellikle bu yazılara nasıl emek harcandığını bilirsiniz. Belki benim kelimelerimi de alan, kendi hissiyatıymış gibi kullanan vardır. 
Hiç etik bir durum değil. Gerçi televizyonlardaki gezi programlarında bile sunucular bloglardan alıntı yaparken neden bahsediyorum ki ben? Ufak bir televizyon kanalındaki gezi programında Lübnan anlatılırken, gezgin hanımefendinin arkadaşım Aslı Bora'nın yazısından aynen alıntı yaptığını fark ettik. Sonrasında internet üzerinden bir yazışmaları oldu, gezgin hanımefendi zamansızlıktan dolayı metni asistanın yazdığını belirtip özür diledi. Neden böyle hazıra konmayı seven, etik değerleri kulak arkası eden bir toplum olduk bilmiyorum? 
    Bir yeri gezip gören kişi, okunma sayısı kaygısından önce kendi hislerini, deneyimlerini anlatmayı ön planda tutmalı ki kendisinden sonra yolculuk gerçekleştirecek olanlar, her okuduğundan biraz biraz alıp fikir edinebilsin. Herkes birbirinin aynısı basmakalıp bilgilerden bahsedecekse ne anlamı var gezi yazısı yazmanın?


  *Bu yazının bir amacı da Selanik kitabını tavsiye etmek olsun. Can Yayınları'ndan çıkan Kırkmerak dizisinden bir kitap bu. Serhat Öztürk'ün anlatımını çok beğendim. Selanik'e gittiğimde muhakkak faydalanacağım. Kendisinin Tiflis ve Halep gezilerini anlatan 2 kitabı daha var bu seride. Onları henüz okumadım. Kırkmerak serisi çok iyi bu arada. Çok ilginç konular var. Mesela seriye ait bendeki kitaplardan biri "Filozofların Karnı". Ünlü filozofların sevdikleri yemekler üzerinden incelemeler yer alıyor kitapta. Öğle uykusunun tarihiyle ilgili olan var mesela. 40 tane ilginç konu. Ben bu seriden birkaç kitabı D&R mağazasından yaz kampanyasıyla 5 liraya almıştım. Kitap fuarında bir de ne göreyim? Aynı kitaplar normal fiyatlarında satılıyor. Bu yılki fuarı anlattığım yazımda belirttiğim gibi indirimlerden hiç memnun kalmadım. Şu sıra internette kitap mağazalarında iyi indirimler var yine. Can Yayınları'nın Kırkmerak dizisine rastlarsınız tavsiye ederim.








 

18 yorum:

  1. Öyle çok şeyi ben de anlamıyorum ki. Okullarda kesinlikle ''Etik'' başlığı altında bir ders olmalı ve çocuklara bunun ne olduğu anlatılmalı. Dediğin bir gezi yazısı yazması gerçekten zaman alıyor. Nasıl gezdiğimi, gezerken nerelere uğradığımı, ülkenin geneliyle ya da gittiğim yerlerle ilgili düşüncelerimi, fiyat-eder dengesini öyle çok şeyi düşünüyorum ki. Duygu ve düşüncelerimin yazının içinde olması en çok önem verdiğim şey. Bazen gittiğim bir şehri sırf bu duygular içime doğmadı diye yazmadığım oluyor. Bence blog yazmak başka bir şey olmalı. Çağımızda her şey şekil değiştirdi. Bir kitapta sevdiğimiz bir öyküyü okumaktan ne farkı var blog okumanın?
    Bana sorarsanız yok! Sevdiğim blogları yazdıkları yazılardan dolayı takip ediyorum. Beni takip etsin diye takip ettiğim hiçbir blog yok. Yorum yapmanın ne ince bir şey olduğunu biliyorum. Daha çok zamanım olsa d her keyifle okuduğum ardından blog sahibine bir yorum yazsam diye çok istiyorum. Bana gelen her yoruma seviniyorum çünkü. Okunuyor olmak güzel duygu!
    Ama beni takip edin diye bir yazıyı okumadan yorum bırakmak ne kadar incelikli?
    Zaman, hayattaki sınırlı kaynaklarımızdan biri. Ne yaparsak yapalım arttıramıyoruz. O zaman bu kadar kıymetli bir şeyi daha özenli harcamalıyız, değil mi?
    Böyle düşününce dediğiniz gibi benim olmayan bir şeyi neden sayfama yazayım?
    Neden başkasına ait bir şeyi hakkım olmadan sahipleneyim?
    Ve size bir şey diyeyim mi bunu yapanlara yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyince de utanmıyorlar ve özür dilemiyorlar.
    Geriye birbirimize iyi okumalar, keyifli seyahatler dilemekten başka bir şey kalmıyor.
    Ben sevdiğim yazıların etrafında dolaşmaya devam edeceğim.
    O yazılar bana ne kadar doğru yazıları takip ettiğimi de bir şekilde kanıtlıyor zaten.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar doğru söylemişsin Sevgili Özlem. Hele zaman kaybı konusunda...
      Taklitçiler fazla olabilir ama neyseki özgün bloglar da var. Senin blogun onlardan biri. Ne kadar ince düşündüğünü, özenle yazdığını çok iyi biliyorum. Bu yazıya yaptığın yorum da tıpkı gezi yazıların gibi dolu dolu olmuş. Çok teşekkür ediyorum.
      Sevgiler...

      Sil
    2. Bir de okullarda "Etik" dersi olması gerektiği fikrine kesinlikle katılıyorum. Sosyal medya kullanımıyla ilgili seçmeli ders var sanırım ama hangi okullar seçmiştir, nasıl ders işleniyordur hiç bilmiyorum. Fakat gerekli önemin verilmesi şart, işte onun farkındayım.

      Sil
  2. Gezi yazılarını bende çok seviyorum, gezmeyi sevdiğimden belki de :))
    Ama dediğin gibi bir gezi yazısını okurken bir arkadaşımda, onun hisssettiklerini okumak daha çok hoşuma gidiyor. Heleki bende görmüşsem aynı yeri, aaaa bak buraya bu gözle hiç bakmamıştım demek, yada burda evet bu çok güzeldi demek ayrı bir keyif...
    Hepimiz aynı mekanlarda farklı şeyler hissediyoruz. Önemli olan farklı bir göz olabilmek...
    Şu copy paste den ne zaman vazgeçecek insanlarımız bilmem :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vazgeçmek zaman alacak sanırım Şebnemcim. O da belki:(

      Sil
  3. Melis Aygen'e gönderesim geldi yazıyı..."Bak senden de bahsediyor" demek için.
    Ayrıca çok haklısın ve ne kadar kibarca yazmışsın. Bu tip birebir alıntılara hırsızlık denir ve yasal olarak suçtur.Bunu blogger'lar da , medya insanları da ve hatta bazı şuursuz akademisyenlerin de anlaması gerekir. Bir gün biri çıkar söke söke telifini alır o da yetmez intihalci olarak damgalanırsınız...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kibarca yazdım gerçekten. Yazdım yazdım sildim ama deşifre etmek de gerekir aslında.
      Akademisyenlerin yaptıkları başlı başına bir konu. Akademik yayınlarda intihal konusunda dünyada derece sahibiyiz. Geçenlerde bir yerde okumuştum. Kaçıncı olduğumuzu şimdi hatırlayamıyorum ama ilk sıralardaydık. Facia!

      Sil
  4. Hayret birsey ya.... yahu geziler ve gezi yazilari insanin birebir, kendine özel yasadiklarini, gördüklerini ve de özellikle hissettiklerini yansitmasi gerekirken....su olaylara bak.
    Ben de bu yüzden severim zaten gezi yazilarini, nele vardi , nasildi ve özellikle o kisinin gözünden nasildi diye. Zaten genelde kisinin kendisi o yaziyi daha güzel , daha özel ve keyifli hale getirebilir.

    Üzücü böyle seyler... yazik gecekten.

    YanıtlaSil
  5. Yazarın Halep kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Gittiğim yerleri bir başkasının gözüyle okumak oldukça zevkli oluyor. Tiflis ve Selanik'te gittiğim yerler olduğundan bunları en kısa zamanda edineceğim sanıyorum.
    Keyifli hafta sonu dilerim. Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diğer kitaplarını ben de okuyacağım. Teşekkürler Bilgehan Bey.

      Sil
  6. Zaman zaman ben de gezip gördüğüm gittiğim yerleri yazıyorum ama inan detaylı bilgi vermem gereken anlarda bile korkuyorum alıntı yapmaktan. Yani dediğin gibi rakamsal detaylar veya hikayeler konu olunca insan unutabiliyor ama duygularını ifade ederken özgün olabilmek gerekir. İnsan ister istemez okuduklarından etkileniyor ama taklit başka bir şey. Utanmalı bir kere insan kendi kendine, hani başkasına anlatmadan dahi, kendi biliyor çünkü başkasına ait olduğunu yazdığı şeyin. İnsanın kendine saygısı olmalı öyle değil mi ilk başta ve sonra yazılana çizilene. Etik önemli bir konu. Ben bazen burayla ilgili yayınladığım bana ait olmayan web den bulduğum fotoğraflara bile kime ait olduğunu yazmazsam, bulamadıysam falan uyku uyuyamıyorum, biri bir şey diyecek diye aklım gidiyor, yüreğim hop hop ediyor. Zaten kimin fotosu diye bulamazsam açıklama yazmaya gayret gösteriyorum. Çok ince bir çizgi bu ya Sezercim, özenli olmak gerek çok hak veriyorum sana. Her gezi yazısını okuyamıyor zaten insan, o da ayrıca bir yetenek işi vallahi..
    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Senin ne kadar dikkatli, ne kadar düşünceli, dürüst ve adil olduğunu çok iyi biliyorum Tuğbacım. İşte benim blog arkadaşlarım:) Senin yazılarını okumak bir keyif benim için. Gösterdiğin duyarlılık genele yayılır umarım. Öpücükler benden sana... Sevgiler...

      Sil
  7. İnsanlar emek harcamadan bir şeyleri elde etmeye o kadar alışmışlar ki. Bu devran nasıl dönecek bilmiyorum. Erdemli olanlar da erdemsizlerin çokluğunu görünce ümitsizliğe kapılıyorlar. "Dünyayı tek başıma nasıl değiştirebilirim ki?!" diye düşünmeden edemiyor insan. Yine de anne ya da babaysanız ya da öğretmen ya da hala, teyze, amca, dayı... En yakındaki çocuktan başlamak lazım. Çocuklarımızı güzel yetiştirirsek her şey çok daha güzel olacaktır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En yakındaki çocuktan başlamak konusunda çok haklısınız. Ama artık çocuklara bile başkalarının da haklarına saygıdan önce uyanık olması öğretiliyor anne babaları tarafından ne yazık ki.

      Sil
  8. kam alalım diyen ne numaracıymış he uyanıkspor :) yazar tamam not aldım :)

    YanıtlaSil
  9. Maalesef insanlar ne alıntı yaparken ne de fotoğraf yayınlarken buna dikkat ediyorlar.Bir arkadaşım instagramında benim blogda kullandığım kitap fotoğrafını kullanmıştı.Direk sormuştum "Benim fotoğrafımı kullanmışsın, hayırdır" şeklinde.Meğer arama motoruna kitabın adını yazmış ve dikkat etmeden görsellerden birini seçince benim fotoğrafa denk gelmiş :)) Kısacası yazı yazmak için, fotoğğraf çekmek için bir emek veriliyor ve emek hırsızlığı yapılmamalı.

    YanıtlaSil

Yorumu olan?