13 Nisan 2015 Pazartesi

PLOVDİV YA DA FİLİBE... BU ŞEHİR GÖNLÜMÜ ÇELDİ...

   Havalar hala soğuk olsa da bahar moduna girmiş durumdayız. Bakıyorum da gezmeler tozmalar başlamış:) Yurt içi, yurt dışı, şehir içi, şehir dışı herkes bir yerlerde. Çocukları paskalya tatiline çıkan okullarda okuyanlar veya o okullarda çalışanlar geçtiğimiz haftayı kısa tatillerle değerlendirdiler. Daha bunun perşembe-cuma günlerine denk gelen 23 Nisan tatili var, 1 Mayıs tatiliyle birleşen TEOG sınavı tatili var:) Planlar yapılsın şimdiden. Ben henüz yerli yerimdeyim. Geçen sene çok gezmiştim, şimdilik keseden yiyorum:) Daha yazmadığım iki seyahatim var ki bugünlerde bahsetmenin tam zamanıdır diye düşünüyorum. Çünkü dediğim gibi önümüzde tatiller var daha ve hava gitgide açacak, sokaklar bizi çağıracak. 
Küçük bir seyahat tavsiyesi de benden gelsin, bu yazımda çok yakınımızdaki Plovdiv'i anlatayım. Yani Filibe'yi... 2.Filip'in şehri Philippopolis'i...

    Geçtiğimiz Eylül ayı başlarında bir akşam arkadaşlarımızla sohbetteyken "Önümüzdeki hafta sonu Plovdiv'e gidelim mi?" fikri ortaya atıldı. Olurdu olmazdı derken bir hafta sonra yollarda bulduk kendimizi. Bizim Schengen vizemizin süresi vardı, arkadaşlarda ise yeşil pasaport. Bu yüzden karar vermek kolay oldu tabii. Cumartesi sabahı erkenden Edirne'ye doğru yola çıktık. 2 saatte Kapıkule'ye vardık. 
Bu noktadan 2 saat sonra Plovdiv'de olmayı planlamıştık ama sınırda ne kadar süre geçireceğimizi bilmiyorduk. 3 saate yakın bekledik sınırda. Türkiye'de tatillerini geçiren gurbetçi vatandaşların dönüşü de hemen hemen aynı tarihlere denk geldiği için sınırın kalabalık olması doğaldı. Açıkçası pek sıkıldığımızı söyleyemem, sevdiğimiz arkadaşlarla sağa sola baka baka, muhabbet ede ede beklemek keyifliydi. 
Arada Free Shop'a gidip geldik. Bu saate kadar hava gayet güzeldi ancak tam sınırdan geçmek üzereyken inanılmaz bir yağmur başladı ki öyle böyle değil. Sel suları içinde giriş yaptık Bulgaristan'a.
    Bir süre yağmur eşliğinde yol aldık. Öğleden sonra saat 3 sıralarında Plovdiv'e vardığımızda yağmur kesilmişti neyseki.

    Kalacağımız otele gitmeden önce bir yemek molası verdik. Tamamen rastgele seçtiğimiz restoran Dayana'nın  Plovdiv'de bilinen bir restoran zinciri olduğunu sonradan öğrendik. Çok acıkmıştık, Dayana'dan gelen mangal kokuları ve bahçesi cezbetmişti bizi. İngilizce bilmeyen garsona sipariş vermeyi başardık. Et, balık ve bol salata tercih ettik. Etin başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim, çok kuruydu. Ancak diğerleri gayet başarılıydı. Fiyatlar da oldukça makuldu. Dayana'nın bahçesi ise çok keyifliydi.
    Yemek sonrası kahvesi için, arabayı olduğu yerde bırakarak yayan olarak etrafı keşfe çıktık. Ayaklarımız bizi Stefan Stambolov meydanına götürdü. Meydan ve uzantısındaki cadde oldukça keyifli. Çoluk çocuk herkes sokaklarda. 

    Etrafta birçok mağaza ve kafe mevcut. Gözümüze hoş gelen bir meydan kafeteryasında içtik yorgunluk kahvemizi. Böylece Plovdiv'in, Bulgaristan'ın insanını 
ilk kez gözlemlemiş oldum. Düşündüğüm kadar soğuk olmadıklarını gördüm. 
Gençler şık ve güzeldi. Her Avrupa şehrinde olduğu gibi, bir cumartesi akşamına doğru sokaklarda hayat keyifliydi. Meğer o gün bir de Bulgaristan'ın bağımsızlık günüymüş. Tarihi kıyafetler giymiş yöresel danslar yapan bir kortej geçiverdi önümüzden.

    Yalnız Bulgaristan'ın 3 ayrı bağımsızlık günü olduğunu öğrendim. 3'ü de resmi tatil ilan edilmiş. Osmanlı'dan aşama aşama kurtulmalarını kutluyorlar bir nevi, 6 Eylül de bunlardan biri.
    Plovdiv'de ilk günümüz böyle geçti. Gecesinde ise arkadaşlarımızın özel isteği üzerine meşhur zincir otellerden birinin casinosunda vakit geçirdik. İlk kez bir casino ortamında bulundum. İlginç bir deneyim oldu bu da:) Türkiye'de casinolar kapandıktan sonra, şans oyunlarından kopamayanlar, yakınlığı sebebiyle ara sıra Bulgaristan'a da uzanıyorlar sanırım.
    Gece demişken... Belli ki Plovdiv'in gece hayatı oldukça renkli. Çok sayıda bar, 
gece kulübü ve casino var. Ve çoğunun dışarılara taşan kalabalığı...

    Pazar sabahı erkenden kalktık. Oteldeki hafif kahvaltıdan sonra Plovdiv'in eski şehrine doğru yola çıktık. İstanbul gibi 7 tepeden oluşan kentin Arnavut kaldırımlı tarihi yokuşlarında ilerleyerek, yol boyunca dizili Osmanlı evlerini hayran hayran seyrederek antik Roma tiyatrosuna ulaştık.
 
    7000 kişilik tiyatro, kentin en büyük Roma eseri. 2.yüzyılda İmparator Trajan tarafından yaptırılmış. Bugünkü kombine sisteminde olduğu gibi her seyircinin yeri belliymiş ve sıralarda isimler yazılıymış. Günümüzde pek çok etkinliğe evsahipliği yapan antik tiyatronun sahne kısmı, bizim ziyaretimiz sırasında sarı-mavi ve 

sarı-kırmızı panolarla kaplıydı. Gözüme hoş gelmeyen bu ayrıntıyı saymazsak, 
etkileyici bir yapı olduğunu söyleyebilirim.

    Antik tiyatroya eşim ve ben girdik, arkadaşlarımız hemen dışındaki kafede oturup bir şeyler içmek istediler. Tekrar onların yanına dönüp konuştuğumuzda birkaç saat ayrı gezme kararı aldık. Çünkü biz seyahatlerimizde tarihi-turistik yerleri gezmeyi seviyoruz, arkadaşlar yeme-içme ve alışverişten daha fazla zevk alıyorlar. Onların tarzı da gayet doğal, bizimki de. En iyisi ortak yapılacak aktivitelerde beraber olmak, geri kalan zamanda tercihlere göre ayrı ayrı davranmak. Biz de böyle yaptık, buluşma saatini ve yerini belirleyip ayrıldık. Bundan sonra attık kendimizi tekrar eski şehrin sokaklarına.


      
Plovdiv'in eski şehir kısmı çok iyi korunmuş. Osmanlı zamanında genelde zengin Ermeni ve Yahudi vatandaşlara ait olan konaklar bugün sanat galerisi, sanat okulları, müze ve atölyeler şeklinde düzenlenmiş. Her biri Osmanlı tarzının yanı sıra yerel özellikleri de barındırdığı için Plovdiv'e has bir mimari düzeni yansıtan evler gerçekten görülmeye değer.



   
   Atmosfer o kadar zaman dışı ve masalsı ki eski şehrin her yerinde ellerinde resim defterleriyle oturmuş, pür dikkat, etrafındaki güzellikleri kağıda aktaran sanat okulu öğrencilerine rastladık. Hava da o gün mükemmeldi. Belli ki öğrenciler ışığı kaçırmak istememişler. Bizim için onları izlemek keyifli oldu.
Antik tiyatoyu resimleyen bir öğrenci...
    
    Bahsettiğim konaklardan biri bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılmakta. 
Ziyaret ettik tabii ki. Eskiden Ermeni bir aileye ait olan bu konak, şehrin en büyük evi. 
1847 yılında Argir Kuyumdzhioglu tarafından yaptırılmış.
   Bahçesindeki modern heykellerle, koleksiyonundaki şehrin geçmiş yaşantısına ait giysiler, tarım aletleri, günlük yaşam malzemeleriyle keyifli bir müze Etnografya Müzesi. Ve dışarıdan beğeniyle izlediğimiz Plovdiv evlerinin içini de tanımak açısından güzel bir örnek.



    

     
    Etnografya Müzesi'ni gezdikten yolumuzun üzerindeki Constantin ve Helena Kilisesi'ne uğradık. 4.yüzyıla tarihlenen, Bizans zamanından kalma bu yapı
Plovdiv'in en eski kilisesi.   


   
    Eski şehirde Roma, Bizans, Osmanlı eserleri iç içe. İşte yine bir Bizans kilisesi... Sveti Bogoroditsa...


    Zaman daralmaya başladı, arkadaşlarla buluşacağımız saat yaklaştı. Yavaş yavaş, hediyelik eşya dükkanlarına da göz atarak şehir merkezine doğru inmeye başladık. 
Bir gün önce arabayla geçerken gördüğüm bir sokağı aramaya başladık ısrarla. 
Çünkü o sokaktaki duvar resimlerine bayılmıştım. Nitekim bulduk da... 
Birkaç fotoğraf almak farz oldu tabii.




    Şehirde ara ara başarılı duvar resimlerine rastlanıyor ama ben en çok bu sokağı sevdim.



    
    Şehir merkezine ulaşınca ilk durağımız yine Roma zamanından kalma antik forum oldu. Cumayata Meydanı'ndaki bu eser, 2.yüzyılda, bu kez İmparator Hadrian tarafından yaptırılmış.

   
    Çeşitli spor müsabakalarının düzenlendiği stadyum 30.000 seyirci kapasiteliymiş. Bugün ufak bir kısmı ayakta. Bu kısmı koruma düzeni, üzerindeki meydanın görüntüsüyle stadyumun görüntüsünü -bir anlamda geçmişle geleceğin görüntüsünü- birleştiren enteresan bir hava yaratmakta.


    
    Stadyumun bulunduğu Cumayata Meydanı'na ismini veren cami, bu antik yapının hemen yanı başında. 14.yüzyılda Sultan I.Murad tarafından yaptırılan ibadethane, 
erken dönem Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden biri ve Balkanlar'daki en eski cami konumunda. 



    Cumayata Meydanı'ndaki turumuzu hızlıca tamamladıktan sonra Plovdiv'in bir başka hareketli bölgesi olan Knyaz Aleksander caddesinde aldık soluğu. Hem caddede boydan boya sıralanan fotoğraf sergisine göz attık, hem de birbirinden renkli mağazalara... Bir çanta mağazasının önünden geçerken sevimli çantalar ve uygun fiyatları dikkatimi çekti. Bir tanesini alıverdim:) Ama ciddi uygundu çanta fiyatları. 

    Vakit geldi çattı, arkadaşlarımızla buluştuk. İstanbul'a doğru yola çıkmadan önce mideleri doyurmak lazım. Yine tesadüfen gördüğümüz bir restorana girdik. Büyük bir alışveriş merkezi olan Mall Plovdiv'in tam karşısında yine çardaklı, bahçeli şekilde düzenlenmiş bir balık restoranıydı burası. Balıklar Yunanistan'dan geliyormuş. 
Fiyatlar uygun, balıklar lezzetliydi.
    En son bir de Mall Plovdiv'e hızlıca göz gezdirdikten sonra dönüş yoluna koyulduk. Bu kez sınırda çok fazla beklemedik. Bıraktığımızda yağmurluydu ama güzel bir havada döndük ülkemize.

    Plovdiv'de geçirdiğimiz hafta sonundan çok keyif aldım. Şimdiki ismi Plovdiv olduğu için bu ismi kullanmayı tercih ettim ama isteyen Osmanlı dönemindeki ismini yani Filibe'yi de kullanabilir. Çok daha gerilere gitmek isteyenler Philippopolis de diyebilirler:) Yani Filip'in Şehri... 2.Filip, oğlu Büyük İskender'in imparatorluğunun temellerini atan Makedonya kralı. Şehri M.Ö 342 yılında alınca, çevresini kale duvarlarıyla çevirmiş ve ismini "Filip'in Şehri" koymuş. Filip'in Şehri, 1361'de 
Osmanlı zamanında Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa tarafından alınınca bu kez "Filibe" olmuş. Bulgaristan bağımsızlığını kazanınca da Plovdiv'de karar kılınmış. 

    Küçük ama tarihle dopdolu olan bu şehrin bir de Bizans geçmişi var. Eski şehirdeki bir kaç Bizans kilisesini gezebildik ancak şehir dışındakileri görmeye zamanımız yetmedi. Örneğin Bachkovo Manastırı'nda aklım kaldı. 

    Plovdiv tam anlamıyla gönlümü fethetti. Tekrar ziyaret etmeyi çok istiyorum. 
Bu sefer göremediğim tarihi yapıları, aradığım ama kaçırdığım sokak heykellerini, varlığını sonradan öğrendiğim kafeleri, vakitsizlikten giremediğim galerileri tek tek görmek, gezmek istiyorum. Zamana meydan okumuş etkileyici evlerin bulunduğu sokaklarda yürümek istiyorum tekrar. İlgilenenlere de tavsiye ederim. Tarih ve sanat arayanlar sevecekler bu şehri, eğlence arayanlar da sevecekler, tezat gibi görünse de sakinlik arayanlar da sevecekler. Çok yakınımızda olması, uygun fiyatlı bir şehir olması da cabası. Bir gece için, şehir merkezine çok yakın ve temiz bir otelde, iki kişi, kahvaltı dahil (kahvaltı zayıf olsa da bence yeterli) 54 lira ödediğimizi belirtmek isterim. 
Biz otomobille gittik ancak 60-70 lira gibi fiyatlarla otobüs ve tren yolculuğu da yapılabiliyormuş. Daha ne olsun? :) 

    Benden tavsiyeler bu kadar. Şimdi birkaç ilave fotoğrafla bu güzel şehre veda zamanı...




Bir güzel sanatlar okulunun bahçesinden


   
Şehir merkezindeki antik kalıntılardan:Odeon



   

 






15 yorum:

  1. Çok beğendim, tam bize göreymiş. Üstelik yakın. Yalnız 3 saat bekleme süresi beni gerer:)) Çıkışta beklememeniz ise ilginç, genelde çıkışta daha uzun bir sıra oluyor. Çünkü bizim polisler didik didik arıyor arabaları. Geçen en son çocuklar gitti Bulgaristan`a. Bir dolu otobüs çocuk, bagajlar tek tek açılmış, otobüs içindeki sırt çantaları vs. dahil. Saatlerce beklediler anlayacağın.
    Neyse, bu şehir güzelmiş gerçekten. Bulgaristan ucuz bir de. Notumu aldım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aaa! Bilmem. Dönüşte o kadar aramadılar:)
      Gidin gidin, sen beğenirsin bence.

      Sil
  2. Sezercim.. hemen yakınımızdaki, Plovdiv meğer ne güzelmiş..tarih-sanat içiçe..tam bizlik:) harika bir gezi olmuş..notlarıma aldım..bakalım gidebilir miyiz!. şu aralar pek yerimizden kıpırdayamıyoruz...ama sayende gezmiş kadar da oldum..teşekkürler, güzel bir hafta dilerim..sevgilerle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu aralar ben de kımıldayamıyorum Esincim. Aklınızda bulunsun bence de.
      Plovdiv 2018'de Kültür Başkenti olacakmış. Onu unutmuşum. Sanat deyince şimdi aklıma geldi:) Dur onu da ekleyeyim yazıya:)
      Ben teşekkür ederim. İyi haftalar sana da.

      Sil
  3. Doğrusu hem gezinizden hem de şehirden çok etkilendim. Ne zamandır Bulgaristan aklımda ama Sofya ve Varna'nın yanında Filibe'nin de mutlaka listeye alınması gerekiyormuş. 1977'de bir kez Almanya'ya karayolu ile giderken yollarını ve sofya'yı hayal meyal hatırladığım bu ülkeye öncelik vermek gerek galiba. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de çok etkilendim Bilgehan Bey. Kesinlikle tekrar gitmek istiyoruz. Sofya'yı da görmek istiyoruz, oraya gitmedik daha önce. Kısmet:)
      Sevgiler...

      Sil
  4. Halı çok ilginç geldi. Deseni hiç yok, gibi. Bir de gerçekten ucuz olması pasaportu olanlar için çok iyi. ")

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Etnografya Müzesi'ndeki halı mı? Dönüp tekrar baktım, dikkatimi çekmemiş:)

      Sil
  5. Bu güzel tanıtım gitmeye gerek kalmayacak kadar detaylı diye düşünmek istesem de olmadı.
    Rehberliğiniz ve yakın olması ağır bastı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir hava yolu şirketinin reklamı var ya hani: Görürsün, duyarsın ama kokusunu alamazsın:)
      Umarım giderseniz benim kadar beğenirsiniz.Teşekkür ediyorum.

      Sil
  6. Vay arkadaş hep uçakta okurdum Plovdiv Plovdiv bana göre Filibe :) sayenizde gördük

    YanıtlaSil
  7. Merhabalar,
    Graffitilerin olduğu sokağın ismini anımsıyor musunuz acaba :) Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki sokağın adına dikkat etmedim:( Tesadüfen bulmuştuk. Aslında not almak gerekiyordu. Cuma Camii'nin olduğu caddenin arkada tarafındaydı yanlış hatırlamıyorsam. Camiye yakın olması lazım yani.

      Sil

Yorumu olan?