7 Ocak 2015 Çarşamba

SALMYDESSOS'TAN KIYIKÖY'E...

    Dışarıda kar, kış, kıyamet... Hava buz gibi. Geçmiş yazı düşündüm. Henüz anlatamadığım, gidip görüp paylaşamadığım yerler vardı o günlerden. Birini çekip çıkardım güneşli zamanların içinden. Vakit bu vakittir dedim ve Kıyıköy'ü anlatmak istedim. Sıcak görüntülerle ısınalım mı biraz?
    Geçtiğimiz Temmuz ayında ziyaret ettik Kırklareli'nin Vize ilçesine bağlı Kıyıköy'ü. İstanbul'a yakın olup denize girebileceğimiz bir yer araştırırken karar verdim Kıyıköy'e doğru uzanmaya. Günübirlik bir gezi olacaktı. Eşimin izni henüz bitmemişti. O yüzden hafta içi yola çıktık. Bilinçli bir tercihti çünkü hafta sonu kalabalık olacağını tahmin etmek zor değil. Biraz fazla sakinlik dilemiş olmalıyız ki neredeyse bomboş bir kasaba karşıladı bizi ve tüm gün böyle devam etti. Zira biz sabah yola çıktıktan sonra müthiş bir yağmur başlamıştı. Yağmur yol boyu bize eşlik etti, Kıyıköy'e vardıktan bir süre sonra durdu. Bu yüzden sahiller bomboştu. Açıkçası iyi de oldu. 
    Öğleden önce çıktık yola. Biz Beylikdüzü'nden yola çıktığımız için Kıyıköy'e varmamız 2 saat bile sürmedi. Yağmurun eşliğiyle birlikte Tekirdağ'ın Çerkezköy ilçesinden geçtikten sonra Saray'a vardık. Saray'dan Kıyıköy'e giden yola saptık ve yaklaşık 30 km. daha yol gittikten sonra Kıyıköy'deydik. Önce balıkçılarıyla meşhur kasabanın deniz ürünlerinden tatmak istedik. Karadeniz'in nefis manzarasına hakim bir balıkçı lokantasında midemizi balığa, gözlerimizi maviye doyurduk.




    
    Bizden başka kimsecikler yoktu lokantada. Sakin, şehir gürültüsünden uzak, hafifleyen yağmurun yumuşacık şıpırtısı eşliğinde yediğimiz yemek, kesinlikle 
"Kişisel Tarihimin En Keyifli Yemekleri - Top 10" listemde yerini aldı:)



    Kıyıköy'e özellikle balık yemek için gelenler çok. Mevsimine göre Karadeniz'in leziz balıklarının yanı sıra, tatlı su balıkları da yer alıyor menüde. Bir de üstüne şöyle bir yanık helva getiriyorlar ki şahane... Ağır olacağını düşünmüştüm ama hiç de öyle çıkmadı. Enfesti.
   
    Balıklarımızı yerken yağmur dindi. Biraz etrafı keşfedelim istedik. Deniz işi o gün yatacak gibiydi. Yine de önce bir sahile doğru indik. Belediye Plajına göz attık önce. Şezlonglar toplanmış, etraf ıssız. Arada bir çevredeki pansiyonlarda kalanlar gelip denize bakıp dönüyorlardı. Yağmur sonrasının enfes havasında yürüyüş yaptık kıyı boyunca.
    
    Burası Karadeniz kıyısı. Yani yüzme bilmeyenler için -hatta bilenler için bile- tehlikeli olabilir. O yüzden ara ara uyarı tabelaları mevcut. Fakat plaj şahane değil mi?

    Kıyıköy Trakya'nın Karadeniz kıyısında yer alıyor dedik. Tam bir doğa harikası. 
İki adet dere bu güzel kasabayı çevreledikten sonra Karadeniz'e dökülüyor. Kazandere ve Pabuçdere... Bu yüzden sadece denizde değil dere kıyısında da lokantalar, kamp yerleri mevcut. Pabuçdere üzerinde sandalla gezinti yapabiliyorsun örneğin. 
Gitmeden önce ben de çok istemiştim ama sandallar yağmurdan dolayı ıslak olduğu için ve ortalıkta kimseler görünmediği için bu hevesimi bir başka ziyarete sakladım.






    Biz etrafı keşfederken güneş iyice yüzünü gösterip ısıtmaya başlamıştı. Özellikle ben denize girmek amacıyla buraya geldiğim için ve kafama koyduğumu da yapmazsam çatlayacağım için bizimkileri tekrar deniz kıyısına götürdüm. Eşim ve oğlum deniz fikrinden çoktan vazgeçmişlerdi. Tabii bu beni hiç ilgilendirmezdi:) Ben o gün denize girecektim:) Fakat kimsecikler girmezken Karadeniz kıyısında yüzmeye cesaret edemedim. Yüzme bilmeyenlerin ve çocukların tercih ettiğini gördüğüm, deniz ile derenin birleştiği sığ bölgede girdim denize. Sıcacıktı, pırıl pırıldı. Yağmurun dindiğini görüp denize koşan çoluk çocukla birlikte yüzdüm bir süre:)
Buradan denize girdim:)
    
    Denizden hevesimi aldıktan sonra biraz da tarihe yolculuk yapalım dedik. Yakınlarda olduğunu bildiğim Aya Nikola manastırını bulduk. Bölgenin Bizans döneminden kalan, Aziz Nikolaos'a adanmış manastır günümüzde oldukça viran bir halde. İlgili kasabalıların temizlemesiyle biraz toparlamış olduğu söyleniyor ancak bakım görmesi şart. Kültürel miras olarak değerli olmasının yanı sıra, Kıyıköy'e gelenlerin genellikle ziyaret ettiği turistik bir simge ayn zamanda. Tenha bir gün olmasına rağmen, biz oradayken birkaç aile daha geldi manastırı görmeye. 


İyi İngilizce bileni bulup yazdırmak bu kadar zor mu bu memlekette?




    
    Kıyıköy, bir zamanlar Roma ve Bizans krallarının, prenslerinin sayfiye yeri olması nedeniyle önemli. Manastır 6.yy.'da Justinyanus zamanında yapılmış. Kalıntıları bulunan surlar ve kasabaya girişi sağlayan 2 adet kapı da yine aynı imparatorun zamanından kalma Bizans eserleri. Bir zamanlar manastırda bulunan eşyalar 
Osmanlı-Rus ve Balkan savaşları sırasında Rusya'ya ve Bulgaristan'a kaçırılmış. 

    Kıyıköy'ün bilinen en eski adı Salmydessos imiş. Tarih boyunca Traklar'a, Persler'e, İskitler'e Medler'e, Ceneviz kolonilerine, Roma'ya ve Bizans'a ev sahipliği yapmış.
Bir önceki adı Midye'dir (Yunan mitolojisindeki Media'dan geliyor diye biliyorum) ki biz bu adı tarih derslerinden hatırlarız. Birinci Balkan Savaşı'ndan sonra yapılan Londra Antlaşması'nda Bulgaristan ile sınırımız olmuştur Midye-Enez hattı. Mübadele sonrasında Midye'ye denizciliği iyi bilen Selanik göçmenleri yerleştirilmiştir. 
Kıyıköy adını Adnan Menderes'in verdiği söylenmektedir. 


    Böylesine ilginç bir yer Kıyıköy. Deniziyle, ormanıyla, akarsularıyla doğa tutkunlarını kendine çeken, İstanbul'a yakın olmasının avantajını değerlendirmemiz gereken şirin bir sahil kasabası. Fotoğraf tutkunlarının da uğrak yeri olduğu söylenmekte ki o gün özellikle fotoğraf çekmeye gelen bir çifte rastladık biz de. Çadır ve karavan turizmi de oldukça gelişmiş. Kendi çadırını alıp gidenler ya da çadır kiralayanlar oldukça fazla. Gençlik kamplarına da rastladık gezimiz sırasında. Motor gurupları da eksik değil. 
Bu gruplar özellikle Selvez, Poliçe, Panayır İskelesi gibi koyları tercih ediyorlarmış. 
Adı geçen koyları da merak etmekteyim. Önümüzdeki bahar ve yaz aylarında görebilmeyi umuyorum. Okuduğum kadarıyla hafta sonları çok kalabalık oluyormuş. Günübirlik gelenlerin haricinde konaklamayı tercih edenlerin çoğalmasından dolayı son yıllarda pansiyon ve moteller artmış Kıyıköy'de.


    Sakin zamanlarında tekrar görmeyi istediğim bir yer oldu artık Kıyıköy. Aklımda kalanlar da oldu ama ilk kez gitmemize rağmen epeyi şey yaptık o gün aslında. 
En son akşam üstü eve dönmeden önce kasaba meydanındaki Atatürk Çay Bahçesi'nde bir şeyler içtik. Benim için eskilerde, anılarda, romanlarda, öykülerde kalmış bir havası vardı çay bahçesinin. Orada olmak da ayrı bir keyifti. 

    Kıyıköy'ü bilenler, müdavimi olanlar çoktur elbet. Biz biraz geç keşfetmiş olabiliriz. Umarım doğal dokusunu, sakinliğini, lezzetlerini kaybetmez. Bence bu yazıyı kıymet bilecekler okusun, kıymet bilecekler gitsin görsün Kıyıköy'ü. 



    

1 yorum:

Yorumu olan?