31 Aralık 2013 Salı

MUTLU YILLAAAAAR!!!


           

          2014 tüm sevdiklerime, iyi yürekli ve dürüst herkese güzelliklerle gelsin!                            Paket bu gece açılıyor, siz ne isterseniz o çıksın içinden:) 
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN!









25 Aralık 2013 Çarşamba

BİR OYUN... BİR FİLM...


    Geçtiğimiz hafta sonu bir tiyatro oyunu, bir sinema filmi izleme fırsatı buldum. 
    Cumartesi günü, Ürgüp'te yaşayan ve İstanbul'a ziyarete gelen arkadaşımla buluştuk, önce güzel bir yemek yedik ve arkasından Moda Sahnesi'nde                 "Bütün Çılgınlar Sever Beni" isimli oyunu izledik. Arkadaşım, büyük şehir etkinliklerinden uzak olduğu için, İstanbul'a geldiğinde zamanının yettiğince sinema, konser, tiyatro vs. ziyaretlerinde bulunmayı tercih ediyor. Bu kez de öyle oldu ve hem güzel bir oyun izlemiş olduk, hem de birbirimizle hasret giderdik. 
    Bütün Çılgınlar Sever Beni, Stefan Tsanev'in yazdığı, Kemal Aydoğan'ın yönettiği tek perdelik bir komedi. Oyuncular Mert Fırat, Aslı Tandoğan ve Volkan Yosunlu... Evlilik, aldatma, şüphe, kadın-erkek ilişkileri, dostluk üzerine kurulu bir oyun.   
  Kısaca bahsedecek olursak: Güzel ve narin arp sanatçısı Maria ile evli olan Yosif, karısının onu aldattığından şüphelenmektedir. Aslında bu konuda elinde ipucu yoktur ama Yosif kimsenin kusursuz olmayacağına inanmaktadır. Karısının kendisini aldatıp aldatmayacağını öğrenmek için eski dostu Angel'dan yardım ister. Angel, Maria ve Yosif'i tanıştıran kişidir. Yosif'in tam tersine son derece naif, romantik ve iyi niyetli bir insandır. Yosif'in ısrarları sonucu Maria'yı ayartmayı kabul eder. Sonrasını anlatmayayım. Devamı Moda Sahnesi'nde efendim... 
    Aslında benim tiyatroyla pek aram yoktur. Büyük ustaları seyretmeyi severim muhakkak. Ama onun dışında özellikle aramam. Fakat neden? Bunun niye böyle olduğunu düşündüm ve buldum:) Ben tiyatro oyunlarında geriliyorum. Çok etkileyici değilse kendimi oyuna veremiyorum çünkü sahneye ben çıkmışım gibi heyecanlanıyorum. Bunu ilk defa burada itiraf edeceğim, oyuncular repliklerini unuturlarsa, ya da başka aksilikler olursa diye onların yerine ben heyecanlanıyorum:) Vallahi de billahi de böyle hissediyorum. Çok saçma değil mi? Sanırım empati yeteneğim haddinden fazla gelişmiş:) Normal bir durum değil yani. Tiyatroda diken üzerinde oturuyorum, sinemadaki gibi koltuğa yayılıp keyip çatamıyorum. Bir de şunu anladım, fonda müzik olmamasından ya da az olmasından hoşlanmıyorum. Görüntülere müzik eşlik etmeli gibi geliyor bana. Tuhaf bir durum yani. Hal böyle olunca tiyatro konusunda zevkine güvenilmez bir insan olabilirim demeye getiriyorum. Tiyatro kritiği yaptığımda okuyun ama çok ciddiye almayın beni:) Aslında seyretmesem bile tüm oyunları takip ederim, nerede ne var bilirim, kim oynuyor bilirim, kim yazmış bilirim, beğeneceğimi düşündüğüme ya da Orhun'un görmesini istediklerime gitmeye çalışırım. Bazen de böyle arkadaş teklifiyle giderim ama onun dışında sıkı bir tiyatro izleyicisi değilim. Bana oyun beğendirmek zordur ama bu tamamen benim gıcıklığımdan kaynaklanıyor, kabul ediyorum. Örneğin ben bu oyuna 10 üzerinden 7 veriyorum ama o gün salondakiler 10 üzerinden 9 verdiler bence:) Anlatabiliyor muyum? :) 
    Biraz kafa karıştırmış olabilirim, oyunculara değinip bağlayayım ben en iyisi. Öncelikle Mert Fırat'ı seyretmek çok keyifliydi. Genelde duygusal rollerle tanıdığımız Mert Fırat komediye de çok yakışıyormuş. Tiplemesi şahaneydi. Çok enerjikti, oyunu alıp götüren isimdi. Volkan Yosunlu'yu ilk defa seyrettim. Herkes Mert Fırat'tan bahsediyor ama Volkan Yosunlu da "saf, romantik, naif mimar Angel" rolünde çok iyiydi. Aslı Tandoğan ise biraz daha anlaşılır olmalı diye düşünüyorum. Şahsıma dair derin analizlere girerek konuyu dağıtmış olsam da, tavsiye edebileceğim bir oyun. Keyifli, eğlenceli.


Kadıköy Moda Sahnesi'ne gelecek olursak... İlk defa gittim. Malum ben Beylikdüzü'nde yaşıyorum.         Arada epeyi bir mesafe var ama ilgimi çeken oyunlar olduğunda tekrar giderim. Eski Moda Sineması'nın yerine yapılmış. 3 salondan oluşan küçük, sıcak bir kültür merkezi. Cıvıl cıvıl Bahariye Caddesi'nde yer alıyor. Bulunduğu pasajın girişinde sahaf bile var. Bilet fiyatları uygun. (Yalnız, koltuk yerine sandalyelerin olması pek hoşuma gitmedi. Üzgünüm ama rahat değildi. Oyunlar ve filmler iyi olduğu sürece katlanılabilir bir durum tabii bu).                 Moda Sahnesi'ne hayırlı, uğurlu etkinlikler diliyorum.




    Pazar günü de Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları'nı seyrettim. Hobbit Hobbit'tir, tavsiye edecek halim yok:) Fakat belirtmek istediğim şeyler var. Geçen sene Hobbit 1'de uyuduğumu yazmış ve hafif de olsa tepki almıştım:) (Burada). Bu sefer uyumadım dostlar! Bu sefer beğendim. Cin gibi gözlerim açık seyrettim:) Ama kabul edin Hobbitseverler, bu film kesinlikle ilkinden daha iyiydi. Tamam geçen sefer sinemaya zaten uykulu gitmiştim ve 3 boyutlu seyretmemiştik ama yine de birincisi yavandı, çocuk masalı gibi bir şeydi. Hobbit 2 kesinlikle daha hareketli. Bir de LG 3D IMAX zamazingosuyla seyredince filmin büyüsüne kapılmamak elde değil.                         Daha doğrusu görüntülere kapılmamak elde değil. Tamamen görsellik üzerine kurulu bir film. Universal Stüdyoları eğlence parkındaki oyunları hatırlattı. Tamamen karanlık olsa, diğer seyircileri görmesen, koltuklar hareketli olsa, sağdan soldan dumanlar sular vs. gelse, al sana Universal eğlence parkı... Sevenleri zaten kaçırmazlar da, gündemden uzaklaşmak, farklı dünyalara dalmak isteyenler de muhakkak görsün derim ben. 

NOT: Hobbit'ler başımızın tacı ama Elfler de çok karizmatikler yahu:) Evangeline Lilly şahane bir elf olmuş. Belirtmeden geçemeyeceğim.









22 Aralık 2013 Pazar

"MİRO İSTANBUL'DA" DEDİK AMA...



    Efendim geçtiğimiz günlerde "Miro İstanbul'da" demiştim ve gezdiğim sergiyi bir güzel anlatıp, tavsiye etmiştim ya hani? (Burada) İşte onu unutun. Zira sergi iptal edildi. Ben ne gezmiş olayım, ne de tavsiye etmiş olayım en iyisi. Madem tavsiye ettik, serginin iptalini de duyurmak zorundayım. Gerçi duymayan kalmamıştır sanırım çünkü olay basında epeyi yer aldı.
    Peki sergi niye kapandı? 
    Merkezi Barcelona'da bulunan Miro Vakfı, 20 Kasım tarihinden beri Tophane-i Amire'de devam eden sergide yer alan birçok eserin sahte olabileceği bilgisini, sergiyi düzenleyen KÜLT Organizasyon'a ve MSGSÜ Rektörü'ne bir mektupla bildirmiş. Çünkü eserlerin sahte olduğu bir şekilde fark edilmiş ve vakıfa iletilmiş. Önümüzdeki günlerde, sergideki eserler konusunda  vakıf tarafından değerlendirme yapılacakmış. Koleksiyonun sahibi ARETE Sanat Galerisi olanları kabul etmiyor tabii ki ve vakıftan sahteciliği belgelemesini istiyor. Kısacası geçmiş olsun! 
    Yahu nasıl oluyor bu işler anlamıyorum. Sahteler ne ara karışıyor? Neden karışıyor? Sergiler hangi ciddiyetle düzenleniyor? Sahtecilik varsa zaten kötü ama öyle bir durum yoksa, olmayan bir durum yüzünden karalama yapmak kolay mı?Yemin ediyorum dünyanın çivisi çıktı. Ülkenin çivisi zaten çıkmıştı. 
    Sergiyi anlattığım yazıda Miro'dan bahsederken "... 80'li yaşlarında ise bazı tuvallerini yakmış ve 'Onları sanatsal ve profesyonel sebeplerle yaktım. Ortaya çıkan malzeme çok güzeldi. Aynı zamanda tuvallerimin servet değerinde olduğunu söyleyen insanlar için yaktım. Üzgünüm ama insanlar tuvalleri değil dolarları görüyorlar' demişti" şeklinde bir aktarma yapmıştım ya hani? Haklıymış Miro... Vallahi haklıymış...



20 Aralık 2013 Cuma

BUGÜNLERDE...


    Yaklaşık 1,5 ay süren sıkıntılı, ağır bir dönemin ardından anneannemi kaybettik. İkiyüzlü olmayacağım, yakın bir anneanne-torun ilişkimiz yoktu. Olmasını çok isterdim, hep eksikliğini çektim ve bunu artık bir yetişkin olduğumda belirtmekten kaçınmadım. Olabilir... Hayat... Şartlar... İnsan yapısı, huyu suyu... Fakat her şeye rağmen anneannemin ölümüne çok üzüldüm. Tahminimden fazla üzüldüm. Ama içim rahat. Son yıllarda ve son günlerde yaşlılığın getirdiği eksileri azaltmak için elimden geleni yaptım. O da farkındaydı ve bunu da belirtti.
   1,5 aydır ağır hastaydı anneannem. Sonucun ne olacağını bildiğimiz ancak yine de hayal edemediğimiz, şaşkın günler yaşadık ailesi olarak. Bilen bilir böylesi dönemi. Ortama nasıl ölüm havasının sindiğini, belirsizliğin hakim olduğu günlerin arka arkaya geldiğini, sıkıntısına şahit olduğun insanın rahata kavuşmasını isterken aslında o sıkıntının ancak bir yolla yok olabileceği ve o yolun seni üzeceğini... Bilen bilir. Ve herkes muhakkak yaşar. Bu süre içerisinde kısa vadeli planlar yapamadım, ufak tefek sosyal faaliyetlerde bulundum ama keyfine varamadım, kulağım telefondaydı, yediğimden içtiğimden bir şey anlamadım, iç sıkıntısıyla dolandım durdum. Ara ara anneanneme uğradım, moral vermeye çalıştım. Neticede... Her şey bitti. Ailemiz adına bir dönem bitti. 
    Cenazeye Bodrum'dan gelen kuzenim, yanında 3,5 aylık bebeğini de getirdi. Pazartesi gününden beri buradalar. O küçücük şey ortamın hüznünü dağıtma rolünü üstlendi bilmeden. 2013 yılında aile büyüğümüzü kaybettik diye düşünürken, bebeğimizin de bu yıl doğduğu geldi aklıma. Hayat devam edecek. Yine eksileriyle, artılarıyla, üzüntüsüyle, sevinciyle bizi şaşırtacak. Bu yıl işte tam böyle bir yıl oldu bizim için. Bunları her kayıbın ardından gelen o tuhaf duygularla yazıyorum. Sosyal medyayı eğlence için kullanırım genelde. Fazla dökülmem, kimseyi sıkmak istemem. Bu sefer böyle olsun. Birkaç güne toparlıyorum...





 

12 Aralık 2013 Perşembe

MİRO İSTANBUL'DA...


    20.yy'ın önemli sanatçılarından Miro, baskı resimleriyle 19 Ocak 2014 tarihine kadar MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde bizlerle olacak. Önceki gün, İstanbul'a yılın ilk karı yağarken ziyaret ettim. Dışarıda buz gibi bir hava varken Tophane-i Amire'nin etkileyici atmosferi içerisinde renk renk Miro eserlerine dalıp gitmek keyifliydi doğrusu.


    1893 Barselona doğumlu Miro, 20.yy'ın en önemli sanatçılarından biri. Gençliğinde ailesinin baskısıyla sanat eğitimini bırakıp memur olarak çalışmak zorunda kaldığında, sinir krizleri geçirip bunalıma girecek kadar tutkulu bir sanatçı. Neyse ki bu olaydan sonra ailesinin desteğini alıp tamamen resme odaklanabilmiş. Sadece resim mi? Hayır. Aynı zamanda heykel, seramik, tahta oymacılığıyla da uğraşmış. Edebiyata ve şiire de oldukça düşkün. Miro'yu sanatsal açıdan en çok besleyen şeylerden biri de şiir. Ki Tophane-i Amire'deki sergide, şiirin sanatçının eserleri üzerindeki etkisinin sıklıkla vurgulandığını göreceksiniz.



    20'li yılların sonuna doğru kışları Paris'te, yaz aylarını Katalonya'da geçiren Miro, 20.yy.'ın canlı sanat ortamında Empresyonizm, Kübizm, Fovizm gibi akımlardan etkilense de zaman içerisinde kendine özgü neşeli, çocuksu, renkli işaret ve sembollerden oluşan tarzını yarattı. Ona göre resim "mağara adamlarının çizimlerinden beri çöküş içinde" idi. Bu yüzden saf, içten, çocuksu, aynı zamanda büyülü eserler üretti. Her ne kadar "Geceleri hiç düş görmem. Ama atölyeme girmeyivereyim hemen dalarım düşlere" dese de kendini sürrealist ressamlar arasında görmeyen Miro, aslında tüm sanat akımlarına karşı mesafeliydi. 




    "Kararlı olduğum şey, resim sanatında yıkıcı olmak. Beni asıl ilgilendiren işin ruhu. Herhangi bir okul ya da sanatçıyla ilgili değilim. Kolektif bir bilinçaltından fışkıran anonim bir sanat ilgilendiriyor beni. Bir sokakta yürür gibi resim yapıyorum. Bir tuvalin karşısında dikildiğimde ne olacağını asla bilmiyorum, ortaya çıkan şeye benden daha çok kimse şaşıramaz".


    Tüm dünyada eserleri sergilendi. 20.yy. sanatına damgasını vurdu. Eserleri ülkemize kadar geldi. Fakat o, bu ünden hiç hoşlanmadı. Bir zamanlar maddi sıkıntı içerisinde çok az yemek yiyebildiği için açlık çektiği günlerde daha mutluydu. Çünkü açlık onun sanatını besliyordu. 20'li yılları anlatırken "Bütün gün hiçbir şey yemeden eve gelir ve duygularımı kağıda aktarırdım" demişti. Açlık, şiirler yazmasına sebep olmuş, resimlerini etkilemişti. 80'li yaşlarında ise bazı tuvallerini yakmış ve "Onları sanatsal ve profesyonel sebeplerle yaktım. Ortaya çıkan malzeme çok güzeldi. Aynı zamanda tuvallerimin servet değerinde olduğunu söyleyen insanlar için yaktım. Üzgünüm ama insanlar tuvalleri değil, dolarları görüyorlar" demişti. 



    İşte bu ilginç sanatçının baskı resimleri, görmek isteyenler için İstanbul'da. Özellikle "baskı resimler" diye belirtiyorum. Tuvaller yok, sonra hayal kırıklığı olmasın:) Çocuklar için atölye çalışmalarına özellikle önem verilmiş. Birçok okul sergiyi ziyaret etti bile. Bu anlamda, küçük çocukları olanlar için sergiyi özellikle tavsiye ederim. 

    19 Ocak'a kadar Miro sizleri bekliyor efendim.



NOT: Bu yazıyı ilk defa okuyanlar için serginin iptal edildiğini bildirmek isterim . Ayrıntılar burada: "Miro İstanbul'da Dedik Ama...





3 Aralık 2013 Salı

LİNCOLN... GAYRİ RESMİ AMERİKAN TARİHİ...



   
    818 sayfalı Lincoln'ü yeni bitirdim. Uzun zamandır elimde sürükleniyordu. Okuduğum kitabın kalın olmasından asla şikayet etmem ama konunun ağırlığı  ve çevirinin iyi olmaması nedeniyle okudukça uzadı sanki. O kadar ki araya ufak tefek başka kitaplar kattım. Başladığım bir kitabı yarım bırakmak da adetim değildir, muhakkak bitirmem gerekir. 
    Velhasılıkelam... Lincoln'ün başkanlık sürecini ve Kuzey-Güney savaşı sırasındaki tutumunu uzun uzun anlatan yazar, özünde, Lincoln'ün Amerikan birliğininin dağılmaması için -kendisinden beklenmeyecek bir şekilde- nasıl sessiz ve derinden çabaladığını, en nihayetinde bunu başardığını ve Kuzey- Güney ayrılığına son verdiğini, bugünkü Amerika'nın ona çok şey borçlu olduğunu, bu anlamda Washington'dan bile önemli bir başkan olduğunu amaaaa birkaç serseri yüzünden      b..k yoluna gittiğini anlatmak istemiş. 
Olay budur.
Bir de ufak bir hatırlatma: Bugün bile Lincoln'ün hayaletinin Beyaz Saray koridorlarında, odalarında gezdiği söylenir. 
Toprağın bol olsun Lincoln, bu aralar çok meşgul ettin beni:)


Hamiş: Fotoğrafta görüldüğü üzere yayınevinin ismi bile okunmuyor. Kapak basımı hatalı. Korsan kitaplara benziyor. Ama değil. D&R'dan ısmarladığım ciltsiz kitaplardan. İlk defa bu kadar kalitesiz geldi:( Normalde D&R internet satışından memnunum.