27 Ocak 2013 Pazar

KALDIRIM SERÇESİ... EDİTH PİAF...



    Aslında evde pek film izlemem ama geçtiğimiz cuma akşamı ev sakinken bu geleneği bozdum ve Kaldırım Serçesi'ni (La Vie En Rose) izledim. 


    
    Kaldırım Serçesi... Yani Edith Piaf... Gerçek adı Edith Giovanna Gassion. Paris doğumludur. Sokaklarda şarkı söyleyen annesinin Edith'e bakamadığını düşünen babası, küçük çocuğu alıp babaannesinin yanına götürür. Babaanne genelev işletmektedir. Edith burada mutlu olur çünkü genelevdeki kadınlar ve babaannesi ona çok iyi bakarlar. Küçük kız o yıllarda bir göz hastalığına yakalanır. Neyse ki 2-3 yıl boyunca görmeyen gözleri bir gün mucize eseri açılıverir. 
    7 yaşlarındayken kendisini almaya gelen babasıyla birlikte sokak şarkıcılığı günleri başlar. Baba akrobat. Sokaklarda gösteri yapmaktadır ama asıl alkışı alan o güzel sesiyle şarkılar söyleyen Edith olur her zaman. Peki neden okula gitmez Edith? Çünkü okullar onu kabul etmez. Çünkü o bir genelev işletmecisinin torunudur.



    Bir gün yine sokaklarda şarkı söylerken (artık babasından ayrılmış ve üvey kız kardeşiyle birlikte yaşamaya başlamıştır) kabare sahibi Louis Leplee tarafından keşfedilir ve sokaklardan sahnelere terfi eder. Fakat güzel günler çabuk biter ve bir gün Louis Leplee öldürülür. Şüpheliler arasında Edith de vardır. Polis tarafından sorgulanır. Dışlanır, zor günler geçirir. Bu arada babasının yanında yaşayan 2 yaşındaki kızı menenjit nedeniyle hayatını kaybeder. Çocuğunun cenazesini kaldıracak parayı zorlukla denkleştirir. Bir daha çocuğu olmaz.
    Tekrar yükselmesini sağlayan kişi Raymond Asso'dur.  "Edith" ismine "Piaf" soyadını eklerler, çok sıkı çalışırlar ve Edith Piaf profesyonel müzik hayatına geri döner. 
    2.Dünya Savaşı sırasında yükseliştedir Edith. Savaş filmlerinden çok iyi hatırladığımız "La Vie En Rose" dönemin simge şarkısı olur. Fransız askerleri de dinler onu, Alman askerleri de. Hitler'in elindeki Fransız askerlerinin kaçmasına bilmeden yardımcı olur. Moral vermek amacıyla esir Fransız askerlerini ziyaret etmesine izin verilir. O gün onunla resim çektiren askerler, o resimlerden kestikleri bölümlerle sahte kimlik kartı hazırlar ve kaçışı gerçekleştirirler. 


    
    Birçok erkek girer hayatına. Ama en önemlisi ve ona en büyük trajedilerden birini yaşatan, evli ve 3 çocuk babası, dünya şampiyonu boksör Marcel Cerdan olur. Edith çok sever onu. Kendisinin Amerika'da, Marcel'in Fransa'da olduğu bir sırada özlemle çağırır yanına. Marcel'in Amerika'ya gitmek için bindiği uçak düşer ve kazadan kurtulan olmaz. İçkiye alışık olan Edith, uyuşturucuya da sığınır bu olaydan sonra. Bir gün arkadaşlarını zorlayarak çıktığı bir araba yolculuğuyla bu kez kaza geçiren kendisi olur. Bu olaydan sonra ömür boyu yarı kambur bir şekilde yürüyecektir.


    
    Geçmişte olduğu kadar bugün de hayranlıkla dinlenen Piaf, 48 yaşında karaciğer kanserinden hayatını kaybeder. Son günlerinde yanında ona tutkuyla bağlı arkadaşları ve üvey kardeşi vardır. 
   Sesi çok büyük ama kendi küçücüktür Edith'in. Güzel olduğu da söylenemez. Sokaklarda büyümüştür o. Süse, gösterişe, paraya önem vermez. Siyah, sade elbiselerle çıkar sahneye. Tek süsü şarkı söylerken hislerine göre kendinden geçercesine hareket ettirdiği elleridir. 


   
    Yaşadığı hayat nedeniyle Katolik Kilisesi reddetmiştir Edith Piaf'ı. Bu yüzden cenaze törenini de yapmazlar. Kilisenin tavrına rağmen sanatçının tabutu mezarlığa götürülürken 40.000 kişi eşlik eder kendisine. Çünkü özel hayatıyla değil şarkılarıyla, sesiyle yer etmiştir dinleyenlerin gönüllerinde.
    (Sanatçının acılarla dolu ama aynı zamanda tam bir başarı öyküsü olan hayatı bana Frida Kahlo'yu hatırlatıyor. Her ikisi de kendilerini ömür boyu takip eden kazalara, hastalıklara, trajedilere rağmen sanatlarınn zirvesine ulaşmış iki güçlü kadın.)
    Edith  Piaf'ın hayatını merak edenler için 2007 yapımı La Vie En Rose - Kaldırım Serçesi'ni önerebilirim. Çok güzel bir film. Marion Cotillard şahane ki zaten bu rolüyle Oscar ödülünü kazanmıştı. Bir de üvey kardeşi Simone Berteaut'ye ait "Kaldırım Serçesi Edith Piaf " isimli kitap vardır ki o da güzeldir efendim.

    La Vie En Rose burada



24 Ocak 2013 Perşembe

ÜLKÜ ADATEPE KİMDİR?


    Dün akşam Star TV'deki Eyvah Düşüyorum'a takıldım. Eğlenceli bir yarışma programı. Özünde bilgi yarışması. Ama her bilgi yarışmasında olduğu gibi cahil cesaretine sahip şahısların katılması serbest tabii. Kimilerinin amacı kendini göstermek, kimilerinin amacı da -sadece şansına güvenerek- bir miktar para kazanabilmek. 
    Dün akşamki bölümde de böyle yarışmacılar vardı. Eğlenceli bir program izleyeyim derken sinirimi tepeme zıplattılar. Şu soruda aval aval bakakalan iki yarışmacı... "Geçtiğimiz ağustos ayında geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden, Atatürk'ün manevi kızı kimdir?" Soru bu. Kural gereği karşılarında cevabın bazı harfleri açık. İkisi de bakakaldılar. Hadi "Adatepe" soyadını bilmiyorlar diyelim. Ağızlarından bir "Ülkü" cevabı çıkamadı. Süre bitip de "Ülkü Adatepe" cevabı çıkınca bir tanesi (daha bilebilir görüneni) "hayatta çıkaramazmışım" dedi. 
    Şimdi bunun Atatürkçü olmakla hiç alakası yok. Bu duygularla yazmıyorum ben bunları. Türkiye vatandaşısınız. Yaşadığınız, dahil olduğunuz Cumhuriyeti kurmuş, Kurtuluş Savaşı'na liderlik etmiş, dünya tarihine mal olmuş bir insan gerçeği var. O yaşınıza kadar 23 Nisan'lardan birinde hiç mi görmediniz Atatük'ün yanındaki kız çocuğunu? Hiç mi merak etmediniz? Aileniz ya da okulunuz sizi hiç Kurtuluş Savaşı ya da Atatürk Müzeleri'nden birine götürmedi mi? Orada görmediniz mi o kız çocuğunu? Atatürk'ün çocuğu olup olmadığını merak etmediniz mi? Ben merak ediyorum hiç bir ders kitabında görmediniz mi beraber fotoğraflarını? Uzaydan mı geldiniz? Her şeyi geçtim, hepsini geçtim. Geçen Ağustos ayında gazete okudunuz mu hiç? Haberlere baktınız mı? Bakmış olsaydınız "Aaaa! Atatürk diye bir adam varmış, onun da evlat edindiği bir kız çocuğu varmış, trafik kazasına kurban gitmiş" der farkına varırdınız belki. Nerede yaşıyorsunuz anlamıyorum ki? Bilgi yarışmalarına katılacak öz güveni ve cesareti nereden buluyorsunuz? Hayat size güzel be! Gerçekten! En güzel kafa, sizin kafa! 


Bilmeyenlere benden küçük bir genel kültür kıyağı. İşte Atatürk ve Ülkü.
    
    Hani Atatürk'ün okul müfredatında fazlaca yer ettiğinden, milli bayram kutlamalarından, resmi dairelerde yer alan Atatürk fotoğraflarından, meydanlardaki heykellerden rahatsız olanlar var ya? Hani belli bir ideolojinin bu şekilde dayatıldığından rahatsız oluyorlar ya? Hiç rahatsız olmasınlar. Görüldüğü gibi olmayınca olmuyor işte. Herkesin kafası almıyor işte! 




19 Ocak 2013 Cumartesi

RESİM, ÇARPI İŞİ FALAN FİLAN...




   Galiba delirdim. Bir resim yapıyorum, bir çarpı işi:) İkisine kafayı taktım bu aralar. Resim kursum devam ediyor. Bugün mürekkep çalışması yaptık. Bu çıktı:)


   Resimden sıkılınca çarpı işi yapıyorum. Nam-ı diğer Cross Stitch:) Çekirdek yemek gibi, işledikçe işleyesi geliyor insanın:) Ben mesela şunu işledim. Kendime kitap ayracı yaptım.


   Yeni başladığım için ufaktan ufaktan çalışıyorum. Mutfak duvarı için şirin şirin şeyler yapıyorum örneğin. Onları irili ufaklı renkli çerçeveler içine koyacağım. Ve bitmiş halini duvara asınca göstereceğim. 

   Kitap ayracımı bugün kullanmaya başladım. Şu günlerde Stephan King'ten 22/11/63'ü okuyorum. Ve kaldığım yeri unutmamak için de... Bu güzelim ayracı kullanıyoruuuuum:)







17 Ocak 2013 Perşembe

VANESSA BELL... VİRGİNİA WOOLF... VANESSA ve VİRGİNİA.



    Biyografi okumayı severim. Bu yüzden ilgimi çekti bu kitap. Vanessa ve Virginia'dan bahsediyorum. Söz konusu Virginia, meşhur ingiliz yazar Virginia Woolf. Vanessa ise onun ressam kardeşi Vanessa Bell. Ben açıkçası iki sanatçının kardeş olduğunu bilmiyordum. Kaçırmışım. Ama iyi oldu,  bu kitap sayesinde öğrenmiş oldum. 

     
    Biri yazar, diğeri ressam iki kardeş. Virginia, Vanessa'nın bol çocuklu yaşamına imreniyor. Vanessa ise kardeşinin ününü, başarısını kıskanıyor hafiften. Vanessa dağınık, bohem bir hayat yaşıyor. Virginia daha düzenli. İkisinin de yaşamının şekillenmesinde anne ve babalarının, erkek kardeşleri Thoby'nin rolü büyük. Her ikisi de depresyona yatkın. Vanessa bir kez intihara kalkışıyor. Virginia bunun üzerine ondan söz alıyor bir daha bunu tekrarlamaması için. Ama en sonunda cebine taşlar doldurarak kendisini nehire atan Virginia oluyor. 

Vanessa ve Virginia... Virginia Woolf'un  bazı kitaplarının kapağını Vanessa resimlemiş.

   
    Kitabın yazarı Susan Sellers. Virginia Woolf araştırmacısı ve yazarın Cambridge University Press'teki kitaplarının editörü. Kurmaca bir eser hazırlamış ama tamamen biyografilerden ve araştırmalarından yararlanmış. İki kız kardeşin çocukluklarından başlayarak birbirleriyle olan ilişkilerini Vanessa tarafından Virginia'ya seslenir gibi anlatmış. Roman deniyor ama tam olarak roman tarzında olduğu söylenemez. Arka arkaya hatırlanan anılar şeklinde gelişen bir anlatım mevcut. Bu yüzden pek akıcı değil. Fakat her iki sanatçıyı ve içinde yaşadıkları dönemi anlamak açısından faydalı ve keyifli bir kitap. Ben beğendim, okumayı düşünenlere tavsiye edebilirim.

Vanessa Bell'in resimlerinden örnekler.





11 Ocak 2013 Cuma

TAMAMLAMAK... TAMAM OLMAK...






          Hayat, yarım bir fotoğraf gibi sunulmaz mı bize? 
          Ellerimizle tamamlamaya çalışmaz mıyız o fotoğrafı? 
          Bazen sabırla, bazen de üstünkörü çizmez miyiz? 
          Çizgi üstüne çizgi eklemez miyiz? 
          Dikkatle renklendirmez miyiz? 
          Maviler, sarılar, yeşiller, kırmızlar, pembeler katılmaz mı keyifle? 
          Siyahlar, kahverengiler, griler karışmaz mı bazen de hüzünle?
          Fotoğrafı tamamlamak için.. 
        "Tamam" olmak için değil midir bunca gayretimiz?







7 Ocak 2013 Pazartesi

ÇİZİYORUM...



    Uzun zamandır resim kursuna gitmek istiyordum. Nihayet bu sene planımı hayata geçirebildim. Niye bu kadar geç kaldım bilmiyorum. Çocukluğumdan beri kendi kendime çizer dururum. Örneğin okulda dersleri devamlı resim çizerek dinlediğimi hatırlıyorum. Şimdi aynı şeyi Orhun yapıyor. Fakat bizim zamanımızda genelde öğretmenler kızardı böyle bir eylemde bulunduğumuzda. Devir değişti. Şimdi öğretmenlerimiz veli toplantılarında Orhun için "derslerde bir şeyler çizmesine izin veriyorum çünkü o sırada dinlediğini anladım" diyorlar. En iyisini yapıyorlar.  
    Neyse... Yine nereden nereye geldim. Resim kursuna başladım demiştim. Arada aksamalar olsa da haftada 1 gün kursa gidiyorum. Henüz kara kalem aşamasındayız. Renkli boyalara, özellikle de yağlı boyaya geçmeyi bekliyorum sabırsızlıkla. Şimdi evde pek çalışmıyorum ama o zaman çok çalışacağım:) Az kaldı. 
    Halihazırda yaptığım çalışmalar şunlar. İlk çalışmalardan en son çalışmaya doğru... Burada şöyle bir toparlayayım ki hem gözümün önünde düzenlice duruyor olsunlar, hem de bir bakalım kimler beğenecek?:)













5 Ocak 2013 Cumartesi

TÜRK ASTROLOJİSİNE GÖRE BURÇLAR



Yeni bir yıla adım attık hatta günleri tüketmeye başladık bile. Geçtiğimiz yılın son ayından itibaren gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda 2013 burç yorumları gırla gidiyor. Kitap mağazalarında en ön raflarda astroloji kitapları... 
Geçenlerde notlarımın arasında  Karaçay Türkü araştırmacı Sofi Tram-Semen'in "Türk Astrolojisi" başlıklı yazısını buldum. Bir gazeteden kesip saklamışım. Madem bugünlerde burçlarla bu kadar haşır neşir olmuşuz, bu araştırmadan yola çıkarak Türk astrolojisine göre burçların özelliklerinden bahsetmek isterim.
Nart-Karaçayların astrolojisini inceleyen araştırmacı, 36 burç olduğunu belirlemiş . Bu burçların isimleri ve genel özellikleri şöyle:


Toruk (21-31 Mart): İdare sahibi, lider.

Hımmıy (1-10 Nisan): İdealist, romantik.

Huttus (11-20 Nisan): Adaletli, kıskanç.

Hunta (21-30 Nisan): İnatçı, duygusal, yaratıcı, hem iyimser hem karamsar.

Çolpancı (1-10 Mayıs): Duygu tutsağı, önsezileri güçlü, çocuk ruhlu, sadık.

Kölköl (11-21 Mayıs): Enerji dolu, aşkta şahane, önder, kahraman.

Çamay (22-31 Mayıs): Fantezisi zengin, fikir önderi.

Küylü (1-10 Haziran): Gururlu, kaderci, ihaneti kabul etmez.

Kuşmuş (11-21 Haziran): Gösterişçi, eleştirel, mistizme meraklı.

Sezgek (22-30 Haziran): Mızmız, içine kapanık, intikamcı.

Kuşdüger (1-11 Temmuz): Çocuk ruhlu, dengesiz, kararsız.

Gondaray (12-22 Temmuz): Geçmişe özlem duyan, siyaseti seven.

Ötgür (23-31 Temmuz): Gururlu, zeki, çekici.

Küsümmü (1-12 Ağustos): İyi arkadaş, önderliği seven.

Künlü (13-23 Ağustos): Hassas, gururlu.

Sınçıma (24 Ağustos-1 Eylül): Sanat ve edebiyata yetenekli.

Atçak (2-13 Eylül): Depresyona yatkın, iradeli, gururlu, hassas, gelenekçi.

Kıllı (14-23 Eylül): Otoriter, sabit fikirli, zeki, aşkta utangaç, yazarlığa yatkın.

Canakkı (24 Eylül-3 Ekim): Nazik, hassas, sorumluluk sahibi, kompleksli, gösterişçi.

Ban (4-12 Ekim): Enerjik, hümanist.

Cemiş (13-23 Ekim): Ahlaklı, filozof.

Batık (24 Ekim-1 Kasım): Özgürlüğüne düşkün, diktatör, gaddar.

Hırtlı (2-12 Kasım): Savaşçı, spora düşkün.

Tutamış (13-22 Kasım): Çapkın, fedakar.

Uslu (23 Kasım- 2 Aralık): Objektif, ilme meraklı, dengeli, hoşgörülü.

Kutas (3-12 Aralık): Yetenekli, dengesiz, mistik, düşüncesiz, anlaşılmaz.

Tusanak (13-21 Aralık): Güçlü, Şüpheci, şanslı, emir vermeyi seven.

Tutar (22 Aralık- 1 Ocak): Arkadaşı az olur.

Beçel (2-12 Ocak): Kızgın, ısrarlı, intikamcı.

Pırsıuay (13-20 Ocak): Tartışmayı seven, sadık, özgür düşünceli. Uzun yaşar.

Balauz (21 Ocak- 1 Şubat): Gaddar, deha, önder, müzik ve dansa yetenekli.

Cantay (2-10 Şubat): Estetiğe meraklı, titiz.

Ergür (11-18 Şubat): Önder, ufku açık.

Sönegey (18-28(29) Şubat): Şair, sanatçı, dengesiz, çekici, aşk hayatı hareketli.

Cannan (1-9 Mart): Zarif, hüzünlü

Şatık (10-20 Mart): Huzursuz, sanatçı, özgür, depresyona yatkın.


Benim burcum Uslu:) Uyuyor mu? Uyuyor. Diğer burçları bilemem. Benden bu kadar. Daha ayrıntılı ve geniş bilgi Sofi Tram-Semen'in "Türk Astrolojisi" isimli kitabında imiş.