31 Temmuz 2012 Salı

RAMSES, BATMAN, LEONARDO, MICHELANGELO,RAFFAELO...

    Kitap, film, sergi, TV programı yorumu... Dördü bir arada... Buyurunuz...
    Efendim, aşağıda görmüş olduğunuz 5 kitabı arka arkaya okudum. Sıdkım sıyrıldı desem yeridir. Rüyalarımda bile Mısır'ı görmeye başladım. Ama bırakamıyorum. Bırakamam. Öyle bir huyum yok çünkü. Başladım mı bitecek:) Yaklaşık 2 yıl önce almıştım "Ramses" serisini. Zamanı geldi, başladım ve bitirdim. Edebi yönden hiçbir şey vermeyen bir seri. Sadece II.Ramses ve Mısır Uygarlığı hakkında bilgiler içeriyor diye okudum. Çünkü serinin Fransız yazarı Christian Jacq'ın, Mısırbilimci (egyptologist) olduğunu okumuştum. Antik Mısır mimarisi, gelenekleri, dini inanışı, yaşam tarzı, coğrafyası hakkındaki bilgiler doğrudur doğru olmasına ama yazar bence Ramses konusunda biraz uçmuş. Devamlı bir övme, devamlı bir yüceltme, insan üstü bir varlığa dönüştürme söz konusu... Döndüre döndüre aynı şeyleri vurgulamış. Tek bir kitapta -hadi bilemedin 2 kitapta- anlatılabilecek şeyler 5 kitaba yayılmış. Dediğim gibi, bir dönemin Mısır'ı hakkında bilgi sahibi olmak için okunabilir. Onun haricinde tavsiye etmem.

 
  Tavsiye edeceğim bir film var ama. Batman Kara Şövalye Yükseliyor... Gerçi benim tavsiye etmeme gerek yok:) Neticede Batman bu:) Üstelik Christopher Nolan yorumuyla. Seyredilmez mi? Biz de ailecek seyrettik ve herkes gibi çok beğendik. Salona girerken biletlerimizi alan delikanlı, gayet içten bir coşkuyla "buyurun, 3 saatlik şahane bir keyif sizi bekliyor" dedi:) Önce bir afalladık, böyle güzel karşılamalara çok da alışık değiliz milletçe. Herkeste bir sinir, bir stres... Ya da yapay bir nezaket... Ama bu çocukcağız çok tatlıydı:) Ya da çok fena Batman hayranıydı:) Daha filmi seyretmeden motive etti bizi:) Güzel şeyler bunlar.  Neyse... Filme dönecek olursak... Adamlar yapmış! 3 saatin nasıl geçtiğini anlamadık. Koca salon hipnotize olmuş gibi ekrana bakakaldık:) Oyuncularıyla, görüntüyle, müziğiyle şahane bir film. Çok ayrıntıya girmeyeyim, zaten her yerde fazlasıyla yorum ve bilgi var. Fırsatı olan gitsin, seyretsin, görsün. "3 saatlik şahane bir keyif sizi bekliyor":)

 
    Koca yaz durduk durduk, son anda The Great Masters Sergisi'ni yakalayalım dedik. 31 Temmuz'da bitecek olan sergiye 30 Temmuz günü gidebildik. Panik yok! Sergi               27 Ağustos'a kadar uzatılmış:) Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'ndeki                     "The Great Masters" interaktif bir sergi. Dokunmatik ekranlar ve dijital gösterimlerle Rönesans'ın 3 dehası Leonardo, Michelangelo ve Raffaelo ile ilgili bilgiler, önemli eserleri ve dönemin İtalya'sı aktarılıyor. Sergi hakkında çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Yazdım yazdım sildim. Küçük bir sergi. Basit anlatım. Basit bilgiler. Basit teknikler. 15 yaşındaki oğlumun ilgisini çeker diye gitmiştim daha çok. Ama o bile zaten bildiği bilgilerle karşılaştı. Daha küçük çocuklarınızı götürebilirsiniz. Onlara eğlenceli gelebilir ve ön bilgi olur. Tam bilet                   17 lira, öğrenci 12 lira. Ucuz mu? Bence pahalı...

 Leonardo da Vinci'nin Haliç için tasarladığı köprünün modeli. Haliç'te bu köprüyü kullanıyor olabilirdik yani. Serginin en dikkate değer objelerinden biri.


Resim yazısı ekle
     ( Bu fotoğraf da özel istek üzerine taa Almanya'lardan ülkesini özleyen Ayşe için gelsin:) Bol bol Türkiye fotoğrafı görmek istiyor çünkü. Çok haklı. Ayşecim ucundan kıyısından Tophane manzarası:))


   Bugünlerde devamlı D-Smart ID izliyorum. Yani Investigation Discovery. Amerika'daki çözüme ulaştırılmış adli dosyaları anlatan bir kanal. Sanırım kafayı yedim:) Akla zarar bir kanal çünkü. 
Bir olayın anlatımı bitiyor diğeri başlıyor. "Samanta kendi halinde bir ev kadınıydı. Mutlu bir hayatı vardı. Ta ki evinde boğazı kesilmiş bulunana dek!" falan şeklinde girişlerle:)) Sonra olayı çözen Amerikalı polisler geliyor ekrana artist artist anlatıyorlar, maktülün yakınları konuşuyor. Olayın nasıl çözüldüğünü görüyorsun. Deli işi yani:) Ama arada ünlü tarihi olaylar falan da çıkıyor. Onlar iyi oluyor bak:) Yalnız ben bu program sayesinde şunu anladım ki Amerika'da suçluların yakalanması olayı CSI Miami, CSI NewYork, CSI Los Angeles vb. dizilerindeki gibi yürümüyor. Öyle dahiyane akıl yürütmelerle ve tekniklerle, şak diye çözülmüyor gerçekte olaylar. Mesela 1 yıl içinde aynı bölgede 10 küçük banka soyan ve kameralarda da görüntüsü olan adamı ancak 11.soygunda ihtiyatsızca davranıp parmak izi bırakmasıyla yakalayabiliyorlar. (Bu arada Amerika'da her 1 saatte bir 1 banka soyuluyormuş. Bir de utanmadan söylüyorlar:)) Ama çıkıp çok önemli bir iş yapmış gibi kasıla kasıla anlatıyorlar o ayrı. Çok artist millet, çok! 
    İşte böyle! Bugünlerde bunları seyrettim, okudum. Batman hariç biraz fazla mı eleştirmişim ne?:)) 

27 Temmuz 2012 Cuma

KEMİK KİLİSE... SEDLEC OSSUARY...

       Efendim Çek Cumhuriyeti'nin Kutna Hora kasabasında "Sedlec Ossuary" olarak bilinen bir kilise varmış. Ben yeni öğrendim bu kiliseyi ki aslında çok meşhur bir kiliseymiş. Peki niye meşhurmuş bu kilise? Çünkü dekorasyonu 40.000 insan kemiği kullanılarak yapılmış. Bu yüzden "Kemik Kilise" ya da "Kemikli Kilise" de deniyor. (Ossuary: Kiliselerde kemiklerin saklandığı yer)

    Kilise dışarıdan böyle bir kilise. 

 
    Ama içi çoook farklı:) 
    Fotoğraflara geçmeden önce bu yapıdan biraz bahsetmekte fayda var. Bu kilisenin içinde yer aldığı manastır, yani Sedlec Manastırı kutsal kabul ediliyormuş. Çünkü başrahibin biri 13.yy'da Kudüs'ten getirdiği toprağı serpmiş buraya. Bu tarihten sonra Orta Avrupa insanı bu manastırın mezarlığına gömülmek ister olmuş. Hem bu insanların; hem de 14.yy'da veba ve 15.yy'da Hussiten Savaşı sonucu ölen binlerce insanın gömülmesiyle mezarlık büyüdükçe büyümüş. Zamanla yapılan değişiklikler sonucunda mezarlığın küçültülmesi gerekmiş ve mezarlardan çıkarılan kemikler, bir keşiş tarafından manastırın kilisesinin bir kenarına piramitler şeklinde yığılmış.   19.yy'da bu kiliseyi ve dolayısıyla manastırı  Prens Schwarzenberg satın almış. Bu şahıs aynı zamanda Bohemya'nın sayılı ailelerinden Schwarzenberg'lerin torunlarındanmış. Bu aile 1591 yılında Raab Savaşı'nda Türkleri durdurabilen tek aileymiş ki bunu da kilisede kemiklerle  ölümsüzleştirmişler. (Aynı şeyi biz yapsak olay olur. Bu nasıl bir Türk kompleksidir arkadaş!) Neyse... Konumuza dönersek... Kilisenin sahibi prens, ahşap ustası Franktisek Rink'e "burayı alışılagelmişin dışında dekore et" demiş. Rink de işin gözünü çıkarmış:) Daha önce yığılmış olan 6 piramidin 2 tanesini bozmuş ve insan kemiklerini kullanarak süslemiş kiliseyi. Kemiklerden kadehler yapmış. Avize yapmış. İsa'nın monogramını yapmış. Arma yapmış. Duvarları ve tonozları gayet dekoratif bir şekilde süslemiş. Şöyle ki...

Kemiklerden kadeh...

Fotoğraf:Google




Fotoğraf:Google

Kemikten avize... 

Fotoğraf:Google


Fotoğraf:Google


Fotoğraf:Google

İşte bu da Swarzenberg Ailesi'nin arması. Buradan belli olmuyor ama ortasında kartal figürü varmış ve Osmanlı'nın gözünü oyan kartalı temsil ediyormuş. Swarzenberg Ailesi... Ne diyeyim ben size? Onu öyle yaptınız da başınız göğe erdi mi?:)

Fotoğraf:Google


Bu da küçük, sevimli bir küpid:)

Fotoğraf:Google


Fotoğraf:Google


Fotoğraf:Google


Bunlar zannediyorum, o 6 piramitten kalanlar.

Fotoğraf:Google


Ahşap ustası en sona imzasını atmış:) Tabii yine kemikleri kullanarak.

Fotoğraf:Google

    Velhasılıkelam... İlginç bir müze. "Iyh! Bunlar insan kemikleri? Nasıl öldüler acaba? Acaba kimdi? Nasıl biriydi?" diye empati yaparak değil de estetik bakış açımızı harekete geçirerek gezilebilecek bir müze. Estetik açıdan düşünürsek hakikaten çok değişik olmuş:) Prag'a gidilirse gezilebilir. Öğrendiğime göre Prag'a 1 saat uzaklıktaymış ve çok sık otobüs seferleri varmış. Sizi bilmem ama ben görmek isterim doğrusu:)


Hamiş: Bu kilise hakkında bir süre önce bazı forumlarda "Müslüman kemiklerinden yapılmış kilise" diye bir muhabbet dönmüş. Bundan da haberim yoktu. 

24 Temmuz 2012 Salı

SADBERK HANIM MÜZESİ... DENİZ VE TARİH KOKAN BİR GÜN...

 
    Sevgili arkadaşım Aslı'yla birlikte "şöyle bir Sarıyer'e uzanalım" dedik geçtiğimiz hafta. Ne zamandır ziyaret etmediğimiz Sadberk Hanım Müzesi'ne de uğradık bir kez daha. Daha önce bu müze hakkında yazmamışım. E buyrun o halde!
    Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, Türkiye'nin ilk özel müzesi. 1980 yılında açılmış. Vehbi Koç'un eşi Sadberk Koç anısına yaptırılmış.


Fotoğraf google'dan alıntıdır. Bugünlerde restorasyondan dolayı iskele var dış tarafta.
    
    Müze 2 binadan oluşuyor.Sergi binası olarak ilk önce Koç Ailesi'nin 1978'e kadar yazlık olarak kullandığı Azaryan Yalısı kullanılmış. Burada bugün Sadberk Hanım'ın Osmanlı ağırlıklı geleneksel kıyafetler,günlük kullanım eşyaları,sünnet ve düğün törenlerinde kullanılan eşyalar, işleme tuğralı gümüş ve porselenlerden oluşan kişisel koleksiyonu sergileniyor. 


Fotoğraf :google
Özellikle gelinlikler ve kadın giysileri görülmeye değer ki 2010 yılında yine bu müzede "Osmanlı İmparatorluğu'nun Son Döneminden Kadın Giysileri" isimli şahane bir sergi olmuştu. Yine bu binada yer alan İznik Seramik Koleksiyonu, dünyanın sayılı koleksiyonları arasında kabul ediliyor. 

Türk İslam Eserleri bölümü. Sünnet Odası.
 
    Bir de "Sevgi Gönül Binası" var. Bu bina daha sonra eklenmiş. Koleksiyoner Hüseyin Kocabaş'ın ölümünden sonra, onun koleksiyonundaki arkeolojik eserler bu müzeye katılmış. Böylece Azaryan Yalısı'nın hemen yanındaki bina satın alınmış ve M.Ö 6000 yıllarından başlayıp, Bizans dönemi sonlarına kadar Anadolu'da var olmuş uygarlıkların maddi kültür kalıntıları sergilenmeye başlamış. Önce Sevgi Gönül Binası'na girip arkeolojik eserleri inceliyor, buradan Azaryan Yalısı'na geçiş yapıyorsunuz. Her iki koleksiyon da muhteşem! 

Kaçak göçek çektiğimiz bir fotoğraf. Arkeolojik Eserler Bölümünden. Burada da fotoğraf çekmek yasak:(
    
    Sadberk Hanım Müzesi 1988 yılında Europa Nostra Ödülü'nü almış.
    
    Bu da müzenin ortancalarla kaplı arka bahçesi. Çocukluğumun eski evlerini, eski bahçelerini hatırlatıyor bana.





   

Müzenin bol ürünlü, şık bir de dükkanı var. Geleneksel 
motiflerle süslenmiş defterler, çantalar, şemsiyeler, takılar... Hepsi birbirinden güzel... Ben her gittiğim yerden, her gezdiğim müze ve sergiden muhakkak kitap ayracı alırım. İşte bunlar da kitap ayraçlarım:) Üzerlerinde müzede yer alan objelerin detayları, arkasında da bilgileri var.


    Aşağıdaki fotoğrafta müzenin kapalı olduğu günler, açık olduğu saatler görülüyor. Ben şunu ekleyebilirim. Müzeye giriş tam 7 lira, öğrenci 2 lira. Müzekart, Koç Ailem Kartı ve Museum Pass sahipleri için ise 5 lira.


    Sadberk Hanım Müzesi, Sarıyer - Büyükdere'de. Boğaz'da. Müzeden çıkınca deniz kıyısında güzel bir yürüyüş yaptık. Sarıyer'in meşhur balıkçılarından birinde oturduk. Ne sohbet bizi kesti, ne de Sarıyer'e doyduk:) Denizden içeriye doğru girdik biraz. Tarihi Sarıyer Muhallebicisi'ne uğradık.


    Oralara kadar gitmişken 1928 yılında açılmış, Yeşilçam filmlerinde yer almış bu güzel tatlıcıya uğramadan olmazdı. Kazandibi muhteşemdi:) Su muhallebisi bir daha ki sefere kaldı.
    İstanbul güzel... İstanbul yaşanılası... Canım İstanbul'da deniz ve sanat kokan, tarih kokan, bol sohbetli güzel bir gündü benimkisi. Tavsiye ederim efendim!!!
     

18 Temmuz 2012 Çarşamba

SANDRO BOTTİCELLİ'NİN VENÜS'Ü...


Venüs'ün Doğuşu, Sandro Botticelli, ( Uffizi Galerisi-İtalya )

Bir istiridye kabuğunun içerisinden...
Kıbrıs'ın köpüklü dalgalarından doğar Venüs... 
Sağ yanında iki adet Batı rüzgarı... 
Soluklarıyla iterler Venüs'ü kıyıya doğru...
Kıyıda ise Flora beklemektedir.
Çiçek ve bahar tanrıçası Flora...
"Boticelli'nin Venüs'ü" şehveti simgeleyen dünyevi Venüs değildir. Onun Venüs'ü ruhsal güzelliği temsil eder.
Platon'a göre insan önce bedensel güzelliğe takılır. Bunu dünyevi Venüs temsil eder. Aynı insan daha sonra tüm güzel bedenlerin birbirine benzediğini görür ve ruhsal güzelliği arar. Neo-Platonizm etkisiyle resimler yapan Boticelli'nin Venüs'ü ruhsal güzelliği simgelemektedir. Ruhsal güzelliği bulmak, Tanrı'ya ulaşmanın bir yoludur aynı zamanda. 
Peki Flora'nın elindeki giysi nedir? 
O giysi akıldır. 
En mükemmel ruh bile bozulabilir. 
Ve bu durumda tekrar mükemmelliğe ulaşmak için gereken şey... O akıl giysisini giymek olacaktır.




12 Temmuz 2012 Perşembe

FSM KÖPRÜSÜ İŞKENCESİ

    9 Temmuz günü FSM Köprüsü'nü kullanarak Avrupa yakasından Asya yakasına geçmeye çalışanlar arasında biz de vardık. Annem, oğlum ve ben... 2-3 günlüğüne Bursa-Gemlik'teki babaannemi ziyarete gidelim diye düşünmüştük gayet masum bir şekilde. Düşünmez olaydık. Dönüşte feribotla gelecektik... Giderken otobüs daha rahat oluyor diye düşündüm ben yine. Ve annemle oğlumu da maceraya sürüklemiş oldum. Tek düşünemediğim, FSM Köprüsü'ndeki çalışmadan dolayı -geçtim işe gidiş ve dönüş saatlerini- öğle saatlerinde bile trafiğin bu kadar yoğun olabilme ihtimaliydi! Öğle saatlerinde o kadar da trafik olmaz zannettim:) O gün şansımıza 1 şerit daha trafiğe kapatılmış mı? Kala kala 1 şeritçik kalmış mı bize? Hani o milletin kontak kapatıp futbol oynadığı gün... Aman Allahım! Kabus gibiydi! Otobüsle 3-3,5 saat sürer genelde İstanbul-Gemlik arası. Ama o gün 7,5 saat sürdü:( Dur kalk, dur kalk kafa kalmadı kimsede. Fakat belirtmeliyim ki bizim otobüs gayet mülayim yolculardan oluşuyordu:) Bir Allah'ın kulu sigara içmeye inmedi. Genelde sigarasızlıktan bunalanlar olur çünkü yolculuklarda. Ve 2 küçük çocuk vardı araçta. 2-3 yaşlarında. Dayanamazlar sıkılırlar bizim de canımızı sıkarlar diye korktum açıkçası ama çok uslu durdu yavrucaklar. Herkesin yakınları arıyor "neredesin?" diye. Millette telefondakini inandırma çabası... "Vallahi daha geçmedik köprüyü ya!" şeklinde... Normalde Bursa'ya ulaşmamız gereken saatte biz daha köprüyü geçmeye çalışıyorduk. Müthiş bunaldık.Uyuyamıyorum, kitap okuyamıyorum çünkü aklım ve gözüm yolda ister istemez. Her tarafta, sağda, solda, önümüzde, arkada arabalar, otobüsler, kamyonlar, tırlar... Öff!!! Annem gözünü kapadı, cama dayadı başını. Midesi bulandı kadıncağızın. Oğlum arka arkaya film seyretti oyalanmak için. Berbattı. Hapis gibi. Hiç sevmem! O gün varış saatinden sonra planladığımız hiçbir şeyi yapamadık. Tüm günümüz yollarda geçti. Bizim gibi kaç kişi etkilendi, etkileniyor, etkilenecek! Rezillik!
    Gelişmiş ülkelerde köprü onarım çalışmaları ne şekilde yapılıyor bilemiyorum. Fakat bu şekilde olmamalı diye düşünüyorum. Kimsenin vatandaşa eziyet etmeye, vatandaşı işinden, gücünden, eğlencesinden, dinlencesinden bırakmaya hakkı yok. "3.köprü yapılmasın diye tantana ediyorsunuz ama bakın işte mevcut köprüler yetmiyor" demeye getiriyorlar gibi geliyor bana...

3 Temmuz 2012 Salı

LİSELERDE SANAT TARİHİ???

Şimdi efendim ben Sanat Tarihi mezunuyum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdim. Geç yaşta okudum bu okulu. "Tekrar çalışma hayatına atılayım, yeni bir başlangıç yapayım" dedim. Üniversite sınavına girdim. Baktım ki MSGSÜ Sanat Tarihi bölümünü kazanabiliyorum. Çok çok sevindim. Gerçekten çok sevindim.   Sanat Tarihi lise yıllarından beri ilgimi çekiyordu. Üstüne bir de Mimar Sinan Üniversitesi'nin cazibesi eklenince tek tercihle giriş yaptım. Oysa İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü gibi seçeneklerim de vardı. Puanım yetiyordu rahatlıkla. Ama ben keyifle okuyacağımı düşündüm bu bölümde. Ve bir de Sanat Tarihi öğretmeni olabileceğimi... 


  
Hiç bir dersi kaçırmamaya çalıştım, notlarım hep yüksekti. Öğrenciliğim sırasında Mersin-Yumuktepe'de arkeolojik kazıda görev aldım, Ege Üniversitesi'nde öğrenci kongresinde koca salona sunum yaptım vs.vs.vs. (Geç yaşta daha bilinçli yaşanıyor öğrencilik:)) Geçen sene fırsat oldu İstanbul Üniversitesi'nden de pedagojik formasyon aldım. Bir verdiler, bir kaldırdılar:) Ben o arada bu sertifikayı alanlardan oldum.
Peki öğretmen olabildim mi? 
Hayır. 
Neden? 
Çünkü Sanat Tarihi seçmeli ders kapsamında. Seçmeli derken... Öğrenci değil, okul seçiyor. 
Daha doğrusu seçmiyor. Neden bilmiyorum ama seçmiyorlar. Bir kaç devlet okuluyla görüştüm. Öğrencilerin ve velilerin istemediğini söylediler. Sanat Tarihi öğretmenleri sevdirememiş bu dersi. Öyle dediler. Tabi derse Sanat Tarihi mezunu bir öğretmen girdiyse... Geçen yıl konuştuğum bir müdür yardımcısı, Sanat Tarihi dersine İktisat mezunu bir ücretli öğretmenin girdiğini, onun da çocuklara çok düşük notlar verdiğini ve velilerin isyan ettiğini söyledi. O yüzden artık seçmiyorlarmış:(  




Bugünlerde yeniden arayışa başladım. Güzel Sanatlar Liseleri var mesela. Onlarla görüşeyim dedim. Bizim Beylikdüzü civarında devlet okulu olarak Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi var bir tane. Önümüzdeki yıl 3.yılına girecek. Yani okulda ilk defa 11.sınıflar da olacak önümüzdeki yıl. Ve ben de Sanat Tarihi derslerinin 11. ve 12.sınıflarda olduğunu biliyorum. Geçen gün konuşmaya gittim. Müdür yardımcısı bana sadece 12.sınıfta ve haftada sadece 2 ders olduğunu söyledi. Burası bir Güzel Sanatlar Lisesi. Dikkatinizi çekerim! Yani ayrıca resim bölümü var. Anlayamıyorum. Öğrenciler 9.sınıftan itibaren resim yapıyorlar. Ama Sanat Tarihi dersi görmüyorlar. Akımları, farklı ülkelerin sanatçılarını, resim yaparken yararlanabilecekleri, örneklerinden beslenebilecekleri diğer sanat dallarını nasıl öğreniyorlar acaba? Tamam resim öğretmeni var ama ondan daha çok teknik bilgiler alıyor olmaları gerekmez mi? Sanat Tarihi bambaşka ve engin bir alan. Efendim sadece 12.sınıfta varmış! 12.sınıfta hangi çocuk okula gidiyor acaba? Dersanelerde geçmiyor mu o yıl? 



Geçen hafta ayrıca, yine bizim bu civarda açılacak olan, özel bir Güzel Sanatlar Lisesi ile görüştüm. İlgilendiler ilgilenmesine ama... Önümüzdeki dönemde 9.sınıftan başlayacaklar. "2 yıl sonra ihtiyaç duyabiliriz size" dediler:( Onlarda da 11.sınıfta varmış Sanat Tarihi. Ölme eşeğim ölme:( 
Kısacası durum pek iç açıcı görünmüyor. Bizim gibi binlerce yıllık tarihi geçmişin üzerinde kurulmuş, her kazılan yerde o topraklarda yaşayan gelmiş geçmiş tüm medeniyetlerin izlerinin görüldüğü kaç ülke var? Böyle bir ülkede Sanat Tarihinin görmezden gelinmesinin nedeni ne olabilir?  Ah! Tabi! Unuttum! Bu ülkede topraktan çıkanlar "çanak, çömlek"ti değil mi? Eski şeyler. Ne önemi var? Ha bir de dünyaca ünlü sanatçımızın eserinin içine tükürülüyordu(!) Nasıl derler? Ucube!Ucube!
Bizdeki kültür mirası başka bir ülkede olsa adamlar çıldırırdı. Ne yapacaklarını, nasıl koruyacaklarını şaşırırlardı. İlk aklıma geleni söyleyeyim. Hırvatistan Trogir'e gitmiş olanlar bilirler. Bütün hediyelik eşya dükkanlarında, afişlerde, kafanı çevirdiğin her yerde bir Kairos figürü görülür. İşte şu:



Adamlar antik Yunan'dan kalma bu parçayı nasıl tanıtacaklarını, nasıl pazarlayacaklarını şaşırmışlar. Bir de bizim topraklarımızdan çıkanları düşünün. Toprak üzerindeki kültür mirasımızı düşünün bir de... Bizim çocuklarımız, ülkemize ait bu güzellikleri tanıtmayan, önemini kavratmayan, gerekli değerden yoksun bırakan bir eğitim sisteminin içinde yer alıyorlar maalesef. Bu konuda ancak ilgili ailelerin çabasıyla belli bir kültüre ulaşabiliyor gençlerimiz. 
Ben lisede Sanat Tarihi okumuştum. Sosyal Bilimler ve Edebiyat bölümündeydim. Ama şimdi çok iyi biliyorum ki çok az okulda Sanat Tarihi var. Halbuki bu ders, diğer ağır dersler arasında gençler için bir nefes alma fırsatı olabilir; keyifle işlenebilir. Artık birçok okulda teknolojik imkanlar yeterli. Görsel sunumlarla, gezilerle gençlerin ilgisi çekilebilir. Biraz kültürden zarar gelmez herhalde.
Kendi kendime söylüyorum, kendi kendime dinliyorum işte. Çok hayal kırıklığına uğradım çok. Sanat Tarihi öğretmeni arayan varsa bana haber versin olur mu?:))