29 Ağustos 2009 Cumartesi

HEYKEL

Auguste Rodin (Bayılıyorum bu esere)
    Bugün HABERTÜRK gazetesinde şöyle bir haber yer alıyordu: " Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, belediye girişindeki iki kadın heykeli ile kent meydanındaki çıplak göğüslü kadın heykelini ve kentin simgesi olan kaz heykelini söktürdü."  Kadın heykellerini söktürmesiyle ilgili gerekçe ise şu: "Devletin temsil edildiği resmi dairenin önüne yakışmıyordu."
    Bu haberi okuduğum zaman hem bir kadın olarak, hem de bir sanatsever olarak üzülmemem mümkün değildi. Maalesef bir devlet yetkilisi eliyle gerçekleştirilen bu olay ilk değil ve korkarım sonuncusu da olmayacak.
    Bu olay bana Cumhuriyet'in kurulmasından sonra ulusça verdiğimiz kurtuluş mücadelesinin anısını canlı tutmak ve yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin ideolojisini görsel hale getirmek amacıyla, yurdun dört bir yanına kurulan anıt-heykelleri hatırlattı. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1922 yılında Bursa'da yaptığı bir konuşmasında "yaklaşık 1300 yıl önce Hz.Peygamberimizin İslamiyeti yerleştirmek amacıyla putları yerle bir ettirdiğini ve Müslümanların heykeli put olarak görmeleri için artık hiçbir koşulun kalmadığını" belirtmesiyle birlikte anıt-heykeller dönemi başlamıştır. O sıralar Türkiye'de heykel eğitimi başlamıştır ancak büyük boyutlu heykel yapma olanaklarımız kısıtlıdır. Bu yüzden yurtdışından Pietro Canonica (İtalyan) ve Heinrich Krippel (Avusturyalı) gibi heykeltraşlar getirtilir. Örneğin meşhur Taksim Anıtı Canonica'nın eseridir.
    Atatürk heykelleri, Kurtuluş Savaşı'ndan sahneler, çağdaş yaşamı simgeleyen eserler yepyeni Türkiye Cumhuriyeti'nin görsel yansımaları olarak vücut bulurlar.
    Eskiden baba-oğul elele tutuşup Taksim Atatürk Anıtı'nın önünde fotoğraf çektirmek sevilen bir gelenekmiş. Bugün ise heykellerin içine tükürüyoruz (hatırlayınız), devlet dairesine yakışmadığı için kadın heykellerini kaldırıyoruz veya beğenmediğimiz yerlerini düzeltiyoruz (yine hatırlayınız(!))
    Devlet ideolojisi sanata yansır mı? Yansır...





İlgilenenler İçin: - Cumhuriyet'in Kültür Politikası ve Sanat - Nilüfer Öndin
                           İnsancıl yayınları
                        - Otuz Bin Öncesinden Günümüze Heykel - Önder Şenyapılı
                           ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş Yayınları

27 Ağustos 2009 Perşembe

AÇILIŞ

    Epeydir aklımda olan bir fikri bugün hayata geçiriyorum.Bu ilk yazım ve artık ben de bir blog yazarıyım.(Umarım devamı gelir:)))
    Neden böyle bir işe kalkıştım? Çünkü yazmayı seviyorum. Çocukluğumda ve gençliğimde günlük tutardım. Oğlum doğduğunda da yazdım. Onunla yaşadıklarımı, anneliğin bana hissettirdiklerini yazdım.
Şimdi arada bir eski günlüklerimi çıkarıp okuyorum. Kimi yazmış olduklarıma çok gülüyorum, kiminde hüzünleniyorum, bazen de "aaa! sahi bu da olmuştu!" diyerek şaşırıyorum.
Yani kısacası yazmayı seviyorum.Tıpkı okumak gibi yazmak da güzel şey. Bir deşarj olma yöntemi. Kendini ifade etme biçimi. Bazen bir terapi.
    Madem teknoloji de gelişti, çağa ayak uydurmak lazım. Bir de bu "sanal günlük" olayını deneyelim bakalım. Hissettiklerimi yazarım, gezdiğim gördüğüm yerleri yazarım, bilgilerimi paylaşırım, tavsiyelerde bulunurum, tavsiyeler alırım, oğlumu anlatırım, sevdiklerimi anlatırım.
    Kimse okumazsa ben okurum:) Olmazsa oğluma ve eşime zorla okuturum:)